29 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

29 AĞUSTOS 2008 CUMA müzik YORUMLAR OSMAN ÇUTSAY C 7 ‘Romantik Balıkçı’nın sevdası S aka’nın albümünde Faroz’da kolbastı oynayıp yaylalarda horon tepiyoruz, dünyaya yelken açıp memlekete dönüyoruz Fuat Saka, İstanbul’dan yorulmuş ve dört yıldır Datça’da yaşıyor. Albümün kapak fotoğrafını kendisi gibi Datça’ya yerleşen, ünlü bir sigara markasının reklam fotoğraflarını çeken Joachim Lichtenberg’in imzası var. Saka, Lazutlar 2008’de öncelikle kendisinin dinleyebileceği bir hava yaratmak istemiş. Saka, “KolbastıDal Dal” parçasını Trabzon’un Faroz Mahallesi’ne özgü, günümüz gençliğinin çok sevdiği oyun havası formunda yazmış. Bağlamayla, ritimlerle kendi mahallesi Sotkalılar gibi sur dışındaki Farozluları oynatacak bir kolbastı havası yapmış Saka, ama “Deniz doldi denizi dolduran kimdi” diye sormaktan da geri kalmıyor. Hatice TUNCER alnızca Karadeniz değil, tüm müzikseverlere güzel bir haberimiz var. Fuat Saka, yeni Lazutlar’ını iki yıllık bir çalışma sonunda tamamladı ve Kalan Müzik tarafından yayımlandı. Fuat Saka “Lazutlar 2008”de Karadeniz ve Batılı müzikal tarzları 40 yıllık müzikal deneyimiyle dolu bir potada eritiyor. Lazutlar 2008’in hemen havasına çekiyor insanı. Saka, yeni Lazutlar’ı “Batı’nın armonisini, bölgenin kıvrak melodisini, ritmini ve dörtlüklerini bir potada eritmeye çalıştım. Diğerlerine göre biraz daha sert bir sound diyebiliriz” diye anlatıyor. Faroz’da bir kolbastı oynayıp, balıkçıların sevdasına tanıklık edip, yaylalarda horon tepiyoruz, dünyaya yelken açıyoruz ve memlekete geri dönüyoruz... Fuat Saka, çok küçük yaşlarda enstrümana olan ilgisini fark eden babasının önce ağız mızıkası, sonra melodika ve daha sonra da akordeon hediye etmesiyle başladığı müzik serüvenine bateri çalarak devam etmiş. Bu arada bağlamaya da ilgi duymuş, aynı zamanda gitar da öğrenmeye başlamış. 1960’lı yıllarda Batı’nın ünlü gruplarını yoğun bir şekilde dinlerken 70’lerin başında saza ve halk müziğine yoğun ilgisinde Ruhi Su’nun büyük etkisi olmuş. İlk bestesini 1970 yılında Ahmet Arif’in “Akşam Erken İner Mapushaneye” şiirine yapmış ve bestelerin arkası gelmiş: “12 Eylül ve 20 yıl sonra ancak geriye dönebilecek olduğum sürgün yılları, Türk vatandaşlığımın elimden alınması... Bütün bu yaşadıklarım, müziğimde tabii ki rol oynadı.” Nereye Gidiyoruz? (2) değildir: Birkaç yıl içinde bir dünya sisteminin çöküşünü yaşayabilirsiniz. Ülkeler, partiler ortadan kalkıverir. Geri ve gerici olan, her yerde aynı yöntemleri kullanmaz gerçi, ama yine de sahne ve aktörlerin birbirini andırdığını kabullenmek durumundayız. Küreselleşmenin cilvesi de diyebiliriz. Ülkelerini satıp savmış GorbaçovŞevardnadzeYeltsin’lerin, partilerini iktidarda sıfırlamayı başaran SchröderBlair’lerin, Türkçeye çok mu yabancı olduğunu sanıyoruz? Biz bu filmin benzerlerini Türkçede ve Türkiye’de çok izledik. Artık “Şerefsiz Osmanlı Cumhuriyeti” dehlizlerindeyiz. Malum. Saldırı, acımasızdır; o nedenle, istesek de bırakamayız. Ama yolumuzda, yolun gerektirdiği önlemleri almaktan da çekinmeyiz. O noktadayız. ??? Sorunun yanıtını vermiş olduk böylece: Nereye gittiğimizi biliyoruz; bu yolun çiçekli bir gül bahçesi olmadığını zaten biliyorduk. Kimse bize dikensiz gül bahçesi vaat etmemişti ki! Devrimci, ilerici, gül bahçesi türünden bir hayatın tadını çıkaran insan değildir; belki tersine, hayat denilen acımasızlığı kırıp sonraki kuşaklara, insani bir gül bahçesini miras bırakma inadıdır. Bir acılı güvendir. Kavgada dikensiz gül bahçesi isteyenlere bakın: Çok genç ve safken ilericilik mücadelesine bulaşmış, ilk zorlukta da yoldaşlarına acımasızca saldırmayı demokrasi ve demokratlık olarak pazarlamış adamlar veya kadınlar göreceksiniz. Güvenleri kırıldığı için, varlığını sürdüren her güveni kırmakta kararlıdırlar. Yani AKP, üçbeş badem bıyıklı, kravatlı imamın ticari başarısını simgelemiyor sadece. İlericiliğe sızmış ve ilk zorlukta da en yakınındaki yol arkadaşını satmayı “demokrasi” saymış, saydırmış bir insan tipini de simgeliyor. Gericiliğin temelidir: Bir ülkeyi, bir emekçi sınıfı, bir ilerici siyasal sistemi ortadan mı kaldırmak istiyorsunuz; önce aydınlarını ve aydın adaylarını bozun. Onların güvenlerini kırın. Kendilerinden nefret etmelerini sağlayın ve “yanlış olduklarını” itiraf etmeleri için kolaylıklar sunun. Gerisi kendiliğinden gelir. Sapır sapır dökülürler. Çözülürler. Cumhuriyet Hafta, en genel hatlarıyla Avrupa’nın göbeğinde böyle bir saldırıya direnmeyi başardı. Bu direnişin yankısız kalacağını kim söyleyebilir? Nihai yenilgiyi bir utanç kaynağı saymış Türkiye ilericiliği, hep daha ileriden başlar. Yine öyle olacak. cutsay?gmx.net Y HRANT DİNK’E AĞIT Saka, Hrant Dink’in ardından hüzün yüklü bir “Ağıt” yakmış, ama albüm kapağına not düşmemiş. “Biraz da dinleyici sorgulasın” istemiş. Zaten “O koca yürek şimdi/Toprağında yatayi/Beyaz güvercinleri/Gökyüzünde uçayı” mısraları üzerine başka bir söze gerek yok: “Trabzonlu bir katil. Katil her yerde oluyor, tetikçi bunlar sonuçta. Trabzonlu bir sanatçının sözleri bir özür değil aslında. Trabzonlu biri Trabzon melodisiyle bir ağıt yakıyor. Geride kalanlara, ailesine, topluluğuna biraz sevgi ve saygı göstermeyi ifade ediyor.” melodisi güçlü, duygulu bir şarkı. “Doktorun Seferi”nde Saka, 5 dakikadan uzun süren romantik melodiavşak SuyuBisiklet türküsü Amasra yöresinden halk den bir örgüyle balıkçının Eleni’ye ozanı Selahattin Çilsüleymanoğlu’nun hareketli eseri. sevdasını anlatıyor. Saka’nın gazel tadında davudi sesli okumaları, klarnet yo“Yoroz’da Bir ğunluğuyla dikkati çekiyor: “Karadeniz kıyısı doğudan batıya oldukça uzundur. Akşamüstü”ne nefeslilerin Yalnızca yöresinde tanınan Kavşak Suyu’nu başkalarına dinletmek hem benim sevyarattığı duygulu atmosferle diğim bir iş, hem de görevim.” “Hey Gidi TulumcuYaşa Tulumcu” parçasına tabii ki giriyoruz. tulumla giriliyor, ritimler devralıyor, arkada elektroBu yoğun duygu boşuna nik seslerle, çeşitli efektlerle parça Karadedeğil. Saka, vedaların hüzniz’den dünyaya doğru gezinip yeniden Kanünü müziğiyle anlatıyor radeniz’e dönüyor: “Tulumun melodibu enstrümantal parçada: leri otantik ve horona çalınır. Tulu“Yoroz, Trabzon’un ma eşlik eden gitarlar hafiften caz batısında bir burun. Şetınılarını içerir. Tulumun coşhirden o burundan ötesini kulu melodisine kendi dünyagöremezsiniz. Hem karadan sının sırlarını katar gitar. hem denizden gurbete gidenBu düzenlemelerin 40 ler o burnun arkasında kayboyıllık bir geçmişi var lurlar gözden. Deniz ve balıkçı bende.” üzerine yazılan Karadeniz türküleri birkaç taneyi geçmez. Ben deniz kenarında büyüdüm. Denize ve balıkçılara dair gördüklerimi duyduklarımı yaşadıklarımı ifade etmeye çalıştım.” MÜZİSYEN FUAT SAKA Fuat Saka, 1997’de çıkardığı ilk “Lazutlar” ile Karadeniz müziğine getirdiği yeni yorumla büyük ilgi çekti ve Lazutlar 2, 3, Lazutlar Livera ile devam ederek “Karadenizli müzisyen” olarak anılmaya başladı: “Şu ana kadar yaptığım 21 çalışmanın sadece 4’ü ‘Lazutlar’ı oluşturuyor. Bana ‘müzisyen Fuat Saka’ denilmesi daha doğru olur.” K Başkalarına dinletmek DENİZ VE BALIKÇI Saka’nın deniz ve balıkçı konularını işlediği kendi yazdığı üç şarkı, Lazutlar 2008 albümünü diğerlerinden ayırıyor. “Romantik Balıkçı” Kendisiyle dalga geçebilenler emençelerle hızlı ritimleriyle tam bir Karadeniz havasındaki “Burun” Trabzonlu “Baba Salim” olarak bilinen Salim Öğütçen’in espri yüklü bir taşlaması. Saka “Kendisiyle en çok dalga geçen insanlarız. Karadenizlilerin uzun burunları çok güzel ifade ediliyor bu sözlerde” diyor. K UZUNGÖL HAVALARI Geleneksel bir seferberlik türküsü olan “Trabzon’dan Çıktım” klarnet soloları, ritimleri ve arka vokalleriyle müzikseverlerin çok ilgisini çekecek hoş bir çalışma. Uzungöllü müzisyen İhsan Eş’in kaynaklık ettiği “Düz”, Uzungöl yöresinden anonim bir türkü. Parça, Rumca esprilerle horona çağrılar ve tulumun içli sesiyle başlayıp ritimler, gitar ve vokallerle ilerliyor. Bağlamalarını İhsan Eş’in çaldığı “Espina” da Uzungöl’e özgü Rumca bir horon türküsü. Sert elektrogitarlarla hızlı bir giriş yapılan “Şalvar Destanı” cüretkâr bir erotik hikâye: “Bu bir gelenek ama müzisyenler kayıtlarda erotik dörtlükleri kullanmaz. Horonda, kemençe sohbetlerinde söylenirler, kayıtlarda neden geçmesin ki?” Vurmalı çalgılar, 12 telli, akustik ve bas gitar ile bağlamaları çalan Saka’ya albümde de yıllardır birlikte çalıştığı Gürcü müzisyenler Zurab Gagnidze bas gitarda, Zaka Miminoshwili akustik ve elekrogitarda, Alman müzisyen Herbert Koshmeider flütlerde eşlik ediyor. Serkan Çağrı, klarnetiyle albümün müzikal etkisine büyük katkıda bulunmuş. Kemençeleri Cemal Berber ve İlyas Parlak’tan, tulumları Volkan Aslan ve Mahmut Turan’dan dinliyoruz. Zafer Karayazgan klavye, Ertan Bülbül davul, Murat Toraman kaval ve Musa Görsel Aynacı vokalde albüme renk katıyor. onuçta, yol da tüketilen bir şey. Bitirilen ve hep yeniden başlanan bir kurgu. Ama aynı noktadan başlamıyor, aynı noktada da bitmiyor. Aynı yoldan iki kez geçemiyoruz yani; Herakletius’tan beri “aynı ırmakta iki kez yıkanılmaz”, biliyoruz. Onun gibi... Hayat sonsuz bir akış. Hep daha ileriden başlıyor. Her kesinti, hep daha ileri bir noktadan ve yeniden başlıyor. Yolcu, hayat dediğimiz bu muhteşem maceranın içinde bitmek tükenmek bilmez bir yürüyüşe mahkum ilericidir: “Uzun yola hüküm giyenler”den söz ediyoruz. Yenilgilerimiz de eskiye benzemez. Yenidirler. Tıpkı başarılarımız, direnişlerimiz, tükenişimiz ve yenilsek de nihai bir yenilgiyi kabullenmeyişimiz gibi. Tıpkı zaferlerimiz gibi... Galiba bizi simgeleyen şey, bu: Belki yeniliyoruz, hatta öldürülüyoruz, ama bire kadar kırılmayı, nihai yenilgiyi hiç kabul etmiyoruz. En büyük düşmanlarımız da, savaştığımız cepheden değil, bir süre bizimle birlikte yürüyüp yenilgiyi kabullenenler arasından çıkıyor. İnsanın müsveddeleşmesidir bu. İlhan Selçuk’un hiç affetmediği bir hırs: Dönek acımasızlığı. Uzun yolumuzda, bazı kesintileri sineye çekmek zorunda kalabiliyoruz. Yolun, zorunlulukları var. Öyle bir noktadayız. Cumhuriyet Hafta, yayınına ara veriyor. ??? Hayata müdahale etmek isteyenler ve edenler, elbette çeşitli önlemler almayı kabullenmek zorundadır. Bunun kendi başına pek bir önemi yok. Önemli olan, yolumuzu sahiplenmek, ondan geri adım atmamaktır. Yol korkusu, “insanın, içindeki hayvanı öldürerek insanlaşması” da diyebileceğimiz büyük aydınlanma mücadelesinde en tehlikeli düşmandır. Tarihin bütün büyük hainleri, ilericilik savaşının bütün ihanet merkezleri, son tahlilde, yol korkusunu yakıt olarak kullanır. Bütün itirafçılar, girdikleri aydınlanma yolunun sürprizlerini ihanetlerine gerekçe olarak pazarlayanlardır. Bunda da büyük güçlük çekmezler. Yol, zor çünkü. Acı sürprizlerle dolu. Bilemeyiz nerede karşımıza ne çıkacağını. Gericilik, her şeyi, yoldaki her zorluğu ilericiye karşı bir silah olarak kullanır. Binlerce gerekçe bulmakta güçlük çekmez. Dolayısıyla her parçası bir diğerini gereksizleştiren bir yamalı bohça da olsa, gericilik, işte bu paramparça saldırıyı, demokrasi olarak satabilir. Türkiye ve Türkçe bünyesinde en çok yaşanan, budur. Ama bu, sadece bizde böyle S YILIN KARİKATÜRCÜSÜ İLAN EDİLDİ Yarışma kapsamında Başol’un karikatürlerinden oluşan bir sergi de düzenlendi. ünya ve yaşadığımız hayat ne denli karmaşıklaşsa da çağımızın kimi aydınları, hemen her konuda ortaya döküverdikleri yalın, anlaşılır, çözümleyici ve doyurucu düşünceleriyle okurları etkilemeyi başarıyorlar. Umberto Eco da böylesi aydınlardan. Çok okunan romanları bir yana, asıl düşünce adamı kimliğinin ortaya çıktığı deneme yazılarında ne denli geniş ufuklu, insanlığın bütün kültürel geçmişine egemen, bugünün sorunlarına çarpıcı açılımlar getiren bir yazar olduğunu hemen gösteriyor. Ele aldığı bir konunun yalnızca tarihsel geçmişini irdelemekle yetinmiyor, oradan derlediği verilerle bugünün ve geleceğin dünyasına ilişkin açılımlar da sunuyor. Bu nedenle olsa gerek, deneme yazarları içinde de en çok okunanların başında geliyor. Birçok okurun aslında kolayca görebileceği ya da düşünebileceği yalın gerçeği onun düşünüp yazması, yazılarındaki şaşırtıcılığı ve yarattığı heyecanı arttırıyor. ??? “Sözcükler” dergisinin yeni sayısın D DEFNE GÖLGESİ TURGAY FİŞEKÇİ Kitapların Geleceği memişlerdir ve hiçbir yeni teknolojik gelişme de bisikletleri eskisinden daha iyi yapamaz. Yeni bir fikrin eskisini tamamen yok etmesi, birçok durum için fazla indirgeyici bir düşünce.” “Kitaplar ilk icat edilişlerinden sonra hiç geliştirilmemiş olan icatlar sınıfına giriyor; çünkü zaten yeterince iyiler; tıpkı çekiç, bıçak, kaşık ya da makas gibi.” ??? Yazının asıl can alıcı bölümü ise, teknolojik gelişmelerin yaratıcı yapıt üretimini nasıl etkileyeceği. “İnternet üzerinde ortaklaşa bir sonsuz anlatı yaratma oyununun bizi edebiyat ve sanattan mahrum bırakması için bir neden göremiyorum. Bundan ziyade, özgür yaratıcılığın, önceden yazılmış metinlerin yorumlamalarıyla bir arada var olacağı daha da Umberto Eco’nun böyle bir yazısı yer alıyor: “Kitapların Geleceği”. Hızla gelişen bilgisayar ve internet dünyaları karşısında kitapların geleceği, hayatlarımızdaki varlıklarını koruyup koruyamayacakları, hepimizin üzerinde zaman zaman düşündüğü bir konu. Eco, bu konuyu ele aldığı yazısına, yazının ve kâğıdın bulunuş süreçlerinden başlıyor. Bu sürecin insanların ve toplumların hangi gereksinimlerine karşılık düştüğünü irdeliyor. Yazının insanoğlunun gelişim serüveniyle can alıcı bağlarından söz ettikten sonra yeni teknolojik gelişmelerin eskisini ortadan kaldıramadığı aygıtlara değiniyor: “Arabalar bisikletlerden daha hızlı gider; ancak bisikletleri işlevsizleştir serbestleşmiş bir toplum olma yolunda gitmekteyiz. Eski bir şeyi yeni olan başka bir şeyle değiştirdiğimizi söyleyemeyeceğimiz bir durum, ikisi de var olmaya devam etmekte.” Burada yazar, edebiyat tarihinden pek çok örnek üzerinde değerlendirmeler yapıyor. Sanat yapıtlarının tekliği, biricik olma özelliğini sorguluyor. O büyük yapıtların başka biçimlerde yazılıp yazılamayacağını, kişisel beğenilerle değiştirip değiştirilemeyeceği üzerinde düşünüyor. Sonra şu sonuca varıyor: “Bunlar baştan yazamayacağımız kitaplardır, çünkü işlevleri bize mecburiyeti öğretmektir. Bize bu bilgeliği geçirebilmelerinin tek yolu da var oldukları şekilde saygı görmeleridir. İçerdikleri bu sert ders, daha üstün bir entelektüel ve ahlaki noktaya erişme gayretimiz için vazgeçilmezdir.” Okuma deneyimi, insanın insan olma çabasıyla da örtüşen, vazgeçilmez, yerine başka bir şey koyamayacağı eylemlerinden biri. turgay?fisekci.com Erdoğan Başol’a Hırvatistan’dan ödül Kültür Servisi Hırvatistan’ın Korsula adasının Blato kentinde her yıl düzenli olarak yapılmakta olan ve bu yıl dokuzuncusu düzenlenen Uluslararası Karikatür Yarışması’nda büyük ödül (Zlata Jezina Grand Prize) Türk karikatürcü Erdoğan Başol’a verildi. Aynı zamanda yılın karikatürcüsü de ilan edilen Başol, ödül ile ilgili olarak, “Böyle yarışmaların ulusların kültür, sanatsal dostluk ve yakınlaşmaları bakımından çok yararlı olduğuna inanıyor, bundan böyle bu yarışmaya Türkiye’den daha çok katılım olacağını umuyorum” dedi. Teması “Televizyon ve Bilgisayar” olan yarışma için düzenlenen törende konuşan Hırvatistan’ın ve dünyanın önde gelen karikatürcülerinden Davor Stambuk da Erdoğan Başol’u tebrik etti. Ayrıca yarışma kapsamında Başol’un karikatürlerinden oluşan bir sergi de düzenlendi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle