05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Baba ve Piç ‘Baba ve Piç’ kolay ve ‘hazla’ okunan bir roman. Teknik açıdan hemen hiçbir sorunu yok; edebiyat fakültelerinde öğrenilen modellere özellikle de “postmodern roman” tarzına uygun araçları başarıyla kullanabiliyor. Ayrıca, Baba ve Piç’in karakter haritası zengin, izleği de okuyucunun ilgisini koruyabilecek bir yetkinlikte. Yazarın dili kullanma becerisi üzerinde konuşmak zor. Çünkü, Baba ve Piç çeviri bir metin. Her ne kadar, çeviri metnin son hali üzerinde yazar da çevirmenle birlikte çalışmış olsa da, yapıt dünyaya İngilizce gelmiş. Bu dilin duyarlılıklarını, yapısal özelliklerini, geleneklerini hatta ideolojik kodlarını taşımadan edemez. Bu aşamada en fazla çevirmeninin başarısını vurgulayabiliriz. Bunun da azımsanacak bir şey olmadığını saptamadan geçmeyelim. ? Ergin YILDIZOĞLU aba ve Piç [1] teknik açıdan başarılı bir ürün. Ancak paradoks burada ki, bu başarı, onun bir sanat yapıtı olarak başarısızlığının da önemli nedenlerinden biri [2]. tuğu bir dönemin ürünüdür. 196873 devrimci atılım, bozguna uğrayarak geri çekilmiş, StalinistMaoist “sosyalizmin”, cilası soyulmuş, kapitalizmle akrabalıkları gözlerden saklanamaz hale gelmiş, önce Çin’de sonra da Rusya uluslararası kapitalizmi benimsemeye başlamıştır. Metalaşma süreci artık göstergelerin alınıp satıldığı, en önemlisi, 1970’lerin “karşıt / “alternatif kültürünün”, devrimci mücadelenin göstergelerini, reklamlar dünyasının ironik oyunlarına alet eden[7], sinema, uydulara destekli TV kanalları, cep telefonları, İnternet... “gösteri toplumunu” tümüyle kapatmış, adeta, içinde uluslararası kapitalizmden başka bir şey bulunmayan bir kültürel fanus yaratmıştır. Sanatçı hem bunun içindedir, hem de çoğu kez ait olduğu orta sınıf, bu dönemin tüketim toplumuna (marka hiyerarşisine ve “rekabetçi tüketimine”) çok uluslu kapitalizmin küreselleşme ideolojisine, kredi sistemleri ve hizmet sektörü aracılığıyla mali sistemlerine, örümcek ağına düşmüş sinek gibi takılmıştır. Postmodern sanatçı, işte bu dünyayı benimsemiş, içinde yüzmeye karar vermiş bir sanatçıdır. Öyleyse ürünü kolay metalaşabilmeli, bunun için estetiği egemen sınıfın güncel kaygılarını, orta sınıfın ortak paydasında birleşen beğenileri yansıtmalı. değişim değerini güçlendirmelidir. Bunun yolu metaları satan göstergelerin izlerini, siyaset parçalarını taşımaktan, her eleştiriyi, sermayenin birikiminin önündeki engellerin eleştirisine, bireyin bedensel hazlarının yüceltilmesinin söylemine dönüştürmekten geçer. Tüm bunları seçerken de postmodern sanatçı, seçimini (bütünlüğü, evrenselliği, içeriği, anlamı o kadar yadsımasına karşın) toplumda anlamlar sistemini disiplin altına alan “bakışın” egemenliği altında gerçekleştirir. Artık o neoliberaldir, küreselleşmecidir, Avrupa Birlikçidir, ya da Ilımlı İslam’ı benimseyecek, kısacası dönemin “ana göstergesi”, hatta farklı alanların “ana göstergeleri” neyse on(lar)a göre kimliğini şekillendirecek; bir şapkayı giyip öbürünü çıkaracak, ben değiştim diyecek, ama sistemin ufkunu, asla zorlamayacak, zorlamak isteyenleri küçümseyecek, kendisiyse, bu ana gösterge değiştikçe, bir kimlikten öbürüne sıçrayacak hep “güncel” kalmaya çaba gösterecektir. Kısacası, bu sanatçının paradigması artık özgürlük, otonomi değil, katılma ve oyun, en fazla ironidir. İşleviyse, görülmeyeni göstermek, üzerini açmak, karmaşa içindeki anlamı arayan yapıtı üretmek değil, medyada, “toplumda”, aslında sermayenin kültür endüstrisi içinde benimsenerek yüceltilen değerlerle, hazlarla, duyarlılıklarla beslenen bir “estetik yöneticilik” işlevini en iyi biçimde yerine getirmektir. İşte, son dönemde çok sözü edilen, Baba ve Piç de bu tarzın Türkiye’deki en başarılı ürünlerinden biridir. B Estetik bir yöneticilik başarısı... na girdiğinin ayırtına varmaya başlar[4]. Artık otonomi sorunu yeniden gündemdedir. Şimdi otonomiyi korumanın yolu “sanat için sanat” ilkesinden, değil, bu yeni “efendiye” metalaşmaya, burjuva iktidarına, “araççı mantığına” karşı mücadele etmekten geçecektir[5]. Bu sırada, kapitalizm yeniden bir sıçrama yapmaya, bir küreselleşme aşamasına girmeye başlıyordu. Bu kez, bu sıçrama[6], ileri doğru bir sıçrama olarak değil, hem sıradan insan, hem de uygarlık için adeta bir “salto morte”, ölümcül sıçrama olarak algılanır. Metalaşmada, kentleşmede, doğanın tahribatında hızlanma, yaşam alanlarında “yaratıcı yıkım”, teknolojik devrim kısacası, zaman ve mekânda sıkışma, parçalanmışlık, baş dönmesi hissi, Hugo Hofmenstaal’in deyimiyle “her şey kayıyor” gerginliği yaratır. Artık sınıf mücadeleleri sertleşmiş, burjuva uygarlık kendi “mezar kazıcılarını yaratmış”, bireyin ve tabii ki sanatçının karşısına bu kez, yeni korkutucu bir “yaratık” kitle ve sınıf çıkmıştır. Bu noktada sanatçı bir ikilem içindedir: Bir taraftan, tüm bu karmaşa kaos ve parçalanmışlığı, hızlı değişimi tanımlamaya, içinde kalıcı, “esas” olanı bulmaya, anlamaya, ve aşmaya, tepki göstermeye, aynı zamanda kendi otonomisini korumak için piyasaya, metalaşma sürecine bağımlı hale gelmemeye çalışır. Kimi sanatçılar, parçalanmışlığı, yıkımı aşmaya, burjuva duyarlılıklardan kurtulmak için Avrupa kültürü mitolojisine, kapitalizm ve hatta feodalizm öncesine, kahramanlar çağının duyarlılıklarını canlandırma çabasına yönelirler. Diğerleriyse, tarih sahnesine çıkan yeni enerjiyi bir değişim, aşma aracı olarak görür ve benimser. Kısaca biri, geriye, kahraman bireye, “sağa” döner, diğeri yüzünü geleceğe, “sola” döner. Bu, aynı zamanda modernizme karakterini veren çelişkidir de. Ama, modernist sanatçıyı, her halükârda, parçalanmışlığı aşma, metalaşmaya direnme, bireyin otonomisini koruma sorunları belirler. Postmodern sanatçı da, bir başka hızlı metalaşma, teknolojik devrim, küreselleşme döneminde, benzer bir iklim içinde bulur kendini. Ancak, o bunu kabul eder, hatta tadını çıkarır, metalaşma sürecini (ki artık adı neoliberalizm ve küreselleşmedir) yüceltir. Otonomi kaygısı yoktur onun, en fazla nihilisttir, ama pasif bir duruşu benimser: Sinik bir öznedir, o: “Biliyorum, ama yapmaya devam ediyorum”. Bunu belki de anlayışa karşılamak gerekir. O yine “anlamlar zincirinin” kop Modern sanat Postmodern “estetik yöneticilik”[3] Bu paradoksu çözümleyebilmek için, kısaca modern sanatla postmodern “estetik yöneticilik” arasındaki farkları kısaca anımsayabiliriz. Modern sanatın kaynağında “sanat için sanat” iddiasından bu yana, bir özgürlük/özgünlük kaygısı vardı. Yeni şekillenmeye başlayan burjuva birey, içine doğduğu feodal anlamlar sistemine (kral ve kilise) bağlı olarak çalışan, izleyicisine, bu sistem içindeki yerini öğreten, bağımlı sanatçıdan farklıdır. Onun çabası, artık benimsemediği anlamlar sisteminin dışında kalmak, konusu, kralların öyküleri, dini efsaneler değil “sıradan” bireylerin (orta sınıfın) arasından yükselmeye başlayan yeni “kahramanların” serüvenleridir. Modern sanat, verili düzenin kaygılarına ilgisiz, onlardan bağımsız / otonom kalmaya çalışan sanatçının bu “özgürleşme serüveninin sanatıdır”, “sanat sanat içindir”, bir siyasi ahlaki otoriteyi olumlamak, yüceltmek için değil! Ancak her şey değişir! Yeni yükselen sınıf iktidar olur, “araççı bir mantık” yerleşir. Sanatçı hem kendini, kendi sınıfına yabancı hissetmeye, hem de yeni bir efendinin, piyasanın egemenliği altıSAYFA 20 Kolay ve ‘hazla’ okunan bir roman Gerçekten de Baba ve Piç (bundan sonra BP) kolay ve ‘hazla’ okunan bir roman. BP’nin, teknik açıdan hemen hiçbir sorunu yok; edebiyat fakültelerinde öğrenilen modellere özellikle de “postmodern roman” tarzına uygun KİTAP SAYI ? CUMHURİYET 877
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear