06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 C söyleşi 15 AĞUSTOS 2008 CUMA Üniversiteden en yüksek oyu almasına rağmen Cumhurbaşkanı tarafından atanmayan rektör Prof. Karadoğan isyan etti: İTÜ’nün onuru ayaklar altında SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU 21 üniversitede rektör seçimleri yapıldı. En çok oyu alanlar en tepedeki atama merciine sunuldu. Ne ilginçtir ki Çankaya’da oturan Cumhurbaşkanı, en çok oy alan rektör adaylarına yüz vermedi. Türbancı, AKP yanlısı, hatta AKP milletvekili adayı rektör adaylarını atamayı tercih etti. Bu arada da canla başla üniversiteleri için çalışan eski rektörler okka altına gitti. Bu “güzel keyfi atamalarla” da üniversitelerimiz “rahatladı”. Bir önceki Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’i en çok oyu alanı değil de daha düşük oy alan rektör adaylarını atamakla suçlayan hazretler ve hatunlar ise dut yemiş birer bülbül. Aslında bunlara bülbül demek bülbüle haksızlık ya, neyse… İTÜ’nün Cumhurbaşkanı tarafından atanmayan rektörü Prof. Dr. Faruk Karadoğan’la yaptığım bu Pazar Konuğu söyleşisi, bu ülkede artık nasıl bir “a la AKP demokrasi” anlayışı içinde yaşadığımızın en güzel kanıtı. YÖK ve Cumhurbaşkanı’nın rektör atamalarında uyguladıkları siyaset sizce laik demokratik esaslara uyuyor mu? F.K. Bu kararların laik demokratik esaslara uyup uymadığını biz yine mantık yoluyla değerlendireceğiz. Aslında sözünü ettiğiniz esaslar da mantık esasları olmak durumundadır. Siz karşınızdakine davranış özgürlüğü bırakmazsanız herhangi bir şekilde bir araya gelmeniz mümkün olmaz. Mantıklı olarak baktığımızda YÖK’te mülakata, mülakatın sayısallaştırılmasına dayalı birtakım uygulamalardan söz ediyoruz. Kanunda yer almış olmakla birlikte bize göre bunun altında sağlam bir mantığın bulunduğunu düşünmek yanlıştır. Çünkü üniversiteler yakından tanınmalıdır ki verilen kararlar anlamlı olabilsin. Hayatlarını üniversiteye vermiş olan 900 öğretim üyesinin, üniversiteyi tanıyarak bilerek verdikleri kararları ile üniversite hakkında üç tane cümle kuramayacak 20 insanın yaptıkları sübjektif değerlendirme sonunda objektifmiş gibi görünen sayısallaştırma karşılaştırıldığında tutarsızlık olacağı açıktır. Siz bu kadar büyük ve yetkin bir karar grubunun tercihlerini bir kenara bırakarak küçük bir grubun kararıyla hareket ederseniz, Cumhurbaşkanı da olsanız yönlendirilmiş olacaksınız. Kararlarınızda da hukukun üstünlüğüne, demokrasiye uymayan bir yolda gideceksiniz. Bu kararların doğru olabilmesi ihtimali çok düşüktür. Özellikle de İTÜ gibi bu ülke için 235 yıldır saygınlığını koruyup geliştiren bir kurum hakkında karar verirken yanlış yapma olasılığı daha da yüksek olacaktır. Biz ülke olarak bu kuruma çok şey borçluyuz. Dolayısıyla bu kurumla ilgili bir karar verirken mantık, değerlendirmeler, hepsinin üstünde başka bazı değerlendirmelerin de olması lazımdır. Bu kurumun 1944’ten beri yaptığı işler ülkenin kalkınmasının temel taşlarını oluşturmuştur. İnsan yetiştirmiştir, bilirkişilik yapmıştır. Şimdi siz o bilirkişinin verdiği karara bilmeyerek itiraz etmiş oluyorsunuz ya da bilmeyenlerin verdiği kararlar doğrultusunda onu yönlendirmek istiyorsunuz. İTÜ’nün onuru ayaklar altına alınmıştır. Böyle bir kurum hiç dışarıdan yönlendirildi mi? Hayır. Şimdiye kadar hiç böyle bir şey olmadı. Ama bugün bu kurumun kendi vefakâr öğretim üyelerinin tercih ve fikirleri bir kenara bırakılarak yönetilmek istenmektedir. Çünkü başkalarının, azınlığın kararıyla birtakım işler yapılmak istenmektedir. Bunun ne İTÜ mensupları ne de 60 bine varan İTÜ mezunları tarafından tasvip göreceğini sanıyorum. Rektör atamalarında kulis çalışmaları Çok yoğun kulisler yapıldığı ve yüksek bürokrasinin etki altına alındığı gibi duyumlar var. Bu işleri kimler çevirdi? Sözünü ettiğiniz YÖK mülakatlarıysa bunları masaya yatırıp incelemek lazım. YÖK mülakatlarında rektör adaylarına kısa bir süre beş dakika tanındı. Bu beş dakika içinde onlara üniversitenin sorunları, bunlara çözüm yolları ve projeleri sorulmuştur. Böyle bir olayda beş dakikalık bir mülakatla karar verilebilir mi? Ben bunu şüpheyle karşılıyorum. Beş dakikalık bir zaman, 235 yıllık bir kurumun 900 öğretim üyesinin kararları ve orada yapılanlar konusunda fikir edinmek için yeterli değildir. Ayrıca bu beş dakikalık konuşma sonrasında öğretim üyelerine birtakım sorular da yöneltilmiştir. Bunlar kurumu, yönetimi tanıma doğrultusunda birtakım sorular da olmayabilir. Bunlarla üniversite rektörlüğü konusunda karar verilmesi mümkün değildir. Son dönemde YÖK’ü ziyaret eden pek çok insan olduğunu, pek çok sayıda dış görüşme yapıldığını biliyoruz. O görüşmelerde yalan ya da doğru olmayan bilgilerin aktarılmış olması ihtimali son derece kuvvetlidir. Ben buna isyan ediyorum. Ben bu önemli kurumun başındaki kişi olarak bu mülakatların bilimsel olmadığını ve bunlardan alınan sonuçlara göre değerlendirme yapılamayacağını, bu mülakatlara girmeden önce YÖK üyelerinin baskı altında olabileceklerini, çeşitli Bizans oyunlarıyla yanıltılmış olabileceklerini düşünüyorum. Bize gelen duyumlar çerçevesinde bunun çok yoğun biçimde yürütülmüş olduğunu biliyoruz. Ama bunlar söylenti düzeyinde kaldığı için büyük bir olasılık da olsa bunlar üzerinde başka türlü durmak lazım. Yani bu atama kararlarında çok ciddi yanlışlar mı yapıldığını düşünüyorsunuz? Evet. Bundan sonra bu yanlışların tekrarlanmamasının önemli olduğunu, düzenlemelerin buna göre yapılmasının kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. Çünkü Türkiye bu kararların sonucunda üniversite, ülke olarak zaman kaybetmektedir. Oysa zaman çok değerlidir. Zamanın iyi kullanılması ve bizim asıl görevimiz olan araştırmageliştirme, üniversitesanayi işbirliği, katma değeri yüksek ürünler ortaya koyma çalışmalarına zamanımızı harcamamız gerekmektedir. Yapay olarak yaratılan bu olaylarla önemli ölçüde zaman kaybettiğimizi görüyorum. Ülkeyi dış dinamikler yönetiyor Şu son altı yılda Türkiye’de meydana gelen olayların iç dinamiklerin mi yoksa dış dinamiklerin mi ağırlıklı kontrolü altında olduğunu düşünüyorsunuz? Güçlü bir dış dinamiğin baskısı altında olduğumuzu kabul ediyorum. Ama eğer aklımızı peynir ekmekle yemediysek kafamızı önümüze koyup çok dikkatli düşünmemiz lazım. Dış baskı ne ölçüde olursa olsun eğer üniversitesiyle, YÖK’üyle, Cumhurbaşkanı’yla, bu ülkenin bizi ilgilendiren en önde gelen kurumlarıyla dirsek teması içinde olmuş olsak, akıl ve mantığı İTÜ arazileri iştah kabartıyor Peki, İTÜ’nün sizin döneminizde başlayan ve devam eden projeleri ne olacak? İTÜ almış başını gidiyor. Hiçbir yarım inşaatı yok. Toplumla bütünleşmek için çeşitli projeler yürütüyor. Bunların tamamlanması önemli. Dünyanın son teknolojilerini kullanarak merkez laboratuvarını oluşturuyor, nanoteknoloji konusunda önemli bir projesi başlamak üzere. Bütün bunları kesintiye uğratmak pahasına önüne bir engel çıkarıldı. Özellikle deneyimi olmayan bir arkadaş olarak yeni gelen rektörün olaylara girebilmesi için zamana ihtiyacı var. O geçen zaman da kayıp zamandır. Bakın projelerimizi sayayım. Üniversitemizin bölünmesine kadar gidecek bazı düşüncelerin yüksek yerlerde konuşulmakta olduğunun duyumunu aldık. İTÜ’nün büyüklüğü bütünlüğündedir. İTÜ konumu itibarıyla çok değerli arazilere sahiptir. Devlete hiçbir yük oluşturmaksızın kalkınmak üzeredir. Acaba birileri bu arazilere göz diktiler de ele mi geçirmeye çalışıyorlar? İTÜ arazileri üzerinden rant kapısı mı elde edilmek isteniyor? F.K. Şu anda gecekondu işgali altındaki arazilerimizde bizim Teknokentimiz kurulmuştur. Bir süre önce o yerler Teknokent’ten çıkarıldı. Bu İTÜ’nün iradesi dışında yapıldı. Üç yıl süren hukuk mücadelemiz sonunda önceki hafta mürafaasını da yapmış olduğumuz Yargıtay aşamasından sonra davayı kazandık. Yani o yerleri yeniden Teknokent içine soktuk. Bu oraların peşkeş çekilmesine bir önlemdir. İTÜ’nün gelişmesi, üniversitesanayi işbirliğinin sağlanabilmesi, ARGE esaslı çalışmaların yapılabilmesi için ideal bir bölgedir. Oradaki dönüşümün sağlanması mümkündür. Orada yaşayanların hiçbirinin mağdur olması istenmemektedir. Ama orada çözüm üretmek için İTÜ dışlanmaktadır. İTÜ dışlanmazsa orada çözüm üretilir. Çünkü orada olup bitenleri İTÜ kadar bilen yoktur. O bölgede yaşayan 45 bin insanın 30 bini kiracıdır. Bu 30 bin kişinin kirasını toplamak için Mercedes ciplerle oraya gelinmektedir. O bölge orada yaşayan yoksul insanlara değil, oradan kira toplamaya gelen insanlara yaramaktadır. Oradaki sosyal esaslı sorunun haksız kazançların önlenerek çözülmesi mümkündür. Yeter ki bunun üzerine kamuoyu, siyasi otorite olarak gidelim. Buranın ve başka yerlerin üniversiteden bölünerek ayrılmasına şiddetle karşı çıkıyoruz ve bu olayda bu türlü gelişmelerin olmasından dolayı üniversite çoğunluğu endişe duymaktadır. P O R Prof. Dr. FARUK KARADOĞAN Manisa, 1944 doğumlu. Yükseköğrenimini İTÜ İnşaat T Fakültesi’nde yaptı. Yüksek lisans ve doktora çalışmasının konusu yapı statiğiydi. 1969’da Karadeniz R Teknik Üniversitesi’ne asistan olarak girdi. 1973’te İTÜ’ye atandı. 1979’da doçent oldu. 198588 E naklen arası İTÜ İnşaat Fakültesi Dekan Yardımcılığı görevinde bulundu. 1989’da profesörlüğe yükseldi. 1996’da kısa dönem rektör yardımcılığını yürüttü. Yurtdışında üniversitelerde çalışmaları oldu. Ulusal Deprem Konseyi’nin ilk dönem üyeleri arasında yer aldı. Ulusal ve uluslararası çeşitli projelerde sorumluluk üstlendi. Beş yıl süreyle İTÜ Rektörlüğü yaptıktan sonra, son rektör seçiminde en yüksek oyu almasına karşın Cumhurbaşkanı tarafından rektörlüğe atanmadı. ortaya koysak bunların hepsinin üstesinden gelebiliriz. Ben gücümüze inanıyorum, insanımıza güveniyorum. Ama yönetimde ortaya çıkan zaaflar, kanunların şeklen kullanılması, bunların ruhuna inilerek hareket edilmemesi, kanunlarda yapılması gereken düzenlemelerin gecikmesi bize zaman kaybettiren çok önemli hususlardır. Biz her türlü dış dinamiğe de karşı koyabiliriz. Ancak kendi içimizde birbirimizi tüketmeden hareket etmemiz gerekir. Demokrasiye inandığımızı söylüyoruz. Üniversitede demokratik bir seçim yapılmıştır. Bu seçime kamuoyunun yakından tanıdığı 900 kişinin 847’si katılmıştır. Yeterli süre verilmiştir. Bu sürenin sonunda demokratik hareket, İTÜ rektörü şu kişi, ikincisi bu, üçüncüsü de bu olsun, demiştir. İkinci ve üçüncüye verilen oyların toplamından fazlası birinciye verilmiştir. Demokrasiye inancımız tamsa ve demokrasi herkes için geçerliyse o zaman İTÜ’deki öğretim üyelerinin onurunu kırmadan, onların demokrasiye inancını törpülemeden almış oldukları karara saygı göstermek gerekirdi. İTÜ fevkalade üzülmekte, fevkalade sıkılmaktadır. Çünkü İTÜ’nün içinden çıkmış bazı insanlar da bu durumu benimseyebilmektedir. Aslında ben bu insanların dışardan bazı müdahalelerle bu işe zorlandığına inanıyorum. İTÜ şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da içinde kendi ürettiği fikirleri yansıtacak insanlar tarafından yönetilmelidir. Peki, ne yapılmalı bu durumda? İTÜ mezunları, mensupları, öğretim üyeleri hiçbir şekilde dışardan bir yönetimi kabul etmemektediler. Dolayısıyla da tepkilerini medeni ölçüler çerçevesinde ortaya koymalıdırlar. İTÜ’nün bir öğretim üyesi olarak hayatımın sonuna kadar bu haksızlığı kabul etmeyeceğim ve bu haksızlığa karşı direneceğim. İTÜ içinde çoğunlukta olan onurlu öğretim üyelerinin temsilcisiyim. Siz, ikinci ve üçüncü adayların toplam oylarından daha fazla oy almanıza rağmen son karar makamı olan Cumhurbaşkanı ikinci adayı tercih etti. O zaman rektör seçimine ne gerek kaldı? Hiç gerek kalmadı. Bundan sonra da gerek olmayacak zaten. Özellikle İTÜ’yü yakından tanıdığım için söylüyorum. Bizim mühendis, mimar mantık yapımız, bize yöneltilmiş olan soruyu dikkatle dinlemekten, gerekiyorsa o konuda inceleme, araştırma yapmaktan, sonra da inancını ortaya koymaktan geçiyor. Biz bunu seçim döneminde yaşadık. İnsanlarımız bu mantıkla hareket ettiler. Düşündüler ve tercihlerini ortaya koydular. Bu mutlaka saygı duyulması gereken bir tercihtir. Bunun değiştirilmesi bu insanlar üzerinde fevkalade olumsuz etki yapmıştır. Görebildiğim kadarıyla olumsuz bir yönetim dönemi başlamaktadır. Bütün mezunlarımızı, bu durumu kabul etmeyecek olan bütün mensuplarımızı demokratik yollardan kendi tepkilerini ortaya koymaya çağırıyorum. Peki, bundan sonra herhangi bir yargı yolu var mı? Cumhurbaşkanımızın verdiği karara saygılıyız. Ama işlemiş olan sürecin bundan sonra büyük yaralar açmaması için yapılması gereken işlerin yapılması gerektiğini öncelikle vurgulamak istiyorum. Yargı yolu vardır, yoktur, o hukukun işidir. Ama sonuçta niçin verilmiş olan bir karardan o karara saygısızlık yaparak geri dönülmek istenmiştir? Neden lüzumsuz birtakım işlerin önü açılmıştır? Neden bunun sebep olduğu zaman, emek kaybı, isteksizlik körüklenmiştir? Bunları anlamak istiyorum. Bu hesabı yapmadığımız takdirde bu ve benzeri olaylardan dolayı ülkemizin ne kadar kaybettiğini bilen birisi olarak fevkalade üzgünüm. Bunlara gerek yok. Birileri bizi geri bıraktırmak istiyorsa böyle şeyler yapsınlar. İTÜ son dört yıl içinde yelkenlerini rüzgârla doldurmuş pupa yelken ilerlerken birdenbire önüne bir engel çıkarıldı. Yelkenleri söndü. İTÜ’nün tökezlemesinin ülkemize ne yararı olabilir? Üniversiteler siyaset kurumunun oyuncağı olamaz Bu işlerin içinde bir eski rektörün olduğu da söyleniyor. Bu doğru mu? F.K. Bunu belirtmemde sıkıntı var. Çünkü biz elimizde olan belge ve kanıtlarla konuşmayı tercih ederiz. Ama bazen ihtiraslar ve kaprisler yeteneklerin önüne geçebiliyor. Baştan kuruma yararlı gibi görünen kişiler o ihtiraslar ve kaprisler nedeniyle kuruma zarar verir hale gelebilir. Ben bazı şeyler sezinliyorum. Ama bunlar konusunda konuşmak henüz doğru sayılmaz. Geçmiş örneklerde de gördük. Üniversitelerle böyle oynamak hükümetlere yarar getirir mi? F.K. Bakış açısına bağlı. Öyle sanıyorum. Eğer hükümet üniversitelere siyaseti sokmak istiyorsa kendi siyasi iradesiyle atadığı ve siyasi mevkilere getirdiği insanların görüşleriyle hareket ederek bunu yapabilir. Bugün YÖK Başkanı ve YÖK Başkan Vekilleri ne kadar siyasetten arındırılmış insanlarsa üniversitelere o kadar daha az siyaset girecek demektir. Bizim gönlümüz üniversitenin siyasetle uğraşmamasından yanadır. Gönlümüz üniversitenin bilim politikasıyla uğraşmasından yanadır. Bir üniversite kendi tercihinin aksine onun dışında bazı tercihlerle yönetilmek isteniyorsa o zaman dışarıdan müdahale var demektir. Bu dışarıdan müdahalenin nereden geleceği konusunda bir kuşku ortaya çıkar. Bu kuşku pekâlâ bir siyasi hareket de olabilir. Üniversitenin çıkarlarını koruyucu bir bilim politikası yürütülmesi, ihtiyaçlarının karşılanması esaslarına göre hareket ettik. O yetkili böyle söylemiş olabilir. Ama AKP Hükümeti altı yıl içinde tam tersi davranışlarda bulunmadı mı? F.K. Beş buçuk altı yıl içinde yapılan hareketlere bakıldığında hükümet herhalde bu görüşünden uzaklaşmış gibi görünüyor. Bu koşullar altında Türkiye’de üniversitelerin, yükseköğrenimin geleceğini nasıl görüyorsunuz? F.K. Üniversiteler 2547 sayılı yasayla 25 yıldır yönetiliyor. Bunun dikkatle gözden geçirilmesi ve siyasi otoritenin elinde bir araç olarak olabildiğince bulunmaması üniversiteler açısından yararlıdır. Çünkü üniversiteler esas olarak özerk olması gereken öğrenim kurumlarıdır. Üniversitelere güven duyulması ve mutlaka saygınlığının korunması gerekir. Bir de neden üniversite öğretim üyesine ve onun demokrasi anlayışına güvenilmemektedir? Ben buna çok şaşırıyorum. Biz eğitimin en yüksek düzeyine gelmiş olan bu insanlara güvenmiyorsak bu ülkede kimlere güveneceğiz? Bu sorunun cevabının dikkatle verilmesi lazımdır. Bir Bilim ve Teknoloji Bakanlığı kurulmalıdır. Üniversiteler herhangi bir kurumun, özellikle de siyaset kurumunun oyuncağı haline getirilmemelidir. Bunun hiç kimseye yararı yoktur. Birkaç gün önce Konya’nın ücra bir bölgesinde bir Kuran kursu binası gaz sıkışmasıyla oluşan patlama sonucu çöktü. On sekiz kız çocuğu enkaz altında kalarak öldü. Ailelerden hiçbir şikâyet gelmediği gibi “Köpük banyosunda mı ölseydi? Namaz kılarken şehadet mertebesine ulaştı” gibi laflar edildi. Siz bunları duydukça ne düşündünüz? F.K. Tüylerim ürperiyor. Ben bir yapı mühendisi olarak bir hatırlatma yapmak istiyorum. Konya’da bir Zümrüt Apartmanı durduğu yerde çöktü. Ordu birlikleri bu defa olduğu gibi hızla hareket ederek emniyeti sağladılar. Sonradan öğrenildi ki binada çatlaklar oluşmuş ve bunlar sıvayla doldurulmuş. Bunların yeterli önlem olmadığını hiç kimse bilmiyor. O olayda cehalet var. O bina çökünce 80 can kaybı oldu. Enkaz Cehalet başımıza bela kaldırma çalışması yapılırken oradan servet çıktığını öğrendik. Yani o insanların paraları da varmış ama bilgileri yokmuş. Son Kuran kursu olayında da hiçbir şekilde bilimden nasibini alamamış insanların böyle bir olay karşısında sığınacakları tek şey kalmış. Şartlandırılmış bir düşünce yapısından ancak böyle bir sonuç çıkabilir. O çocuklar için fevkalade üzüntülüyüm. Ailelerin bunun hesabını sorması gerekiyor. O çocuklar canlarının bir parçasıdır. Haklarını aramak durumundadırlar ve bunun nedenlerini sorgulamalıdırlar diye düşünüyorum. Neden o bina şehrin içinde değil de ücra bir yerde yapılmıştır? Neden o binada üç kuruşluk bir alet eksik bırakılmıştır? Aileler neden çocuklarını böyle bir gruba teslim etmiştir?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle