Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4C haberler BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ 15 AĞUSTOS 2008 CUMA İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, bir sanığın evinde çıkan nutkun araştırılması için talimat vermiş İstanbul Haber Servisi İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, Ergenekon soruşturması sırasında bir sanığın evinde bulunan “Atatürk’ün Bursa Nutku” ile ilgili gizli araştırma yapılması yönünde talimat verdiği ortaya çıktı. İddianamenin ek dosyalarındaki yer alan yazışma belgelerine göre savcı, Mustafa Kemal’in 1930’larda artan aşırı dinci ayaklanmalara karşı “Cumhuriyeti koruyun” mesajı verdiği konuşmasının gerçek olup olmadığının araştırılmasını istedi. Ergenekon davasının delilleri arasında bulunan “Atatürk’ün Bursa Nutku” İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Ankara Emniyet Müdürlüğü ve Türk Tarih Kurumu (TTK) arasında gizli yazışmalara neden oldu. Ergenekon davasının ek dosyalarında yer alan yazışmalara göre, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan 10 Nisan 2008 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne Nutuk’u da inceletmişler Ergenekon davasının delilleri arasında bulunan “Atatürk’ün Bursa Nutku” İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Ankara Emniyet Müdürlüğü ve Türk Tarih Kurumu arasında gizli yazışmalara neden oldu. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, bir sanığın evinde bulunan “belge” ile ilgili gizli araştırma yapılması yönünde talimat verdiği ortaya çıktı. “nutuk” diye bilinen sözlerin Atatürk’ün Şubat 1933’te Bursa’da bir akşam yemeğinde yaptığı konuşma olduğu açıklandı. gönderilen ve “gizli” ibaresi bulunan belgede, araştırmanın içeriği ve nedeni ile ilgili şu bilgilere yer verildi:“İstanbul’da yürütülen bir soruşturma kapsamında yapılan operasyonda ‘Mustafa Kemal Atatürk’ün Bursa nutku 1933’ başlıklı belge ele geçirilmiştir. Söz konusu belge incelenerek böyle bir nutuk belgesinin olup olmadığının araştırılması, neticenin ivedi olarak başsavcılığa gönderilmesi...” Savcılığın talimatının ardından konu Ankara Emniyet Müdürlüğü tarafından TTK’ye bildirildi. Dönemin TTK Başkanı Yusuf Halaçoğlu imzasıyla yapılan açıklamada, TTK arşivinde 1966 yılında aynı konuyla ilgili yapılmış araştırma bulunduğu kaydedilerek Laik Cumhuriyeti Savunmak çak siyasetçiler kaldırdılar. Bugün olan da şu: AKP, çoğunluk kararıyla suçlu bulunduğu halde kapatılmamıştır. Ne var ki, yetmiyor; yeni tartışmalar gündemde. Güngör Mengi’nin dediği gibi, “Kapatmayı daha fazla zorlaştırmak, laik Cumhuriyeti tümüyle savunmasız bırakmak, rejim düşmanlarına hücum borusu çalmak değil midir?” (Vatan, 5.8.2008). Üstelik, bu yolda, neredeyse bütün Batı, bütün liberaller de seferberdir... Cumhuriyetinizi ve halkınızı seviyorsanız, hazırlanınız! ? Son günlerde, Konya’nın bir beldesinde, izinsiz Kuran kursu olarak kullanılan bir özel öğrenci yurdunda, patlama sonucu olarak 18 kızın ölüp gitmesi sizi de derinden derine üzdü elbette. Ne var ki, gazetelerden öğreniyoruz ki, olaydaki ihmal üstünde duran olmamış beldede; ölenler “şehit”, yaşananlar da “takdiri ilahi”! Yaşar Nuri Hoca’nın kitabını açıp okuyoruz: “Bugün Türkiye’de Diyanet’in şemsiyesi altında faaliyet yürüten ve Türk halkından resmi, gayri resmi büyük meblağlarda paralar toplayan ‘Kuran kursu sektörü’, Allah ile aldatmanın bir hizmet kurumu gibi çalışmakta, buralara devam eden çocuklara Kuran’ın muhtevası, ilkeleri zulme karşı çıkan ahlakı öneren ruhu öğretilmek yerine Arap harflerinin telaffuzu öğretilmektedir. Oysaki, Kuran kursunun anlamı ve amacı bu değildir.” (s.168169). Bu eğitimi laiklikle de uzlaştırmak mümkün değil mi? Mümkün! Ne var ki, 1950’lerden beri, konu elden kayıp gitmiştir ve soysuzlaşmış bir haldedir. En önemli konularımızdan biri de bu! Bir başkası da, orman yangınları: Son günlerde, Antalya’da patlak veren orman yangınlarını 5 günde bile söndüremedik. Yangın sürdü; içimizi de yaktı ve perişan olduk. Yazılanlara eğiliyoruz ki, idareden halkın tavırlarına kadar giden bir çelişmeler yumağı ile karşı karşıyayız. Toplum gibi doğamız da elimizden kaymıştır... KİNCİ KEZ ARAŞTIRILDI TTK’den yapılan açıklamada, belgenin Ekim 1966’da Bornova Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen Ege Üniversitesi Fikir ve Sanat Kulübü’nün Kapatılması Davası nedeniyle de araştırıldığı kaydedildi. Kulübün “Nasıl bir gençlik?” broşüründe de aynı sözlerin yer aldığı belirtilen açıklamada Bursa nutkunun basında da çok kez kullanıldığına dikkat çekildi. Atatürkçü ve laik dernekler tarafından sıkça kulla İ nılan Bursa Nutku, o dönemde gelişen aşırı dinci ayaklanmalara ve 1933’te Bursa Ulu Cami’de Türkçe ezan okunmasına karşı çıkan gösteriler nedeniyle okunmuştu. Mustafa Kemal konuşmasında artan dinci ayaklanmalara karşı kısaca şu uyarılarda bulunmuştu: “Türk genci, devrimlerin ve Cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, ‘Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır’ demeyecektir. Elle, taş la, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır. Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, ‘Polis henüz devrim ve Cumhuriyetin polisi değildir’ diye düşünecek; ama hiçbir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, ‘Demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek’. Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haklı ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, ‘Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.’ İşte benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği.” nin “kader davası”, temmuzun son AKP’ günlerinde karara bağlandı. Belleğinizde kalanı yeniden hatırlatalım: 11 üyeli Anayasa Mahkemesi’nin, karar için 7 üyesinin oyu gerekiyordu. Yüksek Mahkeme, 10’a karşı 1 oyla, partinin laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğuna karar verdiği halde, yasanın tanıdığı bir imkânla, 6 üye kapatma, 4 üyesi de Hazine yardımını kesme yolunda oyunu kullanmıştır. Böylece, AKP kapatılmıyor, devam ediyor. Ne var ki, 1’i dışında mahkemenin 10 üyesiyle verdiği karar, AKP’yi laiklik karşıtı eylemlerin odağında, bir “sabıkalı” durumunda yaşatacaktır. Öyle de olsa, bu tespit önemlidir ve Yargıtay Başsavcısı’nın, Abdurrahman Yalçınkaya’nın iddianamesini de büyük ölçüde onaylıyor. Bu vazifeşinaş savcıyı da kutlamalıyız... Karar öncesinde, Batı’nın çoğu gazeteleri, Yüksek Mahkeme’yi etkileme adına büyük gürültü patırtı yaptılar. Bizim liberallerimiz de onlara katıldılar. Bütün bunlar tarihe geçmiştir... Ama asıl olanı, AKP’nin ne yapacağıdır. Her şeyden önce, AKP uyanmış mıdır ya da uyanacak mıdır? Pavlus’un “Şam yolunda uyanışı” gibi bir uyanışa, çok ender olsa da inanılır. Beş yıl boyunca, “laik ve demokratik Cumhuriyet”in mezarını kazan bir partinin uyanmasına inanabilir misiniz? Her şey bir yana, kafalarındakileri bir yere bırakıp, büyük bir ilahiyatçının, Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ün “Allah ile Aldatmak” adlı eserini alıp okumaları, bu kitleyi bir yerden alıp bir yere götürebilir. Böylece “Türkiye’yi kemiren ihanet”ten kurtulabilirler. Bu öğüt, onların etkisindeki bütün bir halka da açıktır. Çünkü halkın, asıl halkın uyanmasını isteyenlerdenim. Bütün bir Cumhuriyet kültürü başta onlar için yaratılmıştı: Özellikle Halkevleri, Köy Enstitüleri onlar için kurulmuştu. Ama sonra bu kurumları, halk uyanmasın diye, al Hizbullah’ı Küçük kurdurmuş KAMİL DEDE: Zaman’ın yayınlarının hedefi belli İstanbul Haber Servisi İşçi Partisi (İP) Genel Başkan Yardımcısı Kamil Dede, Zaman gazetesinin İP Genel Başkanı Doğu Perinçek’e yönelik kasıtlı bir yayın sürdürerek adeta “iftira kampanyası” yürüttüğünü söyledi. 1997’de Mesut Yılmaz’a yönelik suikast iddiasının mahkemece “ciddi” bulunmadığını belirten Dede, “Zaman gazetesinin, savcı Zekeriya Öz’ün bile iddianameye almaya değer bulmadığı bu olayı bugün gündeme getirmesi düşündürücüdür” dedi.Dede, İstanbul İl Merkezi’nde düzenlediği basın toplantısında, 8 Ağustos tarihli Zaman gazetesinde yayımlanan Perinçek’e yönelik “Mesut Yalmaz’a suikast yapmayı planlamış” iddiasına cevap verdi. Dede, haberdeki yanlışlıklara dikkat çekerek, amacın gazetecilik olmadığının açıkça belli olduğunu söyledi. Mahkemenin bu iddiayı Perinçek’in bilgisine dahi başvurulmayacak kadar ciddiyetsiz bulduğuna dikkat çeken Dede, o dönem tanık olduklarını şöyle anlattı: “1997 yılının ocak ayında 2 ülkücü reisin İP’ye gelip itiraflarda bulunmasıyla ortaya çıkmıştır. Veysel Kaya ve Mürteza Didin adlı reisler, itirafları arasında Mesut Yılmaz’a suikast planladıklarını açıklamışlardır. Bu bilgiyi Doğu Perinçek derhal Mesut Yılmaz’a bildirmişlerdir. Dönemin ANAP Genel Sekreteri olan Yaşar Okuyan da, Perinçek’in Yılmaz’ı bilgilendirdiğini bir televizyon kanalında açıklamış ve Perinçek’e teşekkür etmiştir. 29 Ocak’ta Kanal D, 30 Ocak’ta da Show TV’deki olayın aktörlerinden Mürteza Didin, suikastın planlayıcısının kendisi olduğunu yine beyan etmiş ve Perinçek’in olayla bağlantısı olmadığını söylemiştir.” İstanbul Haber Servisi Ümraniye’de 12 Haziran 2007’de bir evde ele geçirilen bombaların, 1999 yılında Hizbullah İlim Terör Örgütü’ne yönelik operasyonda ele geçirilen bombalarla seri numaralarının aynı olduğu ve bu durumun iki örgüt arasındaki ilişkiyi gösterdiği belirtildi. Tuncay Güney de Hizbullah’ın Teoman Koman ve Veli Küçük tarafından kurulduğunu savundu. Ergenekon iddianamesinin deliller klasöründeki Hizbullah terör örgütü konulu gizli ibareli bilgi notunda; Ümraniye’de 12 Haziran 2007’de ele geçirilen ve üzerinde Oktay Yıldırım’ın parmak izleri tepsit edilen 27 adet el bombası ile 18 Mart 1999 tarihinde Hizbullah İlim Terör Örgütü’ne yönelik operasyonda elde edilen el bombasının aynı kafile ve seri numaralı olduğunun Kriminal Polis Laboratuvarları Daire Başkanlığı Bomba İmha ve İnceleme Şube Müdürlüğü Bomba Bilgi Merkezi’nin 2 Ocak 2008 tarihli raporu ile anlaşıldığı kaydedildi. Veli Küçük ve Ümit Oğuztan’dan elde edilen “Şirket ve Köstebekler” adlı dokümanın “İlk Hizbullah Operasyonu” başlıklı bölümünde, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 1 No’lu Askeri Mahkemesi’nin önüne 27 Aralık 1984 günü gelen Hizbullah Dosyası isimli iddianamede, Çetin Emeç davasının sanıklarından Adil Ateş’in verdiği ifadeler doğrultusunda gözaltına alınan 15 sanık arasında Hizbullah’ın kurucusu Hüseyin Velioğlu’nun adının geçmesine karşın bu kişinin davada sanık olarak yer almadığı belirtildi. “İlim Grubu ve Şirket Bağ Hizbullah lideri Velioğlu 17 Ocak 2000’de Beykoz’da bir villaya düzenlenen operasyonda öldürülmüştü. lantısı” başlığı altında da CIA ile şirketin kontrolündeki Hizbullah’ın lideri Velioğlu’nun kimliğinin bugüne dek muamma olarak kaldığı öne sürüldü. Tuncay Güney, 2001 yılında Organize Suçlarla Mücadele Müdürlüğü’ndeki sorgusunda Hizbullah’ı Teoman Koman ve Veli Küçük’ün kurduğunu iddia etti. Güney ifadesinde Veli Küçük’ün anlaşılabilmesi için Küçük tarafından kendisine verilen Alamut Kalesi ve Dağların Şeyhi Hasan Sabbah kitaplarının okunması gerekti ğini belirtti. Güney, bir dönem Doğu Perinçek’in adamı olduğunu iddia ettiği GüneydoğuDiyarbakır muhabiri Halit Güngen’in Jandarma Genel Komutanlığı’nda Hizbullahçıların eğitimini fotoğrafladığını, “Hizbulkontra”yı ortaya çıkardığını, fotoğrafları Perinçek’e gönderdiğini ancak yayımlanmadan Güngen’in ün öldürüldüğünü anlattı. Bülent Orakoğlu da Cumhuriyet savcılığına verdiği ifadede Hatay İl Emniyet Müdürlüğü yaptığı dönemde 1991 yılında Adana Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Temel Cingöz ve İl Jandarma Alay Komutanı Vicdan Başaran ile şehir kulübünde yemek yediklerini, bu yemekte bölge komutanının yanında bulunan ve önceleri emir eri zannettiği sivil giyimli kişinin daha sonra Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu olduğunu öğrendiğini belirtti. Orakoğlu, Hizbullah’ın Ergenekon yapılanması tarafından kurulduğunu ve “naylon terör örgütü” olarak kullanıldığını savundu. SENDİKA BAŞKANI OLMAK İSTEMİŞ Gizli tanık Ahmet ise verdiği ifadede Velioğlu’nun 1979’da Petrolİş Sendikası’nın başkanlığına aday olduğunu öne sürdü. Velioğlu’nun o dönemde Batman’da yüzbaşı olan Temel Cingöz ile görüştüğünü, Cingöz’ün Velioğlu’na “Bizim onayımız olmadan hiç kimse sendika başkanlığını kazanamaz” dediğini ve seçimleri PKK temsilcilerinin kazandığını iddia etti. 1994 yılında örgüt içi çatışmaların olduğu dönemde Molla Mansur Güzelsoy’un Ankara’da Velioğlu ile birlikte aynı evde kaldıklarını, MİT’ten diye bahsettiği 2 istihbaratçının Velioğlu’nu sürekli ziyarete geldiğini anlattığını ifade ederek Güzelsoy’un bunu anlamasından yaklaşık 15 gün sonra Diyarbakır’da İlim Grubu üyelerince dövülerek öldürüldüğünü iddia etti. Uzun yaşam için büyük adım İlk kez Türkiye’de denenen ve dişten alınan kök hücrelerle uygulanan yöntemle, uzun bir yaşamın önü açılıyor, ölümcül hastalıkların tedavisinde önemli bir adım atılıyor Meltem YILMAZ Yeditepe Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Fik rettin Şahin, dünyada ilk kez Türkiye’de denenen “İnsan 20 Yaş Dişi Dental Felikül Kök Hücre Tedavisi” adı verilen yöntemle insanın yaşam süresinin uzatılabileceğini, bu yöntemin ayrıca kanser, alzheimer, parkinson, beyin felci ve kalp hastalıklarının tedavisinde de ciddi bir umut yarattığını söyledi. Prof. Şahin, aynı yöntemle yaraların iki kat hızlı iyileşmesinin sağlandığını belirtti. Yeditepe Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Anabilim Dalı mensubu 18 öğretim üyesinin üniversite bünyesinde 60 milyon dolar bütçeyle 1 yılı aşkın süredir yaptıkları laboratuvar çalışmaları, insan yaşamını tehdit eden birçok ölümcül hastalığın kök hücre tedavisi yoluyla iyileştirilmesi konusunda umut ışığı oldu. derece güvenli. YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan ile Yeditepe Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Bedrettin Dalan’ın katılımıyla Yeditepe Üniversitesi’nde konuya ilişkin bir sunum yapan Şahin, kök hücre tedavisinin bugüne kadar beraberinde getirdiği etik sorunlar, klinik bulgu yetersizliğiyle kanser riskinin aksine, bu yöntem sayesinde dişten elde edilen hücrelerin hiçbir risk olmadan kemik ve sinir hücrelerine dönüştürülebileceğini ispatladıklarını kaydetti. Dişteki hücrelerin, doğumdan sonra doku oluşturan tek hücre tipi olduğunu belirterek bu konuda dünyanın öncü diş bankasının Türkiye’de kurulabileceğini ifade eden Şahin, şunları söyledi: “Diş felikülü kök hücre tedavisi yaklaşımının kesin sonuçlarına ulaşmamız durumunda insan hayatının standartları yükselmekle kalmayacak, vücuttaki hücre ve organ üretimi de sağlanmış olacak. Hayvanlar üzerinde yaptığımız çalışmalar sonucunda bu yöntemin ayrıca vücuttaki yarayı iki kat hızlı iyileştirdiğini ispatladık. Göbek bağından elde edilen kök hücrelerin, bugün dişten de elde edilebileceğini ortaya koymuş bulunuyoruz.” vet nasıl bir demokrasi? Bizde demokrasi tartışmalarını sürdüren “krema”nın hemen hepsi demokrasi deyince “siyasal demokrasi”yi tartışıyor. Şüphesiz siyasal demokrasi üstyapısal kurum olarak çok önemli. Siyasal partiler, hukuk, anayasal düzen, temel hak ve özgürlükler... Hepsi kurumsal yapının olmazsa olmazlarından... Fakat mesele sadece siyasal demokrasi mi? AKP yandaşı “demokrat”lar için evet... Peki “Toplumsal Demokrasi”? “Krema” toplumsal demokrasi için kılını kıpırdatmıyor. Yani, A) Özellikle toplumun yarısını oluşturan ve varlığın sürdürülmesinde ana taşıyıcı olan kadınların hak ve özgürlükleri ile sosyalekonomik ve siyasal tam eşitliği sağlamak; üzerlerindeki erkek egemen toplumun tüm baskılarını kaldırmak ve hayatın üretici bütün alanlarına tam katılımını sağlamak... B) Genel olarak halkın a) ekonomik b) kültürel c) eğitim haklarını üst düzeyde kullandıracak önlemlerpolitikalar bütünlüğünü savunmak ve gerçekleştirilmesini sağlamak... Parasız ve yaygın eğitim, Toplumsal Demokrasi’nin olmazsa olmazlarından... Erken Cumhuriyet döneminde kurulan parasız yatılı bölge okulları bu anlayışın ilk uygulamalarından biriydi... Yurtdışına başarılı öğrencilerin E CUMA YAZILARI ORHAN BURSALI Nasıl Bir Demokrasi? donatmak belirleyici bu konuda. Günümüzde sürdürülebilir hayatın önemli bir yönü, yüzyıl öncesinin köyden kente göç programlarını teşvik etmek değil, kırsal yaşam ve üretimi çağdaş düzeye yükseltmenin önlemlerini almaktır... Daha bir sürü konuyu sayabiliriz... Fakat, bakıyoruz, yandaş “krema” bu konularda sıfır! “Toplumsal Demokrasi” yi geliştirmeden, siyasal demokrasinin çağdaş düzeyde işleyebileceğini sanmak gafletindeler! Üstüne üstlük, AKP’nin her türlü dinsel muhafazakâr politikalarına omuz vererek, Toplumsal Demokrasi’nin önünü kesiyorlar! ??? Bu programın sahibi kim? “Toplumsal Demokrasi” dedim, bunun siyasal yüklenicileri, tarihsel olarak şüphesiz sosyal demokratlar, sosyalistler! CHP bir sosyal demokrat parti olmalı! Ama seçim zamanlarında sağ elemanları vitrinine koyarak bunu yapamaz. AKP yandaşı liberalsolcu eskisi bazı demokratlar da, CHP’yi sosyal demokrasiye davet ediyor! Aslında davet gönderilmesi de.. 5 yıllık zorunlu eğitim de.. halkın bilimsel bilgi ile donatılması da.. Harf devrimi de.. Herkesin yurttaş olmasını sağlamak da Toplumsal Demokrasi’nin programıdır. Yani, yurttaşların birey olmasını güçlendirmek, kültürel düzeyini yükseltmek, eleştirel akla sahip olmasının koşullarını sağlamak.. yani üzerindeki dinsel vb baskılara karşı onu dirençli kılmak... Ekonomik özgürlük, yani çalışabilme özgürlük ve hakkı hem yurttaş olabilmenin hem de Toplumsal Demokrasi’nin varlık sorunudur! Ekonomik bağımsızlık, özgürlük, insanca yaşamın dünya ortalaması düzeyinde gerçekleşmesini hedef alır Toplumsal Demokrasi... Toprak reformu, Toplumsal Demokrasi’nin zeminidir. Ne yazık ki erken Cumhuriyet demokrasinin bu en önemli altyapısını gerçekleştiremedi; sorunlarımızın en büyük kaynağı. Siyasal demokrasinin güdük kalmaya mahkumluğunun nedeni! Bugün ise tarım üretimi ve kırsal yaşamı, çağdaş üretim ve yaşam standartlarına ulaştıracak üretim teknolojileri ve bilimsel bilgiyle ettikleri kimlik sosyal demokrasi değil, Batı’nın bugün artık büyük çoğunlukla yeni liberalliğe terfi etmiş, ABD’ye işgal politikasında omuz veren sosyal demokrat partililik... “Demokrasi” konusunda, bu yazı bir başlangıç olsun.. Üniversiteler ne yapmalı? Pek çok üniversiteli, siyasetin, YÖK’ün Cumuhurbaşkanlığı yetkilerinin “yasal” bir oyuncağı olmaktan mutsuz. Oyu, iradesi çöpe atılıyor. Yasal kapana kısılmış hissediyor kendini. Onuru kırılmış. Haklıdır, ama bu “düzeni” değiştirmek tamamen kendi elinde! Ne yapmalı, yapılmalı? Ben üniversitede “sandık demokrasi”sine inanan bir insan değilim. Bu konuda onlarca yazı yazdım. Ama bütün üniversiteyi bugün birleştirecek temel bir yaklaşım, idari özerklik olabilir. Bırakın üniversiteli kendi rektörünü, dekanını seçsin! Siyaset karışmasın! Bunun önemli bir adımı, kendi adayının ardında sonuna kadar durmaktan tutun, seçimleri boykota kadar varabilir. Öğrenciler, kendilerinin en büyük destekçisi olacaklardır! Sonraki adım ise, nasıl bir rektör, nasıl bir dekan vb olabilir! Üniversitelerde geniş tartışma platformları yaratılmazsa, tepkiler ortaya konmazsa, bu “bozuk” siyasal düzen değişmez! Üniversiteli de bu düzenin oyuncağı olarak görülür! obursali?cumhuriyet.com.tr DIŞ BANKASI TÜRKİYE’DE KURULABİLİR Embriyodan sağlanan klasik kök hücre tedavisine alternatif tedavi olarak “Yetişkin insan kök hücresinin yeniden programlanması” başlığı altında Rus Temel Bilimler Fonu’nun desteğiyle dünyada ilk kez Türkiye’de yapılan diş felikülü kök hücre tedavisi, dişten alınan kök hücrelerin yeniden programlanarak vücuda dair bütün bilgilere ulaşılmasını sağlarken virüs taşıyıcısı kullanılmaması nedeniyle de son PATENT BAŞVURUSU YAPILDI Prof. Şahin, yapılan patent başvurusuna yanıt beklediklerini kaydetti. Üniversite heyeti, sivrisinekleri yok etmek için bakteriyel bir çalışma yaptıklarını da bildirdi.