Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
15 AĞUSTOS 2008 CUMA haberler AYDINLANMA EMRE KONGAR C 5 Ergenekon dava dosyasındaki MİT raporunda Fethullah Gülen’in birçok faaliyeti sıralandı Humeyni’ye özenmiş 1975’te Bornova’ya atanan, MSP yanlısı Nurculardan olan Gülen’in İran’da gerçekleştirilen devrimin Türkiye’de de gerçekleşmesini arzuladığı, Türkiye’de İslami devrim için yurt çapında teşkilatlanmaya önem verdiği kaydedildi. İstanbul Haber Servisi Çete kurmaktan yargılanıp beraat eden Fethullah Gülen, Ergenekon dava dosyasındaki MİT raporuna göre, 1992 yılından itibaren Muhsin Yazıcıoğlu’na maddi ve manevi destek verdi. Şüpheli Adnan Akfırat’a ait evraklar arasından Fethullah Gülen hakkında 22 Aralık 1996 tarihli MİT raporunun fotokopisi çıktı. Liderler zirvesine getirilen MİT raporu başlıklı belgede, Gülen’in 1995 yılına dek birçok faaliyeti sıralandı. Gülen’in 1942 doğumlu olduğu, 1968 yılı itibarıyla İzmir Merkez Vaizi, İzmir İmam Hatip ve İlahiyatta Öğrenci Yetiştirme Derneği Kestanepazarı Kuran Kursu öğreticisi görevlerinde bulunduğu kaydedildi. 1969 Ağustos’unda İzmir Buca’da kendi yönetiminde olan dernek ve Kestanepazarı Kuran Kursu’nda okuyan 100 öğrencinin katılımıyla açılan bir kampta Kuran okumanın yanı sıra Risalei Nur eğitiminin yapıldığı kaydedildi. Gülen’in aynı yıl içerisinde Saidi Nursi için Isparta’da düzenlenen mevlüte katıldığı, 1970 yılında İzmir’de Nurculuk üzerine programlar yaptığı, toplantılarda eğitici görevinde bulunduğu ifade edildi. 1971 Ocak ayı içerisinde, İzmir İmam Hatip ve İlahiyat Öğrenci Derneği içinde Nurculuk faaliyetleri yürüttüğü gerekçesiyle dernek idare heyetinden çıkarıldığı, aynı yıl Nurculuk faaliyetleri nedeniyle İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından ifadesi alınarak hakkında dava açıldığı belirtildi. Bu dava sonucunda vaaz etme yetkisinin elinden alındığı, 1972 Eylül’ünde Erzurum’a giderek Nurcu liderlerle görüştüğü, çeşitli Nur toplantılarına katıldığı kaydedildi. 1973 yılı itibarıyla Edremit’e tayin edildiği ancak İzmir’de ikametini sürdürdüğü, her hafta Cuma günleri Edremit Camisi’nde vaaz verdiği, her gelişinde Nur medreselerinde Nur toplantıları yaptığı belirtildi. Can ve Patlıcan şumların (siz isterseniz buna “Gerçek Ergenekon” da diyebilirsiniz) dava dışı kalması. 4) Sanık ve tanıklara ek olarak, davada sanık ve hatta tanık bile olmayan pek çok kişi hakkında yalan, yanlış iddiaların ortaya atılması, bu kişilerin, davayla ilgili olmayan özel yaşamlarının ve özel konuşmalarının ortaya dökülmesi, kişiliklerinin ve ilişkilerinin zedelenmesi. ??? Böyle bir davanın siyasal tartışmalara konu olması da kaçınılmazdı. Nitekim Başbakan kendini “Ergenekon’un Savcısı”, Ana Muhalefet Partisi Lideri de kendini “Ergenekon’un Avukatı” ilan etti. ??? Davayla ilgili ya da ilgisiz kişiler hakkında yalan, yanlış bilgiler içeren, davayla doğrudan ilişkisi olmayan yüzlerce belge “resmi evrak” olarak iddianameye girmiş… Ve medyada çarşaf çarşaf yayımlanmış… Pek çok insanın kişilik hakları zedelenmiş… Kimse bunun üzerinde pek durmamış... Ama hakkında belge yayımlananlardan biri de Başbakan olunca, işler birdenbire değişiverdi: Kendini “Ergenekon’un Savcısı” yerine koyan Başbakan, iddianamede kendisi hakkında yalan, yanlış bir belgenin, (üstelik uydurma olduğu da vurgulanarak) bir gazetede yayımlanması üzerine kıyametleri kopardı. Hangi Başbakan? “Herkesi kucaklayacağını” iddia eden, ama vatandaşları haksızlığa uğrarken sessiz kalan Başbakan… Hatta sessiz kalmakla da yetinmeyen, üstüne üstlük, kendine savcılık yakıştıran Başbakan… Haklarındaki yalan, yanlış bilgiler, belgeler, telefon konuşmaları günlerdir gazete manşetlerinde dolaşan, kişilik hakları zedelenen vatandaşlar: “Başbakan’ın canı can da bizimki patlıcan mı!” Deseler… Haksız mı sayılırlar? başka bir Nur toplantısında “Huruç harekâtının başarıya ulaşması için yurtta kendi binalarında ve kiralayacakları müsait yerlerde, orta ve yükseköğrenim gören öğrenciler için yurt binalarının açılması, eğitilen öğrencilerin meyvalarını vermesi, kendi fikirleri doğrultusunda çeşitli kitap ve dergilerin basımının gerçekleştirilmesi ile özellikle Türkiye’deki öğretmenlerin büyük bir bölümünün kendi yönlerinde faaliyet göstermeleri gerektiğini” ifade ettiği belirtildi. 24 Haziran 1980’de, Denizli Merkez Akyazılı Köyü Orta ve Yüksek Eğitim Vakfı’nın açılışında konuşan dikkat çeken ifadeleri de şöyle: “Milletimiz içinde bulunduğu zelil duruma, şeytanın uşakları, muallimler ve onların yetiştirdiği inançsız talebeler nedeniyle düşmüştür. Rusya Müslümanlığın giderek azalması ve komünizmin yayılması amacıyla Türkiye’ye her yıl yardım göndermektedir. Ahlaksızlık, zina ve anarşi almış yürümüştür.” İRAN DEVRİMİNİ ARZULADı 1975’te Bornova’ya atanan, MSP yanlısı Nurculardan olan Gülen’in İran’da gerçekleştirilen devrimin Türkiye’de de gerçekleşmesini arzuladığı, Türkiye’de İslami devrim için yurt çapında teşkilatlanmaya önem verdiği kaydedildi. Bornova Merkez Vaizi olduğu dönemde, vaaz bantlarının yurtta dağıtılmasını sağlatarak Nurculuk propagandası yaptığı, 19 Nisan 1980’de İzmir’de gerçekleştirilen bir Nur toplantısında yaptığı konuşmada, birkaç gün içerisinde, “Huruç harekâtı (atılım harekâtı) başlatacağını, hemen hemen her ilde liderlerin tespit edildiğini, İran’da yapılan İslam harekâtının Türkiye’de böyle başlamış olacağını” belirttiği ifade edildi. Aynı yıl KAÇMAYA BAŞLADI Yazıcı Nurcuların lideri olan Fethullah Gülen’in 1980 yılında Nurcuların yayın organı olan “Sızıntı” adlı dergide, “M.F.D” rumuzu ile yazılar yazdığı, sıkıyönetim komutanlığının operasyonunu haber alınca, Erzurum’a kaçtığı, Bornova Müftülüğü’ne Erzurum’dan 20 günlük, Kayseri Tıp Fakültesi’nden 45 günlük sağlık raporu gönderdiği belirtildi. 1980 Aralık’ta Çanakkale’ye tayin edildiği, 1981 Ocak ayı itibarıyla Isparta Uluborlu ilçesindeki “İmam Hatip Lisesi Öğrencilerini Koruma ve Yetiştirme Derneği” merkezinde gizlendiği kaydedildi. 27 Şubat 1981’de Eyüp İstanbul Hükümet Tabipliği Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniği’nden 20 günlük rapor aldığı ifade edilerek 22 Mart’ta Çanakkale Müftülüğü’nden istifa ettiği belirtildi. Ankara’da Nurcu liderlerden Toprak Diş Kliniği sahibi Hayrettin Toprak’ın evinde saklandığı, 1982’de Konya’da Nurcu liderlerle toplantı yaptığı belirtildi. Aynı yıl Keşan’ın bir köyünde gizlendiği, Molla ve Dahhak takma isimlerini kullandığı kaydedilerek Sızıntı grubu üyelerince, Gülen’in bantlarının Mekke’de kiralanan bir dükkânda Türk hacılarına satıldığı, 1983 yılında, Menemen Helvacıköy’de Y.İ.E. öğrencisi Yaşar Erdoğdu’nun yanında saklandığı belirtildi. Ege Ordu ve İzmir, Antalya illeri Sıkıyönetim Komutanlığı’nın Şubat 1985 tarihli yazısı ile arananlar listesinde yer aldığı, 18 Mayıs 1985’te kendisini maddi yönden destekleyen zenginlere hitaben İstanbul Altunizade’de bir konuşma yaptığı ifade edilerek özel okullara para yardımı yapmaları için öğütlerde bulunduğu kaydedildi. Gülen grubuna mensup Nurculardan Sabri Kadıoğlu’nun Abdülkadim Zellüm adlı yazarın “Hilafet Nasıl Yıkıldı” isimli eserinin ücretsiz dağıtıldığı, Hizbut Tahrir mensubu Muhammed Kürdi’nin, parti merkezinden aldığı emir üzerine İzmir’de tahsilini yaparken Gülen ile bir görüşme yaptığı, görüşmeden bir sonuç çıkmadığı ifade edildi. Genelkurmay Başkanlığı’nın 15 Nisan 1985 tarihli aranan şahıslar kitabının ikinci kategori, 583. sırasında arananlar arasında yer aldığı belirtilen Gülen’in 1987 yılında İstanbul’daki evinden “imamlarına” eğitim vermeye başladığı belirtildi. Ağustos 1987’de ders verdiği öğrencilerine yaptığı konuşmada, “Alparslan Türkeş ile görüştüğünü, Türkeş’ten cemaatini şeriat doğrultusunda yetiştirmesini istediğini, onun da kabul ettiğini” ifade ettiği belirtildi. 6 Eylül 1987’de yapılan seçim yasaklarıyla ilgili referandumda, Turgut Özal’ı desteklemek amacıyla Nurcuların hayır oyu kullanmalarını sağla dığı, Şubat 1990’da Korkut Özal’ın dünürünün İstanbul’daki evinde “ANAP’ın geleceği ile ilgili” toplantıya katıldığı belirtildi. Aynı yıl Türkiye’deki İslam faaliyetlerini tek bir merkezden koordine etmek amacıyla oluşturulan İslam Şurası içerisinde yer aldığı, 1999 yılında rahatsızlığı nedeniyle birkaç kez yurtdışına çıktığı belirtildi. Gülen’in 20 Ekim 1991’de yapılan genel seçim arifesinde MÇP’ye 3.5 milyar yardımda bulunduğu ve seçimlerde MÇP ile ittifak yapan Adalet Partisi’ni desteklediği kaydedildi ABD’YE GİTTİ Nisan 1992’de Azerbaycan’a gittiği, orada TV kurma çalışmalarına başladığı, aynı tarihte ABD’deki Risalei Nur Enstitüsü’nün çalışmalarını yönlendirmek maksadıyla gizli olarak ABD’ye gittiği belirtildi. Buradan Avusturya’ya geçtiği, Türk öğrencilerin akademik öğretim gördüğü okulları ve kaldıkları yurtları ziyaret ettiği kaydedildi. Ayrıca kuracağı üniversitelerde ders vermek amacıyla, söz konusu ülkelerdeki çeşitli profesörlerle de görüştüğü ifade edildi. Halkımızın bazı özdeyişleri muhteşemdir. Kendinden başka hiç kimseyi umursamayanlar için, günlük konuşma dilinde enfes bir deyiş vardır: “Senin canın can da benimki patlıcan mı!” derler. ??? Diyelim ki gemi batıyor, çocuklar ve kadınlar önde, herkes cankurtaran sandalı sırasında. Biri bağırıyor: “Yol verin bana; benim canım çok kıymetlidir!” Ya da aynı belaya kurban gitmişsiniz, hepinizin evi yanmış. Bir kendini bilmez ağlayarak dövünüyor, sizden de merhamet ve ilgi dileniyor: “Mal canın yongasıdır; ah en çok benim canım yandı!” İşte böyle münasebetsiz durumlar için üretilmiştir “Senin canın can da benimki patlıcan mı!” deyişi… ??? Politikacılar, toplumun temsilcisidir… Toplumun acılarını, sıkıntılarını dile getirirler… Kendi başlarına gelmese bile, toplumsal felaketlerden, haksızlıklardan, bizzat kendileri etkilenmiş gibi davranırlar, acıları, sorunları dile getirir, gerekli çareleri ararlar… Bu onların görevidir… Hele sorumlu mevkilere seçilmiş olan politikacılar için… Hele hele başbakanlar için… ??? Ergenekon iddianamesi dört büyük sorunu birden dikkatlere getirdi: 1) Birtakım katillerin, bombacıların, tetikçilerin, belli kişiler ve çevrelerce desteklenmiş olması ve bunların arkasında bir çetenin veya bazı çetelerin varlığı ihtimali. 2) Birtakım şüphelilerin, iddianamenin yazılış ve sunuluş aşamasında, henüz duruşmalar başlamadan, hatta iddianame bile ilan edilmeden, cezalandırılması, medya tarafından yargısız infaza tabi tutulması. 3) Olayların, hem tarihsel ve siyasal perspektif içinde ele alınmayıp bazı önemli noktaların dışarda bırakılmasından, hem de ilişkilerin ve belgelerin çok fazla yaygınlaştırılmasından dolayı, asıl sorumluların ve olu ekongar?cumhuriyet.com.tr; www.kongar.org YAZICıOĞLU’NA DESTEK MÇP’den 1992 yılında ayrılarak yeni bir parti kurma çalışmaları içerisine giren Muhsin Yazıcıoğlu’na maddi ve manevi destek verdiği vurgulandı. 19 Ocak 1994’te Ankara’da kurulan “Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı”nın kurucuları arasında yer aldığı belirtilerek aynı yıl içerisinde ABD, Almanya, İngiltere ve Rusya’nın Türkiye’deki büyükelçileri tarafından ayrı ayrı ziyaret edildiğine dikkat çekildi. 1995 yılı Ağustos ayı itibarıyla basında çıkan devlet yanlısı beyanları nedeniyle İBDA/C örgütü lideri Salih Mirzabeyoğlu tarafından ölümle tehdit edildiği ifade edildi. ALEVİ AÇILIMI AKP’nin ‘cemevi’ takıyyesi Bakan Yazıcıoğlu, cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilemeyeceğini, Diyanet İşleri Başkanlığı Yasası ve bazı devrim yasaları ile mahkeme kararlarının buna engel olduğunu savundu. Emine KAPLAN endimi şanslı olarak nitelendirdiğim az sayıdaki konulardan biri de öğrenim süremde hiç münazaraya katılmamış olmamdır. Ne Göztepe’deki 4’üncü Pansiyonlu İlkokul’da ne Yeldeğirmeni’ndeki Atatürk Ortaokulu’nda ne de Haydarpaşa Lisesi’ndeki sınıf hocalarımız bize münazara yaptırdılar. Yaptırsalardı iyi olmaz mıydı? Bana göre olmazdı. İnsanın, daha küçük yaşlarda inanmadığı, ama ödev olarak belirlenmiş görevleri yerine getirmeye, hem de kırık not korkusuyla inanmadığı görüşleri savunmasını oldum olası yadırgarım. Bu görüşümün elbette bilimle uzaktan yakından bir ilişkisi yoktur. Münazara, geçmişte uygulanan eğitim kurallarına göre yararlı sayılıyormuş ki düzenleniyormuş. Şimdilerde de yapılıyor mu bilemem. Herhalde çocuklara topluluk önünde konuşma yetisi kazandırmayı amaçlıyormuş ki eğitimin gözdelerinden biri sayılıyormuş. Bilim adına çizmeyi aşmadan söyleyeyim ki “laf ebesi” yetiştirmenin münazaradan başarılı bir yöntemi olamaz. ??? “İnsancıl” dergisinin 2008 Ağustos K GEÇMİŞTEN GELECEĞE ORHAN ERİNÇ Münazara Şaşkınlığı... ‘münazara’dır aslında.” Münazarayı da şöyle nitelendiriyordu: “Münazarada iki önerme vardır. Ya olumlanır ya olumsuzlanır. Bundan ötürü münazarada akıl yürütülmez.” İşte size Türkiye’de zurnanın zırt dediği nokta: “Akıl yürütmeme.” Başka bir deyişle düşünmeyi, özellikle de eleştirel düşünceyi dışlama... ??? Televizyonlarda izlenen tartışma programlarından bir bölümü, bırakın akıl yürütmeyi özendirmeyi, bilgi aktarımı konusunda bile, insanın doğru olarak bildiği konularda ikirciklenmesine yol açıyor. Belki de amacı bu. Önce bildiklerinin yanlışlığına inandır, sonra da kendi yanlışlarını kafalara doğru diye şırınga et. Üzücü ama itiraf etmeli ki başarılı bir yöntem. Buna kendi görüşünün liderlerinin, hocalarının, efendilerinin söy sayısında Cengiz Gündoğdu’nun “Yıldız Güncesi” bölümünü okurken “3 Haziran Salı”da yazılanları okuyunca, şanslılığıma bir kez daha sevindim. Soner Yalçın’ın Hürriyet’te yayımlanan (25.05.2008) incelemesini usta edebiyatçı ve gazeteci Demirtaş Ceyhun “Aydınlık” taki yazısında (01.06.2008) yorumlamıştı. Yalçın’ın, ABD’nin “Kültürel Özgürlük Komitesi”nin dünyayı kendi ülkesinin çıkarı için yürüttüğü yönlendirme çalışması konusunda verdiği bilgileri, Ceyhun usta somutlaştırmıştı. Örnek olarak da kimi televizyon kanallarındaki tartışma izlencelerinden söz açmıştı. Söz konusu tartışma izlenceleri için de şöyle yazmıştı: “... eskilerin deyimi ile bir ‘münakaşa’ değil; tam karşıtı, bağlı oldukları camiaların inanç ve görüşlerine uygun yorumların ‘kelime oyunları, laf cambazlıkları’ ile izleyicilere benimsetilmeye çalışıldığı, eskilerin deyimi ile bir lediklerini de ekleyince mantık büsbütün yoklara karışıyor. ??? Söz konusu programları düzenleyenlerin ve sürekli katılımcılarının cemazüyel evvellerini araştırma olanağı bulunsa, çoğunun okullarının düzenlediği münazaralarda üstün başarı gösterdiklerinin ortaya çıkacağına kalıbımı basarım. Ama artık münazaralar, öğretmenin değil, hocaların gözüne girmek için düzenleniyor. Eskiden hoşlanmadığı bir işi yapmak zorunda kalanlar, işsiz kalmaktan duydukları korkuyu “Ne yaparsın ki. Evde evlat ü iyal var” gerekçesine bağlarlardı. Devir değişti. Ona bağlı olarak, “doğru” olandan her gün biraz daha uzaklaşan “geçerli” olan devrine girdik. Tabii gazeteler de dahil gönüllü münazaracılara da gün doğdu. Bu devir değişmesin ki maddi ve manevi çıkarlar da bozulmasın. Bakalım daha ne kadar münazara ve monolog izleyeceğiz? Çünkü münazara mantığıyla yetiştirilenler ve onlara uyum sağlayanlar az değil... oerinc?cumhuriyet.com.tr ANKARA AKP’nin Alevilerin sorunlarının çözümüne yönelik açılımının göstermelik olduğu ortaya çıktı. Devlet Bakanı Said Yazıcıoğlu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yasası ve bazı devrim yasaları ile mahkeme kararlarına göre cemevlerinin ibadethane sayılmasının mümkün olmadığını açıkladı. Tunceli Bağımsız Milletvekili Kamer Genç’in sözlü soru önergesini yanıtlayan Devlet Bakanı Said Yazıcıoğlu, AKP’nin Alevi açılımı yapmasının olanaklı olmadığını kabul etti. Yazıcıoğlu, İslamın 14 asırlık tarihsel tecrübesinde cami ve mescitlerin belli bir mezhebin, meşrebin ya da inanç grubunun ibadet yeri olmadığını, camiye gelen, gelmeyen, namaz kılan, kılmayan bütün Müslümanların ortak mabedi olarak varlığını sürdüregeldiğini söyledi. Yazıcıoğlu, şu açıklamayı yaptı: “İslam tarihinin hiçbir döneminde kendisini İslam içinde görüp de camiye alternatif başka bir ibadethane kuran mezhep ve tarikat olmadığı gibi, tasavvufi adap ve erkânın yürütüldüğü mekânlar da hiçbir zaman caminin alternatifi bir ibadethane olarak algılanmamış ve isimlendirilmemiştir.” Yazıcıoğlu, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Kuruluş ve Görevleri Hakkında Yasa’nın 1, 14, 18 ve 35. maddeleri; Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına Dair Yasa’nın 1. maddesi ile Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Yasa’nın 3. maddesi uyarınca cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmesinin olanaklı olmadığını savundu. Yazıcıoğlu, ayrıca Ankara 6. İdare Mahkemesi’nin cemevlerinin ibadethane sayılamayacağına ilişkin kararı bulunduğuna da dikkat çekti.