Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Serpil Çelenk Güvenç’ten ‘Solun Merceğinden Dış Politika’ Unutmaya hakkımız var mı? Söylemlerdeki amaçlı ya da rastlantısal* bellek boşlukları şaşırtıcı olabiliyor. Bu açıdan, sosyal bilimler dünyasına günümüzde egemen olan rüzgârların dışında yaşayan fen kökenli bir araştırmacının olgulara nasıl yaklaştığı dikkatten kaçmamalı. Serpil Çelenk Güvenç’in tezinden yola çıkarak hazırladığı Solun Merceğinden Dış Politika, TİP Deneyimi 19601970 adlı kitabında, önce dikkatimi çeken, onun “Üniversitenin” geleneksel ve yapay yansızlık tavrına itibar etmeyip, Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP) duygusal yakınlığını daha en başta açıkça kaydetmesi oldu. Deneyimle sabittir ki, insan nesnelliğe ancak öznel durumunun kabulünden sonra ulaşabilir. Kitabın ikinci ilginç ve önemli özelliği, yazarın öznelliğini aşarak, TİP’in anılan yıllardaki dış politika etkinliklerine, günümüzde gelip dayandığımız tarihsel kesitten geriye doğru bakmanın derinleştirici gücüyle nüfuz edip Türkiye İşçi Partisi’nin hem onurlu mücadelesini hem düştüğü yanılgıları saptayabilmesidir. Yazar belgeleri, aralarındaki nedensonuç ilişkilerini kaydederek sergiler; ikiyle ikiyi topladıktan sonra dört demekte duraksamaz, ancak yapıtına çok fazla kişisel yorum da katmaz. Yazar, kitabını hazırlarken başvurduğu ve incelediği sayısız belgeyi dip not olarak vermektense, kitabın sonuna ayrı bir alt bölüm olarak eklemeyi uygun bulmuş ve böylece metninde akıcılık, okur açısından ise okuma kolaylığı sağlamıştır. İlk üç bölümde, TİP’in 19601970 dönemindeki tutum ve eylemleri, “ortanın solunun” solundaki diğer ana akımların tavrıyla kıyaslamalı olarak verilmiştir: Bu ana akımlar, i) Kemalizm ile Marksizm arasında yer alan YÖN hareketi, ii) Milli Demokratik Devrimciler (MDD) ve iii) ülkemizde o tarihte yasadışı olan ve merkezi Doğu Almanya’da bulunan Türkiye Komünist Partisi (TKP)’dir. Bu kıyaslama sayesindedir ki, ortaya sadece TİP’in değil, Türkiye sosyalizminin ve giderek Türkiye’nin yakın dönem tarihi çıkmakta ve bugünün o tarihte yatan kökleri belirmektedir. Kanımca, yapıtı günümüz sosyal bilimler öğrencileri, araştırmacıları ve giderek hayatı kavramak isteyen tüm yurttaşlar için ilginç kılan da budur. TİP elbette yazarın da belirttiği gibi, solun iktidara yürüyüşünde ciddi mesafe katetmiş, parlementoya 15 etkin milletvekili gönderebilmiş tek sosyalist örgütlenme, bir dönem neredeyse tüm Türkiye sosyalizmini kapsayan bir çatı ve daha sonraki sosyalistMarksist akımlara kaynaklık etmiş bir oluşumdur (s.8). TİP’i anlamadan Türkiye sosyalizmini, Türkiye sosyalizminin dış politika konusundaki haykırışlarını işitmeden dünya üzerindeki bugünkü durumumuzu kavrayabilmek pek mümkün değildir. Yazar, ilk bölümde TİP’in siyaset sahnesinde belirmesine, başka bir deyişle komünizmi yasaklayan bir ülkede meşru bir sosyalist partinin kurulup yaşayabilmesine amaçlayarak ya da amaçlamayarak yardımcı olmuş etmenleri sıralar: Bu etmenlerin başında özgürlükçü bir karakteri olan 1961 anayasası gelir. 1960’larda Sovyetler Birliği ile ekonomik ilişkilerin gelişmesi, toplumdaki tarihsel Moskof korkusunu yatıştırmıştır. Batı’nın, Üçüncü Dünya Ülkeleri diye anılan eski sömürgeleri antiemperyalist bir kamp olarak dünya siyasetine ağırlıklarını koymuşlar, bu gelişme Türk aydınlarına kendi yakın tarihlerini, Kurtuluş Savaş’ının ve Cumhuriyetin kuruluşunun antiemperyalist özünü anımsatmıştır. Toplumsal gelişme ile işçi sınıfı serpilmektedir. Türkiye’nin bağımsızlığı, NATO paktının ve ABD ile imzalanmış çoğu gizli ikili anlaşmaların kıskacında ciddi yaralar almıştır. Türk ordusunun Türkiye’nin özsavunu mekanizması mı yoksa bir NATO organı mı olduğu konusundaki belirsizlik, Faik Türün gibi sağın yeminli koruyucularına rağmen, kimi komutanlarda ve subaylarda manevi bir üzüntü yaratmaktadır (s.73). Serpil Çelenk Güvenç elimizdeki çalışmasında, Türkiye solunun 1960’lı yıllar dış politikasına bakışını mercek altına alıyor. NATO, Ortak Pazar, Kıbrıs, yabancı üsler, ikili anlaşmalar gibi dış politikanın temel sayılabilecek konularında Türkiye sol ve sosyalist hareketinin yaklaşımlarını gözler önüne seren inceleme, TİP deneyimini merkeze koyuyor. Ë Erendiz ATASÜ BARDAĞI TAŞIRAN DAMLA Yazar burada TİP’in konumu ile ilerici askerlerinki arasındaki farkı belirtir: Askerler NATO ve CENTO gibi paktlardan ayrılmaksızın, bu anlaşmaların içinde, Türkiye’nin hayatını ve onurunu koruyabileceği bir alan istemektedirler. TİP ise anlaşmalara sınıfsal nedenlerle temelden karşıdır. Çünkü NATO ve CENTO, baş görevleri kapitalizmin ve kapitalizmin emperyalizminin sürmesini sağlamak olan militarist ve yayılmacı örgütlerdir. Ülkemizin sabırlı ABD severliğinde bardağı taşıran damla, Kıbrıs’ta Türkler katledilirken, katliamı durdurmak isteyen Türkiye’nin müdahalesinin ABD tarafından alenen yasaklanması olmuştur. Zamanın ABD başkanı Johnson, zamanın Türkiye başbakanı İsmet İnönü’ye yolladığı, diplomatik nezaketle bağdaşmayan meşhur mektubunda, bir NATO örgütü olan Türk ordusunun müdahale hakkının olmadığını belirtmiştir. Bu olaylar Türk halkının psikolojisinde köklü bir değişim yaratacaktır: Demek ki tehlike illa Kuzey’den gelmeyebiliyor; müttefik Yunanistan ve müttefik ABD pekâlâ tehdit unsuru olabilmektedir. İşte amacı “İnsanın insan tarafından sömürülmesi sistemine son vermek” olan TİP böyle bir ortamda on iki sendikacı tarafından kurulur (s.22). Özünde Marksist bir parti olan TİP’in ideolojisindeki temel ¥ etkiler elbette ortamdan bağımsız de RESMİN ANA ÇİZGİLERİ Sosyal bilimci dostlar beni bağışlasın, yazarın mesleğine gene gönderme yapmak zorundayım. Alınan eğitim ve meslek her halde kişilerin tutumlarında belirleyici rol oynayabiliyor. Sonuçta fen bilimleri araştırmacısının da yaptığı, yorum olarak nitelendirilebilir, ama o, yorumlarında keyfi davranamaz. Malum, kişi maddeye, sözlere edebildiği gibi hükmedemez; kimya laboratuvarı yaptığınız her yanlışı suratınıza çarpar! Serpil Çelenk Güvenç yapıtında nesnelliğe, olgular arasındaki hem benzerliklere hem benzemezliklere gösterdiği özenle ulaşmayı başarır. Benzerliklerin olduğu kadar benzemezliklerin de önyargı ve çıkar etkisinde kalmadan irdelelenmesi, bizi (sadece bu kitabın bağlamında değil, her zaman ve her yerde) ayrıntı bolluğu içinde bulanıklaşan resmin ana çizgilerinin yeniden netlikle belirmesi ile ödüllendirecektir. Yapıt dört ana bölümden oluşur: I. Bölüm, TİP’ in siyaset sahnesinde belirmesini; II. Bölüm, Dış politika alanında TİP’in yükselttiği parlamenter muhalefeti; III. Bölüm, TİP’in Kıbrıs konusundaki tutumunu inceler. IV. Bölüm, hacimli araştırmadan çıkan sonuçları sergiler. Güvenç, TİP’in ‘60’lı yıllardaki dış politika etkinliklerine, günümüzde gelip dayandığımız tarihsel kesitten geriye doğru bakmanın derinleştirici gücüyle Türkiye İşçi Partisi’nin hem onurlu mücadelesini hem düştüğü yanılgıları saptıyor. Üstte Aybar 1965’te bir toplantıda, altta Behice Boran 1979’da Sultanahmet’te, sağda ise partinin merkez yönetim toplantısı. ’68 kuşağından bir kadın, bir kimyacı, günümüzde niçin sosyal bilimlerde tez hazırlama gereksinimi duyar, genç bir araştırmacının enerjisini nasıl bulup çıkartır, yaşlılığın arifesindeki yorgun bedeninden? 2000’lerde, ODTÜ’de lisans üstü öğrenciliğine geri dönen Serpil Çelenk Güvenç, 60’lı, 70’li yılların sosyal bilimcilerin, dolayısıyla genç kuşakların belleğinden silinmekte olduğu izlenimine kapıldığı için girişir bu işe, “hafızamızın nisyana hakkı olmadığını” (s.7) düşündüğünden. Doğrusu, yazarın izlenimini paylaşmamak mümkün değildir. Yeni Dünya Düzeni yakın ve uzak tarihe istediği şekli vermekle meşgul; dikkatli her gözlemci bu durumun farkında. Başka bir mesele daha var: Günümüzün önde gelen edebiyat araştırmacılarından Franco Moretti, edebiyat biliminin ve kimi edebiyat bilimcilerin yöneldiği çıkmazı şöyle eleştirir: Her bakış açısı ve her yorum muteberdir, önkabulüyle hareket eden aceleci araştırmacı, farklı, özgün ve özgür yorumlar peşinde koşarken, edebi metinlerin karşılaştırılması sırasında benzerlikler kadar benzemezlikleri de göz önünde bulundurmazsa, yorumu belki çarpıcı olur ama bilimsel olmaz; dolayısıyla, kendi bindiği dalı keser, edebiyat bilimini rivayet derekesine indirger. ( F. Moretti, Mucizevi Göstergeler, çev.: Zeynep Altok, Metis Yayınları, 2005) Kimi sosyal bilimcilerin sık sık karşılaştığımız kimi söylemleri, edebiyat bilimini tehdit eden bu tehlikenin, sosyal bilim dalları için de geçerli olabileceğini düşündürüyor. SAYFA 14 CUMHURİYET KİTAP SAYI 990