Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Y
akõn ilişkilerimiz-
de sõkça kullandõ-
ğõmõz “kendine
iyi bak” şeklindeki tüm-
celer ruhsuz, vurgusuz ve
otomatik bir şekilde ifade
edildiğinde yerini bulma-
yan anlamsõz, içeriksiz kli-
şelere dönüşebilmektedir.
Aslõnda kendini tanõ, ken-
dini bil, kendine iyi dav-
ran, kendin ol, kendi içine
yerleş gibi derin felsefi
söylemler barõndõrõyor
kendine iyi bak tümcesi.
Eğitim sistemimiz bire-
yin kendi olmasõna olanak
tanõmõyor. Bireyin kendi-
ne yerleşmesini sağlayacak
donanõm kazandõramõyor.
Eğitimden anladõğõmõz
otoriteye, güce ve statü-
koya bağõmlõ kõlmaktõr bi-
reyi. Bağõmlõ olmak kul-
luktur. Her türlü bağõmlõ-
lõk kendinden vazgeçmek
demektir. Oysa eğitimin
temel işlevi bireyin kendi
olmasõna, kendini ortaya
koymasõna, kendine yer-
leşmesine yardõm etmektir.
Kendine yerleşmek de-
yiminden ne anlamalõyõz?
Kişisel gelişimini eksiksiz,
sağlõklõ oluşturmak de-
mektir. Kõsaca kalõbõnõn
adamõ olmak, düzgün
adam olmaktõr. Omurgalõ
olmak, dik durmaktõr. İçi
dõşõ bir olmak, güzel olup
güzel görünmektir. Ken-
dini sevmek, kendisiyle
barõşõk olmak, kendini
onaylayan tutumlar içinde
olmak demektir. İğreti du-
ruşlar sergilememek, sö-
zünün eri olmaktõr.
Heykeltõraş yapõtõnõ
oluştururken malzemesin-
deki fazlalõklarõ atarak es-
tetize eder. Bizde bir de-
yim vardõr. Eğitimden ye-
terince nasibini alamadõğõ
için kaba ve ilkel davranõş
sergileyen insanlara yon-
tulmamõş kişi denir. Ya
da aldõğõ eksik eğitimle
kendi heykelini oluştura-
mamõş kimse. Kendine
yerleşebilen birey yaşa-
mõnõ bir sanat yapõtõna
dönüştürürken zaman için-
de kendi heykelini de oluş-
turur.
Otoritenin korku ve bas-
kõsõnõ aşõrõ hissedip onu iç-
selleştiren kişi sürekli sa-
vunma içinde olacağõn-
dan enerjisinin büyük bö-
lümünü ona harcar. Öğ-
renme yavaşlar. Öğren-
meler anlam kaybeder.
Öğrenci etkili bir varoluş
sergileyemez. İşte tepki-
sellik zemini böyle oluş-
maktadõr. Tepkisel insan-
lar süregeleni ve süreci
bozmak isterler. Okullar-
daki çatõşmalarõn kayna-
ğõnda, başarõsõzlõklarõnõn
temelinde bunlarõn yattõ-
ğõnõ düşünüyorum. Öz-
gürleştirici eğitim insanõn
kendi içine yerleşmesini
sağlayan eğitimdir.
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 4 ARALIK 2009 CUMA
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Irkçılık ve Ulusçuluk
BRENDOEK, Belçika’nın kuzeyindeki Flaman
bölgesinin de kuzeyinde Antwerp yakınlarındaki
Nazi Kampı’nın bulunduğu yer. Tek katlı kocaman
bir taş bina, ağır demir kapılar. Duvarların dibinde
suyla doldurulmuş geniş ve derin bir kanal.
Kaçma olasılığı hiç yok.
O zindanı gezerken birçok şeyi birlikte
düşünmeden edemiyor insan.
Her şeyden önce, insanoğlunun insanoğluna
çektirdiği akıl almaz eziyeti.
İkinci Dünya Savaşı’ndaki Alman işgalinde
Musevilerin toplanıp tıkıldığı ve gaz odaları yerine
asgari kalorili beslenmeyle ağır işlerde
çalıştırılmak üzere tutulduğu bir zindan orası. İlk
bakışta, müthiş bir düzen, vaktiyle herhalde tıkır
tıkır işletilmiş bir mekanizma. Numaralı
koğuşlarda iki katlı ahşap ranzalar, yarım
duvarlarla bölünmüş açık helalar, sıralı
musluklar...
Bazı koğuşların duvarlarında şeytanlık belgeleri:
Tutukluların ay ay tartılmış kiloları; aydan aya iki
üç kilo azalışı gösteren ve sıfırla biten listeler...
Belli ki, ya bir deri bir kemik kalıp oracıkta
yakılıyordunuz ya da “optimum” ağırlığa
düşürüldüğünüzde bir çalışma kampına
gönderilip oralarda ölüyordunuz.
Musevilik, Tanrı’nın bütün insanları tek bir halk
olarak bütünleştirme tasarımını gerçekleştirmekle
görevlendirildiklerine inanan İsrailoğullarının dini
olarak doğmuştu. Bu inanç onları ister istemez bir
çeşit seçkinlik ırkçılığına yönelttiği için
başkalarının ırkçılığından ve yobazlığından çok
çektiler.
Zindanın bir köşesinde işkence odası: Kolları
bacakları bağlanmış insanları tavana çekmek
için konan kancalı halatlarıyla ve çeşitli
araçlarıyla.
Orası, Alman işgaline direnen yeraltı
örgütlerindeyken yakalanmış vatanseverlerin
kurşuna dizilmeden önce “konuşturulduğu” yer.
Onların büyütülmüş resimleri, hayat hikâyeleriyle
birlikte, Kamp’ın girişindeki koğuşta sergilenmiş.
Ülkenin Fransızca konuşulan bölgesinden öğrenci
gruplarını gezdiren hanım öğretmen o kısımda ve
uluslarının bağımsızlığı için kendilerini feda etmiş
olanların verdiği bir gururla ve yüksek sesle
konuşmuştu; işkence odasında ilkokulluların soru
yağmuruna tutulunca ne diyeceğini pek bilemedi,
utana utana bir şeyler fısıldadı. Bellekleri henüz
tertemiz kalmış küçük çocuklara işkence denen
insanlık ayıbını anlatmak öylesine zordu ki.
Nerede, ne zaman ve nasıl başladığı, ne ölçüde
saf olduğu bilinmez bir ırk kavramına ya da
aileden aileye, hatta kişiden kişiye değişen bir
etnik kimliğe dayalı inançların insanlığı ne gibi
vahşetlere sürüklediğini gördükçe ürpermemek
mümkün değil. Böylesine sakat inançlara karşı
çıkacak bir ulusçuluğun insanları ölümlü değil
olumlu ve somut başarılara yönlendirmesidir belki
de, o ürpertiyi gidermenin en olumlu çaresi.
mumtazsoysal@gmail.com
PENCERE
Türk mü Dedin?..
İnsanın kendi kendisiyle alay edebilmesi
gelişmişlik göstergesidir, bir toplumun yergi
oklarını kendisine çevirebilmesi uygarlığını
vurgular...
Mizahı olmayan ülkenin çekiver kuyruğunu...
Salt övgüyle yetinmek küt kafalı ve geri
zekâlı olmakla birdir...
Türkleri hep övecek miyiz?..
Yergi de gerek..
Anadolu mizahında öyle bir yaratıcılık var ki,
kutsal Müslümanlık bile halkın yergisinden
kurtulamamış...
Yüce Tanrı Alevi-Bektaşi mizahında hicvin
diline dolanmış...
Çünkü nükte dilinin ucuna geldi mi Anadolu
insanı kendini tutamaz...
Ne pahasına olursa olsun söyleyeceğini
söyler...
Son günlerde Türk ve Türklük üzerine
çeşitlemeler basın-yayın yaşamında çoğaldı...
Allah artırsın...
Türklüğe ve Türklere veryansın etmek bir tür
entellik sayılıyor; ama, bu saldırılarda yerginin
ya da başka deyişle nükte ve mizahın pırıltısı
yerine hamakatın kısırlığı çoğu zaman ağır
basıyor...
Türklere öteden beri düşmanlık Avrupa’da
makbul sayılmış, Haçlı Seferleri’nden başlayan
düşmanlık saldırıları çeşitli biçimde dile
getirilmiş...
Daha Türkler kendilerine Türk demeden
Avrupalı Türklere söylemediğini bırakmamış;
bu alanda kitaplık raflarında ciltler dolusu
malzeme var...
Bırakın Hıristiyan Avrupalıyı bir yana...
Türkleri Müslüman Osmanlı da aşağılamış...
Türk’ün Türklüğünü bilip öğrenip
benimsemesi şunun şurasında daha yüzyıl bile
olmadı...
Bu işin başlangıcı hangi yıl?..
Diyelim ki 1910...
O yıllarda Türkler birbirlerine soruyorlardı:
- Sen kimsin, nesin?..
- Müslümanım!..
- O senin dinin, sen kimsin?..
- Osmanlıyım...
Kimsenin “ben Türk’üm’ demeye dili
varmıyordu; aklı ve bilinci de yetmiyordu...
Şunun şurasında Türklüğümüzü öğreneli
daha yüz yıl bile geçmemişken Türklükten
bıktık...
Yeni kimlik aramaya başladık...
Ne maymun iştahlı insanlarız canım...
Hem ‘’bir milyon Ermeni’yi, otuz bin Kürt’ü
kesen’’ bizler soykırım suçlamasıyla hırpalanıp
AB kodamanları tarafından sürekli horlanırken
kim Türk olmayı ister?..
Türklük entelimizde aşağılık duygusu..
Halkımızda gurur...
Bu ikisi arasında kurulmuş salıncakta kolan
vuruyoruz...
Haydi hayırlısı..
(3 Ocak 2006 tarihli yazısı)
B
ugün Siyasal Bilgiler Fakül-
tesi’nin kuruluşunun 150. yõl-
dönümü. Bütün Türkiye’ye ve
Mülkiyelilere kutlu olsun!
4 Aralõk 1859 tarihinde kuru-
lan Mülkiye, 150 yõldõr bütün Türkiye’ye
ekonomi, siyaset, diplomasi alanõnda seç-
kin yönetici kadrolar yetiştiren bir büyük
okuldur. Mülkiye devlet yönetiminin sivil,
Harbiye ise askeri kadrolarõnõ yetiştirme ile
eşdeğer bir anlam kazanmõştõr.
Mülkiye marşõ ‘Vatan marşı’ diye de bi-
linir.
‘Ey vatan, gözyaşların dinsin, yetiştik
çünkü biz’ diye başlar...
Biliyorum, “Kemalizm adı konmamış
bir apartheid rejimidir. Kemalistler de
‘beyaz õrkçõlar’...” (Zaman, 27 Kasõm
2009) diye yazacak ölçüde şirazeden çõkan
bazõ köksüz kozmopolitlerin marş deyince
tüyleri diken diken oluyor.
Mülkiye vatan demektir
Mülkiye, mülk ya da taşõnmaz mal demek
değil... Mülkiye ülke demek, vatan demek...
Bir kadõn memesine vatanõ satmaya ha-
zõr olduklarõnõ söyleyen anarko-nihilistle-
re hatõrlatalõm yine de: Vatan yurttan da, ül-
keden de öte, daha yüce bir kavramdõr. Sa-
yõsõz kuşaklarõn uğruna gözünü kõrpmadan
yaşamõnõ verdiği ortak bir tarih, yüce ül-
külerdir vatan...
Şairin ‘Dur yolcu, bastığın yerleri top-
rak diyerek geçme, tanı.../ Düşün altın-
da binlerce kefensiz yatanı” dediği yerdir
vatan...
Vatan, Nâzım Hikmet’in “Karşı yaka
memleket / Sana sesleniyorum Var-
na’dan, işitiyor musun, Memet, Me-
met!” dediği bir deli hasrettir... Vatan
memlekettir ve bir başkadõr...
Orada hangi kökten, etnik kökenden,
hangi mezhepten olursa olsun, etle tõrnak gi-
bi kaynaşmõştõr insanlar... Kõvancõ birlikte
yaşar, tasayõ birlikte paylaşõrlar...
Bir toprak parçasõnõ belki geçici olarak
yurt tutabilirsin; ama yüzlerce yõllõk ortak
bir tarihin yoksa, yurt tuttuğun, eski deyişle
‘tavattun’ ettiğin yer vatan olmayõ hak et-
memiştir henüz...
Vatanõn Türkçedeki gibi derin anlamõ olan
bir karşõlõğõ yoktur her dilde; arasanõz da ko-
lay kolay bulamazsõnõz.
Mülkiye, işte öyle eşsiz bir vatanõn yüce
okuludur.
Mermilerle delik
deşikti okulun duvarları...
1961 yõlõnda Mülkiye’ye girdiğimde fa-
kültenin duvarlarõ kurşun delikleriyle do-
luydu.
Bir yõl önce 29 Nisan 1960 günü Men-
deres hükümetinin polisleri delik deşik et-
mişti okulun duvarlarõnõ... Yaralananlar
olmuştu. SBF yönetimi duvarlardaki kur-
şun deliklerini kapatmadõ. İnsan derisiyle
kaplõ 1791 Fransõz Anayasasõ nasõl Paris’te
Carnavalet Müzesi’nde yõllardõr öylece du-
ruyorsa, despot bir rejimin domdom kur-
şunlarõyla delik deşik ettiği Mülkiye’nin du-
varõ da âleme ibret olsun diye öylece kal-
malõydõ.
Bunun üzerine Başbakan Adnan Men-
deres, dekan Fehmi Yavuz’a “O delikler
Mülkiye için kara bir lekedir” deyince
Profesör Yavuz, Başbakan Menderes’e
“Hayır, o kurşun delikleri Mülkiye’nin
onurudur” yanõtõnõ verdi.
Mülkiye 30 Nisan 1960 günü Menderes
hükümetinin emriyle kapatõldõ ve 30 Mayõs
1960 tarihine kadar kapalõ kaldõ.
Mülkiye’de bencil çõkarlarõ değil, nefis-
ten feragati, özdenetimi, kamu yararõnõ
öğrenirsiniz. Mülkiyeli sõradan bir bürokrat
değil, üstlendiği görevde halkõn çõkarõnõ sa-
vunan idealist bir kaymakamdõr. Monşer de-
ğil, ülke çõkarlarõnõ kararlõlõkla savunan bir
diplomattõr.
Yetimin hakkõ yenmesin diye hortum-
culara karşõ kamu hazinesini gözbebeği gi-
bi koruyan bir maliye müfettişidir.
Mülkiye’de sadece vatanõ değil, dünya-
yõ da anlamaya başlarsõnõz.
“Vatanım ruy-i zemin, milletim nev-i
beşer...” (Vatanõm yeryüzü, milletim in-
sanoğlu) diyordu Tevfik Fikret...
Mülkiye’de bir ömür boyu hakkaniyetli
olmaya, evrensel hakikatin, insanlõğõn yük-
sek evrensel ülkülerinin peşinde koşmaya
hazõrlanõrsõnõz.
Ama bu yüce ülkülerin gereklerini her
Mülkiyeli ne ölçüde yerine getirir ve geti-
rir mi, o başka...
Ülkesinin bağõmsõzlõğõ, halkõnõn özgür-
lüğü uğruna büyük bedeller ödedi Mülki-
yeli; despot, keyfi yönetimlerden, askeri dar-
belerden çok çekti Mülkiye.
12 Mart 1971’de SBF Dekanõ Profesör
Mümtaz Soysal, ‘Güzel Huzursuzluk’ ya-
zõsõndan ve ‘Anayasaya Giriş’ kitabõndan
dolayõ yargõlandõ. 6 yõl 8 ay hapis cezasõ-
na çarptõrõldõ. Bir buçuk yõl hapis yattõ. Pro-
fesör Sadun Aren hem 1971 hem de 1980
darbesinden sonra uzun süre tutuklu kaldõ.
1983 yõlõnda Rona Aybay, Alparslan
Işıklı, Cem Eroğul, Yılmaz Akyüz 1402
sayõlõ sõkõyönetim yasasõ uyarõnca okuldan
uzaklaştõrõldõlar. Profesör Cahit Talas
keyfi kararlarõ protesto ederek görevden çe-
kildi. Ardõndan Profesör Bahri Savcı, Ce-
vat Geray ve Kurthan Fişek görevden
uzaklaştõrõldõ.
Mülkiye çok sayõda yurtsever evladõnõ te-
röre kurban verdi. 1990’da Anayasa Hukuku
ve Kamu Özgürlükleri hocasõ Profesör
Muammer Aksoy, 1999’da Siyaset Bilimi
hocasõ Profesör Ahmet Taner Kışlalı kat-
ledildi...
1980 öncesinde SBF Öğrenci Derneği
Başkanõ Hakan Şenyuva’nõn yanõ sõra, Ha-
kan Yurdakuler, Ali Fuat Okan, Şevki
Kobal, Mehmet Adil Olcay ve Bahri
Gürpınar adlõ genç Mülkiye öğrencileri fa-
şist terör çetelerinin kurbanõ oldular.
ASALA terörüne kurban giden 41 Türk
diplomat arasõnda Konsolos Bahadır De-
mir, Paris Büyükelçisi İsmail Erez, Sydney
Başkonsolosu Şarık Arıyak, Paris Çalõş-
ma Müşaviri Reşat Moralı Mülkiye me-
zunudurlar.
Mülkiye diye bilinen bir yüksekokul du-
rur başkent Ankara’da Cebeci tarafõnda...
Seyir defterinde ‘üzgün yurdum, güzel
yurdum’ Türkiye’nin siyasal tarihi yazõlõ-
dõr...
Ve duvarõndaki kurşun delikleri gelip ge-
çene hatõrlatõr özgürlüğün bedelini...
Dolgun başak eğik durur. Dolu adamlar
boynu eğik, boş adamlar kostaklanarak
yürür. Bir yerde, külhanbeyleri kostakla-
narak yürüyor, küçük insanlarõn gölgeleri
uzuyorsa orada güneş batõyor demektir...
Kõrk haramilere, her türlü uğrusuna, hor-
tumcusuna, yobazõna, yobazlarõn dalka-
vuğu alõk hokkabazlara karşõ Mülkiye’yi,
Mülkiyeliyi yine çetin görevler bekliyor...
Mülkiye sesini yükseltmek, daha aktif ol-
mak zorunda...
Bugün dolgun başaklarõn, Mülkiyelilerin
boynu eğik duruyor...
Onlar yetişti, ama vatanõn gözyaşlarõ
dinmedi hâlâ!
Duvardaki Kurşun Delikleri...
Cavlı ÇULFAZ Siyaset Bilimci / 1965 Mülkiye mezunu
4 Aralõk, Mülkiye diye bilinen Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin kuruluşunun
150. yõldönümü. Mülkiye 150 yõldõr bütün Türkiye’ye ekonomi, siyaset,
diplomasi alanõnda seçkin yönetici kadrolar yetiştiren bir büyük okul...
Mülkiye, mülk ya da taşõnmaz mal demek değil... Mülkiye ülke demek,
vatan demek...
Kendine Yerleşmek
Muzaffer GÜRBOĞA Eğitimci-Yazar