02 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

‘Çağdaş Yunan Şiiri Antolojisi’ Bir Güldeste İyon şiiri Seferis’in 1963, Elitis’in de 1979’da Nobel Edebiyat Ödülü’nü almasından sonra Yunan şiirinin bütün dünyada daha büyük bir ilgiyle izlendiğini görüyoruz. Ülkemizde de bu ilgi son yıllarda günden güne artıyor. İlk baskısı 1982’de yayımlanan Çağdaş Yunan Şiiri Antolojisi‘nin genişletilmiş bu ikinci baskısında daha önce yer alan şairlerin yanı sıra Konstaninos Karyotakis, Manolis Anagnostakis, Titos Patrikios, Athina Papadaki ve Yannis Varveris gibi şairlerden örnekler de yer alıyor. Ë Ulus FATİH imdilerde değilse bile globalizm anlağımızı zehirlemek ve benliğimizi çürütüp, çar çur etmek için yeni çarmıhlar ve fatihler yaratmadan önce, dünya şiirinin atası Yunan şiiri (Homerik yazın) sayılırdı. Öyle olsun, ne de olsa kültür evrensel bir alkım… Şiirsever biri olarak bu varyanttan, o gökkuşağının altından geçenlerdenim. Nâzım Hikmet’e öyle hayrandım ki, ta ki Yannis Ritsos’u tanıyıncaya, Kavafis’i okuyuncaya dek. Hayranlığım bitmedi ama başka şiirler başka dünyalar olabileceğini görüp anlamıştım ve dahası onun prangasından kurtulmuş, yeni rüzgârlarla dolan yelkenler, bir daha geri gelmemek üzere, yeryüzünün bilinmezliklerine, egzotik diyarlarına doğru açılmıştı artık. Bu açılım hâlâ sürüyor doğrusu. Ama bu açılımın amentüsü hangi kitap derseniz, işte sözünü ettiğimiz kitap, şu an kaçıncı kez okuduğumu bilemediğim Çağdaş Yunan Şiiri Antolojisi. YOL GÖSTEREN ŞAİRLER Orada Kazancakis’in bir şair olduğunu öğrendim, Kavafis’in acılarına, anılarda yitip giden özlemlerine ortak oldum, Ritsos’un yurt sevgisiyle çalkandım, yundum, arındım… Nice bilinmez şairlerin tutkularına, sevdalarına, sürgünlerine, ve oradan oraya savruluşlarına hüzünlendim, şiirin gizençli dünyasıyla harman olup, insan olmanın, sevginin, güzelliğin, iyiliğin, erdemin, esinin kollarında sabahladım… “Şehir” şiirini sayısız kez okudum, Barbarları ve surları gördüm, Umut denizlerinde İthaka’ya döndüm, Selefkosları, tahtından olmuş prensleri, sefih yaşamların tutsak aldığı insanları gördüm. Doğanın tansığını, esen yeli, yamaçlarda açılan kolları, tanrısal bir esinle savrulmuş sarhoşbirhoş insanları tanıdım ve şiire bir kez daha sevdalandım. Yunan şiiri antolojisi öyle etkileyiciydi ki, bu olağanüstü şiirlerin belki asıllarından bile daha güzel olduğunu söyleyebildim. Öyle ki şiir çevirmeye bile çalıştımkalkıştım bir zaman sonra… (Köklü şiirimizin genlerimizde yer eden ustalığından mıdır bilmem, şiirimiz bir yana çeviri konusunda da çok usta şairlerimiz, çevirmenlerimiz var, antolojide ki olağanüstü şiirlerin çevirSAYFA 14 Ş meni Cevat Çapan bu konuda bir başat, bir anıt, Sait Maden, İlhan Berk adını anamadığımız pek çok şair ve çevirmenimiz, büyük bir ustalıkla bu konunun üstesinden geliyorlar.) “Her çeviri bir yeniden yazımdır” denir, belki doğru ama yine de çevirinin sihirli bir yanı var; şair size yol gösteriyor, sui generis bir dünyanın kapılarını açıyor ve siz girerken bir kılavuz eşliğinde girdiğiniz için, o dünyaya yabancıda olsanız şiirin yol göstericiliğinde bu dünyayı kavramanız olası oluyor artık. Çeviri tümüyle bir yeniden yazım olsaydı, çeviriye gerek duymazdık ama bir biriciklik olarak şairin dünyasından içeri girebiliyor ve belki olabiliyorsa da aşkınlıkla kendi dilinize aktarabiliyorsunuz. Şiirin tinsel ekseni ve anlaksal ufku çeviride yol gösteriyor olmalı, o çarpınçla sarsılan ruhunuzdaki şeyin bilgeni elbette ilk yazımın salt kendisi sayılır. Dil hünerini ortaya koyabiliriz ama o şiirin ruhuna bürüneni, atmosferi var edeni, düşün, kurgunun sahibi ne de olsa şair, şiiri şiir yapan o ruh, düşsel bilgeni o; böyle kabul görmese, her şiiri hepimiz yazabilirdik, oysa şiir (görecelide olsa) sanatların en zorlusu... Yine de Türkçelerken şairin ruhunu ele geçirebilene aşk olsun diyelim!.. Bu olağanüstü çevirilerde en çok etkilendiğim şiirlerden biri, hepimizin hayranlıkla okuyup dinlediği “Şehir” şiiriydi. Orada insanın; kendisinin tutsağı olduğunu, alışkanlıklarına, düşüncelerine, geleneklerine bağlı olduğunu, dahası yaşadığı kentin, varoluşunu sınırlayan her şeyin; bir ürünü olduğunu anlıyorsunuz. Sokrates’e bir yoldaşı, dostlarından birinin dinlenceden döndüğünü ama gene de başını dinleyemediği için yakındığını söylemiş. Sokrates ‘kendisini de götürmüştür’ demiş. Şimdi şiir dediğimizde gelenekten yani bizden öncekilerden yararlanmakta kaçınılmaz, yoksa söylendiği gibi ayrımında olmadan bir yinelemenin içine düşebiliriz. Şiir şiiri doğurur, salt bununla da sınırlı değil, günümüzde şiir yaşamın her alanından yararlanmayı gerektirecek denli soyutlaştı, sınırları aştı ve her şeye ‘cevaz’ veren bir hâl aldı. Bundan ürkmemek gerekir, şiir yaşamın parodisi, bir ironi, bir tansık, arı bir içtenlikle kendimizi gösteren, kutsanmış ayna ve dahası geleceğimizdir. Çağlar boyunca yazılmış şiirleri okuyarak, insanlık tarihinin seyrüseferine ilişkin bilgi sahibi bile olabiliriz. Ayrıca öyle gizlere ulaşabiliriz ki, bu bir coşku ve kimselerle paylaşılmayan tatlar verir bize. Örneğin genç bir şair Plutarkos’u okurken Kavafis’in dilinin Plutarkos’ta yattığını hayretle bulgular, şaşkınlıkla görür, dahası Shakespeare’in (pirimiz Şekspir’in yaşamadığını ileri sürenler çok haksız da sayılmaz, çünkü şiir aslında o ilk şiirden, şairde kökteki, o bilinmez, biricik şairden el alır! Şiir, öncekilerin varyantı yeni bir sunumudur. Bu bakımdan hepimiz geçmişin bir süreğeni, tilmiziyiz) pek çok oyununun dil ve konu olarak Plutarkos’tan apartıldığını anlar!.. Ama bu kez de Pavlos’u, Bizanslı ozanları, Alciatus’u okuyunca aslında bunun bir zincir olduğunu bir dil, bir gelenek olarak bugünlere dek geldiğini Kavafis’in de bu zincirin bir halkası olduğunu bilerek, bir yerde gizin çözüldüğü kanısına ulaşır. Şiirin altın kuralları vardır. Belki çevirinin de. “YENİ BİR ÜLKE BULAMAZSIN...” Şimdi “Şehir” şiirini bir kez daha okuyarak, kendimizden uzaklaşırken, geçmişin tüm ozanlarıyla bütünleşelim. (Borges “Tüm ırmaklar denizlere dökülür, tüm denizler birbirine açılır, Ganj’a adım atan biri dünyanın tüm sularında yıkanmış ve o sularla arınmış olur” der. Yazılmış bir şiirde, geçmişin karanlığından süzülür, ‘Şehir’ şiirini okuduğumuz ‘ya da yeni bir şiir kaleme aldığımız zaman’ aslında geçmişin tüm ozanları ‘ölüleri’ size el uzatmış ve hayaletlerle kucaklaşmış olursunuz. Ölümsüzlük belki de budur.) “Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim,” dedin/ “bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet/ Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya/ bir ceset gibi gömülü kalbim/ Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak yerde?/ Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam/ kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün/ boşuna bunca yıl tükettiğim bu ülkede/ Yeni bir ülke bulamazsın, bir başka deniz bulamazsın/ Bu şehir ardından gelecektir/ Sen aynı sokaklarda/ dolaşacaksın gene/ Aynı mahallede kocayacaksın/ aynı evlerde kır düşecek saçlarına/ Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda/ Başka bir şey / umma / Bineceğin gemi yok, çıkacağın yol yok/ Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte/ öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de.” Kitapta Kazancakis’in 33.333 dizelik Odysseus destanının bir bölümünü okurken ki hâlâ okurum, Türkçenin ulaşılmazlığına mı, çevirinin ustalığına mı, Kazancakis’in olağanüstülüğüne mi hayran olayım bir türlü karar veremedim ve antolojiyi bir gün yitirdiğimde, sahaflarda onu ararken sanki bir tarafım eksilmiş, beni yaşama bağlayan zincirin bir halkası kopmuş gibi kitabın peşinden koştuğumu bilirim. “Şehir” şiirini bir kez daha okuduk, Odysseus’un Tırmanış bölümünü biliyor olsanız da gene de sunup okumak isterdim. Çünkü bu şiirler Akineton gibi bağışıklık yapabilir. Boynumuzun borcu olsa da; Anka Kuşu’nu aramayı sizlere bırakalım, çünkü arayışın gizemi ve merak dürtüsünün kışkırtıcılığındaki tat her şeyin üstündedir. Kitapta Kurtarıcı Dimitrios’un acılarına, Tanrının Antonius’u Bırakması’na, şu yaşamda bir türlü özlemlerine kavuşamamış, tarihin önemsemediği, sonu bir yerlerde yazılmış olmalı denilen ‘ikinci kemanların’ yazgısına ortak olmaktan kaçınmayın, onlarla ağlayıp onlarla gülünki, bir onmaz keder paylaşılsın ve acılar ve yazgılar sizin de elemlerinizi kuş tüyüne çevirip, ruhunuzu hafifletsin. Şiir söz konusu olunca aşktan söz etmemek olmaz, işte Seferis’ten aşka adanmış gizil bir ağıt, geçmişin karanlığına gömülmüş bir sızı, bir yakarı… ‘Denize yakın mağaralarda/ bir susuzluk duyarsın, bir aşk/ bir coşku/ deniz kabukları gibi sert/ alır avucuna tutabilirsin/ Denize yakın mağaralarda/ günlerce gözlerinin içine baktım/ ne ben seni tanıdım, ne de sen beni.’ Şiir şifadan gelmiyorsa da; şifa veriyordur. Müzik tanrının düşüncesidir derler, şiirde (sanıyorum ki) onun el yazısıdır. Şiire yakınsanız, bilin ki tanrı sizinledir. Dolayısıyla bize ruh veren, estet ve esinle dolduran, acılar ve gözyaşına karşın bizleri yaşama bağlayan her şiir, her kitap gibi, bu Güldeste’yi de başucunuzdan ayırmayın. Vedamız şiirden olsun: “Şiire, aşka ve ölüme inanıyorum” diyor/ İşte bu yüzden ölümsüzlüğe de inanıyorum/ Bir dize yazıyorum, dünyayı yazıyorum; ben varım/ dünya var. / Bir ırmak akıyor serçe parmağımın ucundan/ Yedi kere bu ırmak gökyüzünün mavisi. Yeniden/ ilk gerçek oluyor bu arılık, bu benim son dileğim... ? Çağdaş Yunan Şiirleri Antolojisi/ Cevat Çapan/ Artshop Yayınları/ 240 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1034
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear