28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
'Kadın öykülerinde Karadeniz' İçimden bir Karadeniz geçiyor Sel Yayınları, istanbul ve Ankara'dan sonra bu kez Karadeniz'i konu alan bir öykü antolojisi sunuyor okura. öykülerin yazarları yine kadın, kitabın adından da anlaşıldığı üzere. Kadın öykülerinde Karadeniz'm önemli yan- larından biri, yirmi üç farklı bakışla Karadeniz için sorular soruyor olması. Her öyküde Karadeniz'i gözleyen bir kadının sorusuyla karşılaşılıyor. Li ASİI SOLAKOCLU B ir kenti, bir coğrafyayı sevmek orayı anlamakla mı başlar? Böyle olmalı. Hayatımıza aldığımız, se- vip kucakladığımız herkes ve her §ey için böyle olmalı. Hatta ayak basmadığımız yerler için bile... Benim için Karadeniz gidilmiş, ge- zilmiş, toprağma yüz sürülmüş; dalgasıyla el ele verilmiş, yaylalarıyla dertleşilmiş, uzak am4 aklımın köşesin- de takılı kalmış bir yer olmuştur hep. Düşündürmüştür. Gençliğimin en heye- canlı zamanına denk gelen buluşmamız- da, Karadenizliler sayesinde kendimi yeniden ölçüp biçmişimdir. Öyle ki, yıl- lar sonra hâlâ bende saklı duygunun dünyadaki tüm hırçınlığı barındırdığını düşünürüm. Bu yüzden "Karadeniz" çekmecemde özenle sakladığım bir not defteridir. Şimdilerde, not defterimin sayfalarıy- la Kadın Öykülerinde Kara- Jeniz'deki öykülerin sayfala- rını birlikte çeviriyorum. Ki- tabın editörü Efnan Dervişoğ- lu'nun önsözüne giriş yaptığı, "Hırçmdır, delidir de gerçek- ten kara mıdır bu deniz?" so- rusuyla başlıyorum ben de öyküleri okumaya. Sahi adın- dan da bağımsız, neden kara- dır, hırçındır bu Karadeniz bizler için? Gerçi, Dervişoğlu önsözün devamında kendi sorusunu, bir ana edasıyla yanıtlıyor:" ...başka hiçbiryer, böyle uza- ğa düşürmez çocuklannı. Ka- radeniz istemez de gitmeye yazgılıdır birileri... " Çocuğu- na duyduğu hasretle devam ediyor, "Otoyollar yapıldı, tü- neller açıîdı, öfkesini içine at- tı. Yeter ki kalkınsın, iş bul- sundu, bırakıp gitmesindi ço- cuklan... " Ama oyunda dü- şüp yaralanan çocuğuna da kıyamıyor Dervişoğlu: "'Ha uşaklar haV deyip ho- rona duran, tuîumun sesinde dağlara vuran, çabuk öfkelenip çabuk durulan ve nereye giderse gitsin geldiği yeri unutmayan çocukları... " Öyle ya, birile- ri çekip gidecek, başka birileri kazıp de- ğiştirecek; büyütüp geride kalan özleye- cek, öfkelenecek, kararacak ama yine de şefkatli sözcüklerini esirgemeyecek... Hangi kadın, bu yazgıyı içinde besleyip büyütmeden, sorgulamadan durabilir ki? Yazmayı işi bellemiş hangi kadın, yazgısını-derdini kâğıda bulaştırmadan durabilir ki? Sahi, bir kadının yazgısıyla bir coğrafyanın yazgısı benzeşebilir mi? Hep konuşulur, hâlâ konuşulur: Ka- dın edebiyatı yoktur, edebiyatta kadın söylemi-kimliği vardır. Bence de böyle- dir. Kadın yazarlar, tıpkı erkek yazarlar gibi kendi gerçeğinin yolunu talcip ede- rek acısını metinlere akıtır. Bu düzen içinde cinsiyetinin ve cinsiyetçiliğin ona verip aldıklarıyla, çarpıp böldükleriyle donanımlıdır kadın yazarlar. Her kadın- da değişen öznel, kaba anlayışlarla çer- çevesi çizilmiş genel kadınlık halleri üzerinden kalem oynatırlar. Özde yatan ve sözde kabul gören, sözde yüceltilen ve özde reddedilen haller... Böyle yaz- mayı seçmemiş, kalemi bu perspektifte bilenmemiş kadın yazarların metinlerin- de bile kadınlık hallerinin değişik koku- larmı almaz mıyız? Işte, Sel Yayınları'nın istanbul, Anka- ra'dan sonra Karadeniz için bir araya getirdiği öykülerin bir diğer önemli ya- nı, bu coğrafyalan anlamamıza kadın söylemlerinin eşlik etmesi. 23 farklı ba- kışla Karadeniz için sorular sorulması... Her öyküde Karadeniz'i gözleyen bir kadının sorusuyla karşılaşılıyor. Yaşar Seyman, Trabzon için ".. .hep o soruyu sormuşumdur kendime: 'Burada mı ka- lacağım?..'" diye başlıyor öyküsüne. "Koca sevdaları ansızm bırakıp giden Karadeniz kadını her haliyle yaşıyor öykülerde; kimi öyküde anlatıcı oluyor, kimi öyküde de anlatılan. Örneğin Müfide Güzin Anadol, dün- yayı terk edip giden hasta kocalarının yazgılarıyla yazgısı birleşen çilekeş bir kadının ağzından emekçileri anlatıyor. Erendiz Atasü'nün öyküsünden de, "işinden ve içkiden zevk alan ", "nasırlı derilerin içinde, taş, tahta, metal parça- larını incitmeye kıyamayan yumuşak, se- vecen dokunuşlu eîler"\ olan bir Bay- burtlu geçiyor. Zerrin Koç, 1919 Sam- sunu'nda gezdiriyor bizi. "Olümle ara- sında biryastık"olan insanları, "yetmiş yıllıkyoksulluktan gelenleri", "çokça konuşması, gülmesi, düşündüğünü söy- lemesi ayıp " olan kadınları hikâye edi- yor. Kevser Ruhi ise, öyküsünün adına yakışır şekilde "yazgısı kahır... ışıl ışıl- ken sararan, taş kesiîen ", "Değil mi ki kadın doğurandır, sancının her türlüsü- ne hükümlüdür... " diyen Kehribar Ka- dınları konuk ediyor. Semra Özdamar, r———r— j Hp ı •| • ; i Ü • b , N • L I * kadın " olarak anlatıyor ve "Karade- niz'le kavgalı kadının akhna, Karade- niz'in yükünü taşıyan kadınlar gelince; yüreği baharlanır... " cümlesiyle noktayı koyuyor. ACIYITARİF... Çiğdem Sezer, Apışarası Sokak öykü- sünde, öykünün adından başlayarak "nataşalık müessesesini!" tartışıyor ve böylelikle tarif ediyor bölgeyi ama aslın- da bir acıyı. Sevgi Özel de, Sorma Ne Haîdeyim derken nataşalan düşündürü- yor. Bu öykülerle yabancı kadınm nata- şalaştırıldığı, hor görüldüğü bir Karade- niz çıkıyor karşımıza. Müge îplikçi'nin öykü kişisi, "Artık kocası olmasa da am- casının oğlu, amcasının oğlu olmasa da kızîarınm babası"olan Ethem'in hasta- lığı üzerinden, Karadeniz'in başma mu- sallat olan kanser hastalığını anımsatı- yor. kemençenin yol havası eşliğinde, '.. .git- mezse ihanet olacaktı bu. Geçmiş yıîla- ra, Kadırga'ya..."dediği Emine Ni- ne'nin son kez yaylaya çıkışını, son kez horon tepişini anlatıyor. Yağmursuz bir Karadeniz düşünebilir miyiz? Aysel Ozakın'ın öyküsü yağmurla başlıyor: "Yağmur küçük Karadeniz kasabasınm dar, ıssız sokaklarını fısıltılarla dolduru- yordu." Saliha Yadigar'ın öyküsünü ise, "O görkemli dalgalarm, yumuşak bulutla- rın, başı dumanîı dağların, kederli or- manların bir parçasına dönüşebilmek için... * okuyoruz. Esra Odman, babası- nın izini sürmek için Sinop Cezaevi'ne gelen bir kadının gözyaşlarını, incir ko- kusuyla buluşturup ulaştırıyor bize. Si- nop Cezaevi'nde geçen bir öykü de benden: Turizme açılan, "hiçbir şey için zaman olmayan " bir cezaevi, "bakışlan perdesiz, oyuncu " bir çocuk hükümlü; biraz dışardakiler, biraz içerdekiler... Yeşim Ustaoğlu ise, "Birgün birden- bire hiç tanımadığınız, hayadannm akışı kendi ritminde ve anlammda sürüp gi- den insanların mahremiyetlerine girip sonra oradan uzaklaşmak bana hep çok can yakıcı gelmiştir" diyerek içini dök- tüğü bir anı-öykü ile selamlıyor okuru. Kitapta çocuklar, çocukluk izleri de var; Derya Önder'in kendi çocukluğu- nun peşinden giderek yeniden yollara düştüğü Tokat var örneğin. "Bir çocu- ğun anûarma ne kadar güvenebiliriz? " diye soran bir kız çocuğunun gözünden Tokat'ın betimlenişi var. Zeynep Aliye'nin öyküsündeki çocuk ise ilk gençliğe geçişini, evlilik kararını sır arkadaşı mavi balinanın tanıklığıyla anlatıyor. Zeynep Aliye bu sancıyı usta- ca resmediyor. Sevda Yüksel'in öykü ki- şisi de Samsun'daki çocukluğuna, ilk- okul arkadaşı Selçuk aracılığıyla uzatı- yor sözcüklerini: "Ben Selçuk'un yanın- da kalan çocukluğumu çok seviyor- dum." YENİ ANLAMLAR içinde çocukların konuştuğu, koşup oynadığı başka öyküler de var kitapta. Öyle ya, çocuksuz bir Karadeniz müm- kün mü? Her yer, çocuksuz biraz eksik değil mi? Örneğin Fatma N. öyküsün- de, "Habire kız doğurmuşuz, belki bu yüzden olanların hepsi... " diyerek baş- ka türlü bir özet yapıyor. Gülseren En- gin, duvarın önünde oturduğu halde, ı "Denize bakıyoruz... " diyen köylü ka- dına bir cümle daha söyletiyor: "Deniz bazen uslu çocuk gibidir." Böylelikle, balıkçı oğulların ve kocaların kurban verildiği Karadeniz bir çocuğa dönüşü- veriyor, yaramazlık yapmaması için göz- lenen oyuncu bir çocuğa... Dilek Asla- ner'in öyküsünde ise, "Bütün işlerden emekli olunca, insanın zamanı sohbet etmekten ve beklemekten başka bir işe yaramıyor," diyen yaşlı bir adamın ço- cukluğuna selam göndermesini okuyo- ruz. Umran Uygun'un öyküsünde de, "Dünyamızın sınırları mahallenin sınır- larıydı belki... " diyerek mahallesini an- latan bir çocuk var. Öyküden Trabzonlu Rumlar da geçiyor, müteahhit olan eski milletvekilleri de, evde bakılan kartalı vuran albay amcalar da, Amerikalı as- kerler de... Leyla Ruhan Okyay ise "Severdi ya. Denizi de, Nâzım'ı da, insanları da" di- ye tarif ettiği yaşlı balıkçı ile aşkını, Ka- radeniz'in hırçın ama kıymet bilir dalga- larına salıyor. Dilber Saka'nın şarkılarla, türkülerle harmanladığı öyküsünde de dalgalar köpürüyor. Kocasını denize ve- ren bir kadının sözcüklerini, oğlu, gelini ve ölü kocasınınkilerle yan yana getiri- yor. Onlar konuşurken Karadeniz soru- yor ve ağlıyor. Öykülerde, şiirlerde sorulara yanıt bulunmaz elbette. Soruların kendisi bu- lunur. Sordukça düşünce alanları olu- şur, düşündükçe yeni anlamlar üretilir. Anlam, hayatımızı güzeller. Daha da ne istenir ki bir yaşamdan, hele ki bir ki- taptan? • solakogluasli@yahoo.com C U M H U R İ Y E T K İ T A P SAYI 1018 Kadın Öykülerinde Karadeniz/ Sel Yay., Temmuz 2009/179 s. SAYFA 5
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear