29 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 C röportaj YANSIMA OSMAN İKİZ 15 AĞUSTOS 2008 CUMA Atina’da büyük bir uyum Uğur HÜKÜM Geçtiğimiz Cumartesi günü Fransa’nın en saygıdeğer gündelik yayın organı Le Monde’un kültür sayfalarında “Atina’da YunanTürk Uyumu” başlıklı tam sayfa bir yazı görünce heyecanladım. AtinaEpidavros Festivali çerçevesinde 90 Türk ve Yunan genci birlikte bir Klasik Batı Müziği konseri veriyordu. Yazıyı okuduktan hemen sonra ve takip eden günlerde Türkçeİngilizce basını taradım. Bir TürkYunan internet sitesi dışında ‘olay’ hakkında hiç bir yerde haber veya yorum yoktu. Halbuki olayın kaynağını oluşturan TürkYunan Gençlik Orkestrası’nın (TYGO) Ankara ve İstanbul’da verdiği konserler epeyce ilgi çekmiş, ama anlaşılan ‘gençler’ yurtdışına çıkınca ‘Sayın Medyamız’ açısından itibarlarını yitirmişlerdi. Evet, iki halkın her ortak ‘girişimi’ başlıbaşına bir ‘Olay’dı... Üstelik ortada Türkiye’ye ‘Fransız’ kaldığından yakındığımız Fransız basının en prestijli gazetesinin gösterdiği bu ilgi gibi bir kanıt da vardı. Bir gün önce, bir başka gazete, Libération olayı kısaca da geçmiş olsa, başlıktan duyurmuştu. Dilerim ki biz yanılalım, gözümüzden kaçmış olsun veya ‘Türklük’ söz konusu oldu mu, mangalda kül bırakmayan, kuş uçurmayan ‘zengin’ ve ‘binbir çeşit’ Türk televizyonu (biz izleyemiyoruz) bu önemli olayı yakalamış, Türk kamuoyuna duyurmuş olsun. Zira Yunanlıların konsere, genç sanatçılara, ‘olay’a gösterdikleri yakınlık ve sevgi, en azından iki halkın yakınlaşmasını, kardeşliğini samimiyetle isteyenler için yüreklendirici bir haberdi. Suyun öte yakasındaki heyecanı da yansıtmak kaydıyla, hele hele gerçekleşen Konialidis’in, bir Konyalı’nın rüyası olursa… yıl sonra bizim gençlerin çıkacağı sahnede. Bu sahne ne Callas’lar, Pavarotti’ler, Rostropovich’ler hatta Pekin Operası, Theodorakis, Hadjidakis, Pina Bausch, Marta Graham, Rudolf Nureyev’ler görmüş olsa da zamanla bakımsız, terk edilmiş bahçelere döner. İki yıl önce sorumluluk, neredeyse 40 yıldır Fransa’da yaşayan Atinalı çocuk Yorgos Loukos’a devredilince Atina ve Epidavros Festivalleri’nin kaderi değişir, birleşir. 2008’de 3 yaşına basan Atina Epidavros Festivali 3 aylık (HaziranTemmuzAğustos) zengin, eklektik ve dinamik programıyla derhal Avrupa’nın en cazip şenliklerinden birine dönüşür. Evdeki Hesap Çarşıda Tutmadı olduğunu sağır sultanın bile duyduğu Saakaşvili planını bütün gözlerin Olimpiyatlara çevrildiği sırada yürürlüğe soktu. Saldırının zamanlaması, iki saat önceki barış konuşmasının dünya kamuoyunu kandırmaya yönelik olduğunu da belli etti. Bu katakulliyi kimse yutmadı. Tiflis’in “portakal devrim’’cisi Batılı “portakalcı’’ların da yardımıyla Osetya meselesini oldu bittiye getireceğini umut etmiş olmalı. Ancak evdeki hesap çarşıda tutmadı. Saakaşvili Batı’dan destek beklerken, başına Rusların bombaları yağdı. “Batı tek ses olup bize destek vermeli’’ diye telaşlı açıklamalar yapan Saakaşvili öyle anlaşılıyor ki jeostratejik savaşta oyunun kurallarını okuyamadığından tuzağa düştü. Eğer operasyon için yeşil ışık yakıldıysa, Moskova’nın tepkisini ölçmek isteyen Washington’un kendisini piyon olarak öne sürdüğünü düşünmesi gerekirdi. Yok, kimseye danışmadan kendi planını yürürlüğe sokup, yardımın sonradan geleceğini düşündüyse, bu da Saakaşvili’nin hırsı aklının önünde giden bir hayalperest olduğunu gösterir. Böyle bir lider kukla bile olsa, patronları nezdinde makbul değildir. Böyleleri zamanı gelince deliğe süpürülenlerdir. ??? Büyük satranç oyununda piyonları iyi kullanan Batı, Balkan mevzisini kazandı. Şimdi Kafkasya’da yoklama yapılıyor. Gürcistan’ı silah teçhizatıyla güçlendiren, subaylarını eğiten ABD, NATO’ya katılacak yeni üyelerle bölgede denetim kurmak istiyor. Osetya deneme tahtası oldu. Gürcülere vuran Rusya arka bahçesinde gerilemeye niyeti olmadığını deklare etti. Bölgedeki enerji kaynakları ve nakil hatları üzerine oynanan oyun sürecektir ancak bu büyük satrançta şah mevzi değiştirir ama mat olmaz. Kaybeden piyonlardır. osman.ikiz?tele2.se Başkanı George ABD W Bush, olimpiyat açılışında bulunduğu Çin’de spor dünyasının en seksileri kabul edilen voleybolcu kızlarla fotoğrafı çekilirken “Washinton’un oğlanları’’ sınıfından Gürcü lider Mihail Saakaşvili’nin Kafkasya’da yol açtığı kaos için ne düşünüyordu acaba? Fotoğraflar o sırada savaş falan düşünecek halde olmadığı izlenimi veriyor ama televizyon kameralarının karşısında geçince bildik üslup ve edasıyla aynı Bush’tu: “Gürcistan bağımsız egemen bir devlettir, sınırlarına saygı gösterilmelidir.’’ Bu sözlerin sahibi, sözünü ettiği kuralları beş yıldır vahşice çiğneyen yüzbinlerce kişinin kıyımına neden olan kişi. Acaba Saakaşvili’nin başarısızlığa mahküm planlarından da başından beri haberdar mıydı? ??? Hatırlanacak olursa bölgedeki gerginliğin başlangıcı Yugoslavya’da bölünmeye yol açan çatışmalarla aynı tarihe rastlıyor. Güney Osetyalılar Gürcistan’dan ayrılacaklarını açıklamışlardı. Amaçları muhtemelen tarihe geçmiş en ünlü Gürcü olan Josef Stalin’in kuzey ve güney diye ikiye böldüğü Osetya’nın bu kez Gürcistan’a rağmen birleştirilmesiydi. Gürcü lider Mihail Saakaşvili ise sınırların değiştirilmesine karşıydı. Tanklarını Güney Osetya üzerine göndermeden iki saat önce de televizyondan barış ve birlik çağrısı yapmıştı: “Ey Osetya halkı, size yalvarıyorum. Sorunu silahla çözemeyiz. Yeter ki kunuşalım. Size geniş özerklik öneriyorum. Yeter ki savaşmayalım.’’ Elinde zeytin dalıyla barış tanrısı pozuna bürünen Saakaşvili, bu konuşmanın üzerinden iki saat geçmeden askerlerine hücum emri verdi. Amacı da sınırları korumak diye açıkladı. ??? Ülkesini NATO’ya sokmaya hazırlanan, ABD’nin kuklası ANADOLU’YA BİR SELAM Kendisi de büyük bir dansçı olan Yorgos Loukos Maurice Béjart, Roland Petit, New York Metropolitan Operası, vb ile çalıştıktan sonra 1992’de Uluslararası Cannes Dans Festivali, paralel olarak da 1997’de Lyon Ulusal Opera Balesi’nin yönetimini devralır. Her iki faaliyette kendi alanlarında dünyanın sayılıları arasına girer. Sıra gelmiştir çocukluk rüyalarını gerçekleştirmek üzere döndüğü Atina’ya. Orada başka rüyalarla buluşur. Efsanevi armatör Aristotle Onasis’i gençliğinde destekleyen yakın akrabaları, yine ticaret ve armatörlük yapan Konialidis ailesinin kamuya yüzü nadir dönük simalarından Leni Konialidis’in de bir rüyası vardır. Atalarının geldiği Anadolu topraklarında yaşayanlarla, bugün Yunanistan’da yaşayanların güzergâhlarını bir biçimde çitiştirmek. Bu eşsiz sanat ve kültür hamisi kadın, Leni tasarısını Yunanistan’ın eski Ankara Büyükelçileri’nden birinin eşi, Athena Kritikoui (*) aracılığıyla Bilkent Üniversitesi ile temasa geçer. Görüşmeler olumlu sonuçlanır. Önlerinde Daniel Barenboim (1942 Buenos Aires, tanınmış Yahudi piyanistorkestra şefi) ve Edward Said’in (1935 Kudüs2003 New York, Filistinli yazardüşünür) 1999’da Filistinli ve Arap, İsrailli ve Yahudi müzisyenlerden oluşturularak kurduğu, sonra da 2004’te bir Gençlik Orkestrası’nı kapsamına katan Doğu Batı Divanı Orkestrası örneği de vardır. Dünyaca ünlü bir müzisyen, bu kez Rus Yahudisi (d. 1937 – Gorky) piyanist, orkestra şefi, İsviçreİzlanda kimlikli yani bir anlamda tam bir dünya vatandaşı Vladimir Ashkenazy süpervizörlüğünde çalışmalar iki merkezli biçimde başlar. Bir yanda Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Dekanı Işın Metin’in öncülüğünde H.Ü. Ankara Devlet Konservatuvarı’nın da katılımıyla, öte yanda Yunan şef Anastasios Symenoidis’in hazırladığı gençler çok kısa sürede rüyayı kuvveden fiile dönüştürürler. Piyanist Gülsin Onay, kişiliği, güzelliği ve usta yorumlarıyla en müşkülpesent seyirciyi bile büyülüyor. YÜKSEK SANATLAR FESTİVALİ Baştan belirtelim Yunanca bilmediğimiz için bulabildiğimiz bilgiler İngilizce ve Fransızca kaynaklarla sınırlı. Önce özetle festivalin hikâyesine göz atalım. 1938’de Klasik Yunan Tiyatrosu, Tragedya geleneğini sürdürmek idealiyle yola çıkan Epidavros Tiyatro Festivali inişli çıkışlı yaşamında sıkça yok olma noktasına gelmiş. Taaa ki yolu 2006 yılında Yorgos Loukos (d. 1950 – Atina) ile çakışana kadar, aynen Atina Festivali gibi. 1955’de General Alexander Papagos (18831955 Atina) başbakanlığı döneminde Atina’da bir “Yüksek Sanatlar Festivali” oluşturma kararı alınır. Tiyatro ve müzik gösterileri içerecek festivalin ilki Dimitris Mitropoulos yönetimindeki New York Filarmonik Orkestrası konseriyle açılır. Hem de Akropol eteklerinde uzanan Herodes Atticus Odeon’un da yani 53 GÜLSİN ONAY BÜYÜLEDİ İlki 24 Temmuz’da Ankara Bilkent Konser Salonu’nda, ikincisi 26 Temmuz İstanbul Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda, girişimin onursal başkanlığını da üstlenen ‘Maestro’ Ashkenazy yönetiminde verilen konser programında Yunan besteci Nikos Skalkotas’ın “Yunan Dansları’ndan Seçmeler”i yer alırken konuk sanatçı, solist piyanist Vassilis Tsabropoulos olur. Sıra Yunanistan’a geldiğinde konser repertuarı bir kez daha girişime egemen olan tanışma, dostluk ve yakınlaşma yaklaşımıyla hazırlanır. YunanTürk Gençlik Orkestrası, 29 Temmuz gecesi AtinaEpidavros Festivali çerçevesinde Herodus Atticus Odeon sahnesi ve 30 Temmuz’da da Uluslararası Patras Şenliği kapsamında Roma Odeonu’nda verdiği konser programının şeref köşesine bu defa Ulvi Cemal Erkin’in “Köçekçe”sini koymuştur. Orkestranın piyanist solistiyse kişiliği ve güzelliğinden öteye usta yorumlarıyla en müşkülpesent seyirci ve eleştirmeni dahi büyüleyen Gülsin Onay’dır. Le Monde eleştirmeni MarieAude Roux Atina konserini, “Keşfedilmesi gereken sanatçılardan Gülsin Onay açık havadaki tiyatroda yitirilen akustiğe rağmen, icraatındaki çoşkun enerji, lirizm, muhteşem ve son derece zarif renkliliğiyle mükemmel bir gece yaşattı”, sözleriyle özetliyordu. 45 Türk, 45 Yunan toplam 90 genç müzisyenden oluşan orkestranın konserleri beklenenin, umulanın üstünde dostluk ve sevgi gösterisiyle noktalanıyordu. Suyun iki yanını yakınlaştırma düşlerinde arpa boyu ama somut bir adım daha atılmıştı. Ancak Yorgos Loukos’un insan Vladimir Ashkenazy. ları, sanatçıları, kültürleri, karşı yakaları buluşturma, bitiştirme çabası TYGO ile bitmemişti. Kültür insanı 30 Haziran’da Selanik Devlet Senfoni Orkestrası eşliğinde Atina’da ilk kez, benzersiz piyanistimiz Fazıl Say’ı ağırlıyordu. O gece müzikseverlere Odeon sahnesinde bir George Gershwin ve Hector Berlioz ziyafeti çeken Say, ertesi akşam Atina Benaki Müzesi konser salonunda Yunan dostlarına bir başka büyük sürpriz hazırlamıştı. 1 Temmuz gecesi vurmalılar ustası, darbuka virtüözü Burhan Öçal ile sahneye çıkan Say, J. Haydn ve W. A. Mozart’tan hareketle jazzklasik doğaçlamalarıyla, sanırız seyircilere unutulmaz anlar yaşatmışlardır. Dileğimiz SayÖçal ikilisinin bu çalışmalarının ürünlerini yakında bizlerle, dünyayla paylaşmaları. Müzik ve sanat gerçekten her zaman olduğu gibi yaratıcılığın da verdiği ayrıcalıkla insanlar, toplumlar arası yakınlaşmada kutsal bir görev üstleniyor. Işın Metin’in dört dörtlük belirttiği gibi: “Geçmişte olduğu gibi biz sanatçılardan ideal toplumun oluşturulmasına rehberlik etmemiz beklenir. İdealist hayalperestler olarak belki önerilerimiz genellikle naif bulunuyor ama şu anda tam olarak yaptığımız önerdiğimiz uygulamak... Müziğin birleştirici doğası bu yaz, Ege’nin bir yakasından diğerine parıldayan güneşin güzelim ışınlarının yolunu takip edecek. Erişebildiği her yeri aydınlatacak... Şairin son derece yerinde söyleyişle, ‘bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine...” (*) Kübra Kangüleç – 26 Haziran 2008, Turkish Daily News Festivalle ilgili daha fazla bilgi için: www.greekfestival.gr Düzenli koşu gençlik iksiri S tanford Üniversitesi’nce yapılan araştırmaya göre koşmak yaşam kalitesini arttırıyor koşmayanların yüzde 34’ünün, koşu yapanların ise yüzde 15’inin öldüğü dikkat çekti. Koşan grupta kanser, kalp hastalıkları, enfeksiyonlara bağlı ölüm oranlarının da koşmayanlara oranla daha düşük olduğu gözlenirken, kemik erimesi, diz ve kalça protezi takılması açısından da koşuya çıkmayı iş edinen grup daha şanslıydı. Yıllar geçtikçe iki grup da yaşlandı. Ancak koşanlar daha dinamik, hareket kabiliyeti koşmayanlara oranla çok daha fazla olan, kendini daha zinde hisseden taraf oldu. (BBC) Çeviri Servisi Evinizin yakınlarındaki parkta veya deniz kenarında yapacağınız düzenli koşular yaşlanma sürecini yavaşlatabilir. ABD’deki Stanford Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde görevli bilim insanları 20 yıl süreyle çoğunluğu düzenli koşu yapan, küçük bir bölümü koşmayan 500 kişinin verilerini inceledi. Sonuçları “İç Hastalıklar Arşivi” adlı yayın organında yayımlanan araştırmaya başlandığında katılımcıların hepsi 50’li yaşlardaydı. 20 yılın sonunda emal Sunal filmlerinin omurgası, rahmetli ve sevgili aktörün hemen her filminde yarattığı karakterin kendisiydi. Bu karakter, izleyici karşısına hangi kişilikle çıkarsa çıksın değişmez özellikleri vardı: Yukardan atmak. Böbürlenmek. Efelenmek. Saçmalamak. Göz korkutmaya çalışmak. Azametli görünme taklidi yapmak. Olur olmaz lafları bir araya getirmek Ve böylece de soyutla somutun, gerçekle gerçek dışının, ciddiyle gırgırın, olabilecekle olamayacağın, saçmayla hakikinin karman çorman olduğu bir noktada mizahı yakalamak… Onun mizahının özgünlüğü, bütün bu karşıtlıkların bıçak sırtı dengesindedir. Üstüne üstlük, saflık ve kurnazlık karışımı, salak taklidi gülüşüyle üst damağını gözler önüne serdiğinde, kahkahayı koyuverirsiniz. Bildiğimiz, ölçülü, cinasa ve söz ustalığına dayalı, hem yapmak hem anlamak için zekâ gerektiren klasik mizahtan farklı, azıcık zorlayarak adlandıracak olursak, postmodern bir mizahtır bu… Kendisi, filmlerinde canlandırdığı tipler gibi güldüğünü hiç görmediğim, canı hep sıkılıyormuş gibi duran bir adamdı… Kemal Sunal’ı sevgiyle, rahmetle anıyorum. K CUMARTESİ YAZILARI ATAOL BEHRAMOĞLU Aklına nereden geldi diye soracak olursanız, hemen yanıtlayayım. Tümünü okumaya zamanım da niyetim de olmayan bir hukuk belgesinin, gazetelerde gördüğüm bazı bölümlerinden… Herhangi bir kişi ya da kurumu aşağılamak, küçük düşürmek gibi bir kastım bulunmadığını hemen belirteyim. Amacım, hukuksal olma iddiası da taşısa, eninde sonunda yazılı ve bu anlamda da yazınsal bir metnin, bir yazın (edebiyat) insanı olarak bende uyandırdığı izlenimi dile getirmeye çalışmak… Bunu yaparken irdelemek istediğim şey bu metnin içeriği de değil. Gerçi sonuçta içerikten pek de ayrı düşünülemeyecek olan bir biçim, tarz, üslup ve kurgu olgusu… Aşağıdaki alıntıyı, zihninizde bir Kemal Sunal filmi canlandırarak okumanızı öneriyorum. Suçlanan kişinin suçluluğunu kanıtlamak için daha önceki bir gözaltı dönemine ilişkin bir olaydan söz edilerek şöyle denilmekte: Kemal Sunal Filmlerinden Postmodernizme “...gözaltına alındığında yazılı olarak hazırladığı savunmasının içine akrostişler yerleştirmiş olup her tümcenin sondan ikinci sözcüğünün baş harfleri yan yana getirildiğinde ‘işkence altındayım’ ibaresi ortaya çıkmıştır. Bundan şüphelinin ne kadar uyanık ve zeki olduğu anlaşılmıştır…” Daha sonra, aynı sanığın bu gözaltıyla ilgili olarak yazdığı kitaptan bazı alıntılar yapılıyor: “Sözgelimi kendime soruyorum: …Korktun mu? Yanıtlıyorum: Korkmaz olur musun!.. Korku insana özgü bir şeydir. Sen de kuşkusuz korktun, ürktün, kimi zaman ürküye (panik) bile kapıldın. Önemli olan korkuyu yenebilmektir… (…) karşımdakilerden değil en çok kendimden korktum. Ya çözülürsem? Ya kişiliğime yakışmayan bir davranışa kayarsam? Ya paçavralaşırsam? Ya gerçekten teslim olursam? Soruların çengeli aklıma takıldıkça yüreğim sıkıştı…” Alıntıların ardından yorum geliyor: “…şeklindeki beyanları ile gizli örgütlenmenin en önemli öğesi olan ‘sır vermemek’ yani kendi söylemi ile çözülmemek için elinden gelen her şeyi yaptığı nı beyan etmiş olup, şüphelinin kişiliğini tanımamız açısından önemli görülmüştür…” Kimilerinin sanığı olduğum 12 Eylül sonrası iddianamelerinde bile bu türden tuhaflıklar; söz konusu iddianamenin görebildiğim bölümlerinde göze çarpan (postmodern edebiyata özgü) kes yapıştır, tıkıştır, keyfince yakıştır yöntemi yoktu… Bu dikta dönemi iddianamelerinde bile, anımsadığımca, içerikteki safsatayı örtme amacıyla ve salt biçim açısından da olsa, hukuk “teamül”üne, alışılmış üslup, biçim, kurgu özelliklerine aykırı düşmeme çabası vardı… Yukarıdaki tiratlar ise bir Kemal Sunal filminde ünlü aktörümüzün vurgularıyla dile getirilmiş olsa kahkahalarla gülebilirdik… Bu bölümlerin de yer aldığı yamalı bohça görünümündeki belge, hukuksal değil de tam anlamıyla yazınsal bir metin, örneğin bir postmodern polisiye olsa, kurgusal tutarlılık bile aramaz, belki yer yer heyecan da duyarak okuyabilirdik… Ama ne yazık ki ne biri, ne de öteki… Söz konusu olan bir Sunal komedisi ya da postmodern edebiyat değil, hukuk, gerçek hayat, hayatlarımız… Böylece ne gülüyor, ne heyecan duyabiliyoruz… Sadece büyük, çok büyük bir can sıkıntısı… ataolb?cumhuriyet.com.tr Yeni kazılarda ortaya çıktı İnsanoğlu 9 bin yıldır süt içiyor PARİS (AA) Araştırmacılar, insanın 9 bin yıldır süt içtiğini ortaya çıkardı. İngiliz Nature dergisinde yayımlanan makalede, uluslararası araştırmacılar ekibinin Ortadoğu ve Balkanlar’da bulunan 2200’den fazla çömlek üzerinde incelemelerde bulunduğu ve çağımızdan 6500 yıl öncesinden beri sütün işlendiği ve muhafaza edildiği sonucuna vardıkları belirtildi. İnek, koyun ve keçilerin çağımızdan 8 bin yıl öncesinde başta eti ve yünü için yetiştirildiği biliniyordu. Ancak ilk kez bu hayvanların sütünün de yaklaşık 9 bin yıldır tüketildiği ortaya çıkmış oluyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle