Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Julian Stallabras’tan ‘Sanat A.Ş.’ ‘Serbest bölge’ olarak çağdaş sanat Julian Stallabrass, Sanat A.Ş. başlığı altında, çağdaş sanat ve bienalleri incelediği kitabında sanatın günümüzdeki konumu ve bu konumun “kâr maksimizasyonu” bağlamında içerdiği ekonomik değere ilişkin yorumlarla, özgür sanat ve serbest piyasa arasındaki birbirinden farklı etkenler üzerinde derinlemesine bir tahlile yöneliyor. Ë Kaya ÖZSEZGİN anat A.Ş. formülasyonu, ilk bakışta hem ürkütücü hem de yaşanan olgular açısından sanatsal değer ve fınans ilişkilerini afişe eden bir kavram izlenimi yaratıyor. Ürkütücü olması o kadar da önemli değil; çünkü sanat yapıtının alınıp satılan ve el değiştiren bir nesne olduğu gerçeği göz önüne alındığında, kapital sahiplerinin bu alana yönelik ilgileri, alışık olunmayan bir şey değil. YENİ DÜNYA DÜZENİNDE SANAT İşin alışık olmadığımız yanı, mülkiyet ve koruyuculuk yoluyla bu alana yapılan yatırım hacminin günümüzde ulaştığı şaşırtıcı ve olağanüstü düzey. “Sanat A.Ş.” başlığı altında çağdaş sanat ve bienalleri incelediği kitabı, “Çağdaş Sanat ve Bienaller” gibi bir alt başlıkla sunulmuş olmasına karşın, incelenen alan, bienallerden çok, sanatın günümüzdeki konumu ve bu konumun “kâr maksimizasyonu” bağlamında içerdiği ekonomik değere ilişkin yorumlardır. Bir başka deyişle, özgür sanat ve serbest piyasa arasında birbirinden farklı etkenler üzerinde derinlemesine bir tahlile yöneliyor yazar. Bu, biraz da çağdaş sanat piyasasının ele avuca sığmaz değişken yapısından kaynaklanıyor. Nitekim, kitabın yayıma girdiği günlerde, yazarla yapılan bir görüşmede, Julian Stallabrass, az sayıda etkili alıcısı olduğundan, ayrıca üretim gibi tüketimin de dağıtıcılar tarafından kontrol edildiği için “biraz garip bir alan” olduğuna değiniyordu (Cumhuriyet, 4 Ekim 2009). Ne var ki işin garipliği, sanatın genel piyasa ve ekonomi koşullarının büsbütün dışında bulunduğu anlamına gelmiyor kuşkusuz. Kendi içinde, salt kendi kurallarıyla bağımlı olmaması, söz konusu alana geniş bir açıdan bakmayı gerektirir. Beğeni kavramının sosyoekonomik sınıfın yanı sıra “akademik ana para” ile ilişkili olduğunu savunurken, Bourdieu de bu gerçeğe parmak basmış oluyordu. Soruna sınıfsal açıdan yaklaşan Marx ise, burjuvazinin “kendi suretinde” bir dünya yarattığına işaret ederken bu dünyanın kültür alanını da kapsadığının bilincindeydi.Yine onun deyimiyle “katı olan her şey buharlaşmaktaydı”; sanayi ve kültür alanındaki “kesintisiz icatlar ve yenilikler” de bu buharlaşmayı hızlandırıyordu. Böyle bir ortamda ayrıntıları seçmek güçleşir. İşte Stallabrass, kitabında ayrıntıları netleştirmeye ve saptanmış doğruların ışığı altında yeni dünya düzeni içindeki sanatın konumu hakkında okuru aydınlatmaya çalışıyor. Bunu yaparken sanatın açıklanamaz ve izah edilemez yanı üzerinde ısrar etmiş SAYFA 10 S olan Bourdieu’nün ısrarını, ekonomik gerçekler söz konusu olduğunda pek de olası bulmuyor yazar. Sanat alanının “nüfuz edilemez” bir alan olduğu yolundaki katmerleşmiş kanı, gene yazara göre bir propagandadan başka bir şey değil. Bu giriş, 1980’’li yılların sonuna doğru Londra ve Paris’te düzenlenen ve ilk kez sanattaki kurumsal tekelin bozulma sürecini başlatan “Yeryüzünün Büyücüleri” sergisi ki bu sergi bizde de yankı uyandırmıştı ve daha başka sergilerle yeni bir kırılmanın gündeme geldiği döneme yeterince ışık tutuyor. Yazarın “dizginsiz kapitalizm”dediği “neoliberalizm”in ekonomik mantığıyla örtüşür bu dönem. ABD’nin sanat için ayırdığı fonlar üst düzeylere taşınır, çeşitlilik, farklılık ve melezlik çağdaşlığın ölçütleri olmaya başlar. Saptama ilginçtir: Moby Dick’in Kaptan Ahab’ı beyaz balinaya ne kadar bağımlıysa, sanat dünyası da ekonomiye o kadar “göbekten bağlı”dır artık (s. 29). Son yirmi yılı kapsayan bu dönem, ekonomik krizle başlamış ama o krizle uyumlu yürümemiştir. (Bizde de bir ölçüde öyle olmadı mı?) Yazar, söz konusu dönemin bu ilginç gelişimini “ileri teknoloji ve dot com balonu” sözüyle yorumlar. Pek çok ortaklığın ve iş ilişkisinin devreye girdiği bu dönemde sanat dünyası, “dikey olarak katmanlı, yatay olarak heterojen bir nitelik” taşır (s. 31). Piyasa dostu bir sanattır bu dünyada geçerli olan. 1989’daki ekonomik durgunlukla enstalasyon tekniğinin yeniden popülerlik kazanması bu dönemdedir. Yazar bunu, gösteriyle ve kitle iletişim araçlarıyla yürütülen rekabete bağlar. Ayrıca bu teknik, özel kurum sponsorluğuna ve kamu fonlarına ihtiyaç duyar ve onlarla bağımlıdır. MODANIN HIZI DEĞİŞİMİN HIZI 1989’daki Liverpool bienaliyle sayıca çoğalan ve yerden mantar gibi biten müzeler ve öteki bienal etkinlikleri, küresel sanatın homojenleştirici katkısına paralel bir gelişmedir. Rusya ve İskandinavya, bu gelişmenin biraz uzağında ama genel modele uyumu farklı koşullarda gerçekleşen yörelerdir. Piyasa baskılarına maruz kalan bu yöreler, alternatif bir kültürün temsilcileri olmaları bakımından sanatçılara sosyal finans olanakları yaratarak kurala dahil olmakta gecikmez. Rusya gibi eski komünist ülkelerden farklı bir çekiciliğe sahip Çin ve Küba gibi ülkelerde ise propaganda sanatının geçerliliğini koruduğu bir ortamda, popart’ın dönüştürülmüş bir işlevi vardır. Ütopyacı inanç orada varlığını korur. Genel görünüm, yazarın “israf kültürü” başlığı altında toparladığı bölümde sınırsız tüketimci politikanın uzantısı olacaktır. Çağdaş sanatçıların “büyülen me” ve “tedirginlik” içinde ürettikleri işler, kıta Avrupası’nın bağrına bastığı neoliberal ekonomiyle kolayca bütünleşir. Modernizmin hayatla sanatı mezcetme yönündeki çıkışı, daha 1924’teki Paris fuarında F. Leger’nin dikkatini çekmişti. Meta kültüründen ayrılmak kadar onunla bütünleşmek de çeşitliliğin gereği olarak piyasadaki yerini almıştır. Moda hızlandıkça değişimin hızı da artar. Tüketim ekonomisi bunu istemektedir. Sanat ürünleri ile tüketim malları arasında ekonominin canlanma döneminde ortaya çıkan benzerliği ilk fark edenlerden Adorno’nun şu yorumunun altını yazar da haklı olarak çizmektedir: “Metalarının maddi kullanım değerlerinin önemi azalmışsa, tüketim, başkasının hayatına katıldığını düşleyerek hissedilen prestije dönüşmüşse ve son olarak tüketilebilir şeylerin meta karakteri tümüyle ortadan kalkmış görünüyorsa, bu bir estetik yanılsama parodisidir” (s. 77). Nesneleri ya da kullanım eşyasını, sanatsal planda kullanım objesine dönüştürme girişimi olarak Duchamp ile devreye giren bu tavır, iki dünyanın “simbiyotik” planda buluşmasıdır. Metanın tuhaf ve karmaşık bir şey olduğunu öne süren Marx haklıdır: Yazar bu durumu, hem bir kullanıma “hizmet ettiği” için onu satmaları kişinin değer verdiği bir “maddi nesne”, hem de piyasa mekanizması nedeniyle “parasal mübadele değeri” taşıyan bir nesne olmak gibi bir ikilemle açıklıyor (s. 83). Sanatın sıradan metalarla benzeştiği bir dönemin olağan görünümüdür bu. Sanatın kullanımı konusunda, onun fiyatı, belirleyici unsurların başında geliyor. Yazar bu konuyu işlediği bölümde, uzun vadede genellikle çok iyi bir yatırım alanı olarak görmediği sanatın, hisse senedinden daha düşük bir gelir sağlamasına karşın, refah dönemlerinde, bu durumun tersine işlediği kanısındadır. Ama gelişmelere bakılırsa daralma dönemlerinde, durum bunun aksi yönde işlemektedir. Ekonomik dalgalanmalar, yalnız satış hacmini değil, satışların niteliğini de etkiler. Bir kural olarak altı çizilmesi gereken bu yargıya, kriz dönemlerinde postkavramsal sanatın ön plana çıktığına ilişkin yargıyı da eklemek gerekiyor. Sanatçıların yoksulluğunun sanatın statüsünü yükselttiğine ilişkin görüş de yeterince ilginç olsa gerektir. Yine tartışma konularının başında gelen sanatın özerkliği sorununa değinilen bölümde, başka sistemler gibi sanatın da “işlevsel kapalılık”a yönelmesi, onun “görece yalıtılmış bir etkinlik sahası” olmasıyla açıklanıyor (s. 104). Kâr maksimizasyonunu amaçlayan büyük müzayede evlerinin çağdaş sanat alanına girmiş olması ise modernizasyonun bir başka işaretidir. Şirketlerin koleksiyon etkinliği bu konuda tipik örnek Charles Saatchi’dir aynı zamanda “yaratıcı” ve “kültürel” olmak gibi işlevlerle ilgilidir. Kuralla kullanımlılık arasında geçişimli ilişkilerin bulunduğu bir gerçektir. Kuralların derece derece aşılmış olması, kullanımlılığı etkiler. Yararsızlık görüntüsüne dayalı özerkliğe meydan okuma, araçsal talepler yaratma yönündeki çabaya eklemlenince, şirketlere reklamla sağlanamayan bir “marka” olma ayrıcalığı verir. Philip Morris’in kehaneti doğrulanmıştır: “Bir şirketi büyük yapan sanattır.” Devletin sanatı destekleyici çabasının arkasında yatan nedenlerin de piyasa koşullarından bağımsız olmadığı gerçeğine göndermede bulunuyor yazar. Örneğin Almanya’da devletin sanata ademi merkeziyetçi model çerçevesinde kaynak aktarımı, 1990’lardaki birleşmenin sonucunda özel kesimin de buna katkısını gerektirecek bir düzeye gelmiştir. Müze sayısındaki artış ise, bu gelişmeyi izleyen bir başka adımdır. Müzeler arasındaki rekabet, küresel müze zincirleri yanında “marka”müze olma girişimlerini olumlu yönde etkiler. Sanatın bugünkü “kural”ları nelerdir? Sınırsız çeşitlilik, “mutlak birörneklik”in bir başka biçimidir. Bilindiğinin aksine, her şeye “izin” yoktur. Gene bilinenin aksine sanat, giderek daha kolay anlaşılabilen bir olgu haline gelmektedir. Çağdaş olmak gibi alabildiğine karmaşık bir olgu, Danto’nun görüşü açısından bakıldığında, sanatın “şimdi” üretilmesiyle ilgili bir kavram değildir yazara göre. Piyasa olmaksızın demokrasinin işlemeyeceğini öne süren liberal düşüncenin standart çizgisinden farklı bir durum bugün için de söz konusu değildir (s. 151). Bütün bu olağan ya da beklenebilen gelişmelere karşın, çelişkiler de yok değildir: Yazar bu konuya değindiği kitabının son bölümünde, sanat kuramı üzerinde fikir üreten yazarların ve kuramcıların görüşleri çerçevesinde, söz konusu çelişkilerin anlamı ve değeri ya da bu tür çelişkilere günümüz perspektifinden nasıl yaklaşmamız gerektiğine ilişkin görüşlerini özetliyor. Julian Stallabrass, kendisiyle yapılan görüşmede, kültürlerin etkileşimine inandığı gerçeğine vurgu yapıyor, sanatsal yaratıcılığın tükenme noktasına geldiği yolundaki karamsar görüşlere katılmadığını belirtiyordu. Kitabının satır aralarında da bu inancına göndergesel vurgular ağır basıyor. Sanatın piyasa ortamlarıyla bağıntılı karakterinin günümüzdeki yansımaları üzerine çözümleyici teşhisler içeren kitabı meraklısı için bir başvuru kaynağı olma özelliği taşıyor. ? Sanat A. Ş./Julian Stallabrass/ Çev: Esin Soğancılar/ İletişim Yayınları/194 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1034