28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Y akõn ilişkilerimiz- de sõkça kullandõ- ğõmõz “kendine iyi bak” şeklindeki tüm- celer ruhsuz, vurgusuz ve otomatik bir şekilde ifade edildiğinde yerini bulma- yan anlamsõz, içeriksiz kli- şelere dönüşebilmektedir. Aslõnda kendini tanõ, ken- dini bil, kendine iyi dav- ran, kendin ol, kendi içine yerleş gibi derin felsefi söylemler barõndõrõyor kendine iyi bak tümcesi. Eğitim sistemimiz bire- yin kendi olmasõna olanak tanõmõyor. Bireyin kendi- ne yerleşmesini sağlayacak donanõm kazandõramõyor. Eğitimden anladõğõmõz otoriteye, güce ve statü- koya bağõmlõ kõlmaktõr bi- reyi. Bağõmlõ olmak kul- luktur. Her türlü bağõmlõ- lõk kendinden vazgeçmek demektir. Oysa eğitimin temel işlevi bireyin kendi olmasõna, kendini ortaya koymasõna, kendine yer- leşmesine yardõm etmektir. Kendine yerleşmek de- yiminden ne anlamalõyõz? Kişisel gelişimini eksiksiz, sağlõklõ oluşturmak de- mektir. Kõsaca kalõbõnõn adamõ olmak, düzgün adam olmaktõr. Omurgalõ olmak, dik durmaktõr. İçi dõşõ bir olmak, güzel olup güzel görünmektir. Ken- dini sevmek, kendisiyle barõşõk olmak, kendini onaylayan tutumlar içinde olmak demektir. İğreti du- ruşlar sergilememek, sö- zünün eri olmaktõr. Heykeltõraş yapõtõnõ oluştururken malzemesin- deki fazlalõklarõ atarak es- tetize eder. Bizde bir de- yim vardõr. Eğitimden ye- terince nasibini alamadõğõ için kaba ve ilkel davranõş sergileyen insanlara yon- tulmamõş kişi denir. Ya da aldõğõ eksik eğitimle kendi heykelini oluştura- mamõş kimse. Kendine yerleşebilen birey yaşa- mõnõ bir sanat yapõtõna dönüştürürken zaman için- de kendi heykelini de oluş- turur. Otoritenin korku ve bas- kõsõnõ aşõrõ hissedip onu iç- selleştiren kişi sürekli sa- vunma içinde olacağõn- dan enerjisinin büyük bö- lümünü ona harcar. Öğ- renme yavaşlar. Öğren- meler anlam kaybeder. Öğrenci etkili bir varoluş sergileyemez. İşte tepki- sellik zemini böyle oluş- maktadõr. Tepkisel insan- lar süregeleni ve süreci bozmak isterler. Okullar- daki çatõşmalarõn kayna- ğõnda, başarõsõzlõklarõnõn temelinde bunlarõn yattõ- ğõnõ düşünüyorum. Öz- gürleştirici eğitim insanõn kendi içine yerleşmesini sağlayan eğitimdir. CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 4 ARALIK 2009 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Irkçılık ve Ulusçuluk BRENDOEK, Belçika’nın kuzeyindeki Flaman bölgesinin de kuzeyinde Antwerp yakınlarındaki Nazi Kampı’nın bulunduğu yer. Tek katlı kocaman bir taş bina, ağır demir kapılar. Duvarların dibinde suyla doldurulmuş geniş ve derin bir kanal. Kaçma olasılığı hiç yok. O zindanı gezerken birçok şeyi birlikte düşünmeden edemiyor insan. Her şeyden önce, insanoğlunun insanoğluna çektirdiği akıl almaz eziyeti. İkinci Dünya Savaşı’ndaki Alman işgalinde Musevilerin toplanıp tıkıldığı ve gaz odaları yerine asgari kalorili beslenmeyle ağır işlerde çalıştırılmak üzere tutulduğu bir zindan orası. İlk bakışta, müthiş bir düzen, vaktiyle herhalde tıkır tıkır işletilmiş bir mekanizma. Numaralı koğuşlarda iki katlı ahşap ranzalar, yarım duvarlarla bölünmüş açık helalar, sıralı musluklar... Bazı koğuşların duvarlarında şeytanlık belgeleri: Tutukluların ay ay tartılmış kiloları; aydan aya iki üç kilo azalışı gösteren ve sıfırla biten listeler... Belli ki, ya bir deri bir kemik kalıp oracıkta yakılıyordunuz ya da “optimum” ağırlığa düşürüldüğünüzde bir çalışma kampına gönderilip oralarda ölüyordunuz. Musevilik, Tanrı’nın bütün insanları tek bir halk olarak bütünleştirme tasarımını gerçekleştirmekle görevlendirildiklerine inanan İsrailoğullarının dini olarak doğmuştu. Bu inanç onları ister istemez bir çeşit seçkinlik ırkçılığına yönelttiği için başkalarının ırkçılığından ve yobazlığından çok çektiler. Zindanın bir köşesinde işkence odası: Kolları bacakları bağlanmış insanları tavana çekmek için konan kancalı halatlarıyla ve çeşitli araçlarıyla. Orası, Alman işgaline direnen yeraltı örgütlerindeyken yakalanmış vatanseverlerin kurşuna dizilmeden önce “konuşturulduğu” yer. Onların büyütülmüş resimleri, hayat hikâyeleriyle birlikte, Kamp’ın girişindeki koğuşta sergilenmiş. Ülkenin Fransızca konuşulan bölgesinden öğrenci gruplarını gezdiren hanım öğretmen o kısımda ve uluslarının bağımsızlığı için kendilerini feda etmiş olanların verdiği bir gururla ve yüksek sesle konuşmuştu; işkence odasında ilkokulluların soru yağmuruna tutulunca ne diyeceğini pek bilemedi, utana utana bir şeyler fısıldadı. Bellekleri henüz tertemiz kalmış küçük çocuklara işkence denen insanlık ayıbını anlatmak öylesine zordu ki. Nerede, ne zaman ve nasıl başladığı, ne ölçüde saf olduğu bilinmez bir ırk kavramına ya da aileden aileye, hatta kişiden kişiye değişen bir etnik kimliğe dayalı inançların insanlığı ne gibi vahşetlere sürüklediğini gördükçe ürpermemek mümkün değil. Böylesine sakat inançlara karşı çıkacak bir ulusçuluğun insanları ölümlü değil olumlu ve somut başarılara yönlendirmesidir belki de, o ürpertiyi gidermenin en olumlu çaresi. mumtazsoysal@gmail.com PENCERE Türk mü Dedin?.. İnsanın kendi kendisiyle alay edebilmesi gelişmişlik göstergesidir, bir toplumun yergi oklarını kendisine çevirebilmesi uygarlığını vurgular... Mizahı olmayan ülkenin çekiver kuyruğunu... Salt övgüyle yetinmek küt kafalı ve geri zekâlı olmakla birdir... Türkleri hep övecek miyiz?.. Yergi de gerek.. Anadolu mizahında öyle bir yaratıcılık var ki, kutsal Müslümanlık bile halkın yergisinden kurtulamamış... Yüce Tanrı Alevi-Bektaşi mizahında hicvin diline dolanmış... Çünkü nükte dilinin ucuna geldi mi Anadolu insanı kendini tutamaz... Ne pahasına olursa olsun söyleyeceğini söyler... Son günlerde Türk ve Türklük üzerine çeşitlemeler basın-yayın yaşamında çoğaldı... Allah artırsın... Türklüğe ve Türklere veryansın etmek bir tür entellik sayılıyor; ama, bu saldırılarda yerginin ya da başka deyişle nükte ve mizahın pırıltısı yerine hamakatın kısırlığı çoğu zaman ağır basıyor... Türklere öteden beri düşmanlık Avrupa’da makbul sayılmış, Haçlı Seferleri’nden başlayan düşmanlık saldırıları çeşitli biçimde dile getirilmiş... Daha Türkler kendilerine Türk demeden Avrupalı Türklere söylemediğini bırakmamış; bu alanda kitaplık raflarında ciltler dolusu malzeme var... Bırakın Hıristiyan Avrupalıyı bir yana... Türkleri Müslüman Osmanlı da aşağılamış... Türk’ün Türklüğünü bilip öğrenip benimsemesi şunun şurasında daha yüzyıl bile olmadı... Bu işin başlangıcı hangi yıl?.. Diyelim ki 1910... O yıllarda Türkler birbirlerine soruyorlardı: - Sen kimsin, nesin?.. - Müslümanım!.. - O senin dinin, sen kimsin?.. - Osmanlıyım... Kimsenin “ben Türk’üm’ demeye dili varmıyordu; aklı ve bilinci de yetmiyordu... Şunun şurasında Türklüğümüzü öğreneli daha yüz yıl bile geçmemişken Türklükten bıktık... Yeni kimlik aramaya başladık... Ne maymun iştahlı insanlarız canım... Hem ‘’bir milyon Ermeni’yi, otuz bin Kürt’ü kesen’’ bizler soykırım suçlamasıyla hırpalanıp AB kodamanları tarafından sürekli horlanırken kim Türk olmayı ister?.. Türklük entelimizde aşağılık duygusu.. Halkımızda gurur... Bu ikisi arasında kurulmuş salıncakta kolan vuruyoruz... Haydi hayırlısı.. (3 Ocak 2006 tarihli yazısı) B ugün Siyasal Bilgiler Fakül- tesi’nin kuruluşunun 150. yõl- dönümü. Bütün Türkiye’ye ve Mülkiyelilere kutlu olsun! 4 Aralõk 1859 tarihinde kuru- lan Mülkiye, 150 yõldõr bütün Türkiye’ye ekonomi, siyaset, diplomasi alanõnda seç- kin yönetici kadrolar yetiştiren bir büyük okuldur. Mülkiye devlet yönetiminin sivil, Harbiye ise askeri kadrolarõnõ yetiştirme ile eşdeğer bir anlam kazanmõştõr. Mülkiye marşõ ‘Vatan marşı’ diye de bi- linir. ‘Ey vatan, gözyaşların dinsin, yetiştik çünkü biz’ diye başlar... Biliyorum, “Kemalizm adı konmamış bir apartheid rejimidir. Kemalistler de ‘beyaz õrkçõlar’...” (Zaman, 27 Kasõm 2009) diye yazacak ölçüde şirazeden çõkan bazõ köksüz kozmopolitlerin marş deyince tüyleri diken diken oluyor. Mülkiye vatan demektir Mülkiye, mülk ya da taşõnmaz mal demek değil... Mülkiye ülke demek, vatan demek... Bir kadõn memesine vatanõ satmaya ha- zõr olduklarõnõ söyleyen anarko-nihilistle- re hatõrlatalõm yine de: Vatan yurttan da, ül- keden de öte, daha yüce bir kavramdõr. Sa- yõsõz kuşaklarõn uğruna gözünü kõrpmadan yaşamõnõ verdiği ortak bir tarih, yüce ül- külerdir vatan... Şairin ‘Dur yolcu, bastığın yerleri top- rak diyerek geçme, tanı.../ Düşün altın- da binlerce kefensiz yatanı” dediği yerdir vatan... Vatan, Nâzım Hikmet’in “Karşı yaka memleket / Sana sesleniyorum Var- na’dan, işitiyor musun, Memet, Me- met!” dediği bir deli hasrettir... Vatan memlekettir ve bir başkadõr... Orada hangi kökten, etnik kökenden, hangi mezhepten olursa olsun, etle tõrnak gi- bi kaynaşmõştõr insanlar... Kõvancõ birlikte yaşar, tasayõ birlikte paylaşõrlar... Bir toprak parçasõnõ belki geçici olarak yurt tutabilirsin; ama yüzlerce yõllõk ortak bir tarihin yoksa, yurt tuttuğun, eski deyişle ‘tavattun’ ettiğin yer vatan olmayõ hak et- memiştir henüz... Vatanõn Türkçedeki gibi derin anlamõ olan bir karşõlõğõ yoktur her dilde; arasanõz da ko- lay kolay bulamazsõnõz. Mülkiye, işte öyle eşsiz bir vatanõn yüce okuludur. Mermilerle delik deşikti okulun duvarları... 1961 yõlõnda Mülkiye’ye girdiğimde fa- kültenin duvarlarõ kurşun delikleriyle do- luydu. Bir yõl önce 29 Nisan 1960 günü Men- deres hükümetinin polisleri delik deşik et- mişti okulun duvarlarõnõ... Yaralananlar olmuştu. SBF yönetimi duvarlardaki kur- şun deliklerini kapatmadõ. İnsan derisiyle kaplõ 1791 Fransõz Anayasasõ nasõl Paris’te Carnavalet Müzesi’nde yõllardõr öylece du- ruyorsa, despot bir rejimin domdom kur- şunlarõyla delik deşik ettiği Mülkiye’nin du- varõ da âleme ibret olsun diye öylece kal- malõydõ. Bunun üzerine Başbakan Adnan Men- deres, dekan Fehmi Yavuz’a “O delikler Mülkiye için kara bir lekedir” deyince Profesör Yavuz, Başbakan Menderes’e “Hayır, o kurşun delikleri Mülkiye’nin onurudur” yanõtõnõ verdi. Mülkiye 30 Nisan 1960 günü Menderes hükümetinin emriyle kapatõldõ ve 30 Mayõs 1960 tarihine kadar kapalõ kaldõ. Mülkiye’de bencil çõkarlarõ değil, nefis- ten feragati, özdenetimi, kamu yararõnõ öğrenirsiniz. Mülkiyeli sõradan bir bürokrat değil, üstlendiği görevde halkõn çõkarõnõ sa- vunan idealist bir kaymakamdõr. Monşer de- ğil, ülke çõkarlarõnõ kararlõlõkla savunan bir diplomattõr. Yetimin hakkõ yenmesin diye hortum- culara karşõ kamu hazinesini gözbebeği gi- bi koruyan bir maliye müfettişidir. Mülkiye’de sadece vatanõ değil, dünya- yõ da anlamaya başlarsõnõz. “Vatanım ruy-i zemin, milletim nev-i beşer...” (Vatanõm yeryüzü, milletim in- sanoğlu) diyordu Tevfik Fikret... Mülkiye’de bir ömür boyu hakkaniyetli olmaya, evrensel hakikatin, insanlõğõn yük- sek evrensel ülkülerinin peşinde koşmaya hazõrlanõrsõnõz. Ama bu yüce ülkülerin gereklerini her Mülkiyeli ne ölçüde yerine getirir ve geti- rir mi, o başka... Ülkesinin bağõmsõzlõğõ, halkõnõn özgür- lüğü uğruna büyük bedeller ödedi Mülki- yeli; despot, keyfi yönetimlerden, askeri dar- belerden çok çekti Mülkiye. 12 Mart 1971’de SBF Dekanõ Profesör Mümtaz Soysal, ‘Güzel Huzursuzluk’ ya- zõsõndan ve ‘Anayasaya Giriş’ kitabõndan dolayõ yargõlandõ. 6 yõl 8 ay hapis cezasõ- na çarptõrõldõ. Bir buçuk yõl hapis yattõ. Pro- fesör Sadun Aren hem 1971 hem de 1980 darbesinden sonra uzun süre tutuklu kaldõ. 1983 yõlõnda Rona Aybay, Alparslan Işıklı, Cem Eroğul, Yılmaz Akyüz 1402 sayõlõ sõkõyönetim yasasõ uyarõnca okuldan uzaklaştõrõldõlar. Profesör Cahit Talas keyfi kararlarõ protesto ederek görevden çe- kildi. Ardõndan Profesör Bahri Savcı, Ce- vat Geray ve Kurthan Fişek görevden uzaklaştõrõldõ. Mülkiye çok sayõda yurtsever evladõnõ te- röre kurban verdi. 1990’da Anayasa Hukuku ve Kamu Özgürlükleri hocasõ Profesör Muammer Aksoy, 1999’da Siyaset Bilimi hocasõ Profesör Ahmet Taner Kışlalı kat- ledildi... 1980 öncesinde SBF Öğrenci Derneği Başkanõ Hakan Şenyuva’nõn yanõ sõra, Ha- kan Yurdakuler, Ali Fuat Okan, Şevki Kobal, Mehmet Adil Olcay ve Bahri Gürpınar adlõ genç Mülkiye öğrencileri fa- şist terör çetelerinin kurbanõ oldular. ASALA terörüne kurban giden 41 Türk diplomat arasõnda Konsolos Bahadır De- mir, Paris Büyükelçisi İsmail Erez, Sydney Başkonsolosu Şarık Arıyak, Paris Çalõş- ma Müşaviri Reşat Moralı Mülkiye me- zunudurlar. Mülkiye diye bilinen bir yüksekokul du- rur başkent Ankara’da Cebeci tarafõnda... Seyir defterinde ‘üzgün yurdum, güzel yurdum’ Türkiye’nin siyasal tarihi yazõlõ- dõr... Ve duvarõndaki kurşun delikleri gelip ge- çene hatõrlatõr özgürlüğün bedelini... Dolgun başak eğik durur. Dolu adamlar boynu eğik, boş adamlar kostaklanarak yürür. Bir yerde, külhanbeyleri kostakla- narak yürüyor, küçük insanlarõn gölgeleri uzuyorsa orada güneş batõyor demektir... Kõrk haramilere, her türlü uğrusuna, hor- tumcusuna, yobazõna, yobazlarõn dalka- vuğu alõk hokkabazlara karşõ Mülkiye’yi, Mülkiyeliyi yine çetin görevler bekliyor... Mülkiye sesini yükseltmek, daha aktif ol- mak zorunda... Bugün dolgun başaklarõn, Mülkiyelilerin boynu eğik duruyor... Onlar yetişti, ama vatanõn gözyaşlarõ dinmedi hâlâ! Duvardaki Kurşun Delikleri... Cavlı ÇULFAZ Siyaset Bilimci / 1965 Mülkiye mezunu 4 Aralõk, Mülkiye diye bilinen Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin kuruluşunun 150. yõldönümü. Mülkiye 150 yõldõr bütün Türkiye’ye ekonomi, siyaset, diplomasi alanõnda seçkin yönetici kadrolar yetiştiren bir büyük okul... Mülkiye, mülk ya da taşõnmaz mal demek değil... Mülkiye ülke demek, vatan demek... Kendine Yerleşmek Muzaffer GÜRBOĞA Eğitimci-Yazar
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear