25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

¥ “Öykü biraz da kendisini yazdıran bir anlatıdır. Başlarsınız ve bir yerden sonra her şeyin sizden kurtulduğunu görürsünüz. Dinleyenin sabırsızlığı ona yeni bir boyut, farklı bir yatak, dahası şaşkınlık uyandıracak bir son bağışlama konusunda yeminlidir sanki, dinlemez biriktirir. Bu biraz da öykünün benimsenmesinden, doğurganlığındandır aslında.” (45) Bir başka öyküsünde şöyle sürdürüyor konuyu yazar: “Tren durdurmanın cezası oldum bittim büyüktür ama yemin ederim, bedel ödemeden paçayı sıyırmaya niyetlendiğiniz bir öyküyü de kimse okumayacaktır.” (56) Arada, “dünyanın en ahmak öyküsü” (54) deyip çıktığı da oluyor yazarın, farklılıklara gitmek istediği öngörülebilecek yönseme içinde. Ahmet Önel, genel olarak biçemsel doruklar atlayıp farklı dönemeçler aşarak yol almak yerine, başlangıcından bu yana her öyküsünde farklı evrenler yaratmaya, böylece bunlarla okurunu şaşırtmaya çabalıyor sanki. Öyleyse öyküde hercailiği seviyor o… Kaldı ki anlatma biçemini, bu doğrultuda anlatılarını da sürekli değiştirdiği gözleniyor onun. Bu hercailik içinde Shakespeare’den Dostoyevski’ye, Çehov’dan Kafka’ya bir kol kolalık da götürüyor Ahmet Önel, üstelik daha ilk öykülerinden bu yana… SIRADAN HAYATLAR, KIYIYA VURMUŞ ÖLÜM TARİFLERİ... Birbirinden akan, sonra yine birbirine varan öyküler Ahmet Önel’in kaleme aldığı bu verimler… Onun anlatılarında öykü bitmiyor, her kezinde yeni bir öykünün başlangıcına, hatta bir başka öykünün başlangıç tümcesine dönüyor sanki bir çalım. Böyle olduğu için Önel’in öyküleri, birbirini dokuyan, birbirinde bütünlenen anlatılar olarak kendini koyuyor da denebilir. Burada öykünün anlamca, duyguca bütünlenişi değil konu ettiğim. Okur, öykünün eksikliğini ötekinde, bir diğerindekini berikinde bula yakalaya, tümleye tamlaya düşünmeye yönelerek yol alıyor öykülerde. “Kitaplar Adası”nı izleyenler, öykü türünden söz ettiğim yazılarımda soyutlayıma, dönüştürüme daha az değindiğimin ayırdında olmalı, en azından romana oranla. “Anlamlandırma” tek başına bunları karşılayabiliyor da ondan. Öyle ya, öykü dediğimiz yazınsal türün, olan biteni gündelik iletişim diliyle aktarmanın ötesinde, daha çok susarak, ama bu arada anlamlandırarak alımlamalık dille yapılandırıldığını söylemekle bu anlama varmış olmuyor muyuz? Yabancılaştırılmış evrenlerle, aykırı kahramanlarla karşılıyor öykülerinde Ahmet Önel bizi. Gerçekten de onun kahramanları, bir biçimde kendilerini, üzerlerindeki baskıyı, yükü bir yana itip atarak kendilerini gerçekleştirmeyi dileyen, arzulayan insanlar hep. Bir açıdan denebilir ki, bu kahramanlar arasından geçerek ulaşıyoruz o tragedik anlama biz. Nedir bu tragedik anlam derseniz; insanın yitip yok olmasına, eriyip gitmesine, un ufak ezilmesine karşı atılmış kocaman bir çığlık diyelim buna. Ne var ki herkes çığlık atıyor atmasına da hiç kimse ötekinin çığlığını duymuyor yazık ki! Örneğin “Teğet Zaman” (Sabun Adam), klasik öykü biçemiyle çok sağlam olarak örgülendiği halde, oyun yazarı bu öyküde yalnız babayı, oğulu değil, görünmezliklerine karşın anneyi, oğulun sevgilisi Asuman’ı da güçlü kişilikler halinde derin birer karakter olarak önümüze getirebiliyor. “Amca İtiraf Ediyor”da ise, “Karanlığa sempatiyle yaklaşmak aydınlığı bütünüyle reddetme anlamına gelmiyorsa da şafağı bir süre için erteleme arzusunu taşır sinesinde” (55) diye fısıldıyor kulağımıza yazar. YAZINIMIZDA AHMET ÖNEL SESİ, RENGİ, KOKUSU... Tıpkı Ferhan Şensoy, Özen Yula gibi yazınımızın farklı damarda ilerleyen aykırı yazarlarından biri Ahmet Önel… Ancak onlar gibi Önel’in üzerinde de yeterince durulmuş değil… Üçü de gerek oyunda gerekse öyküde hem birikime sahipler hem de deneyime oysa… Bu çerçevede Önel’in öykülerinin bir oyun yazarının elinden çıktığı öylesine açık ki. Çünkü o da, okuduğumuz öykü yazarının aynı zamanda oyun yazarı olduğunu ele veren güçlü anlatımlarla iz bırakıyor bizde. Alaysamadan yararlanan yazarların, sözcüklere de yansıttıkları görülüyor bu tutumlarını, ötesinde bunu yaydıkları… O zaman sözcük seçimlerinde bir tuhaf kararsızlık gözleniyor bu yazılarda. Sözgelimi sözcüğün ses değerinden önce tümce içinde amaç yönündeki işlevine önem veriyor andığım yazarlar. O zaman da sözcük seçiminde zedelenmelerle karşılaşılabiliyor öykülerde. Sonuçta Türkçenin dil tadı yerine anlam, amaç yönünde belirginlik öne geçiyor daha çok. Bir iletişim diliyle sağlanan, salt anlaşmayı sağlayıcı kullanmalık söyleyişle zedeleniyor böyle durumlarda öykü, hatta bir açıdan uçtan uca orta malı olmaya doğru giden kusurla buluşuyor. Ahmet Önel’in, süreç içinde daha seçici görünen bir anlatımı yeğlemeye yöneldiği öne sürülebilir. En azından yazınsal verimlerde böyle olması gerektiği kanısına varmış olabilir yazar doğal akışla. Bunu örnekleyebilmek olası. Sözgelimi ilk öykülerinde tümcelerin başına hem de gelişigüzel “ve” bağlacı yerleştirmekte hiçbir sakınca göremezken yazar, sonraları bu tutumundan uzaklaştığı gözleniyor onun, son öykülerinde tümce başlarında “ve” bağlacına hemen hiç rastlanmıyor neredeyse. Öyle ki zaman zaman farklı, hatta klasik yazarların tutumundakine benzer yaklaşımla, yani sımsıkı sözdizimiyle, her biri kılı kırk yaran seçiciliğin haddesinden geçmiş sözcüklerle geldiği de oluyor yazarın önümüze. O zaman alaysamanın enikonu geri iteklendiği, tam tersine bir ucu aykırı gerçekçilikte, öte ucu uyumsuz anlatıda, ama uçsuz bucaksız bir evrende geziniyor sanki öyküler… Ahmet Önel, iki temel yönseme eşliğinde , ancak farklı biçemlerle kol kola yürütüyor öykülerini. İzlek bakımından çok geniş yelpazeye dağılmış olmakla birlikte bütün öyküleri onun, yaşanabilirlik, kurulabilirlik temelinde yapılanıyor görüldüğünce. Üstelik yazarın bu yeğleyişindeki ipuçları, öykü serüveninin ta başından günümüze dek takip edilebiliyor. Ötekiler gibi Ahmet Önel de, öykülerinde kurulabilirlikle yaşanabilirliği ta en baştan bu yana birlikte işliyor. Bunlar her ne olursa olsun, hep birlikte hatta iç içe yer alıyor onun öykü kitaplarında. Farklı türde de olsa öykülerinde bir “bilge kişi” gezindirip bunların yaşanabilir olanlarını aşağı yukarı aynı nitelikte kurmaca karaktere, kurulabilir öykülerde ise yaşanabilir karaktere dönüştürüp bu doğrultuda birliktelik sağlıyor belki. Kimbilir, belki de bu tutumuyla öykülerinde enikonu türdeşlik yakalıyor böylece yazar. Yine de Ahmet Önel, açık biçimli öyküler kuruyor sürekli. Bu yolla okurunu, öykülerin gelişimi yönünde alımlayıcı kılmak için çabalıyor aynı zamanda. Öykü sanatının kendisi kadar hatta öyküsel durumlar bile okurun gözü önünde gerçekleşiyor sanki. Dahası yazar bakıyorsunuz, bunu öyküye katılmış bir “dış ses” halinde yansıtıp kenara çekiliveriyor birden. Onun öykülerinde çok güzel, can alıcı örneklerin yanı sıra bir bulmaca sorusu havasında ancak meraklısının peşinden gidebileceği örneklerle de karşılaşılıyor elbette. 1215 Şubat arasında gerçekleştirilecek İzmir Öykü Günleri’nde ana izlek olarak “Öykü ve Tiyatro” başlığı belirlenmiş. Ferda İzbudak Akıncı’ya, Halim Yazıcı’ya söz verdim bu yıl, İzmir’de buluşmak üzere… Ahmet Önel’in öykülerine girer, yaşamını sürdürdüğü Foça kıyılarına adım atarken, İzmir’e de yaklaşmış oldum böylece, tabii öyküyle tiyatroya da…? SAYFA 21 CUMHURİYET KİTAP SAYI 990
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear