26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

SİMON DE BEAUVOIR: ‘BÜTÜN İNSANLAR ÖLÜMLÜDÜR’ Boşluğun hikâyesi Bütün İnsanlar Ölümlüdür, bütün insani durumları farklı tarihler ve farklı karakterlerde ele alıyor olsa bile birbirinin zıttı temel iki karakter üzerinden anlatıyor. İtalya’nın hayali bir şehrinde doğan Fosca’nın ölümsüzlük arayışı ve bulduğunda ise içine düştüğü kocaman boşluğun hikâyesi... ADALET ÇAVDAR Simone de Beauvoir 19081986 yıllarında yaşayan Fransız yazar, gazeteci ve feminist. Yazarın eserlerinde varoluşçuluk felsefesinin yansımaları oldukça sık görülür. Olmak ve hiçlik felsefeleri arasındaki açılardan bakmayı sever. Üniversite yıllarında tanıştığı Jean Paul Sartre ile bir ömür hayat arkadaşlığı yapmıştır. Beauvoir’un âşk hayatı eserlerinde kısmen yer almıştır. Kadınlık ve erkeklik üzerine düşüncelerini de sık sık yazan yazar 1949 yılında yazdığı “İkinci Cins” adlı eserinde Freudcu bakış açısı ortaya çıkar. “Kadın doğulmaz kadın olunur.” mantığına ulaşır. Alfa Yayınları tarafından Mart ayında Işık Ergüden çevirisiyle Beauvoir’un 1946 yılında yazdığı Bütün İnsanlar Ölümlüdür eseri yayınlandı. Roman Avrupa Tarihi’nin önemli olaylarını anlatırken bir yandan da varoluşçuluk felsefesini ele alıyor. Ölümsüz olma hayali kuran insanların okuması gerektiğini düşündüğüm bu eser pek çok yanıyla karanlık ve depresif bir metin. Kitabın son sayfasını okuyup, kulağınızda bir çan sesi ve bir çığlık kaldığında sadece biraz orada öylece kalmak istiyorsunuz. Birkaç türün birleşimi bir metin Bütün İnsanlar Ölümlüdür. Felsefe, tarih, anlatı, psikolojik ve hatta fantastik bir roman. Bütün insani durumları farklı tarihler ve farklı karakterlerde ele alıyor olsa bile birbirinin zıttı temel iki karakter üzerinden anlatıyor bütün hikâyeyi. 1279 yılında İtalya’nın hayali bir şehrinde doğan Fosca’nın ölümsüzlük arayışı ve bulduğunda ise içine düştüğü kocaman boşluğun hikâyesi. Carmona Prensi Raymond Fosca her iktidara gelen insan gibi kendi alanını genişletmek isteyen biri. Dünyanın mükemmel düzene nasıl oturacağını biliyordur, ondan öncekiler bunu bir şekilde ya akıl edememiş ya da yapacak ömre vakıf olamamışlardır. Daha uzun bir yaşamın pek çok tecrübeyi edinmenin bir yolu olduğunu düşünüyor Prens. Önce halkını sonra dünyayı kurtarmak isteyen Prens, ölümsüzlük iksirini bulur. Artık hayatının son bulmayacağına emindir. Yalnız seneler geçtikçe gördüğü insanlık onun İNSAN OLMA ANLAMININ YİTİRİLİŞİ Bütün insanların istemese bile en az bir kez ölümsüzlüğün gerçek olduğunu düşündüğünü varsayıyorum. Git gide büyüyen bir kalabalığın içinde, yaşayacak tek bir metrekarenin kalmadığı, yiyecek bulmanın imkânsız olduğu ve hatta belki yiyecek kavramanın da ortadan kalktığı fikri geliyor benim aklıma ölümsüzlük deyince. Ürkütücü. Bitmeyen savaşlar ve artık insan olmanın anlamının kalmadığı vahşi bir canlı türü canlanıyor gözümde. Distopik gelebilir. Lakin ölümsüzlük bence acıdan başka bir şey değildir. Beauvoir’un eseri de bir bakıma buraya varıyor. Benzer idealler için savaşan insanlar aslında birbirlerine oldukça zıt yeni insanların varolma ve bunun sürekli tekrar etmesi üzerine kurulu bir düzen anlatılıyor. canını yakmanın dışında pek bir şeyi değiştirmez. Kaoslar, savaşlar, kavgalar, intiharlar asla son bulmaz yeryüzünde. Prens’in hayatına giren birkaç kadın hayat hikâyesinde sahip olduğu yegâne güzelliklerdendir. Herkes ölümünü gören bütün vahşeti seyretmek zorunda kalan Prens’in yeryüzünde hiçbir canlı kalmayınca tek başına yaşamını kurguladığı kısım ise romanın en karanlık yeri. AVRUPA TARİHİNE GERİ DÖNÜŞ Fosca yaşamının 600. yılında hikâyesini güzel ve hırslı oyuncu Regine’ye anlatır. Bu anlatıya kadar çok değişmiştir. Ölümsüzlük inancı tamamen yok olmuş ve artık bunun bir lanet olduğuna dair bir inanç geliştirmiştir. Regine turnedeyken tanışır Fosca ile. Onun gözünde bir Prens değil evsiz kılığında dolaşan hayattan bezmiş bir erkektir. Bir şekilde Regine’nın ilgisini çeker Prens, kayıtsızlığıyla ilgilenir güzel oyuncu. Fosca’nın ölümsüz olduğunu öğrendiği zamandan sonra ise onu asla yanından ayırmaz. Fosca onun güzelliğini ve başarısını geleceğe aktaracak olan kişidir. Regine, bencildir. Roman aslında Fosca’nın değil Regine’nin hikâyesiyle başlıyor. Ve sonrasında Fosca’nın anlattığı Avrupa Tarihi’ne geri dönüyor. Ortaçağ Avrupası, Yeni Dünya, 1848 devrimi ve XIX. yüzyılın Paris’ine varan bir tarihçe bütün kazanımları ve kaybedişleriyle Fosca’nın dilinden anlatılıyor. Fosca bize bir şekilde sürekli devam etmekte olan hayatı iyi ve pek çok kötü yönüyle anlatıyor. O hayatının kesiştiği her insanın başlangıcını ve sonunu biliyor. Bu bir yandan acı olsa bile ona bambaşka bir hayat deneyimi elbette kazandırıyor. Lakin bu deneyim bir yerden sonra kapısını sonsuzluğa değil, vazgeçmeye açıyor. ÖLÜMSÜZLÜĞÜN BOŞLUĞU Fosca’nın hiçliği, Regine’nin ise varoluşu temsil ettiği bir roman. Hiçlik ve varoluş arasındaki o derin çukurun git gide daha da derinleştiği bir metin. Ölümsüzlüğü düşleyen ve pek çok savaştan muzaffer çıkan bir adamın halkının büyük bir çoğunluğunu bir veba salgını ile kaybetmesi hikâyenin en küçük mesellerinden biri. İnsanın yaşamak için sadece ekmeğe ihtiyacı olmadığını, hayatın bu olmadığını anlar. Romanın bir başka acı yanı ise elbette günümüz dünyası ile bağını aklımızın kendi kendine kurmasından ötürü. İktidar sahiplerinin sonsuzluk arzusu içerisinde yaptıklarının sonuçlarının yine o hep yanlarında dursun istedikleri halkın aslında gerçek ihtiyaçlarının asla farkında olmamaları. Bir başka ise dünya düzenin yıl, yüzyıl farketmeksizin aynı şekilde sadece belki savaşların artık daha teknolojik bir biçimde yapılmasının dışında pek bir farkı olmaksızın devam etmesi. Her insanın bu dünyaya bırakmak istediği şey elbette ayrıdır. Her insan elbette ölümden sonrasını düşünür. Neye, neden, niçin ait olduğunu sorgular. Bunların hepsi temel insan olma duygusu ve dürtüsünün oluşturduklarıdır. Lakin hiçlik aklımıza – eğer depresyonda değilsek – pek gelmez. Hep bir şekilde birileri için yaptığımız adına geçim derdi denen şeyler için bir şekilde varolduğumuza inanırız. Peki ya bir renk olarak bile hiç kimsenin hafızasında yer etmeden ya da kalmadan hayatımızı sürdürseydik nasıl olurdu? “Bütün İnsanlar Ölümlüdür” ölümsüzlüğün boşluğunu kanıtlıyor hâlâ bir şekilde yaşamaya devam eden insanlığa. n Bütün İnsanlar Ölümlüdür / Simone de Beauvoir / Çev: Işık Ergüden / Alfa Yayınları / 444 s. / Mart 2019 30 4 Nisan 2019
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear