Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
12 C söyleşi 29 AĞUSTOS 2008 CUMA AKP’nin eski Genel Sekreteri Ertuğrul Yalçınbayır’dan Cumhurbaşkanı ve hükümete ağır çıkışlar ‘Gül mutlaka yargılanmalı’ SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU AKP’yle yollarını ayıran eski Genel Sekreter Ertuğrul Yalçınbayır’la konuşuyoruz. Gündemimizde Cumhurbaşkanı Gül’ün Necmettin Erbakan’ı affı, AKP Genel Başkan yardımcılarından Şaban Dişli’nin bir milyon dolarlık rüşvet aldığı iddiası, üniversitelerde seçilmiş rektörlerin değil, AKP zihniyetine yakın olan rektörlerin Gül tarafından atanması olayları var. Yalçınbayır, Gül’ün de Erbakan gibi kayıp trilyon davası sanığı olduğunu ve kesinlikle yargılanması gerektiğini söylüyor. Dişli olayında Türkiye’nin temiz, şeffaf siyasete gereksinim duyduğuna işaret eden Yalçınbayır, seçilmiş rektörlerin atanmamasıyla ilgili olarak da “Demokrasilerde seçilmişlerin seçilmişliğine saygı göstermek gerekir” diyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, kayıp trilyon davasından ev hapsinde olan eski genel başkanı ve başbakanı Necmettin Erbakan’ı affetti. Kendisi de aynı davanın sanığı olan Gül’ün Erbakan’ı affetmesini siz nasıl değerlendirdiniz? Gül bu kararıyla bir bakıma kendi kendine de af çıkarmış olmadı mı? E.Y. Cumhurbaşkanı’nın bu konuyla ilgili af yetkisi vardır. Sayın Ahmet Necdet Sezer de bu yetkiyi kullanabilirdi. Hatta o süreçte ben Erbakan’ın yakınlarına Sayın Sezer’in de bu yetkiyi kullanabileceğini söylemiştim. Ama Erbakan 12 Eylül darbesinden sonra hapiste kaldığı için devletten bir yıl alacaklı olduğunu iddia ediyordu. Yakınları o hukuk sürecinde benim önerime sıcak bakmadılar. Sayın Gül’ün o konudaki takdirini kullanması doğrudur. Sanık Gül de aynı davadan sanıktır; hakkında fezleke vardır. Ben Sayın Gül’ün cumhurbaşkanı olarak dokunulmazlığının olmadığı görüşündeyim. Hatta bunu kendisine bizzat ifade ettim. “Cumhurbaşkanı seçilmeniz halinde bu konu gündeme gelebile E rdoğan’ın tek taraflı bir mal bildirimi yaparak kendisine verdiğini söyleyen Yalçınbayır, “Siyasetçilerin her türlü eylem ve işlemleri halkın önünde olmalı. Halkın onlarla ilgili bilgileri didik didik etmesi kadar doğal bir şey yok. Bunlar karşısında ikide bir, ‘Hakaret edildi. Benim kişilik haklarımla oynandı’ diye dava açmak basın özgürlüğüyle de bağdaşmıyor. Türkiye’de böyle bir kültür oluştu. Ecevit’in hiçbir basın mensubu hakkında dava açtığını görmedik. Hesap vermek en önemli konu. Rahmetli Adnan Menderes’in oğlu ticarete atılmak istediğinde babası engel olmuş ve ‘Babanı mı pazarlayacaksın?’ demişti. Dolayısıyla çocukların da son derece hassas davranması lazım” dedi. S iyasetçi çocuğunun iş hayatına gireceğini ama eşitlik kurallarının önemli olduğunu vurgulayan Yalçınbayır şöyle konuştu: “Kamuoyuna güven vermek istiyorsanız partizanlık yapmayacaksınız. AKP programının ilk maddelerinden birisi partizanlık yapılmayacağıyla ilgili. AKP, ‘Din, ırk, bölge, parti milliyetçiliği yapmayacağız’ esası üzerine kuruldu. Parti milliyetçiliği yapılmayacağıyla ilgili kural göz ardı edildi. Temiz siyaset anlayışına ihtiyaç var. Mal bildiriminin açıklığı ilkesi AKP programında kabul edilmiştir. Ama şu anda çok önde gelen birisinin itirazı üzerine bu kural hayata geçirilmemiştir. Oysa program bunun hayata geçirilmesini de emretmektedir. Parti içi muhalefet ne yazık ki yok”. Peki, özellikle son rektör atamalarına da baktığımız zaman, sizce Abdullah Gül Türkiye’nin mi yoksa AKP’nin cumhurbaşkanı gibi mi davranıyor? Toplumdaki bu tür algılamalardan süratle uzaklaşmak gerekir. Rektör atamalarında başlangıçta bir kural konulup ilan edilseydi daha şık olurdu. Demokrasilerin en önemli niteliği, seçilmişlerin seçilmişliğini tanımaktır. Atananlar profesör. Onları seçenler yine profesörler ve doçentler. Profesörler ve doçentlerin seçmiş olduklarının kabulü, onların seçilmişliklerinin tanınması daha anlamlı olurdu. Siz zamanı gelecek, “Biz yüzde 47’yle seçildik. Bizim seçilmişliği mizi tanıyacaksınız. Bunun dışında argüman istemem” diyeceksiniz ama aksini yapacaksınız. Olmuyor. Sayın rektörler görev süreleri içinde herhangi bir suç işledilerse mekanizmaları çalıştırırsınız. Ama orada demokrasinin gereğinin işlemesi ve yerleşmesi gereklidir. Ayrıca Sayın Gül, Sayın Sezer’in veto ettiği kişileri hiçbir ayrım yapmaksızın tamamıyla atamıştır. Devletteki sürekliliği de dikkate alırsak bu konularda daha hassas davranabilirdi. Sayın Gül’ün bağımsızlık ve tarafsızlık konusunda daha fazla özen göstermesinde yarar vardır. ‘RÜŞVET KURUMSALLAŞTI’ AKP iktidara gelirken rüşveti, yolsuzlukları, partizanlığı, adam kayırmayı sona erdireceğine söz vermişti. Ama görüyoruz ki özellikle AKP’li yerel yönetimlerde rüşvet, yolsuzluklar almış başını gidiyor. En son patlak veren olay da genel başkan yardımcılarından Şaban Dişli’nin 1 milyon dolar tutarında rüşvet alması oldu. Parti yönetimi, hatta tarafsız olması gereken TBMM Başkanı Köksal Toptan hiçbir şey yapmıyor. Bu tutuma ne diyorsunuz? AKP’nin kuruluşunda çok önemli kurallar koyduk. Parti programını hazırlarken Abdüllatif Şener ve diğer arkadaşlarımızla çok önemli çalışmalarımız oldu. Programın siyasi ilkeler bölümünün 13. paragrafında şu hüküm de yazılı: “Seçimle gelen herkesin kanunen vermek zorunda olduğu mal bildirimi şeffaf olarak kamuoyunun bilgi ve denetimine sunulacaktır. Bunlar yasal düzenlemeyi gerektirmeden de kendi içimizde yapılabilecek işlerdendir.” Bu kapsamda olmak üzere parti tüzüğünün 162. maddesinde partide görev alanların mal bildirimlerini aynı zamanda genel başkana vermeleri de öngörülmüştür. Bunun nedeni böylesine iddialar karşısında genel başkanın incelemesini sağlamaktır. Yasal düzenlemelerle ilgili benim geçen dönem verdiğim teklifin TBMM Genel Kurulu’nda oybirliğiyle gündeme alınması kabul edildi. Ama yasalaştırılamadı. Ama 1984’te çıkarılan 3069 sayılı milletvekilliğiyle bağdaşmayan işler hakkında bir kanun var. Ben bu kanunun uygulanmasını Hikmet Çetin’in TBMM Başkanlığı döneminde sordum, o zamana kadar hiç kimse hakkında işlem yapılmadığı ifade edildi. Demek ki bu uygulanmayan bir kanundur. Yani bizde milletvekilleri, milletvekilliğiyle bağdaşmayan herhangi bir iş yapmıyor mu? Bu mümkün değil. Her ne kadar AKP programında dokunulmazlıkların kamu görevlilerinin yargılanmalarının önündeki engellerle düzenleme yapılacağı yer aldıysa da daha sonra yapılan değişikliklerle kamu görevlileri için yargı yolu açıldı. Ama dokunulmazlıklar milletvekilleri için sığınılacak yer haline geldi. Bu, Türkiye’nin önünü tıkayan, milletvekillerine ayrıcalığın tanındığını apaçık ortaya koyan bir hükümdür. 22. dönem uzlaşmalarla ilgili en önemli sorun dokunulmazlıklardan çıktı. CHP tabii ki muhalefet hakkını kullanarak zaman zaman bunu ön plana çıkarmıştır. Ama Sayın Baykal, Sayın Erdoğan’ın seçilmesi önündeki anayasal ve yasal engeli kaldırmada yardımcı olurken anayasada dokunulmazlıklarla ilgili değişiklik yapılmasını nedense önermedi. Bunu söyleseydi Tayyip Bey bunu kabul ederdi. Gerçekten kabul eder miydi? Ederdi. Çünkü Tayyip Bey milletvekili ve başbakan olmakla ilgili önemli çalışmalar yapıyordu. O nedenle de böyle bir isteği kabul ederdi. Bunun yapılmaması bir ayıp olmuştur. Temiz siyasete hizmet etmek üzere 22. dönemde yolsuzluklarla ilgili araştırma komisyonu kuruldu. Çok önemli çalışmalar yaptı. Ama bu takip edilmedi. Bir hatırlatma yapmak istiyorum. 2000 yılında zamanın Maliye Bakanı Sümer Oral’a 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması Rüşvet ve Yolsuzlukla Mücadele Kanunu’nun uygulanmasını, Türkiye’de yolsuzluk ve rüşvetin haritasını sorduğumda bana verilen cevap, “Türkiye’de rüşvet hatta kurumsallaşmıştır” olmuştu. “Hatta”yı artık kaldırdık. Türkiye’de rüşvet kurumsallaşmıştır. Bir turnike sistemi vardır. Bu sistemin kırılması gerekir. Türkiye yolsuzluklar liginde şampiyonluğa oynuyor. Türkiye’de siyasetin finansmanı çok pahalıdır. cektir. Parti sizin dokunulmazlığınız olduğunu düşünebilir. Ama siz Cumhurbaşkanı olarak bağımsız ve tarafsız bir mevkidesiniz. Parti politikalarıyla sizin ilişkiniz düşünülmemelidir. Fezleke önünüze geldiğinde de yargılanmayı istemelisiniz” dedim. Peki, Gül’ün tepkisi ne oldu? “Söz. Türkiye’de cumhurbaşkanlarının da görev içinde yargılanabileceklerini göstereceğim” demiştir. Daha sonra bu sözlerimin bir kısmı basında yer aldı. Hakkında herhangi bir fezleke gelirse zaten gereği yapılacaktır. Ama bu süreç kendisinin dışında da devam ediyor. Yerel mahkeme dokunulmazlığı vardır gerekçe siyle takipsizlik kararı verdi. Ona itiraz edildi. Şimdi itiraz süreci devam ediyor. Ama Erbakan’ı anayasadan kaynaklanan af yetkisiyle affetmesi etik midir değil midir? Bunları birbirine karıştırmamak lazım. Ben Cumhurbaşkanı olarak görevini yapmıştır, diye düşünüyorum. Burada bir noktayı daha vurgulamak istiyorum. Bilinmelidir ki Türkiye’de cumhurbaşkanlarının dokunulmazlığı yoktur. Sadece cumhurbaşkanlığı görevinden kaynaklanan sorumsuzlukları vardır. Eski zamanlarda yapmış oldukları fiillerden yargılanabilirler. Kayıp trilyon davasında Gül’le birlikte Abdülkadir Aksu da sanıklar arasındadır. ‘Dişli gizlilik kalkanına sığınamaz’ Mal bildirimi açıklığı ilkesine MYK toplantısında itiraz eden önde gelen kişi kim? Ne Erdoğan ne Gül ne de Bülent Arınç. O arkadaşla ben yakın zaman önce görüştüğümde, “Bu kuralın uygulanmasının gereğine inanıyorum” dedi. Niye itiraz etmiş? Maalesef böyle şeyler oluyor. Anayasa Komisyonu başkanıydım. Siyasi etik konusu görüşülüyordu. İktidar milletvekillerinin oyları ve muhalefetin tahrikiyle etik komisyon kurulamadı. Türkiye’de hâlâ siyasi etikle ilgili yeni yasal düzenlemeler yapılmadı. TBMM Başkanı, “Ben bunu açıklayamam” (Şaban Dişli’nin mal bildirimi) diyor. Doğrudur. Cumhuriyet Başsavcısı burada bir suç olduğu düşüncesindeyse TBMM Başkanlığı’ndan bunu isteyecektir. Ama parti genel başkanı bu durum karşısında o kişinin mal bildirimini alır. Kişiyi çağırır, “Bunu bana açıkla” der. Ondan sonra da kamuoyuna bilgi verir. AKP programını kabul etmekle Sayın Dişli o konudaki gizlilik hakkından zaten vazgeçmiştir. AKP’ye kapatılma davasında Anayasa Mahkemesi partiye laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmaktan sarı kart gösterdi. Bundan sonra hükümet ve başbakan sizce nasıl bir siyaset izler? Erdoğan hâlâ dayatmacılık yapmaya devam edebilir mi? AKP’yi kurduğumuz zaman daha önceki partiler olan MNP, MSP, RP, FP’ye kırmızı kart gösterilmesini dikkate aldık. FP’nin kırmızı kart gördüğü Anayasa Mahkemesi kararını gerekçesiyle birlikte bütün kurucu il başkanlarına gönderdim. “Siyaset anayasal çerçevede yapılacak iştir. Kim ki bunun dışına çıkmak istiyor, bu partide görev almasın. Kim bu düşüncede geliyorsa bunları aranıza almayın” dedim. Bugün ortada şiddetli bir sarı kart vardır. Anayasa Mahkemesi’nin parti kapatmamayla ilgili kararını benimsiyorum. Bu 2001 anayasa değişikliğinin uygulanlamasıdır. AKP’nin karardan ders çıkaracağını düşünüyorum. Nitekim Edibe Sözen’in bununla bağdaşmayan tutumu şiddetle kınanmıştır. P O ERTUĞRUL YALÇINBAYIR 1946, Kırcaali/Eğridere, Bulgaristan doğumlu. Dört yaşınailesiyle Türkiye’ye göç etti. Aile Bursa’ya yerleşti. R dayken Yükseköğrenimini İ.Ü. Hukuk Fakültesi’nde tamamladı. Bir Bursa’da avukatlık yaptı. 1980 öncesi CHP’den BurT süre sa Belediyesi Meclisi üyesi oldu. 12 Eylül darbesinden sonsiyasete ara verdi. 1990’lı yılarda RP’ye yakınlaştı. RP GeR ra nel Başkanı Necmettin Erbakan’ın avukatlığını yaptı. 1995 RP’den Bursa Milletvekili seçildi. Ancak parti E seçimlerinde yönetiminin siyasetine uyum sağlayamayarak partiden kop tu. 1999 seçimlerinde bu kez ANAP’tan Bursa Milletvekili seçildi. Bir dönem TBMM Anayasa Komisyonu Başkanlığı yaptı. ANAP yönetimiyle de anlaşamayarak partiden ayrıldı. AKP’nin kurucuları arasında yer aldı. 2002 seçimlerinde AKP’den Bursa Milletvekili olarak yeniden TBMM’ye girdi. 58. Hükümet kurulduğunda Başkan Yardımcılığı ve Devlet Bakanlığı görevinde bulundu. 1 Mart tezkeresine karşı çıkması, parti içi muhalefetin öncüleri arasında yer alması nedeniyle 59. Hükümette kendine yer bulamadı. 22 Temmuz 2002 seçimlerinde Başbakan Erdoğan tarafından aday gösterilmedi. Şimdi AKP’nin sade bir üyesi. Kapatma davası açılması bile o parti için en ağır darbedir Mehmet Ali Şahin’in parti kapatmalarla ilgili eski bir sözü vardı. Bunu bize anlatır mısınız? 2001’deki anayasa değişikliğinden önce Uzlaşma Komisyonu’nda da çalışmalarda bulundum. Komisyonda 1999 ve 2000’de FP’den Mehmet Ali Şahin, Cemil Çiçek, DYP’den şimdi AKP’li olan Ahmet İyimaya, MHP’den şimdi AKP’de olan Sadık Yakut, ANAP’tan da benimle birlikte Bülent Akarcalı vardı. 2000’de toplanan komisyonda Venedik Kriterleri bağlamında parti kapatma konusunu tartıştık. Mehmet Ali Şahin, “Bir parti hakkında sadece kapatılması için dava açılmış olması reddedilmiş olsa bile o parti için en büyük darbe değil midir?” dedi. Bu sözler tutanaklarda var. Ben AKP yöneticilerinin, Şahin’in bu sözünü de dikkate alarak bu mahkeme kararını iyi okuyacaklarını ve bu doğrultuda çalışma yapacaklarını umuyorum. Türkiye’de özellikle arazi rantı ve rant kapıları işin içine girdiğinde hiçbir biçimde yargı kararlarının uygulanmaması konusunda neler söylemek istersiniz? Cargill denilen olay Türkiye’nin haritasıdır. Cargill 1977’de Yüksek Planlama Kurulu kararıyla orada faaliyette bulunmuştur. Zamanın Başbakanı’na, “İzin verin. Bunun aleyhinde dava açmak istiyorum. Kamuoyunun hukukuyla sizin kararınız burada çelişiyor. Bunu çözecek olan yargıdır, Biz yargıya başvuracağız. Ama biliyoruz ki yargı kararları uygulanmayacaktır” dedim. Nitekim de uygulanmadı. O bir yana, prensip kararıyla mahkeme kararını sıfırladılar. Onun da iptali söz konusu olunca geçen dönem kanun çıkarmak yoluyla mahkeme kararını sonuçsuz hale getirdiler. Peki, siz ne yaptınız? Kürsüye çıkıp, “Bu Meclis her şeyi yapmaya kadir değildir. Meclis’in yetki ve görevleri anayasayla sınırlıdır. Onun dışına çıkamazsınız. Burada kuvvetler ayrılığı ihlal edilmektedir. Apaçık suç vardır. Türkiye yargı kararlarını uygulamama konusunda fevkalade sabıkalıdır” dedim. Şu yoğun olarak söylendi: “Bunu 57. hükümet döneminde Clinton istedi. 59. ve 60. hükümetler döneminde Bush istedi.” Siz yargının kararını sonuçsuz hale getirmek üzere işlemler yapıyorsunuz. Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı’nın başkanlığında toplanan bir heyet, STK’lerin açacağı davaları sonuçsuz hale getirmek için neler yapılması gerektiğini konuşuyor. Kanun çıkarılması gereğini söylüyor. Bu kayıtlara ulaştık. Bunlar TBMM’de de söylendi. Bu anlamda Türkiye’de neredeyse bütün hükümetler anayasanın 100. maddesi doğrultusunda soruşturma önergesine muhatap olması gerekenlerdir. Aynı olaylar Yatağan’da, Bergama’da, Cargill’de yaşanmıştır. CHP Anayasa Mahkemesi’ne gitti. Sonucu bekleniyor. Çevre hukuku bakımından Türkiye sonuncu ülkelerden. ‘İddianame pehlivan tefrikasına döndürülmemeli’ Ergenekon davası iddianamesi ortaya çıktı. Orada bankasiyasetmedya ilişkisi ağırlıklı olarak görülüyor. Acaba bu ilişkiler bugünkü iktidar savaşının temelini mi oluşturuyor? Türkiye’de bütün iktidarlar açık ya da örtülü biçimde kendi yandaş medyalarını oluşturmak istemişlerdir. RTÜK Kanunu’nun 29. maddesine biz itiraz ettik. Medya sahiplerine borsada oynamaları, ihalelere girmeleri, bu yolla siyaseti etkilemeleri önemli, dedik. Bununla ilgili epeyce mücadele verdik. Mesut Bey’le (Yılmaz) aramı açan en önemli hususlardan birisi budur. Anayasa Komisyonu Başkanı olarak bunun çıkarılmaması için elimden geleni yaptım. Ama bizim dönemimizde özel gayret harcandı. Siyasi iktidarların bunu elde etmeye çalışmaları hem siyaseti hem ticareti kirletiyor. Haksız rekabeti oluşturuyor. Bunun da ötesinde, sadece basında çalışanların özgürlüğünü değil, halkın doğru bilgi edinme hakkını ortadan kaldırıyor. Ergenekon davasıyla ilgili kayıtlarda çok özel bilgilerin, geyik muhabbetlerinin de yer aldığını gördük. Bunlar iddianameyi zayıflatan, birtakım tereddütlere yol açan durumlar ortaya çıkardı. Sanıyorum bu yaşananlar karşısında Cumhuriyet Başsavcısı gerekli hassasiyeti gösterecektir. İyi de bu iddianamenin baş sorumlusu Savcı Zekeriya Öz değil mi? Evet. İddianamede hukuk tekniği olarak fevkalade eleştirilecek yanlar vardır. Ayrıca bu dava çok uzun bir süreci gerektirecektir. Bu iş pehlivan tefrikasına döndürülmeden yürütülmelidir.