27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 C röportaj YANSIMA OSMAN İKİZ 29 AĞUSTOS 2008 CUMA Yorulmaz bir kültür savaşçısı Melih Fereli İstanbul’da uluslararası düzeyde etkinliklerin gelişmesi için çalıştı. Fereli’yi, Londra’dan İstanbul’a geldiğinde her yeniliğe karşı olumsuz yaklaşma konusunda dünya birinciliğini kimseye kaptırmayan bir sanat ortamı bekliyordu. Ama azmin elinden ne kurtulabilir? Fereli İstanbul Bienali’ni formlandırdı. 1994’teki 4. Bienal Türk sanatının yurtdışına açılmasında önemli bir rol oynadı. Necmi SÖNMEZ Ağustos’ta 60 yaşına basan Melih Fereli’yi tanımlamak, onu belli bir çerçeve içinde değerlendirmek kolay değildir. Çünkü Fereli yorulmaz bir kültür savaşcısı olarak, hem sanatın hem de yaratıcı, sorgulayıcı insanlarının çok zor yaşama olanağı bulduğu bir çoğrafyada, İstanbul’da, uluslararası düzeyde etkinliklerin gelişmesi için çaba sarf eden pek az kişiden biridir. Onun ta Bizans’ta kalma iktidar, erk mücadeleriyle sürekli olarak çalkanan İstanbul Sanat Ortamı’nda bir tür “ayrıştırıcı” olarak son derece önemli görevleri üstlendiğini belirtmek gerekir. “Ayrıştırıcı” derken, Fereli’nin kurumlarla sanatçılar, ekonomik güç ile yaratıcılık arasındaki ince ip üzerinde dikkatle yürüyen bir sanat yönetimi cambazı olduğunu betimlemek istiyorum. Fereli halen farklı bir şekilde yürüdüğü bu “ipin” üzerine, altında koruyucu file olmaksızın, 1 Mart 1993’te, efsanevi Nejat Eczacıbaşı’nın daveti üzerine, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Genel Müdürü olarak çıkmıştır. İstanbul kültür hayatına yeni açılımlar getirmesi bakımından her zaman “öncü” bir kimliğe sahip olan bu kurumda, onun sanatın tüm disiplinleriyle yakından ilgilenen kişiliğinin sonucunda bir çok önemli adım atılmıştır. Yeni Kolonyalizm ele alınıp birinin diğerini olumsuz etkilemesine yol açmadan çözümler üretilmesi gerektiği mesajını verecek.’’ Bu şu anlama geliyor: Tuz Gölü’nü besleyen yeraltı sularını, sanayi için de tarım için de kullanamazsın. Buna dikkat edilmediği için Tuz Gölü kurumakta. İstanbul’a başka yörelerin suyunu kanallarla taşıyamazsın.Taşıdığın takdirde o suların kaynak bölgesindeki ekolojiyi bozup dengeleri altüst edersin. Çare İstanbul’a nüfus akışını durdurmaktır. Manyaklığa dönüşen altın histerisinden kurtulacaksın. Yeraltı sularını siyanür tehdidine bırakamazsın. Bileziksiz, yüzüksüz, kolyesiz yaşayabilirsin ama susuz yaşayamazsın. ??? Türkiye verimli topraklara, tarım yapabilecek yeterince su kaynaklarına sahip şanslı ülkelerden biri. Su zengini değil ama su fakiri de değil. Türkiye’nin su kaynaklarını korumama gibi, gıda üretimini ciddiye almama gibi bir lüksü yok. Bu kaynaklara sahip olmayan zengin ülkeler gıda krizine karşı önlemlerini almaya başladılar . Gıda ürünleri ithalatçısı bu ülkeler yoksul ülkelerde geniş araziler satın alıp, kendi şirketleriyle tarımsal üretime yönelmekteler. BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) Başkanı Jacques Diouf, gelişmeyi ’’Yeni kolonyalizm’’ olarak değerlendirdi. Financial Times’da yayımlanan incelemeye göre Suudi Arabistan, Etyopya’da yüzbinlerce hektarlık alanda tarıma hazırlanıyor. Pakistan, Tayland ve Sudan da Suudilerin ilgi alanında. Sudan Hükümeti, Arap ve diğer zengin ülkeler için 1 milyon hektarlık tarım alanı ayırdı. Libya ise Ukrayna’ya yöneldi. Halkına gıda sağlamak için başka ülkelerde gıda üretimine hazırlanan ülkeler arasında Çin ile Güney Kore de yer alıyor. FAO Başkanı Jacques Diouf tarımda ’’Yeni kolonyal bir sistem’’ oluşmakta olduğu yolunda uyarıda bulunurken, BM Tarım Kalkınma Fonu’ndan Lennart Båge, yoksul ülkelerin istismar, gelişmenin petrol ve mineral yağmacılığını hatırlattığına dikkat çekiyor. ??? Dünyanın en verimli topraklarına, akarsularına, havasına, doğasına ihanet ediyoruz. Nankörlük bile açıklamıyor bu davranışı. Aptal mıyız, deli miyiz neyiz !?.. osman.ikiz?tele2.se 22 HOBİNİN ÜZERİNE ÇIKAN TUTKULAR 60 yaşına basan sanat yönetimi uzmanı Melih Fereli oğlu Altay’la birlikte. kol gezdiği İstanbul sanat ortamı bekliyordu. Ama, eskilerin tabiriyle, azmin elinden ne kurtulabilir ki? Fereli daha ayağının tozu kurumadan o zamana dek Geleneksel Mekanlarda Çağdaş Sanat başlığında İstanbul Festivali’nin yan etkinliği olan sergiler alanına el attı ve Uluslararası İstanbul Bienali’ni formlandırdı. O zamana dek kavramsızlıktan, yönsüzlükten çürük diş gibi sallanan sergi etkinliklerinin başına Réne Block’u getirdi. 1994 yılındaki 4. Bienal hem İstanbul kentini uluslararası sanat etkinliklerinin haritasına soktu hem de Türk Sanatı’nın yurtdışına açılmasında son derece önemli bir rol oynadı. duyulan monografik kitaplar yayınlamayı ve sergiler açmayı hedefleyen bu sergikitap projesi kelimenin tam anlamıyla başarısız bir sanatçının sorunlu bir çalışmasıyla başlamasına rağmen daha sonraki adımlar etkinliği hak ettiği düzeye çıkarmıştır. Fereli’yi durmadan çıktığı yurtiçi ve yurtdışı yolculukları yüzünden İstanbul’da yakalayıp onunla bir kahve içmek kolay değildir. Çoğu kez yanından hiç ayırmadığı küçük çantası, hasır şapkası ve güneş gözlükleriyle hafta içinde BebekAnadolu Hisarı vapurunda görülebilecek olan Fereli düzenli olmaya tutkunluk derecesinde bağlıdır. O küçük çantasının içinde bile, akbil kullanırken kısaca gördüğümüz gibi, bozuk, kağıt paraların, jetonların, bir isviçre çakısının, kimliklerin, cep telefonunun, kurşun kalemin, kağıtların, kartvizitlerin, montblanc’ın, 3M müzik dinleme aletinin yerleri bellidir. Sanat yönetimi konusunda uzmanlaşmasına rağmen Melih Fereli doktorasını adeta fıkralar, hayata dair ilginç anektodlar, insanı güldürürken ağlatacak denli etkileyici hikayeler üzerine yapmıştır. Onun sevdiğim bir fıkrasıyla kendisi için kaleme aldığım bu doğumgünü yazısını bitirmek isterim: Bir gün Tanrı Notre Dame Kilisesi’nın kamburuna, bak sen gerçekten çok acı çekiyorsun, hem sırtındaki kambur hem de hergün çalmak zorunda olduğun çanlar, seni sevindirmek isterim, dile benden ne dilersen diye sormuş. Ahlaya oflaya çan kulesinin merdivenlerinden inen kambur bir an bile düşünmeden, o zaman tüm insanlara benim gibi bir kambur ver demiş. Doğumgününüz kutlu olsun Melih Bey. Atışa devam. İstanbul Erkek Lisesi’nden sonra Fereli AFS bursiyeri olarak gittiği Amerika’da hem high school hem de yüksek lisans eğitimini tamamlamlayıp önce İstanbul’da daha sonra da Londra’da çokuluslu bir şirkette stratejik alanda yöneticilik yapmıştır. Kendisinin anlatmayı çok sevdiği Uzak Doğu, Japonya, Kore yaşam tecrübeleri bu şirket bünyesinde edinmiş olduğu pazar planlama etkinlikleriyle birleşince ona karışımı kolay olmayan, hem Doğuda hem de Batıda geçerli “hal mecal anlama yeteneği” kazandırmıştır. Gerçekten de Melih Fereli hem çok iyi bildiği dillerin, hem de kısa bir bakışta bile sayfalar dolusu cümleyi aktaran bakışlarının sayesinde her kültürde, her dilde kendi duruş açısını ortaya koyan medeni bir cesarete sahiptir. “Hayır, olmaz” derken bile bunu temellendirir. Bazen sadece bir göz kırpmasıyla bile. Onun iş hayatındaki başarılarının yanı sıra müzik alanında da hiç peşini bırakmadığı uğraşları, ilgi alanları, hobinin üzerine çıkan tutkuları vardır. Bunlar arasında klasik müzik başta gelir. Profesyonel olarak dünyaca ünlü Londra’daki Philharmonia Chorus’ta tenor olarak çalışacabilecek kadar müzik sevdalısı olan Fereli’nin daha sonra bu tutkusunun profesyonel iş hayatını da altüst eden bir düzeye çıkmasını yadırgamamak gerekir. Aynı kuruluşun Yönetim Kadrosu’nda aldığı görevle sanat yönetimi gibi hassas bir alana geçiş yapması onun hem sanatçı hem de organizatör kimliğinin göstergesidir. Londra’dan İstanbul’a geldiğinde Fereli’yi yeni bir dünya, her yeniliğe olumsuz yaklaşma konusunda dünya birinciliğini başka bir kente kaptırmayan, sıradanlığın aşılmaması için sahte bir hoşgörünün DÜZEN TUTKUSU 1998’te Buckingham Sarayı’nda yapılan bir törende İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth tarafından Türkİngiliz kültürel ilişkilerine olan katkılarından ötürü “Britanya İmparatorluğu Büyük Nişanı” ile onurlandırılan Fereli, müzik, görsel sanatlar alanındaki etkinliklerinin yanı sıra “Mozart Türkiye’de” isimli filminde (2000) Sir John Tooley ve Peter Manıura ile birlikte yönetici yapımcılığını üstlenmiştir. 2001’de İKSV’deki görevinden ayrılan Fereli sanat yönetim danışmanı olarak çalışmalarını sürdürerek, kurumlarla olan ilişkisini kendisinin belirlediği bir düzeye çekmiştir. Onun son yıllarda gerçekleştirdiği en önemli projelerinden biri de, Yapı Kredi Kültür Merkezi tarafından yürütülen “İstiklâl Serüveni” başlıklı sergi dizisidir. Daha önce de beraber çalışmış olduğu Block’la beraber, yaşayan çağdaş sanatçılara ihtiyaç ulak arazilerini, verimli topraklarını değerlendirip ulusunu dışarıya muhtaç olmadan besleyecek politika üretecek yerde, serbest pazar ve rekabet fetişizmiyle topraklarında yetişebilecek gıda ürünlerini ithal eden ülkeleri zor günler bekliyor. Turgut Özal, tarım üretimini serbest pazar mantığıyla uluslararası rekabete açıp devlet desteğini kısınca, pazarlar Chiquita muzuyla doldu. Yemek kültürü çok zengin, damak tadına çok düşkün olduğu sanılan halkımız mis gibi Anamur muzunun yerini alan Chiquita’ya hasretmiş meğer. Pazarlarda mis gibi Anamur muzu, sulu ve aromalı Amasya elması bulana aşkolsun. Özelleştirme fetişizmiyle şeker fabrikaları satıldı. Şekerpancarı işleyen fabrikanın yeni sahibi ABD’den gelen mısırı işliyor. Genleriyle oynanmış mısırdan elde edilen şekerin kanserojen olduğu söyleniyor. Şekerpancarımız varken bu riski almaya değer mi? ??? Mart ayında İstanbul’da toplacak olan Dünya Su Forumu’nda açıklanmak üzere BM Su Raporu’nu hazırlayan komisyonun koordinatörü Dr. Olcay Ünver, ’’kapsamlı incelemeye dayalı verilere dayanılarak hazırlanan raporda devletlerin ekonomi ve sosyal politikalarında radikal değişikliklere gitmesinin zorunlu olduğu ortaya çıkacak’’ diyor. Artık realite olduğu kabul edilen kürsel ısınma ve iklim değişikliğinin sonucu olarak susuzluk, kuraklık ve küresel gıda krizi kapıda. Küresel ısınma önce dünyadaki su dengesini bozacak. Seller ve kuraklık bozulmakta olduğunun işareti. Öyleyse yerüstü ve yeraltı su kaynaklarını korumak gerekiyor. Ama bugün çarpık, sorumsuz, talancı zihniyete dayalı, plansız sanayi yatırımları, arazi spekülasyonu, kontrolsuz nüfus hareketleri ve gelişigüzel madencilik yüzünden su ve hava gibi yaşamın temel maddeleri zehirleniyor. Daha fazla gecikmeden aklımızı başımıza toplamamız gerekiyor. ??? Unesco Su Bölümü Direktörü ve BM Su Raporu Koordinatörü, Gap eski Genel Müdürü Dr. Olcay Ünver, BM’e bağlı bütün örgütlerin kendi alanlarındaki çalışmalarıyla hazırlanan su raporunun temel politikaların değişmesi gerektiğine işaret edeceğini söylüyor: ’’Dünya Su Raporu, ekonomi, sosyal değişim,nüfus hareketleri ve su politikalarının bir potada S HAREKETSİZ YAŞAM İNSANLARI HASTA EDİYOR ttilâ İlhan’ın ünlü “hangi” dizisi içinde “Hangi Türkiye” başlıklı bir kitap olmasa da bu diziden esinlenerek “Hangi Türkiye” başlıklı yazılar yazılmış olmalıdır. Ben de yine aynı esinle yazıma bu başlığı koymak gereksinimini duydum. Gerçekten de ülkemizden söz ederken sözünü ettiğimiz hangi Türkiye’dir? Bugün, dünya görüşlerinden geleceğe ilişkin beklentilere, günlük konuşmalardaki selamlaşmalardan veda sözcüklerine kadar birden fazla Türkiye’nin varlığı apaçık ortadadır. Böyle bir farklılaşma, bir ulusun böylesine bölünmesi doğal sayılabilir mi? Birçok başka ülkede de bu acaba böyle midir? Hiç sanmıyorum. Türkiye tepeden tırnağa bir dönüşüm süreci içinde. Köklerinden sarsılıyor. Bu değişimin olumlu yönleri olsa da, değişim eğer bir ulusu o ulus yapan temellerin ortadan kaldırılması biçimine bürünmüşse, o ulusun geleceği için kaygı duymak gerekir. ??? “Etse Ne Olur, Etmese Ne Olur?..” başlıklı geçen yazımda İran Cumhurbaşkanı’nın Anıtkabir’i ziyaret etmeyişini ele alarak, bu kişinin, hiç değilse bizdeki benzerlerinden daha samimi olduğunu vurgulamıştım. Kuşkusuz bu İran Cumhurbaşkanı’na A CUMARTESİ YAZILARI ATAOL BEHRAMOĞLU bir övgü değil, bizdekilere yönelik ağır bir yergi olarak okunmalıydı, öyle de oldu… Aynı yazıda değindiğim bir konu da “namaz” olgusunun günümüzde bir gösteriye dönüştürülmesinin (gerçek bir dindarlıkla da bağdaşmayacak) çirkinliği idi… Okurdan en çok ileti aldığım yazılarımdan biri oldu bu yazım. İletilerden, kısaltarak da olsa, birkaç örnek vermek isterim: “Yazınızı ürpererek okudum. Atatürk’ün büyüklüğünü ifade etmenin binlerce yoluna bir tane daha eklediğiniz için şükranlarımı sunuyorum.” (B. Demirdamar) “Yazınız için kutlarım.” (Prof. L. Kırılmaz) “Bir Cumhuriyet okuru olarak bugünkü yazınızdan olağanüstü duygulandım ve size tebrik mesajı atma gereği duydum. Bu ne olduğu belirsiz yaratıklardan umarım bir gün kurtuluruz.” (F. Saatçi) “Bu saltanat düşkünlerini bu vesile ile lanetliyorum.” (M. Dede) “Yazınızı okumak biraz olsun yüreğime su serpti.” (Ö. Y. Sönmez) Hangi Türkiye? “Yazınız için size çok teşekkür ederim. Şimdi kendimizi daha güçlü hissettiğimizi belirtmek istedim.” (M. Doğruel) “Bu kadar açık ve dürüst yazdığınız için kıvanç duydum ve teşekkür etmek istedim.” (A.Öniz) ??? Sevgili okurlarım! Sizlerden gelen bu iletilerden alıntıları kendimi övmek için yapmadığımı tahmin edersiniz. Amacım bir karşıtlığı vurgulamak: Dinci bir yönetimin başındaki kişiyi tekbir getirerek alkışlayanların temsil ettiği Türkiye ile yukarıdaki iletileri gönderenlerin Türkiye’si arasındaki karşıtlıktır bu. Günümüz Türkiye’si çok ciddi olarak ikiye ayrılmıştır ve bu ayrılık giderek tüm ülkeye yayılmakta ve derinleşmektedir. Bir yanda, en yobaz bir yönetimin liderine bağlılık sunarak bizdeki benzerlerini bile az bulduklarını hissettiren bir güruh… Öte yanda, bundan derin bir rahatsızlık duyan kesimler… Bu ayrımlaşmanın dışında kalan bütün farklılaşmalar ikincil ve çok daha az önemlidir. Şimdi herkesin kendisine şu soruyu sorması ve dürüstçe yanıtlaması zorunludur: Birbiriyle bağdaşması olanaksız bu iki Türkiye’nin ben hangisinden yanayım? Ve bu ilkine bağlı olan ikinci bir soru: Her ülkede olması gereken farklılıkların ortadan kalkması için değil, fakat doğal bir çerçeveye oturması, ülkenin ve ulusun bütünüyle yok olmaması için ne yapmalıyım? ??? Bu soruları öncelikle de, yerel seçimler yaklaşmadayken, başta CHP olmak üzere, sosyal demokrasinin ve solun bütün dalları ve kolları ve aynı zamanda da cumhuriyetçi olduğu savındaki bütün toplumsal güçler, siyasetler ve siyasetçiler kendilerine sormak ve kaçamaksız yanıtlamak zorundadır. Çünkü bugünkü siyasal iktidar, bunca yıpranmışlığına karşın, önümüzdeki yerel seçimlerde oyunu tek bir puan bile arttıracak olursa, başlıca sorumluları onlar olacaktır. Uygar, çağdaş bir Türkiye’nin yerini, geri, karanlık, parçalanmış ve giderek de yok olmaya yazgılı bir Türkiye’nin almasına; beceriksizlikleri, aymazlıkları, yeteneksizlik ve çapsızlıkları yüzünden engel olamadıkları için. ataolb?cumhuriyet.com.tr İşsizlik kalbe zarar Çeviri Servisi Almanya’daki Sağlık Araştırma Enstitüsü’nün araştırması “İşsizlik hasta eder” sözünü bilimsel olarak da doğruladı. Enstitü, 2008 yılında sağlık sigortası kurumları tarafından parası ödenen ilaçların yaş ve bölgeye göre haritasını çıkarttı. Hazırlanan haritada, işsizliğin yoğun olduğu bölgelerde yüksek tansiyon ve yağ oranını azaltmaya yönelik ilaçların kullanımının arttığı ortaya çıktı. Haritaya göre işsizlik oranının yüksek olduğu MecklenburgVorpommern’de günde 52 kişiye tansiyon ve kandaki yağ miktarını düşürmeye yönelik ilaç yazılırken, işsizlik oranının daha düşük olduğu Hamburg’da 32 kişiye aynı tip ilaçlar için reçete yazıldı. Buradan yola çıkarak stresin, hareketsiz evde oturmanın kilo aldırdığı, kalpdamar hastalıkları riskini arttırdığına dikkat çeken uzmanlar, işsizliğin birçok insanın sağlığını bozan öncelikli unsurlardan olduğunun altını çizdi. (Die Welt) Türk doktorun büyük başarısı AYDIN (AA) Adnan Menderes Üniversitesi’nden Doç. Dr. Eray Copcu, meme küçültme ameliyatları için yeni bir teknik buldu. Copcu, “Bu teknikle memedeki tüm kan damarları, sinir yapıları ve süt kanallarını korumayı hedefledik” dedi. Aydın’a yurtdışından pek çok hastanın geldiğini belirten Copcu, tekniğin, meme kanseri ameliyatlarına uygun bir teknik olduğunu da vurguladı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle