Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
K ema Kaygusuz, onca başarılı öykünün ardından romancı olarak daha mı ünlenir oldu, yoksa bana mı öyle geliyor?… Öyküleriyle değil de sanki romanlarıyla adından söz ettirmeye koyulduğu gözleniyor onun da… Öteki kimi başarılı öykücülerin yaşadığı yürek burkuntusu gibi… Nitekim ilk romanı Yere Düşen Dualar (Doğan, 2006), heyecanla karşılandı yayımlandığında. Hızını kesmedi Kaygusuz, aradan üç yıl geçti geçmedi, yeni bir romanla daha çıktı okurun karşısına: Yüzünde Bir Yer (Doğan, 2009). Yarattığı yankı bağlamında, “romancılarımız arasında” gösterilmeyi hak etmemiş bir yazar değil elbette o… Değil ama, onun gibi başarılı bir öykücünün, bütün bütüne roman türüne kaymasına gönlüm razı gelemiyor bir türlü. Oysa ne tuhaf… Baksanıza ben bile öyküleri, öykücülüğü üzerinde duramamışken daha, romanlarını odaklamaya girişiyorum “Kitaplar Adası”nda onun… Yere Düşen Dualar, iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde yazar, klasik bir tragedyayı farklı bir dille, biçemle sanki yeniden yoğurup getiriyor önümüze… Klasik tragedya örgüsünün, modernize edilip günümüze taşınmasını önemsememek elde değil. itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Romancılığımızda bir öykücü: Sema Kaygusuz S AŞK OLSUN ROMANCI SEMA’YA... Adada kütüphane memuru olarak çalışan Leylan’ın, bir iç dökme, boşalma humması içinde anlattıkları, sayfalar ilerledikçe birbirinin trajik bağlarında boğulmakta olan baba (Kutsi) ile kızının (kendisinin) konumunu irdeliyor denebilir. Söz konusu bu tragedik oluşumu şu adımlarla açımlamak olanaklı görünüyor bana: 1. Kutsi çocukluğunda babasından gerekli ilgiyi görmemiş, ilk gençliğinde ise kandırılmışlık duygusu yaşamıştır. Babasının ölümü sonrasında annesi, küçük kardeşi Mercan’ı yanına alarak onu terk etmiştir; 2. Kutsi bir dağlı olan Ecmel’le evlenir. Ancak sonradan dönecek kardeşi Mercan’la Ecmel arasında duygusal bağ vardır. Kaldı ki Leylan’ın Mercan’dan olması da olasılıktır. Nitekim Leylan’a öyle seslenir ki amca, “bu güzel sesin çıktığı ağza hayranlıkla bakar” (34) hep Leylan; 3. Mercan, denizde boğulur. Ecmel, Leylan’ı, Kutsi’yi bırakıp adayı terk ederek kayıplara karışır. (“Mercan sevilendi, Kutsi’yse bırakılan.” [121]) Artık babakız, birbirinin trajik bukağısına dönüşecektir romanda; 4.Adada aynı evde bir arada yaşayan Baba Kutsi için kızı Leylan, hem kendilerini terk eden karısı Ecmel’dir, hem de onun sevdiği Mercan’ın gölgesidir. Leylan için de Kutsi, onu sevmeyen bir “zalim” (52), belki kardeş katili (134), belki üvey baba (122), annesi Ecmel’i anlamayan bir kocadır. Bu trajik yazgı, birbirini yok etmenin de dinamiklerini oluşturacaktır kahramanlarımız için. Leylan, babasını yok ederek, Kutsi de kızına kendini yok ettirerek birbirleri için ölümcül tuzak oluştururlar. İşe bilicinin kehaneti de katılacak, adalıların gözleri önünde bir oyun başlayacak; sonrasında, sanki önceden kaleme alınmış senaryoya göre oyun gerçeğe uydurulacaktır. Bu çerçevede romanın ana karakteri, anlatıcısından ötürü her ne kadar Leylan görünüyorsa da, Kutsi’nin de ona eşlik ettiği, sonuçta Yere Düşen Dualar’ın, birbirine bukağılanmış, ama birbirinin celladı, bu iki temel karakter üzerinde yani babakız odağında yapılandırıldığı söylenebilir. Yaşar Kemal’in “Bir Ada Hikâyesi”nden sonra, unutulmaz, irkiltici bir ada anlatısı daha… Üstelik bu kez tam içeriden, ada insanlarının adaya kısılıp kalmışlığının ta içinden… Adalı anlatıcının (Leylan) ağzından yalnız kendi ruhsal yapısını değil, onunla birlikte bütün katmanları, ayrıntıları ile pul pul sökün eden öteki adalıları, hatta adanın yerleşik olmayan konuklarını da bir tamam, eksiksiz tanırız. Gerçekten de romanda aldıkları yer ne olursa olsun her birinin (Ecmel, Mercan, Latife Keşal, Yorgi, Süha vb.) birer karakter konumu sergilediği, bu yanlarıyla romanda ciddi ağırlık yansıttıkları görülebiliyor. Ancak anlatıcının adı romanda yalnızca iki kez geçtiği halde, adalılar hep adları, soyadlarıyla anılıyor. Güzel bir ayrıntı elbette. Ancak bunun, okurun kafasını karıştırabilecek bir yan taşıyacağı da öngörülebilmeliydi yazar tarafından. Nitekim babasının berber dükkânını kiralayıp burayı minik lokantaya çeviren kadın bir yerde Nevin Ünal’dır (89, 90), bir başka yerde Nevin Ünsal. (125, 126) Bu, yazarın da bunları karıştırmasına yol açtığının kanıtı gibi duruyor. Adalıların, anlatıcının öyküsüne ulanan kendi minik öyküleriyle romana eklemlendiği söylenebilir. Ancak bunlar, anlatıcı Leylan’ı bütünlemek, bu derin karakteri daha belirgin olarak ortaya çıkarmak için var gözükmekle birlikte hiçbiri çizgisel yan taşımıyor. Bir kezcik görünüp çıksalar dahi riyor bize. Ancak şunu da eklemeliyiz; başka bir yazarın elinde alıp başını farklı yerlere gidebilecek bu iki bölümün uyumluluğu, yazarın ciddi emek ürünü işçiliğini ortaya koyuyor aynı zamanda… YERE DÜŞEN DUALAR’DAN YÜZÜNDE BİR YER’E... Kaygusuz, ilk bölümde belki klasik anlatı kalıbını kullanıyor, ancak ikinci bölümde gerçeküstücü bir yaklaşıma da yakın duruyor. Özellikle bir söyleni yeniden yapılandırıp kaleme alırcasına, gerçeküstüne dayalı, odak kaydırmalı anlatım da, metni kuran anlatıcının bunları nasıl bir ruh haliyle ayağa kaldırdığını gösteriyor. “Güliver’in Yolculukları” da anımsanabilir elbette burada. Bilinen bir söylenin, bilinmez bir muskayla yeniden yapılandırılışı olarak da alınabilir ikinci bölüm. Büyüsünü, gücünü sözcüklerinden alan… Sonuçta her iki bölümün de hep iç içe girmelerle örüntülendiği ya da birbirinin içinden çıkılarak yol alındığı söylenebilir. Bu da hep öykü üretildiği, hep öykülerden geçilerek ana omurgaya varıldığı anlamına geliyor elbette. Kimileyin romanın sayfaları arasında yolumuzu kesen bilgilerin biraz uzun tutulmuş olabileceği kaygısı duymuyor değil insan. O zaman bu fazlalıklar, dolgu / yığma izlenimi bırakabiliyor bir ölçüde… Sözgelimi “ileride yazacakları kitaplara, çekecekleri filmlere malzeme toplamak” (88) için gelen adalı konuklardan söz ettiği gibi yazar da zaman zaman dolgu gereçleri bağlamında “malzeme”leştirebiliyor anlatısını. Kaygusuz, bu yanıyla fazladan anlatan yazar izlenimi bırakıyor ister istemez. Oysa onun hiçbir öyküsünden böyle bir izlenime varılamaz bana göre. Demek ki Sema Kaygusuz’un kendi öykücü deneyiminden yararlanmasını dilediğiniz bölümcelerle karşılaşıyorsunuz romanda. Bu ölçüde doluluk yansıtan metnin, enikonu ansiklopedik denebilecek farklı bilgilere yataklık yapmasının, roman için çekilmez yük oluşturacağı göz ardı edilebilir mi? Kendini bir türlü anlatımcılıktan kurtaramayan bir romancı yaklaşımı değil mi bu? Nitekim yağlı güreşler için ayrılan altı sayfanın (267272) pehlivan tefrikalarını anımsatırcasına duruş sergilediği vurgulanabilir burada. Bu arada kullanma sıklığı açısından dikkati çeken sözcükleri de var yazarın; ufunet, kadim, tekinsiz, medcezir vb. gibi. Sonra Sema Kaygusuz, fazla sözcükle yazan bir yazar izlenimi bırakıyor insanda. Bu çerçevede “kenevir urgan”, “yabani ahlat” vb. söyleyişleri, tümceleri fazla sözcük kullanarak örgülemeye dönük bir yazar iştahının küçük ipuçları olarak alınabilir pekâlâ. Bütün bu kusurları yazar da sezmiş olmalı ki, Yüzünde Bir Yer’de bunlardan arındırmaya çalışıyor yapıtını. Nitekim olayolgu örgüsüyle dönüştürümünü birbirinin içinde, birbiriyle harmanlayarak ele alıyor. Aralarında kaç bin yıllık bir zaman aralığı olduğu bilinemeyecek iki olayı, yine eşit iki bölüm halinde kendi söylen değerleriyle birlikte ele alırken yazar, bu kez bunları, üstelik “incir” eğretilemesiyle tam bir bütünlemeye götürüyor. Bir ucunda söylenden, meselden gelen Eliha kadın, öteki ucunda yaşantıdan, gerçekliğin dönüştürümünden gelen Bese kadın… Meselin ucunda Hızır, Zülkarneyn, yaşantının ucunda Dersim, Munzur, pepuk kuşu vb. (“Belki de Munzur ile Hızır aynı kişiydi. Hızır dünyayı dolaşan ebedi bir varlık, Munzur ise sadece Dersim’e ait gençliğiydi.” [101]) Yazarın yine büyüyle karılı anlatısında, Yere Düşen Dualar’da gözlendiğince bakışımsız değil bu kez, bakışımlı bir kurgu egemen. Evet, çok düz, klasik bir anlatım belki, ama ilkindeki kusurların giderildiği doygun, olgun bir anlatım bu. Yazınımızda bizi böylesi derin burkuntulara salan anlatımı, uçurumların başına mıhlayan karakterleriyle Yere Düşen Dualar, Yüzünde Bir Yer saygıyla karşılanması gereken, örneğine sık rastlanamayacak, ustalık yansıtan romanlar! Sema Kaygusuz, hiç kuşkusuz öykücülüğümüzün romancılığımıza bir armağanı…? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1034 yapıtta… Örneğin ağdacı Necla, otobüs bileti satıcılığı da yapan Ayşegül Yener vb. birer kez görünürler, ama romanın yadsınamayacak canlı dokusu için belirgin yer tutarlar yine. İşte Yere Düşen Dualar’dan yapılacak kısa bir özetleme için söylenebilecekler… ÖYKÜCÜLÜĞÜMÜZÜN ROMANCILIĞIMIZA ARMAĞANI... Kaygusuz, romanın ilk bölümünde müthiş bir ustalıkla anlatıcı Leylan’daki değişimi, gelişimi bir arka alan derinliği olarak yerleştiriyor yapıtına. Sekiz yıldır sürdürdüğü kütüphane memurluğuyla birlikte o da büyük değişim içindedir çünkü, en başta “kitap kurdu” olup çıkmıştır bir kez. Bu yüzden anlatıcı, tıpkı bir romancı gibi hem düzenlilikle hem de büyük ustalıkla birinci bölümü yapılandırır özöyküsel anlatım eşliğinde. Zaten öyle bir yazınsal tokluk, yoğunlukla, dilsel açıdan öylesine incelmiş seçicilikle giriyor ki Kaygusuz Yere Düşen Dualar’a, lise mezunu, henüz okuma kültürü de olmayan adalı bir kütüphane memurunun ağzından böylesi sözlerin çıkabileceği olasılığını bir tarafa atıyorsunuz hemence. Çünkü süreci öylesine ustalıkla yansıtıyor ki, adada Leylan’ın yerine siz geçiyor, davranışlarına katılıyor, onun bir başka türlü olamayacağına hükmediyorsunuz. Bu çerçevede ilk bölüm, Leylan’ın ağzından kendi yaşadıklarının, düşüncelerinin, duygularının aktarımı, ikinci bölüm ise, anlatıcının dönüştürümü olarak alınabilir. İlk bölümde Leylan, yaşantısından kalkarak özöyküsel aktarımla anlatısını kurarken ikinci bölümde anlatıcının görece devreden çıktığı başka bir anlatı geliyor. Yine olaylara dayalı bir anlatım olmakla birlikte bu kez adanın yerli dili Mirigyelce konuşan bir anne (Ecmel)Oğul (Yâşur) dönüştürümü çıkıyor karşımıza. Kutsi’nin atına benzer at söyleniyle birlikte… Bu kez elöyküsel aktarımla kurulan anlatıda, bir bilicinin özöyküsel anlatımı da işe karışmış görünüyor. Ne var ki bu iki bölümdeki anlatının birbirini karşılayıp bakışımlı biçimde birbirini bütünlediğini düşünmek zor. Hayır, ayrılmıyorlar, ama tümleşmiyorlar da… İlk bölümde Leylan’ın anlattıkları öylesine güçlü tortu bırakıyor ki, sonradan kendisinin “tek kitap” olarak var etmeye çabaladığı anlatı, kök boya kazanındaki renk salkımı gibi apayrı duruyor yazık ki. Bunun özsel değil, ilineksel bir aks (ana damar) yarılmasına yol açtığı öne sürülebilir kuşkusuz… Bu dönüştürülmüş anlatıda Leylan’ın kendisinin, aile bireylerinin tüm iç korkuları eşlik ediyor romana. Sevgisizlik, terk edilme, güvensizlik, geleceksizlik gibi konular yerli yerine oturtuluyor böylece. “Üzüm” başlığını taşıyan ilk bölüm, diyelim olgusal olsun, “Altın” başlıklı öteki bölüm söylenseldir. Bu doğrultuda Kaygusuz, ilk bölümü “sözlü anlatı” düzleminde, ikinci bölümü ise “yazılı metin” düzleminde kaleme aldığını, ancak bunları sıklıkla karıştırıp birbirinin içine kattığını da göste SAYFA 20