06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2C DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN olaylar ve görüşler Abdullah Gül’den Ne Bekliyordunuz ki?.. YÖK çağdaş üniversitenin başında ipotek, bilimsel gelişmenin önünde engeldir. Dün de öyleydi, bugün de öyle... Ama göreceksiniz, AKP YÖK’ü yakın bir gelecekte kaldırmayacak, onu kullanarak üniversiteleri ele geçirme, yandaş olmayanları temizleme operasyonunu tamamladıktan sonra, artık ihtiyaç kalmadığında, yani siyasi iktidarın baskı mekanizmasının, kendiliğinden işleyeceği ortamı sağladıktan sonra, yasal bir değişikliğe gitmeyi düşünecektir. ??? Türkiye’de şimdiye dek çok küçük bir zaman dilimi dışında siyasal iktidarlardan hiçbiri üniversite özerkliğini içine sindirememiş, gerçekten hem bilimsel, hem idari hem de mali özerkliğe sahip yükseköğrenim kurumlarına tahammül edememiştir. AKP iktidarının ilk döneminde, YÖK’ü denetiminde tutarak üniversiteleri uysallaştırma amacını yaşama geçirememişse de, üniversitelerin mali özerklikleriyle birlikte idari özerkliklerini çiğneyerek onları kontrol yolunu denemiş, kadroları vermemekte direnirken halka sağlık hizmeti götüren birçok üniversitenin, örneğin özellikle Samsun 19 Mayıs Üniversitesi’nde olduğu gibi, tıp fakültelerine gerekli kadroları vermemekte direnmiştir. Bundan böyle artık Samsun 19 Mayıs Üniversitesi’ne de diğer kuruluşlara da artık bu tür engellemeler uygulanmayacak, uysallaşan her üniversite iktidarın desteğini alacak, zaman içinde tüm kuramlar, bilimsel düşünce araştırma yerine AKP’nin ideolojik çizgisine çekilecektir. Abdullah Gül’ün Çankaya’ya gelme amaçlarından biri de budur. Bu yüzdendir ki, Sayın Prof. Dr. Sedef Gidener’in kendi içinde çok mantıklı olan haklı sorusunun bir anlamı yoktur. Çünkü Sayın Gül’ün amacı, evrensel demokrasiyi değil, AKP usulü sistemi gerçekleştirmek için gelmiştir oraya ve geliş amacına uygun girişimleri bir biri ardından sıralamaktadır. Görüyorsunuz, öyle bir dönemi yaşıyoruz ki, mantığın da bir anlamı kalmadı. asirmen?cumhuriyet.com.tr 15 AĞUSTOS 2008 CUMA okuz Eylül Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Rektör Adayı Prof. Sedef Gidener, Cumhurbaşkanı Gül’e soruyor: Sizin aldığınız yüzde 47 millet iradesi oluyor da benim ki neden olmuyor? Soru çok mantıklı olmasına karşın, yine de anlamsızdır. Çünkü Abdullah Gül Çankaya’ya, demokrasinin gereklerini yerine getirmek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin işleyişinde uyumu sağlamak, özerk kurumların bu niteliklerini güvenceye almak için gelmedi. O laik demokratik Cumhuriyete karşı yürütülen sivil darbenin en önemli aşamalarından birini gerçekleştirip Çankaya mevziinin el değiştirmesini sağlayacak operasyonun en değerli parçası. Çankaya üniversitenin yandaşlaştırılması, medyanın tümüyle ele geçirilmesi, yargı bağımsızlığının yok edilerek yargının siyasal iktidarın denetimine sokulması ve nihayet son aşama olarak TSK’nin iktidara ram edilmesi operasyonlarının ana üssü olarak öngörülmekteydi. Bu durumda, Abdullah Gül’ün neden üniversite öğretim üyelerinin oylarına saygı göstermediği sorusu anlamını yitiriyor. Şimdi, bütün amaçları, AKP iktidarını desteklemek olan lümpen liberallerin, “daha önce Sezer de aynı şeyi yapmamış mıydı” sorusunu sormalarına da şaşırmamak gerek. Onlar aradaki farkı görmemekte ısrarcıdırlar. ??? Aradaki önemli fark şudur: Ahmet Necdet Sezer atamadığı kişilerin gerekçesini açıklamıştır. Bu gerekçe söz konusu adayların, Cumhuriyetin temel ilkelerine ters düşmeleriydi. Sayın Gül’ün atamadıkları ise Cumhuriyetin temel ilkelerine bağlılıklarıyla tanındıkları için bu akıbete uğramışlardır. Başka bir deyişle, Ahmet Necdet Sezer döneminde, atama kriterleri olan ölçütler, bu kez göreve atamama nedeni, atamama nedeni olan ölçütler ise tercih sebebi olmuştur. Şimdi bu iki uygulamanın da aynı şey olduğunu söylemek ya dangalaklıktır ya da sahtekârlık.... Tabii bu gözlem, YÖK’ün getirdiği düzenin herhangi bir nedenle savunulabilir olduğu anlamını taşımıyor. D Parti Kapatma ve ‘GirdiÇıktı’ Komedisi Prof. Dr. Şinasi ESKİKAYA ktidar partisinin kapatılma davası, uzun süre ülke gündemini işgal ettikten sonra, nihayet sonuçlandı. Tabii olaya farklı açılardan bakarak yapılan analiz ve yorumlar da peş peşe gelmeye başladı. Genelde iki grupta toplanıyor gibi gözüken yorumlardan bir kısmına göre: “Mahkeme AKP’ye önemli bir ikaz, hatta ihtar verdi. Dolayısıyla bu parti, bu durumu iyi değerlendirip bundan bir ders çıkarmalı ve bundan sonraki davranışlarını buna göre ayarlamalıdır. Aksi takdirde gene nahoş bir durumla karşılaşabilir”. Diğer bir grup yoruma göre ise: “AKP’nin önünde artık hiçbir engel kalmadı.Ülkeyi nereye götürmek istiyorsa oraya götürebilir.” ..Doğaldır ki, asıl önemli olan başkalarının ne dedikleri değil ama AKP yöneticilerinin söyledikleridir. Nitekim onların söylemlerine bakıldığında, bundan sonra ne olacağı hakkında bazı ipuçları yakalamak mümkün olabilmektedir... Mesela Sayın Başbakan, “Partimiz, eskiden olduğu gibi gelecekte de laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı olmayacaktır” dedikten sonra, “Durmak yok. Yola devam” demek suretiyle, mahkeme kararının partisini suçlayan kısmı ile mutabık olmadığını açıkca beyan etmektedir. Partinin diğer ileri gelenlerinin demeçleri de aynı doğrultudadır: “Açılan dava siyasi idi. AKP haksız yere suçlandı.” Tarih AKP’ye bir defa daha altın tepsi içinde bir fırsat sunmaktadır. İnşallah aklıselim galip gelir de iyi şeyler olur. AKP’nin kapatılmaması bir kesimi sevindirirken diğer bir kesimi de üzdü. Aslında her iki kesimin de bu duyguları fazla abartmamaları gerektiği inancındayım. Çünkü, mahkeme kararı ne yönde tecelli etmiş veya edecek olursa olsun, uzun vadede fazla bir şey değişmiş olmuyor... Bir partinin, hele de o parti iktidardaysa, kapatılması tabii ki çok önemli bir olaydır. Eğer, iddia edildiği gibi, ülke olmaması gereken bir yöne doğru götürülmek isteniyor idiyse, tabii ki ona dur demekten başka çare yoktur... Ne var ki, bugünkü mevzuat çerçevesinde bu set çekme olayı kalıcı değil geçicidir. Çerden çöpten yapılmış bir baraj niteliğindedir. 3540 yıldır yaşananlar göz önüne alındığında “parti kapatma” nın bir kesim için “zaman kazandıran”, bir diğer kesim için de “zaman kaybettiren” bir olay olmanın ötesinde bir anlam taşımadığı görülecektir. Nitekim, eğer mahkeme kararıyla kapatılan bir partinin tıpkısının aynısı, mevcut yöneticilerinin yüzde 99’unun teşebbüsü ve iştirakiyle, başka bir ad altında yeniden kurulabiliyorsa, böyle bir parti kapatılsa ne olur, kapatılmasa ne olur? 1970’ten bu yana bunun örnekleri defalarca yaşanmadı mı? Kapatılan bir partinin yöneticileri ve/veya yandaşları tarafından aynı dokuda yeni bir ‘hülle’ partisi kurulup kapatmaya gerekçe teşkil eden faaliyetlere, bırakılan yerden devam edilmedi mi? Ülke bu “bile bile lades” oyununu göre göre artık kanıksamadı mı? Gerçi mevzuatta “kapatılan PENCERE Türkler Gerçekten Aptal mı?.. ziz Nesin giderayak ortaya bir laf atmıştı: “Türkler aptaldır...” Anımsadığıma göre kıyamet kopmuş; sanırım bunun üzerine laf birazcık budanmıştı: “ Türklerin yarısı aptaldır...” Yarısı mı, tümü mü, yüzde 70’i mi, oturup bir karar verelim... ? Rusya Gürcistan’a girdi... Nasıl girdi?.. Amerika Irak’a nasıl girdiyse, öyle girdi... Şimdi olay üzerine bin bir yorum yapılıyor, maşallah dış politikada çokbilmişlerimiz, diplomasi alanında mangalda kül bırakmayanlarımız, halkımızı inceden inceye tıraş etmekte birebirler... Ama olayın gerçeğine dokunan yok gibi... ? Gazetelerde iki başlık, ‘manşet’ ile ‘sürmanşet’ üzerine gazetelerin birinci sayfalarını kaplamışlardı... Bunlardan biri PKK üzerineydi... “Terör örgütünün tuzağına düşen askerimiz 9 şehit vermişti...” Sonra?.. “Rus ordusu Gürcistan’a girmiş, ilerliyordu...” Putin, Başkan Bush’a ne demişti: Dur bakalım!.. Bir dünya savaşı çıkar mıydı?.. Olur mu olurdu... Çünkü Kuzey Irak’a yerleşmiş Amerika, Güney Kafkasya’ya da el atmıştı... Hem de kimin marifetiyle?.. Türkiye’nin... ? Lafı uzatmaya gerek yok... Amerika hesabına Kafkasya’da iş tutmak, taşeronluk yapmak, siyaset yürütmek, askeri girişimler yapmak stratejisine geri zekâlılıkla kalkışmış olan bizimkilerin haline bak, yeme de yanında yat!.. Petrol coğrafyasında oyun oynamaya kalkışan ılımlı İslamcı ve de Amerikancı iktidarı başında tutan Türkler akıllı mıdır?.. Aptal mıdır?.. ? Terör örgütünün Erzincan’da tuzağına düşen ve 9 şehit veren Türk, Gürcistan’da Amerikan taşeronluğuna soyunuyor... Ama, bir yanda bu sivri akıllılığa özenirken öte yanda terör örgütünü tedip için Kuzey Irak’a karadan giremiyor... Amerika Türk’ü kulağından tutmuş, Gürcistan’da kullanıyor... Kuzey Irak’taki terör örgütü üslerini de ne olursa olsun koruyor... Türkiye Gürcistan’a silah milah satarken kendi ulusal davalarına Amerika hesabına ihanet ettiğinin farkında mıdır?.. ? Yazının sonuna geldik... Şimdi karar verelim: Akıllı mıyız?.. Aptal mıyız?.. A İ bir partinin devamı niteliğinde yeni bir parti kurulamaz” diye bir hüküm mevcut ama, şimdiye kadar bunun pratikte bir anlamı olduğunu bilen, gören var mı acaba? Mevzuat böyle kaldığı ve bu şekilde yorumlandığı sürece, parti kapatmanın, kısa ve geçici bir süre hariç, sadre şifa bir sonuç vermeyeceği artık tecrübelerle sabit olmuştur... Hele de bu mevzuat, “kendilerine siyaset yasağı getirilen kişilerin de bağımsız olarak yeniden seçilip kabinedeki eski görevlerine devam etmelerine” imkân tanıyacak şekilde yorumlanabiliyorsa, o zaman “bunca zahmete gerek olup olmadığını” oturup düşünmek lazım. Bu çelişkili ve bir o kadar da komik olan durum bana bir zamanların meşhur “girdiçıktı” komedisini hatırlattı. İzin verirseniz anlatayım: 1950 ve 1960’lı yıllarda, gazetelerin zaman zaman manşete çıkardıkları bir konu vardı: “girdiçıktı”olayı. Bilindiği gibi o yıllarda ‘Türkiye’de henüz otomobil yapılmıyordu. Yurtdışından araba getiren bir kişi, istediği takdirde geçici bir plaka (galiba triptik deniyordu) alıyor ve gümrük vergisi ödemeden onu 6 ay süreyle kullanabiliyordu. Sonra da, 6 aylık sürenin dolmasına birkaç gün kala ‘Kapıkule’ye kadar gidiyor Türk makamlarına çıkış damgası vurdurarak ‘Bulgaristan’a geçiyor ama anında öbür kapıdan tekrar ‘Türkiye’ye giriş yapıyordu. Böylece “6 ay içinde arabayı yurtdışına çıkarma” mevzuatının gereği yerine getirilmiş oluyordu. Eğer böyle birisi üşenmeden her sene bu işi iki defa yapacak olursa, arabasını, hurdaya çıkıncaya kadar bir kuruş vergi vermeden kullanma imkânına sahipti. Bizdeki uygulama böyleydi. Şimdi aynı mevzuatın o yıllarda başka bir ülkede geçerli olan şekline bakalım: “İngiltere’de bir yabancı yeni bir araba alırsa, vergi vermeden onu bir yıl kullanabiliyordu. Bir yılın (365 gün) sonunda onu ülke dışına çıkarma zorunluluğu vardı. Böyle bir araba çıkışının üzerinden iki yıl (730 gün) geçmeden yeniden İngiltere’ye sokulacak olursa, önceden alınmayan vergi faiziyle birlikte tahsil ediliyordu.” İngiliz mevzuatı böyleydi, “yıl” kelimesiyle tam yılın, yani 365 günün kastedildiği de, parantez içinde gün sayıları verilmek suretiyle açıklığa kavuşturulmuş ve böylece bütün istismar yolları kapatılmıştı. Şimdi, aynı amaca yönelik olarak hazırlanmış olan bir bizdeki mevzuata (girdiçıktı olayına) bakınız, bir de İngiltere’deki düzenlemeye!.. Sonra da, bizdeki “parti kapatma mevzuatı”nı bu anlatılanların çerçevesinde değerlendiriniz. “Eğer kapatılan bir parti, şimdiye kadarki pek çok uygulamada da görüldüğü gibi, başka bir isim altında ve anında yeniden kurulabiliyorsa ve gazetelerde buna cevaz veren yorum ve senaryolar doğru kabul edilmek şartıyla kendilerine siyasi yasak getirilen politikacılar da bağımsız olarak yeniden seçilip bıraktıkları yerden eski görevlerine devam edebiliyorlarsa” böyle bir uygulamaya imkân veren şu andaki “parti kapatma mevzuatı”nın, şu “girdiçıktı” olayından ne farkı var, lütfen söyler misiniz? Fındık Sorunu Ahmet TUNAVELİOĞLU İktisatçı Yazar Y ıllardan beri büyüyerek devam eden “Fındık Sorunu” yine gündemde. Rekor düzeyde olduğu bütün kesimlerce kabul edilen 2008 ürünü pazarlara inerken bölgede sorunun daha da büyüyeceğine yönelik endişeli bir bekleyiş var. Zira, her kampanya dönemi başlangıcında sorunlara çözüm getirmek için yapılan toplantılarda asıl amaç kalıcı çözümler üretmek olmakla beraber, ürün pazara inmeye başlayınca politikacılar devreye girmekte ve geçen 40 yılda olduğu gibi “oy” amaçlı fiyatlar belirlendikten sonra toplantılar sona ermektedir. Ta ki, gelecek kampanya döneminin başlangıcına kadar...Kuşkusuz fındığın sorunları “Ekonomik sorunlar” olup, çözüme de ancak ekonomi bilimi ile uyumlu uygulamalarla ulaşılabilir. Ne yazık ki, soruna bu açıdan yaklaşanlar 40 yıllık alışkanlıktan vazgeçilemeyeceğini her yıl görerek ümitlerini yitirmektedirler...Oysa soruna, ekonomi biliminin kuralları çerçevesinde çözüm aransa sektördeki karamsarlık sona erdirilebilecektir. Bu bakımdan, fındıkta uygulanacak fiyat politikalarının; Ülkemiz ve rakip ülkeler üretim ve tüketim trendlerinin seyri, Üreticileri desteklemek için verilen yüksek fiyatların hangi sonuçları doğurduğu, Üreticileri desteklemenin ayrı bir konu, yüksek fiyat ödemenin ayrı bir konu olduğu, Devlet tarafından verilen fiyatların, verimin yüksek olduğu bölgelerde düşük maliyetle elde edilen düşük kaliteli fındık üretimini teşvik ettiği, bilinci ile konular ele alınsa çözüme ulaşmak çok daha kolay olacaktır. Fındık, Doğu Karadeniz’de, denizle yüksek tepeler arasındaki dar bir alanda üretilmektedir. Buradaki doğal ekolojik yapı aynı zamanda dünyanın en kaliteli fındığının yetiştirilmesinin de nedenidir. Hal böyle iken, yanlış politikalar yüzünden fındık üretimi zamanla her türlü yaş meyve, sebze, pirinç, ayçiçeği vb. gibi ürünlerin yetiştirildiği geniş ve verimli topraklara taşmıştır. Doğal ekolojik bölgesine oranla birkaç kat yüksek ve rimle, dolayısıyla birkaç kat düşük maliyetle ve düşük kalitede elde edilen fındığın yarattığı haksız rekabet, Devlet Destekleme Alımları ile asıl korunması amaçlanan fındığın ekolojik bölgesindeki üreticilerin fakirleşmesine yol açmıştır. Şimdi de GAP Bölgesi’nde de fındık üretileceği haberleri gelmektedir... Ülkemizin 805 bin ton olan 2008 rekoltesine (resmi tahmin) 310 bin ton rakip ülke rekoltelerini ve 300 bin ton (büyük bölümü 825 bin ton olarak gerçekleşen 2006 rekoltesinden devir) TMO stoklarını eklediğimizde 2008/2009 ihracat sezonuna 1 milyon 415 bin ton kabuklu fındıkla girilecek. Dünya tüketimi ise, kabuklu fındık olarak 800 bin ton civarındadır. Kaldı ki, ülkemizin açtığı yüksek fiyat şemsiyesi, rakip ülkelerin üretiminin de hızla artmasına neden olmuştur. Diğer taraftan bir gerçek de şudur: En fazla fındık ihraç ettiğimiz Almanya, ülkemiz dışındaki ülkelerden ithal ettiği fındığa gümrük vergisi uygulamadığı için, daha ucuz fiyatla satın aldığı rakip ülke stokları tükendikten sonra Türk fındığını talep etmektedir. Bu durumda bir sonraki ihracat sezonuna devredecek olan yaklaşık 615 bin ton/kabuklu fındığın ülkemiz elinde kalması da kaçınılmazdır... Bu trend devam ettiği sürece, arz fazlasının devlet tarafından satın alınarak Hazine’ye zarar kaydedilmesinden başka seçenek yoktur... 2008 ürünü için bu zararın 3 milyar YTL civarında olacağı da, altı çizilecek, önemli bir gerçektir. Sonuçta, TBMM’de onaylanarak kanunlaşan Beş Yıllık Kalkınma Planları’ndaki hükümleri umursamayarak “Bize plan değil pilav gerek” düşüncesi ile hareket etmenin faturasını, yakın bir geçmişe kadar ihraç etmekte olduğumuz ürünleri, milyarlarca dolar karşılığında ithal ederek ödemekteyiz!.. Başka bir deyişle, 40 yıldır sürdürülen hatalı politikalarla gelinen bu noktada, ürettiğimiz fındığı satamazken, üretebildiğimiz ürünleri de dışarıdan satın almak zorunda kaldık... Bu yüzdendir ki, ülkemiz insanı, içinde bulunduğumuz yılda, peşinden gittiği politikacılar dahil, pilav yapacak pirinci bulmakta zorlandı...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle