18 Aralık 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 11NİSAN1991 Hlenıur Sendikalam Mühürleııemez Yönetsel yetkililer, memurların sendikalaşmasını engelleyen doğrudan ya da dolaylı hiçbir iç hukuk kuralının bulunrnaması karşısında, son çare olarak Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu'na başvurdular. Prof.Dr. MESUT GÜLMEZ TODAlE Öğretim Üyesi Memur sendikacılığı, ancak çeyrek yüzyıllık geçmişi olan çok yeni bir olgudur ülkemizde. Kaldı ki, sendika hakkını 'çalışanlar* için gü- venceye alan 1961 Anayasası'nın gereği olarak 1965'te çıkanlan 624 sayılı yasayla başlatılan bu olguyu gerçek bir sendikacıhk saymak da olanaksızdır. Çünkü 'kendiliğindenci bir uygulama' deneyimini izlemeyen 624 sendika- cılığı, memurların emeğini satarak elde ettiği ücretle geçimini sa|layan emekçiler olarak Mşveren-devlet'e karşı ekonomik ve toplumsal çıkarlarını korumalarına ve geliştirmelerine olanak verecek temel araçlardan yoksundur. Hazırlayanların da 'çok masum' bir yasa ol- dufunu açık yüreklilikle vurguladığı 624, salt yönetime yardımcı olması, onunla işbirliği yapması, ama 'mücadele'yi aklının ucundan bile geçirmemesi istenen örgütler olarak dü- şünmüştü memur sendikalannı(*). Ancak, bu- gün de süren anti-katılımcı geleneksel yönet- sel anlayış, tek yanlı karar ayncalık ve yetki- sini en geri düzeyde bile memurlar ve sendi- kalarıyla paylaşmaya yanaşmamıştır. Bu çerçevede bile yaşatılmasına olanak ve- riJmeyen memur sendikaları, 1971 anayasa de- ğişikliği sonrasındaki dernekçilik deneyiminin ardından, dünyada memuru sendikasız olan ülke sayısının neredeyse bir elin parmaklarıy- la eşitlendiği 1990 yılında yeniden kuruldu. Ancak bu kez, sendikal ve toplumsal tarihi- mizdeki genel çizginin dışmda, hukuk uygu- lamayı getirmemiş; tersine ve alışılmadık bi- çimde, uygulama hukuku (daha doğrusu ulu- sal hukuku) öncelemiştir. îşte memur sendi- ——— kaalığınm yadırganmasınm ona karşı çıkılma- Keyfl uygulama sının ve olmadık gerekçelere başvurularak en- geilemesinin temelinde bu olgu vardır. "şikâyet" haklanru nasıl tanımladığmı görmek gerekir. 21. madde devlet memurlarına, "ku- rumlarıyla ilgili resmi ve şahsi işlerinden dolayı" müracaat hakkı, "amirleri veya ku- rumları tarafından kendilerine uygulanan idari eylem ve işlemlerden dolayı" da şikâyet ve dava hakkı tanımıştır. Bu haklar, anayasal dilekçe ve dava haklarının memurlar için de aynca yi- nelenmesine duyulan gereksinmeden ötürü 657'ye konulmuştur. Yasal tanımı aktarılan bi- çimde yapılan müracaat ve şikâyet haklannın, memurların ortak ekonomik ve toplumsal çı- karlarırun geliştirilmesini amaçlayan sendikal hakla ilgilendirilemeyeceğini ve birden fazla memurca toplu olarak kullanılmasının, bu haklann niteliğini değiştirmeyeceğini anlamak için hukukçu ya da uzman olmaya gerek yok- tur. Yönetsel yetkililerin, c. savcüığının memur- ların sendika kurmasının kamu adına kovuş- turulması gereken bir suç olmadığına karar vermesine karşın, 657 sayılı yasanın kimi ku- raJlanru zorlayarak yaratöğı yasal dayanaktan yoksun bu gerekçelerden biri, anılan yasanın "toplu eylem ve hareketlerde bulunma yasağı" başlıklı 26. maddesidir. Maddenin memurla- rın sendika hakkı yönünden bir engel olduğu ileri sürülen "toplu müracaat ve şikâyet" ya- sağıyla ilgili cümlesi aynen şöyledir: "Bu ka- nunun 21. maddesi ile hükme bağlanan hak- kın kullarulmasında birden fazla devlet memu- runun toplu olarak söz ve yazı ile müracaat- ları ve şikâyetleri yasaktır." Yasaklanan toplu müracaat ve şikâyetin sendika hakkmın kul- lanılmasıyla bir ilgisi bulunup bulunmadığı- nı saptamak için, yasanın önce "müracaat" ve Yönetsel yetkililer, memurların sendikalaş- masını engelleyen doğrudan ya da dolayh hiç- bir iç hukuk kuralının bulunmaması karşısın- da, son çare olarak Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu'na başvurdular. Görev yerini değiştir- me, soruşturma açma ve açığa alma gibi gele- neksel baskı önlemleriyle sendikalaşmanın gj- derek yaygınlaşmasının önünü alamayacakla- rını görunce, tüzel kişiliği olan sendikaları ve yargının genel kurulunu yapma dışında tüm etkinliklerini sürdürmesine karar verdiği bir sendikanın temsilciliklerini bu yasaya dayana- rak mühüriettiler. Sendika genel merkezleri ve temsilcilik binalan, "otel, gazino, kahve, işçi yerleri, bar, tiyatro, sinema, hamam ve plaj gi- bi umuma mahsus isürahat ve eğlence yerleri" midir ki, açılması izne bağlı olsun ve izinsiz açıldığı gerekçesiyle de polisçe kapatılabilsin? Bu tutumun, insan haklan alamndaki kimi sı- nırlı gelişmelerin sürekli biçimde dile getiril- mesiyle bağdaştınlabilmesine olanak var mı- dır? İç hukuka da aykırı olan bu keyfi uygu- lamanın, anayasal değer taşıdığı bilinen, ana- yasa uyarınca yasama, yürütme ve yargı or- ganları gibi yönetsel yetkilileri de bağlayan ve sendika hakkını memurlar için de güvenceye alan İnsan Haklan Avrupa Sözleşmesi ile 98 sayılı ILO sözleşmesi karşısında savunulma- sı, sendikaların ancak yargı karanyla kapatıl- masını ya da etkinliklerinin askıya alınması- nı öngören uluslararası ilkelerle bağdaştırılma- sı olanaklı mıdır? Memur sendikacılığının tarihi, bir gün ya- zıldığında, sanıyorum şu iki saptama yapıla- caktır: Öncülüğünü öğretmenlerin yaptığı me- murlar, toplumsal ve sendikal tarihimizde ör- neğin hemen hiç rastlanmayan bir biçimde, ül- kemizin onaylayıp iç hukukuyla bütünleştir- diği uluslararası sözleşmelere dayanarak sen- dikalaşmış ve bir insan hakkını yaratmıştır. Ancak, yüz elli yıllık katı yasacı geleneğe bağü olan ve insan haklarını dillerinden düşürme- yen yönetenler ve yönetsel yetkililer, bir insan hakkını kullanan memurları "suçlu" olarak görebilmiş ve sonunda, ilgili yasada da daya- nağı bulunmayan sendikaların kapısını mii- hürlemeye değin varabilen önlemlere başvu- rarak, sendikal haklar alamndaki geleneksel yasakçı ve baskıcı anlayışı sergilemişlerdir. Yargı organlarımızın, memur sendikacılığı tarihçilerine bir üçüncü saptamada bulunma olanağı vermek üzere, anayasa gereği doğru- dan doğruya uygulamakla ve kurallarına uy- makla yükümlü oldukları onaylanmış ulusla- rarası sözleşmelerin güvenceye aldığı sendika hakkına yönelik saldırıları hukuka aykın bu- larak, kendiliğinden kullanılabilir nitelik ta- şıyan bir insan hakkının yaratılmasına destek ve katkı sağlayacağına; böylece de "insan hak- lanna saygılı, demokratik ve sosyal hukuk devleti" üzerindeki "miihür ayıbı"na son ve- receğine içtenlikle inanıyoruz. EVET/HAYIR OKTAYAKBAL Otyam'ın Samandağ'ı... Fikret Otyam gide gide nereye vardı? Antalya'nın Gazipa- şa ilçesine. Yıllardır bu güzel yurt köşesinde. Gazeteciliğin nice başarılarını arkada bıraktı. Ama yazarlığı ve ressamlığı sürüyor. Kitaplar yayınlanıyor, resim sergileri açılıyor. Kent- lerin uzağında yaşamak Otyam'a, daha doğrusu Otyam'la- ra daha çok çalışmak, yaratmak, üretmek olanağını sağla- maktadır. Victor Hugo'nun "Kentten uzakta, kentin gürültüsünden uzakta beni bulun beni bulun" seslenişini hangimiz özlem- le ta içimizde duymamışızdır? Hep isteriz bir güzel yörede yaşantımızı geçirmeyi, kendi dünyamızda yıllardır, yaratma- yı düşlediğimiz ışlerı gerçekleştirmeyi. Otyam, Ankara'da TBMM'de muhabirliği, ustalıklı röportajcılığı gibi uğraşlan bı- rakıp Gazipaşa'da kendini resme adamakla hepimize güzel bir özveri, açıkçası sanata, sanatına bağlılık örneği verdi. Yeni kitabını bir solukta okudum: "Ey Samandağ Samandağ" (Gerçek Sanat Yayınları). Hatay'ın Suriye sını- rındakı bu uzak ilçesine bir kez ben de gitmiştim. Geceyarı- sı vardık, deniz kıyısında bir yere indik. llk bakışta geri kal- mış bir yöre izlenimi veriyordu. Kitap imzalayacaktık Çetin- kaya, Başlangıç ve Ekmekçi ile birlikte. Böyle yerde kım ki- tap alırdt? Boşuna geldik diye düşünmüstürn ogece Ertesi gün krtabevine gittiğimizde önemli bir kalabalıkla karşılaş- tım. Büiün krtaplar satıldı, imzalatıld». Samandağ'da yazınş saygılı ne kadar çok insan varmış! İki gün boyunca konuş- malarla, görüşmelerle, tartışmalarla Samandağ'ın uygarlık düzeyinin çok üstünde bir yer olduğunu görmüştüm. Otyam, "Ey Samandağ Samandağ"ında önce tarihsel du- rumunu anlatıyor. 1516'da Osmanlı topraklarına katılmış. 1918'de Fransızların eline geçmiş. Ama 1938'de halkoylama- sıyla Samandağlılar Türkiye'ye katılma kararı almışlar. Suri- ye sınırına 15 kilometre yakınlıktaki bu kasaba o gün bugün Türkiye'nin bir parçasıdır. Ben de fark etmiştim Samandağ- lıların Atatürk'e sevgilerini... Otyam da bunu görunce sormuş Belediye Başkanı Ganim Canpolat'a "Bu Atatürk sevgisi ne- reden kaynaklanıyor?" Canpolat şu yanıtı vermiş: "Şimdi bu toplum öyle bir yerden kaçmış, Alevi toplumu yani öyle bir yere sığınmış ki, demokrasiye ve insan hakları- na susamış, ezılmekten, katliamdan bıkmış ve Atatürk'ün de- mokratik kurallarını ve anayasa haklarını Kur'anı Kerim'den de daha önemli saymış. Alevi kesimi sadece aydınları değil okumuşuyla okumamışıyla, kadınıyla kızıyla, genciyle ih- tiyanyta Atatürk'ü peygamberden ziyade, demokrasiyi ve ana- yasayı Kur'an'dan fazla sever ve tutar. Yani bizim Atatürk sev- gisi demokrasi aşkımızdan, ezilmişliğimizden. katliamlardan zor kurtulmamızdan geliyor ve bunlan Atatürk sağlamıştır. Bu- nun için her zaman ileriye dönük, demokrasiden yana, bir tavır vardır bu toplumun içinde. Karşımızda da bunun tam tersini isteyen bir kesim." İşte Samandağlı insanlar böyle konuşuyorlar? Fikret Ot- yam da söyle yazmış: "Şimdi bütün bunlar bir suç ise ilgili bakanlar, bakmayan- lar, polisler, jandarmalar, savcılar ve yargıçlar sözüm sizedir, hiçbir baskı ve şiddet görmeden, insanlık ve yasadışı hiçbir uygulama görmeden itiraf ediyorum, ben suçluyum." Samandağ insanları çok acılar çekmiş. Otyam bir bir ya- zıyor hepsini. Otyam kitabının ikinci bölümünü Fırat'ın öyküsüne ayırmış: "Yedi Küpeli Gelin." Otyam, 33 yıldır Güneydoğu'yu yazar, insanları, sorunlan, bugünü, geleceği ile... Güneydoğu ve do- ğu topraklarına kaç kez gittığini anımsayamıyor!.. Otyam, GAP'ın habercisidir, hatta kurucusudur desem yanlış olmaz! Güneydoğu'nun kıraçlığını yenecek bütün bu barajların öv- güsünü yapmıştır. GAP gerçekleşince Otyam'ın adını bu pro- jenin bir köşesine yazsınlar isterim. New York'taydık otuz yıl önce. Greenwich Village'ın bir ga- lerisinde bir Anadolu kızı portresi hâlâ durur mu bilmem? Ot- yam'ın karlı bir geceyarısı yarattığı o güzel tablo, o tablodaki Anadolu kızı... Yazıları, resimleri, yarattıklanyla mutlu bir sanat adamı olan dostuma nice başarılı yapıtlar dileyerek... Artık Yetmez mi? TÜM İNSAN HAKLARI SAVUNUCULARI GENEL AF İÇİN BİRLİKTE MÜCADELEYE CEZALARIN ERTELENMESİ ÇÖZÜM DEĞİLDİR. Çözum; yeni haksızlıklar ve eşitsizlikler yaratmadan tüm cezaevlerinin boşaltılmasıdır. Ve olağanüstü yargılamaları tüm sonuçlarıyla ortadan kaldıracak. GENEL AF'tır. İNSAN HAKLARI DERNEĞİ İSTANBUL Şair-sinemacı ORHON MURAT ARIBURNU'nu ölümünün 2. yılında sevgiyle aruyoruz. HÜSEYtV ALEMDAR ve DOSTL4RI Din, hiç kuşkusuz her insanın özel bir duygusudur ve buna herkesin sonuna kadar saygı duyması gerekir. Ama dine saygı ile medrese eğitimini de karıştıramayız. Prof. Dr. AYSEL EKŞİ Psikiyatrist Son günlerde gazetelerden oğreniyoruz ki sekiz yıllık zorunlu temel öğretim esası en sonunda uygulamaya konulmak üzeredir; fakat bu arada Milli Eğitim Bakanhğı, Di- yanet Jşleri Başkanlığı'run denetimindeki üç yıllık Kuran kurslarına genel kültür dersle- ri koyduracak ve böylece kurslarda orta okula denklik sağlayacaktır. Kısaca önü- müzdeki dönemde zorunlu eğitimin son uç yılı, Kuran kursları ile birlikte verilerek beş binden fazla sayıdaki Kuran kurslarının me- zunlarına ortaokul diploması sağlanmış olacaktır. Bu girişimin, Öğretim Birliği Yasası'na uygun olmayan yönlerinin tartışmasını eği- timcilere ve hukukçulara bırakarak ben bu- rada konuya iki açıdan yaklaşmak gereğini duyuyorum. Bunlann birincisi, gence veril- meye çalışılan katı din eğitimi ile birlikte bi- limsel düşünmenin genç beyinlerde ve kişi- lik gelişiminde yarattığı karmasa, ikincisi uzak ve yakın gelecekte ülkemizin öncelik- le hangi dallarda eğitilmişinsan giicune fe£-* reksinimi olacağı noktasıdır. ^. Yıllardır üniversiteli gençlerle yaptığıraız araştırmalar, Kuran kurslarında ve imam hatip liselerinde yetişip üniversiteye giren öğrencilerin değer yargılarının, yaşam biçi- mi ve yaşam görüslerinin, birkaç istisna dı- şında, tüm öbür lise ve benzeri okullardan farklı geliştiğini göstermektedir. Çünkü bi- lindiği gibi tslam eğitimi, "tslamiyetin bü- tunü ile bir yaşam biçimi olarak kabul edilmesini" buyurur, onların sadece dinin buyurduğu konulara inanmalannı ve bun- lan gönüllerinde kabul etmelerini yeterli bulmaz; dinin kurallannı tartışmadan be- nimsemelerini, ona uygun düşünmelerini ve öyle yaşamalannı ister. Nitekim çocukluk yaşından itibaren uygulanan katı dinsel eği- tim, kimi gençlerin dinden tamamen uzak- laşıp ateist olmalarına yol açmakla birlik- te, büyük çoğunluğunun kişiliklerine ve dü- şünme biçimlerine katı biçim vermiştir. Milli Eğitim Bakanı Sayın Avni Akyol- un şu sözleri şubat 1990 tarihli "3. Milli Eği- tim Şûrası Açış ve Kapanış Konuşmalan" adlı kitapcığın 12 ve 28. sayfalanndan alın- mıştır: "Milli eğitim politikamızın temeli, çeşitli vesilelerle belirttiğimiz gibi her şey- den önce akla - bilime - fenne ve mantıga da>~alı olacaktır." Oysa sayın bakanırruz da bizler de çok iyi biliriz ki din bir duygudur, dogmadır, neden-niçin sorularına dinde bir yanıt aranmaz, neden sonuç ilişkisi kuru- lamaz, kısaca dinin akla - bilime - fenne ve mantığa dayalı olabilmesi olanaksızdır. Gence aynı anda verilmeye çalışılan katı dinsel eğitim ile bilimsel düşünme, genç be- yinlerde çelişki yaratır, kavram kargaşası ya- ratır. Bu nedenle imam hatip lisesini biti- rip tıp okumaya gelen pırıl pırıl gençlerde din ile bilim çatışmalannı çok açık bir bi- çimde görürüz, tıp öğrencisi Darwin kura- mını kabul etmek istemez. Hiç kuşkusuz bu çelişkiyi çözme sıkıntısını uzun yıllar bu gençlerimiz çekmektedir. > Geleljm ikinci konuya... Şimdi birlikte düşünelim. Biz Türk vatandaşlan, yakın ve uzak gelecekte, ülkemizde hangi dallarda yetişmiş insan gücüne gereksinim duyula- cağuu düşünüriiz? Yükseköğretim istatistik- lerine göre 1989-1990 yılında Türkiye'de tüm üniversitelerimizin ilahiyat fakültelerinde- ki öğrenci sayısı 6180 3 dir, bir yıl önceki me- zun sayısı da 1415'tir. Bu sayılann anlamı nedir? Bunu Türkiye'nin gereksinimi olduğunu varsayacağımız başka dallarla karşılaştıra- rak daha iyi değerlendirebiliriz. Eğer tarihi hazinelerimizin varlığını ve ülkenin gelece- ği açısından arkeolojinin bu ülke için önem- li olabileceğini göz önüne alıyorsak, istatis- tikler bize 1989-1990 yılında arkeoloji da- Unda Türkiye'de toplam 514 oğrencinin oku- makta olduğunu gösterir, ilahiyat fakültesi öğrenci sayısı bunun tam 13 kat fazlasıdır. Eğer Türkiye'nin geleceğinde turizm ve iş- letmecilik eğitiminin rolünün önemine ina- nıyorsak, bu daldaki öğrenci sayısının 3067 olduğunu görürüz. Yani ilahiyatta okuyan öğrenci sayısı, turizm ve işletmecilik eğiti- mi görenlerin iki katından fazladır. Hem- şirelik yüksekokulundaki öğrenci sayısı 1945'tir, yani ilahiyatta okuyanlar hemşire- lik yapacaklann üç katından fazladır. TürH- ye için ormancılık önemli ise bilmemiz ge- rekir ki aynı yılda ilahiyat fakültesinde oku- yanlar, ormancılık dalındaki öğrenci sayı- sının üç katından fazladır. Bilgisayar mü- hendisliğinde Türkiye üniversitelerinde 1996 öğrenci okumaktadır. Demek ki ilahiyat fa- kültesi öğrenci sayısı bunun üç katından fazladır. Aynı yılda tüm Türkiye'Je 4529 diş hekimliği ve 4560 veteriner hekimliği öğren- cisi okumaktadır ki bu sayılar da ilahiyat fakültelerinde okuyanlardan azdır. Öğrencilerle ilgili bu tabloya şimdi bir de bazı dallardaki öğretim elemanlarını (kar- şılaştırarak) ekleyelim. 1989-1990 yılı yük- ^seköğretim istatistikleri, 141-182. sayfalan "bize, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakül- tesi'jule 102, aynı üniversitenin örneğin Diş HekTmliği Fakültesi'nde 63, Eczacılık Fa- kultesi'nde 57 ve Hukuk Fakültesi'nde 70 öğretim elemanı bulunduğunu göstermek- tedir. Erzurum Atatürk Üniversitesi'nin İla- hiyat Fakültesi'nde 50 öğretim elemanına karşılık Diş Hekimliği'nde 39, Veteriner'de 25 ve Hemşirelik Yüksek Okulu'da 16; Iz- mir Dokuz Eylul Üniversitesi'nin İlahiyat Fakültesi'nde 66, Hukuk'ta 30, Ankara Üni- versitesi'nin İlahiyat Fakültesi'nde 66, Eği- tim Bilimleri Fakültesi'nde 65, Selçuk Üni- versitesi'nin İlahiyat Fakültesi 57 ve Hukuk Fakültesi'nde 28 öğretim elemanı bulun- maktadır. Şimdi sormaz mıyız, acaba 2000'li yılla- ra girerken, ülkemizde gençlerin dinsel eği- timine neden böylesine büyük önem, hatta neredeyse önceük verilmektedir? Din, hiç kuşkusuz her insanın özel bir duygusudur ve buna herkesin sonuna kadar saygı duy- ması gerekir. Ama dine saygı ile medrese eğitimini de karıştıramayız. Bu ulkede tek- rar medrese eğitimi görmek istemeyen her Türk vatandaşı, bu konuda duyarlı davran- mak zorundadır. İÇİ SEVDA DOLU YOLCULUK Cahit Kiilebi 5.000 lira (KDV içinde) Çağdaf Yaymlan Turkocağı Cad. 39-41 Cağaloğtu-tstanbul Ödemeli gönderilmez. HUKUKSUZ DEMOKRASİ HalitÇelenk 3. bası 5.000 lira (KDV içinde) Çağdaş Yayınları Turkocağı Cad. 39-41 Cağaioğlu-htanbul Ödemeü gönderilmez. PENCERE Külahını Onüne... Iraklı Kürt aldatıldığına inanıyor, Amerika Cumhurbaşkanı Bush'a sövüyor: —Yürû dedi yürüdük... —Sonra? —Bizi yüzüstü bıraktı... Doğru mu? Basında birbiri ardından yayımlanan haberlere ve yorum- lara bakıhrsa doğrudur; Bush, yalnız Irak Kürtlerini değil, bi- zim Özal'ı da ketenpereye getirdi; gerçi sorurnsuz Cumhur- başkanımız şimdi Ortadoğu'yu 'dizayn' ediyor. Ama nasıl? Güneydoğu sınırımızda Kürt sığınmacılanndan oluşan bir tampon bölge' kurmaya çabalıyor. İpin ucu bir kez kaçtı mı sap ile saman birbirine karışır; bugün "Türkiye'nin Ortadoğu politikası nedir, devletin diş si- yasetini kım yürûtür, nasıl yûrütür" soruları bile yanrtsızdır; birv mişiz bir alamete gidiyoruz kıyamete... 1 koyup 20 alacaktık? 20 koyduk, 1 alamıyoruz. •k Kürtler, Ortadoğu'da dört devletin sınırları içinde yaşıyor- lar; Türkiye, Suriye, Irak, İran'a yayılmışlar; birleşme özlem- leri de güçieniyor; kimi Kürt, açık ya da gizli bir umudu gön- lünde taşıyor: t *' —Bağımsız Kürdistan!.. Nasıl olacak bu iş? 1917 devrimi, Kurtuluş Savaşırrtız'da sırtımızı dayayacak bir sağlam duvar oluşturmuştu, I923cumhuriyeti dünya tarihin- de az görülen bir zamanlamanm talihinde bölge coğrafyası- na oturdu; yoksa emperyalizmin haritası Sevr idi. Bugün Ortadoğu'da uç veren Kürt eylemlerinin liderleri ne düşünüyorlar? Bir kez aralannda anlaşma ve bütünlük yok; sonra sırtlarını nereye ve kime dayayacaklar? Lojistik des- tek nereden ve nasıl gelecek? Hiçbir devlet, topraklarından bir bölümünü 'alsenin olsun' diye bağışlayamaz; Kürtler bölge dışındaki Amerika'ya mı güveniyorlar? Amerika emperyalisttir... Ve satar. Son örneği de ortadadır; tekelci kapitalizm, hesabını maz- lum halklara göre değil, çıkarlarına göre yapar, petrol kay- naklarını elinin altında bulundurmak için her şeyle oynar; Irak Kürtlerine önce 'yürüyün' der, sonra ortada bırakır; Özal'ın yanağını okşar, 'İncirlitf açtırır; işini bitirince sırtını dönüp key- fine bakar. Kullanır istediği gibi... Ve bırakır.. Iraklı Kürt, eğer bu gerçeği şimdiye dek öğrenememişse 'amatör' sayılmalıdır. • Şimdi Iraklı Kürt, aldatıldığına inanıyor; Amerika Cumhur- başkanı Bush'a sövüyor: —Yürü dedi, yürüdük... Yürümeyecektin. Masaya, Ortadoğu haritasını açacaktın; enine boyuna "du- rum tartışması' yapacaktın; dört bir yandan kuşatılmış oldu- ğunu görecektin; Amerika'nın Saddam'a Kuveyt'i işgal etmesi için yeşil ışık yaktığını ve sonradan diktatörün üstüne yürü- düğünü gazetelerde okumuş olacaktın; savaş sonrası Irak 1 ta yıpranmamış bir güç olarak toplumsal ağııiığmı koruya- caktın; tuzaklara girmeyecektin. Anadolu'daki Kürt de hesapsız kitapsız, dengesiz ağırlık- sız ve Özal'lı mözallı siyasetlerden kaçınmalıdır; yoksa sonu hüsrana dönüşür. İnsan haklanna dayalı, laik ve demokratik cumhuriyetin yapısında halkların mutluluğu gerçekleşebilır ki bu tiddi' birolasılıktır; ötesi bir 'serüven'öir; Ortadoğu da emperyalizmin tuzaklarına açıktır. Kürtler, Amerika'nın böl- gedeki halklarla, liderlerte, inançlarla basketbol topu gibi oy- nadığını görmüyorlarsa, hiçbir şeyi görmüyorlar demektir. * Lozan, 1917 Devrimi'nin dünyasında gerçekleşebilmiş bir'muc/ze' idi; 1990'ların dünyasında 1917 yıkılırken, herkes külahını önüne koyup düşünmeli. YUSUF'LARI KAYBETMEK'LE BİTİREMEYECEKLER KAMUOYUNA İnsan ıçın öletnlecetaın nem de hiç kımse senı buna zoriamamışken hem de yûzünü bile görmadığın msanlar ıçın Sessız görünüşûn altında nep bır çağlayan besledı ArVadaşla/ina, halkına, mücadelesıne sayg. duymayı, uşkıterde mûtevazılığı, kav^ada kûknjmeyi Ağrettı. Mücadeie geleneğımızın her aşamasında yer aldı ve ^emaen yafatılma Kavçasında özvende bulunmakta tereddût göstsrnadı 14 Mart'ta Selgradkapı da gözaltına aldıklannda da karartılığından dırenışçılığınden tnr adım genlemedı Ve onu kaybettıler. ölüsûnden bile korfcarak. Ama sesı hâlâ yankıianıyor kulaKlarımrda 'rfade vermeyeçeğım, sıze rııcbtr şey söylemeyeceğım'" YUSUF, DİRENIŞ GELENEĞIMIZ1N BİR MEŞALESI OLARAK MUCADELEMİZDE YASAYHCAK! SağmalcHar. G.Antap. Aydın, Ama«ya, Ankara Kapılı, Bartın. Eıztncan, Çan«kkal«, Bunu c«za«vl«rtnd«kl Mr kısım siynl tutuMu v» hükümlül«r admı MEHMET OOĞAN, SULEYMAN GUDEH, ABİDİN POLAT, AMMET ERHAN, SEMIH GENÇ, MEHMET ÇOLAK, SELÇUK HAZNEDAR, MURAT ÖZEL, FEVZİIŞIK L.A. GEAR'LE BÜYÜLÜADIMLAR Şimdi L.A. Gear alan 10 talihti, rüyalar kenti Los Angeles'in büyülü dünyasına uçuyor. L.A. Gear'in birbirinden şık ve çekici 60 modelinden dilediğinizi -hemen bugünlerde- seçin, çekillşe katıfın. Tatile yeni L.A. Gear'inizle çıkın, L.A. Gear'in anayurduna uçun! . . . Ayrıntılı bilgi için, L.A. Gear satan mağazalara mutlaka uğrayın. Regulator 4144 "Hava Ayar Sistem'ii TSridyv fk ymtUK münwnili Kets Spor Malzemelen San. ve Tic. A.Ş. \A3İikonaâı Cad 74/3 Tel 1329631 -1308460 '20 76 72
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear