25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B 16 AĞUSTOS 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 15 ÇALIŞANLARIN SORULARI/SORUNLARI YILMAZ ŞİPAL ‘Sanal Ortam Uygarlõğõ’ Günümüzde telefon, televizyon ve bilgisayar; “internet” aracõlõğõ ile “sanal ortam uygarlığı” oluşturmuştur... Teknolojiyi üretmeyip, en gelişmiş teknolojinin “açık pazarı” olan toplumlar, “sanal ortam uygarlığının” denetimine de girmiş görünmektedir. Günümüzde, vatandaşlarõn kimlik bilgileri: 1) MERNİS: (Merkezi Nüfus İdare Sistemi, 2) UYAP: (Ulusal Yargõ Ağõ Projesi), 3) SEÇSİS: (Bilgisayar Destekli Merkezi Seçmen Kütüğü Sistemi) olarak bilgisayar ortamõnda -Devlet projesi olarak toplanmõştõr. (*) “(…) Milli bir yapısı olmayan ve ulusal bir temeli bulunmayan bu sistemler aracılığı ile yerli ve yabancı “Büyük Ağabey” vatandaşı gözetliyor, izliyor, kontrol ediyor, yönlendiriyor ve denetliyor. Elektronik aletleri getirip bu sistemi kuranlar, altyapısını, veri tabanını oluşturanlar, danışmanlık yapıp düzenleyenler yabancılar olduğuna göre, sisteme hükmetmeleri, verilere sahip olmaları da doğaldır. ‘Egemen olduklarõ bir sisteme müdahale etmeleri kaçõnõlmaz’ olmaktadır. Sonuç olarak bu sistemlere, dışarıdan girilerek verilerin elde edilmesi mümkün olduğu kadar, değiştirilmesi olanağı da vardır. Ülkenin kaderini ilgilendiren seçim işleri, düzeni ve sonuçlarına ilişkin 43 milyon seçmen ile ilgili bilgiler de yabancı yazılımcılar tarafından kurulup işletilince birçok söylenti ve kuşkudan kurtulamıyor. Çünkü bilgisayarlar, bu işi iyi bilen ustaları tarafından; içine girilip müdahale edilebilen, yönlendirilebilen, içeriği ve taşıdığı bilgiler değiştirilebilen aygıtlardır. (…) Gizli servislerin, en gizli sistemlerine, en korunaklı bankaların kasalarına girip, bilgi ve para aktarımı yapılabildiğine göre, sisteme egemen olan ‘gizli ve kutsal bir el tarafõndan’ böyle bir şeyin yapılabilirliği göz ardı edilmemelidir. Bu tür oyunları engelleyecek her türlü önlem alınmalıdır. (…)” (*) (Kaynak - Enternet: Av. A. Erdem Akyüz, Hukukun Egemenliği Derneği Genel Başkanõ ) Bir bilimkurgu olarak algõlanan, İngiliz yazar George Orwell’in “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört” romanõ, “dünyamızın yakın geleceği”ni anlatmaktadõr. Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, “Okyanusya” adõ verilen bir ülkede yaşananlarõ yansõtõr. Toplumu “Büyük Ağabey” yönetmektedir ve en büyük yardõmcõsõ da “Düşünce Polisi”dir. Okyanusya’da “mutlak yönetmen”, Büyük Ağabey’dir. Herkesi dinlemekte ve gözetlemektedir. Herkes, “Büyük Ağabey” gibi düşünmek ve onun istediği biçimde yaşamak ve onun buyruklarõna uymak zorundadõr. Büyük Ağabey’in her yerde “gözü ve kulağı” vardõr. Ona karşõ eylem yapmak, onun koyduğu kurallara aykõrõ düşünmek ve düşünceleri açõklamak yasaklanmõştõr. Büyük Ağabey’in kurallarõna aykõrõ davrananlar, yaşamlarõnõ yitirmekte, kimlikleri ve geçmişleri de arşivlerden silinip yok edilmektedir. Okyanusya’nõn her yerinde, “Büyük Ağabey Seni Gözetliyor” yazan afişler yer almakta ve herkes, her zaman ve her yerde gözetlenmekte ve dinlenmektedir. 1949’da basõlan kitapta sanki dünyanõn yakõn geleceği anlatõlmaktadõr. Orwell’in eseri, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’te, “sanal ortam uygarlığı” dört sözcükle özetlenir: “Büyük Ağabey seni gözetliyor.” Atatürk’ün Ordu Çizgisi Daha önce Atatürk’ü Samsun’a götüren Bandırma vapuru için “transatlantik” benzetmesi yaptığına tanık olduğumuz biri yazıyor: Efendim, Mustafa Kemal, Selanik’teki İttihat Terakki toplantısında, “Ya üniformayı çıkartıp siyaset yapalım. Ya da üniformalı kalıp siyaseti bırakalım” demiş de, bu sözleri başımızdakilerin orduya yönelik bugünkü politikalarına çok uyuyormuş! Bir kere Selanik’teki toplantıda Mustafa Kemal ne demiş, iyi irdelemek gerek. Belgelere göre, Atatürk, 1909’daki o toplantıda şöyle konuşmuştur: “Ordu mensupları cemiyet (İttihat ve Terakki Cemiyeti) içinde kaldıkça millete dayanan bir parti kuramayız. Orduyu da zaafa uğratırız. Ordu ile cemiyeti ayıralım. Cemiyet, tam manası ile siyasi bir parti halinde milletin bünyesinde kök salsın. Ordu da aslî vazifesiyle uğraşsın. Bunun için cemiyetin muhtaç olduğu subayları veyahut cemiyette kalmak isteyen ordu mensuplarını, istifa suretiyle ordudan çıkaralım. Cemiyete mal edelim. Bundan sonra askerlerin herhangi bir partiye, siyasî bir teşekküle girmelerini önleyecek kanuni müeyyideler koyalım.” Okuduğumuzdan anladığımıza göre, Atatürk, “İttihat Terakki istediklerini terfi ettirsin, ordunun içişlerine müdahale etsin” filan dememiş. Tam tersine “Ordu asli vazifesiyle uğraşsın” demiş. Ki Atatürk, aynı çizgisini Cumhuriyet’i kurduktan sonra da sürdürmüştür. Bugün yapılan nedir peki? Demokratikleşme adı altında, ordunun iç işlerine -partizanca- karışmak, ordunun “asli işini” yaparken bağımsız düşünebilme yeteneğini Atatürk’ün deyimiyle “zaafa uğratmak”tır. Çünkü Sovyetler yıkıldıktan sonra, komünizmle mücadele, küreselleşme döneminde yerini “ulusal bağımsızlık”la mücadeleye bırakmıştır. Dolayısıyla, yeniden yapılandırılmış NATO’ya bağlı TSK’de “ulusal bağımsızlık” ile haşır neşir olmak en büyük tehlikedir. Epeydir süren ve son YAŞ ile büyük ölçüde tamamlanan ordu içindeki darbe de işte bu tehlikeye karşı gerçekleştirilmiştir. Felsefe yerine Tutsak Mektup, şair-yazar Aydoğan Yavaşlı’dan geliyor: “Bir haber kanalını izliyordum. Felsefeci İoanna Kuçuradi konuşuyordu. Neyi? Felsefenin gerekliliğini, felsefenin sorunsallarını anlatıyor, insanı nasıl özgür kıldığını, yaşamımızı nasıl daha bir anlamlı hale getirdiğini söylüyordu. Fakat o ne? Program birden kesildi. Ekranda, bas bas bağıran, Antalya’ya yaptığı ‘hizmetler’i anlatan Başbakan belirdi... Aydınlıkla karanlık gibi... Siyahla beyaz gibi... İyi ile kötü, güzelle çirkin gibi... Olacak şey mi? Felsefeyi bırak, sokak ağzına balıklama dal... Felsefenin yerine hamaseti koydunuz mu, gideceğiniz yer bellidir.” Biliyorsunuz, Demokrat Parti’nin devamcısı olmakla övünen AKP’li yöneticiler, Van Gölü üzerinde bulunan Akdamar Adası’ndaki Surp Haç Kilisesi’ni onarmakla ve 12 Eylül’de yapılacak ayine hazır etmekle gurur duyuyorlar. Bir unutulmuş öyküyü anlatmanın tam zamanı. Öykü, Yaşar Kemal’in “Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor” kitabından: Yaşar Kemal, Cumhuriyet gazetesine röportajlar göndermek üzere DP’nin iktidarda olduğu 1951 yılında Van’a gider. Orada Yüzbaşı Doktor Operatör Cavit Bey ve Cumhuriyet muhabiri İlyas Kitapçı ile tanışır. Yüzbaşı Cavit Bey, Yaşar Kemal’e Akdamar Adası’nda Ermenilerden kalma kilisenin yıkılması için karar verildiğini duyurur. Birlikte adaya çıkarlar. Sonrasını, Yaşar Kemal kitabında şöyle anlatır: “Küçük bir kayıkla adaya çıktık. Kiliseye daha sıra gelmemişti ya, kilisenin yakınındaki küçücük şapeli hemen hemen yıkmışlardı. Yüzbaşı; ‘Ben gelinceye kadar, bu kiliseye bir kazma bile vurmayacaksınız. Ben Valiye gidiyorum’ diye buyurdu. İşçiler hazır ola durdu. Van’a geldik. Cumhuriyet’e telefon açtık. Nadir Bey (Nadir Nadi) karşımdaydı. Olayı yüzbaşıdan öğrendiğim kadarıyla anlatttım. Nadir Bey, ‘Üzülmeyin’ dedi. ‘Avni Bey bu işi halleder. Onu iyi tanıyorum, uygar bir kişidir.’ Avni Başman, o yıl Milli Eğitim Bakanı’ydı. İki gün sonra İlyas Kitapçı, yüzbaşı Dr. Operatör Cavit Bey’le otelime geldiler. Sevinç içindeydiler. Avni Başman, valiye yıkımı durdurmaları için telgraf çekmiş. Akdamar Kilisesi’nin kurtuluş günü 25 Haziran 1951 günüdür. Ondan yıllar sonra sanırım Amerika’da, İngiltere’de de olabilir, büyük bir Dünya Mimarisi Tarihi çıktı. Kitabın kapağına Akdamar Kilisesi’ni koymuşlardı. Kitabı Nadir Bey’e götürdüm, ‘İşte bu başeseri insanlığa armağan ettiniz.’ Nadir Bey kitaba, kapaktaki resme baktı baktı, şaşırmış gibi yaptı: - Allah Allah, dedi, nasıl etmiş de bu kiliseyi insanlığa armağan etmişim?” Öyküden anlaşılacağı üzere, Dr. Cavit Bey ile Yaşar Kemal’in duyarlılığı, Nadir Nadi’nin sorumluluğu, DP döneminde kendisinden Köy Enstitüleri’nin kapatılması istendiğinde Milli Eğitim Bakanlığı’ndan istifa eden Avni Başman’ın (1960 devriminden sonra da Kurucu Meclis Milli Birlik Komitesi Temsilciliği yapmıştır) kararlılığı olmasa, AKP’liler bugün onartacak ve de 12 Eylül’de ayine açtıracak taş bile bulamayacaklardı, taş! Akdamar’ın Unutulan Öyküsü PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Kişiselleştirilmiş Bir Pazartesi Yazısı Epey yıl geçti üzerinden. Ali Sirmen, Ümit Zileli, Aydın Engin, Yalçın Bayer ve ben çeşitli panellere katılmak üzere Edirne’deydik. Konuşmalarımızı yaptık, akşam bir barda eğlendik. Aydın fıkralar anlattı, Ümit’in sesi bayağı güzeldir, usulü de iyidir, sanat müziğinden şarkılar söyledi. Yalçın ise her yerde gazetecidir, Hürriyet muhabirleriyle derin konuşmalara daldı bir köşede. Geç bir saatte otelimize dönüp yattık. Ertesi gün erkenden kalkıp İstanbul’a doğru yola çıkacağız… Gerçekten de yola çıkacağımız ana kadar her şey planladığımız gibi gelişti, fakat bir türlü yola çıkamadık. O günü bir yazımda “Bir Kentten Ayrılamamak” başlığıyla anlatmıştım bu köşede. Şurada bir çay içelim, şuradan biraz peynir alalım, aman bu dükkânda ne güzel şeyler var… derken bir gece daha kalmıştık Edirne’de. O Edirne serüveninden İstanbul’a bir teneke peynir ve bir de “askeri giysiler” satan bir dükkândan aldığım haki renkli iç çamaşırlarıyla dönmüştüm. Şimdi de Gökçeada’dayım ve bir türlü İstanbul’a dönemiyorum. Kadim dostlarım Pazarkaya’ların bol ağaçlı bahçelerinde kuşların “vummm, vummm” diye kanat çırpışlarını, komşumuz Stelyo’nun kuzularının melemelerini, vakitsiz öten horozların “üüürüüü”lerini dinliyorum. Bu sesleri bırakıp da nasıl dönersiniz İstanbul’a? O kornalarla, motor uğultularıyla, otomobillerden taşan “bom cıs tıs bom” sesleriyle sinirinizi bozmak için mi? Ama hayat tuhaf bir süreç, bazı şeylere karşı koyamıyorsunuz. Ben de o durumdayım; siz bu satırları okurken İstanbul yolunda olacağım. O kanat seslerini, horozların ötmelerini, kuzuların melemelerini ve de İnci’nin o muhteşem reçellerini arkamda bırakıp şairin, “Bir taşına tüm İran feda olsun” dediği kentime döneceğim. Beni bekleyen bir sürü iş var orada. İstanbul Kitap Fuarı yaklaşıyor; âleme söz vermişiz bu fuar her yıl biraz daha büyüyecek, dünyada ses getirecek diye. Arkadaşlarım aylardır haldır huldur çalışıyorlar bunu gerçekleştirmek için. Bir ucundan benim de tutmam gerek, yoksa bu, hak etmeden övünmelere yol açar ki bu da bizim TÜYAP raconuna hiç uymaz. Yeri gelmişken söyleyeyim, bu yıl İspanya, İstanbul Kitap Fuarı’nın onur konuğu; İspanyol edebiyatından “flamenco”ya, “paella”dan “sevillanas”a kadar her şey var fuarda. Bu yazıyı cumartesiyi pazara bağlayan gece yazıyorum, şu anda saat 04.06. Birazdan tanyeri ağaracak. Stelyo’nun kuzuları, koyunları uykuda, yalnızca bir keçisi büyük bir inatla meliyor. Karanlıkta göremiyorum, ama mutlaka büyük bir azimle bahçemizi çevreleyen telleri aşıp hedeflediği badem ağacının yeşil yapraklarına ulaşmak için her türlü cambazlığı deneyen o fıttırık keçi olmalı. Gün boyu büyük bir koşuşturma vardı bizim Bademli köyünde. Köyün eski Rumca adı Gliki; glikozdan geliyor, Şeker köy demek. Ben olsam bu adı korurdum, çünkü köyde yaşayanların çoğu Rum, üstelik de hoş bir ad bu köy için. Neyse, biz koşuşturmaya geri dönelim. 15 Ağustos Ortodokslar için kutsal bir gün; Meryem Ana Yortusu. Bugün Meryem Ana Tanrı katına, oğlu İsa’nın yanına yükselmiş. Köyün kilisesinin önünde kocaman bir ağaç var, erkekler o ağacın altında kurban kesiyorlar, kuzuları o ağacın dallarına asıp yüzüyorlar. Kadınlar ise evde buğday dövüyorlar. Yarın (Pazar) bulgurlu kuzu haşlama ziyafeti var köyde. Bayram kutlanacak. Yenilecek, içilecek, şarkılar söylenip dans edilecek. Bayram yemeği 180 kişilik olarak planlanıyor. Dünyanın her bir yanından, başta Yunanistan olmak üzere ABD’den, Avustralya’dan, Almanya’dan ve daha birçok ülkeden eski Gliki’liler köylerine geliyorlar bu bayram yemeğinde hemşerileriyle birlikte olmak için. Biz de çağrılıyız yemeğe. Komşularımızdan Anastasios ve eşi Pazarkaya’larla bizi özel olarak çağırdılar. Anastasios (Atanaş) İstanbul-Yeniköylü, eşi Bademli’den, hanımköylü yani. Askerliğini 1974 Kıbrıs Harekâtı sırasında muhabere bölüğünde yapmış ve Türk askeri olarak Kıbrıs’a çıkmış. Sonra da çalışmak üzere Atina’ya… Dedim ya, hayat tuhaf bir süreç. dkavukcuoglu@superonline.com www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr HARBİ SEMİH POROY OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc@yahoo.com UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com Ey insanlık, duyuyor musun? Silivri’de aylardır, yıllardır tutuklu olanların infazı sürüyor. Bunun adı, tutsak almaktır artık! (Bilmeyenler için, “tutsak”ın sözlük anlamı: Savaşta ele geçen düşman.) BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Marmara, Ege ve Akdeniz’de yaşayan eti lezzetli bir yen- geç. 2/ Bir tümceyi oluşturan birimler- den her biri... Bir organõ su vererek yõkayõp temizleme. 3/ Kaygan... Bir no- ta. 4/ İlaç... Eski Yu- nan kentlerinde pa- zaryeri. 5/ “Deni- zayısı” da denilen bir fok cinsi. 6/ Posta sü- rücüsü... 1960’lõ yõllarda Jamaika’da doğan ve daha sonra reggae’ye dönüşen müzik türü. 7/ Düşünce... Köstebek. 8/ Bir oda ya da mekâna açõlan, duvar ya da çitlerle çevrili girinti... Bir nota. 9/ Hayat arkadaşõ... İyilik, yardõm. YUKARIDAN AŞA- ĞIYA: 1/ Çözünmüş halde bir cisim içeren sõvõ. 2/ Ayağõn üs- tündeki tümsek yer... Adlarõ aynõ olanlardan her biri. 3/ Ha- waii’de karşõlama ya da uğurlama anõsõ olarak verilen, çi- çeklerden yapõlmõş kolye... Yolcu evi. 4/ Oyunda berabe- re kalma... İlgi eki. 5/ Oğlan saçõ biçiminde kesilmiş ka- dõn saçõ. 6/ Borularõ döndürmeden eklemeyi sağlayan bağ- lantõ parçasõ... Düz ve geniş arazi. 7/ Evcil olmayan hay- vanlarõ vurma ya da yakalama işi... Zarara uğrama tehli- kesi. 8/ Bir etkinliğin geçici olarak durdurulduğu süre... Ka- re ya da silindir biçimindeki yüksek yapõ. 9/ Tõrnak boyasõ... Büyük delikli kalbur. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 D E P R E S Y O N İ D E A T E R E B E T S A L A M A B R A T E İ D E F İ K S E D İ K A S A V Ş O R E V E L A İ K O P A L A N K S İ Y E T E 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 T.C. MUDANYA İCRA MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN MENKULUN AÇIK ARTIRMA İLANI Sayõ No: 2010/1395 Tal Bir borçtan dolayõ rehinli aşağõda cinsi miktarõ ve kõymetleri yazõlõ mallar satõşa çõkartõlmõştõr.Birinci arttõrma 15.09.2010 günü saat 11.00-11.10’da Işõklõ köyü yolu 2. km’si Poyraz Otoparkõ MUDANYA adresinde yapõlacak ve o günü kõymetlerinin % 60’õnõ istekli bulunmadõğõ takdirde 20.09.2010 günü aynõ yer ve saatte 2. arttõrma yapõlarak satõlacağõ, şu kadar ki arttõrma bedelinin malõn tahmin edilen kõymetin % 40’õnõ bulmasõnõn ve satõş isteye- nin alacağõna rüçhanõ olan alacaklarõn toplamõndan fazla olmasõnõn ve bundan başka paraya çevirme ve paylarõnõ paylaştõrma masraflarõnõn geçmesinin şart olduğu, mahcuzun satõş bedeli üzerinden damga vergisinin alõcõya ait olacağõ ve tellaliye ve aynõndan doğan vergi borcunun (trafik para cezasõ ha- riç) satõş bedelinden ödeneceği, satõş şartnamesinin icra dosyasõnda görülebileceği, ihaleye katõlan ve kazanan gerçek/tüzel kişilerin ihale bedeli üzerin- den KDV ödememesine, masrafõ verildiği takdirde şartnamenin bir örneğinin isteyene gönderilebileceği, fazla bilgi almak isteyenlerin yukarda yazõlõ dos- ya numarasõyla Dairemize başvurmalarõ ilan olunur. 06.08.2010 Not: Satõşa iştirak edeceklerin muhammen bedelin %20’si nispetinde nakit veya milli bir bankanõn kesin ve süresiz teminat mektubunu teminat olarak yatõrmalarõ gerekmektedir. Not: İşbu ilan borçluya ve diğer ilgililere tebliğ yerine ka- im olmak üzere ilanen tebliğ olunur. LİRA: 13.000,00 TL ADET: 1 CİNSİ: 34 ER 3493 plakalõ, Kullanõm Amacõ: Hususi, Markasõ: SKODA, Tipi: FABİA CLASSIC 1.2 Modeli: 2007, Cinsi: Otomobil, Renk: Gri (Metalik gümüş), Motor No: BME291040, Şase No: TMBPY16Y374152318, Silindir Hacmi: l198 cm3, Yakõt Cinsi: BENZİNLİ, Kullanõm Şekli: Yolcu Nakli. ARAÇ (Aracõn iç döşemesi yõpranmõş, sağ ön kapõda orta kõsõmda yaklaşõk 25 cm uzunluğunda ezik ve boya dökülmesi mevcut, sağ arka ve ön sol tekeri patlak, ön camda çatlaklar mevcut, sol ön sis farõ yok, sol ön tampon ke- narõ çizik, arka silecek yok, muhtelif çizikler mevcut, aracõn bagajõ açõlamadõğõndan stepnesinin olup olmadõğõ tespit edilemedi, aracõn anahtarõ mevcut değil.) (Basõn: 56299)
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear