Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
15 AĞUSTOS 2008 CUMA dizi Sağmalcılar’da kimi zaman acı ama çoğu zaman dudaklarda gülümseme tadı bırakan 2.5 yıl YORUM ÖZTİN AKGÜÇ C 13 Mapushane çeşmesi yandan akıyor L L L BAŞLARKEN eçenlerde bir TV programından dönüşte, TEM üzerinden geçerken Sağmalcılar hapishanesini gördüm. Kapatılmıştı, projektörlü kulelerdeki ışıklar sönmüş, bina bir hayalet şatosu halini almıştı. O zamana kadar hapishane binalarının bizatihi kendi görüntülerinin dehşet verici olduğunu düşünürdüm. O gece, boş bir hapishane binasının daha da dehşet verici olduğunu düşündüm ve gözümün önünde, orada geçirdiğim, iki buçuk yılın görüntüleri canlandı. Bu dizide dilim döndüğünce onları anlatmaya çalışacağım. Türkiye’de yazar, çizer, gazeteci, aydın, düşün adamı için hapishane, pek de bilinmeyen bir dünya değildir. Daha önce eski tüfeklerin masalarında, sonra da, kendi akranlarımla yaptığım sohbetlerde konu sık sık gündeme gelir, acı tatlı anılar anlatılırdı. Hep düşünmüşümdür, yabancı meslektaşlarımız birbirlerine gittikleri tatil yerlerini, güzel otelleri anlatırlarken, bizimkilerin sohbetleri hapishane dünyasının sınırları içinde dolanıp durur... İki buçuk yılımı geçirdiğim eski adıyla Sağmalcılar, son adıyla Bayrampaşa Hapishanesi kapanmasıyla gündeme gelmiş olmasaydı, ben de oradaki anılarımı kaleme almayı bilmem düşünür müydüm? Türkiye gibi bir ülkede hapse düşmenin utanılacak bir yanı yoktur, bunun övünülecek bir tarafı da olmadığını belirt Milli Gelir Tahmininin Yarattığı Tutarsızlıklar lire katkısı önemsiz hale geliyor. 2007 yılında bankacılık sektörünün büyümesine karşın, göstergelere göre, GSYİH’ye oranı ciddi biçimde küçülmüştür. 2006 yılında bankacılık sektörünün varlıklarının (aktifinin) GSYİH oranı yüzde 87.0; banka kredilerinin oranı yüzde 37.3, mevduatın oranı da yüzde 53.6 iken; 2007 yılında banka varlıklarının (aktifinin) GSYİH’ye oranı yüzde 65.5’e, mevduatın oranı yüzde 41.7’ye, kredilerin oranı da yüzde 32.7’ye gerilemiştir. Bu oranları bırakın gelişmiş ülkelerle karşılaştırmayı, orta gelirli ülkelerin alt grubu ile dahi karşılaştıramazsınız. Türkiye bankacılık sistemi, büyüklük olarak, bu denli az gelişmiş olamaz. Türkiye’de çok yakınılan vergi yükü birden hafiflemiş, 2007 yılında bütçe vergi gelirlerinin GSYİH’ye oranı yüzde 17.9’a düşmüştür. Kamu harcamalarının GSYİH oranı da yüzde 30’un üstünde iken, 2007 yılında yüzde 23.8’e gerilemiştir. Türkiye göreceli olarak küçük bütçeli, vergi yükü hafiflemiş bir ülke haline gelmiştir. Türkiye’de büyük sınai kuruluşlar da ekonomideki göreceli yerlerini yitirmişler, 500 büyük sınai kuruluş, GSYİH’nin ancak yüzde 5’ini yaratır duruma düşmüşlerdir. Görülüyor ki daha ciddi, daha kesin hesaplanan ekonomik büyüklükler, yeni hesaplanan GSYİH ile karşılaştırıldığında tutarsızlıklar derhal göze çarpmaktadır. Söz konusu göstergelerin GSYİH’ye oranları bu denli düşük olamayacağına göre, oranın paydasının, GSYİH tahminlerinin abartıldığı kuşkusu artmaktadır. Türkiye’de ne yazık ki rakamlar sonuçları irdelenmiyor, tutarlılıkları araştırılmıyor. Bu halk her şeyi yutar, gelirinin yılda 10 bin USD’yi aştığına dahi inanır, önsel kabulü ile hareket edilmekte, rakam kirliliği yaratılmaktadır. G Ölüm orucu direnişleriyle uzun süre gündemde kalan Sağmalcılar Cezaevi 41 yıl sonra kapılarını kapadı. meye bilmem ki gerek var mı? den birinin eleştirisiyle karşılaştım. pılan bu olay karşısında ağlayıp sızlanBeni hapishaneyi sevimli göstermek ve Hapishane, yoklukların, acıların, basmak değil, gülümseyerek, hafife almak geinsanların çektiklerini görmezden gelmekkının, gözyaşlarının diyarı olarak bilinir. rekir. le suçluyordu. Korkarım, bütün bunları hissetmiş arSanırım böyle günlerde, asıl önemli kadaşlarımla birlikte yaşadığım bu ortak olan böbürlenmek değil, direnmektir. macerayı anlatacağım dizide acılı öğeDoğrusu son Ergenekon olaylarına baAPİSLİĞİ GÜLÜMSEYEleri yeterince bulamayabilirsiniz. Onlakınca, 25 yıl içinde Türkiye’de pek bir REK HAFİFE ALMAK rı yaşamadığımız için değil, asıl anlatmaGEREKİR’ şeylerin değişmediğini de görüyorum. ya değer gördüklerimin onlar olmadığıİşte bu yüzden bu anılarda da, Sağmalnı düşündüğümden. Kendisine şunları söylediğimi anımsıcılar’da çok değerli dostlarımla geçirdiAnımsadıklarım, hep bana komik göyorum: ğim günlerin kimi zaman acı, ama çoğu rünen, zaman zaman düşündürse bile gü Ben çekilen acıları biliyorum, görzaman dudaklarda gülümseme tadı bıralümseten olaylardır. mezden de gelmiyorum. Ama şairin dekan olaylarını bulacaksınız. 1986 yılında Sağmalcılar’daki uzun kodiğini biraz değiştirirsek, Türkiye’de Bu arada belirtmek isterim ki, hepsinukluğun sona erip özgürlüğüme kavuş“hapislik her zaman herkesin başında/ nin tanıkları hâlâ canlı olan kişilerin adtuğumda söyleşilerimden birinde, olaya kim bilir nerede nasıl, kaç yaşında” o ları burada ya baş harfleriyle ya da debu biçimde yaklaştığım için dinleyicileryüzden biraz da bizi sindirmek için yağiştirilerek verilmiştir. ‘H Sağmalcılar’la tanışma 12 Eylül 1980 darbesinin üzerinden bir yıldan fazla geçtikten sonra, Barış Derneği Sanıkları olarak, Şubat 1982’de tutuklandık. Tutuklu 26 kişi şunlardı: Mahmut Dikerdem, Reha İsvan, Orhan Apaydın, Erdal Atabek, Aykut Göker, Tahsin Usluoğlu, Haluk Tosun, Şefik Asan, Aybars Ungan, Ali Taygun, Uğur Kökden, Metin Özek, Niyazi Dalyancı, Ataol Behramoğlu, Ali Sirmen, Gencay Şaylan, Ergun Elgin, Orhan Taylan, Hüseyin Baş, Nedim Tarhan, Nurettin Yılmaz, Melih Tümer, Mustafa Gazalcı, İsmail Hakkı Öztorun, Kemal Anadol, Gündoğan Görsev. oradaydı. Kolay değil, gelen tutuklulardan biri emekli Büyükelçi (Mahmut Dikerdem), bir diğeri İstanbul Baro Başkanı (Orhan Apaydın), biri Türkiye Tabipler Odası Başkanı (Erdal Atabek), beşi darbeyle feshedilmiş Meclis’in milletvekilleri, (Kemal Anadol, Nedim Tarhan, Nurettin Yılmaz, Mustafa Gazalcı, İsmail Hakkı Öztorun), dördü çeşitli üniversitelerde öğretim üyesi (Metin Özek, Melih Tümer, Gencay Şaylan, Haluk Tosun) biri İzmir Elektrik Mühendisleri Odası Başkanı (Ergun Elgin) idi. Gazeteci makulesi arasında da Hüseyin Baş, Niyazi Dalyancı, Uğur Kökten ve bendeniz bulunuyordum. Ali Taygun tiyatrocu, Orhan Taylan da ressam olduğundan gazetecilerle birlikte resmi sıfatı olmayan ayaktakımı arasında sayılabilirlerdi. Ama belli ki, öbür önemli konukların nasıl ağırlanacakları askeri ve sivil makamlar tarafından inceden inceye konuşulmuş. Girdiğimiz yan kapının hemen yanından çöpler dökülüyordu, etrafta burun direğini kıran bir koku... ANA HIRSIZLAR KOĞUŞU DÜŞTÜ Merdiven altında, hepimiz bir yerlere iliştik. Encamımızın ne olacağını öğrenmeyi bekliyoruz. Önceleri, hepimizi ayrı koğuşlara gönderme kararıyla birlikte, her birimizin kimlerin yanına gideceği anlatıldı. Bana hırsızlar koğuşu düşmüştü. Bu ara zaten sağlığı netameli olan Orhan Apaydın fenalaştı ve hapishanenin hastanesine kaldırıldı. Apaydın, tahliye edilene kadar orada kalacaktı. Koğuşlarımıza sevki bekliyoruz, olmuyor, yetkililer gidip geliyor... Uzatmayalım, hepimizin birlikte C16’ya gönderilmesi kararlaştırılıyor. C16 “Kaçakçılar Koğuşu”, oraya verilmemiz bize geçilmiş bir kıyak. illi gelir tahminlerinde yeni bir seri geliştirme, hesaplama şeklini AB standartlarına uydurma gerekçesiyle TÜİK tarafından 2007 yılında milli gelir tahminlerinde değişiklik yapıldı. Eski seriye göre bir yılda GSYİH (Gayrisafi Yurtiçi Hasıla) da yaklaşık 300 milyar YTL artışla, 2007 GSYİH’sı 856 milyar YTL olarak açıklandı. Milli gelirde bu denli bir sıçrama, ekonomik büyüklüklerin GSYİH oranını düşürdü. Bu bağlamda “İç Borçlar / GSYİH”, “Bütçe Açığı / GSYİH” oranları düştü. Kamu maliyesinde Maastricht kriterlerine uyduk övünmesinin yanı sıra, Sayın RTE’nin kişi başına milli geliri 10 bin USD’ye (ABD dolarına) çıkartacağız sözünün, vaadinin de kâğıt üzerinde gerçekleşmesine olanak verdi. 2007 yılında her ne kadar kişi başına GSYİH 9.333 USD düzeyinde kaldıysa da, 2008 yılında 10 bin USD’yİ aşacağına kesin gözüyle bakabiliriz. Milli gelirin abartılı tahmini çoğu ekonomik göstergenin iyiye gittiği izlenimi veriyor. Bütçe açığının, iç borçların, cari işlemler açığının GSYİH oranları düşüyor. Bu göstergelere bakılarak ekonomide başarı nutukları atılabiliyor, övgülü yorumlar yapılabiliyor. Ancak milli gelir tahminleri, teriminde vurgulandığı gibi bu bir tahmin, hem de kaba bir tahmin, bir muhasebe kesinliği yok, birtakım varsayımlara, katsayılara dayanıyor. Varsayımlar, katsayılar değiştirildiğinde farklı bir tutar hesaplanabiliyor. Nitekim zaman zaman yeni değişik milli gelir serileri düzenlenebiliyor. Bu kaba, zaman zaman değiştirilebilir tahminler, muhasebe kesinliği olan büyüklüklerle karşılaştırıldığında tutarsızlıklar daha belirginleşiyor, göze çarpıyor. Finans sektörü göreceli olarak daha da küçülüyor, vergi yükü hafifliyor, bütçenin büyüklüğü önemini yitiriyor, büyük sınai kuruluşların milli ge M AY SONRA SAĞMALCILAR’A 22 Şubat 1982 günü, tutuklanıp Kartal Maltepe Cevizli’deki Zırhlı Tugay’ın tepede kartal yuvasını andıran, bizim için özel olarak tutukevine çevrilmiş olan cephaneliğinde dokuz ay geçirdikten sonra, kışın yaklaşması üzerine, oradan bir zamanlar Ortadoğu ve Balkanlar’ın en büyük en modern cezaevi olarak medarı iftiharımız diye anılan Sağmalcılar’a naklimize karar verildi. Bir askeri nakliye otobüsü ile yola koyulduk. Olayın Cevizli bölümünü öbürleriyle birlikte, hazırlamakta olduğum “Benim Hapishanelerim” kitabımda etraflıca anlatacağım için burada ele almıyorum. Dokuz ay süreyle, çevremizdeki askeri disiplin ve düzene alışık olan bizler, cezaevinin avlusuna girip, oradan otobüsten inerek, meşhur binaya daldığımızda çevremizdeki kalabalık ve gürültüden şaşkına döndük. Cezaevi müdürü, savcısı ve komutanı gelmişlerdi, daha sonra anılarını kitaplaştıracak olan Başgardiyan İsmail Oğuz da 9 Ali Sirmen, Barış Derneği Davası’nda mahkemeye savunmasını okuyor. Oturanlar arasında ön sırada Uğur Kökden, Erdal Atabek, Orhan Apaydın bulunuyor. Tecritten sıyırıyoruz apishane ve tutukevlerinin uygulamasında, buraya gelenler ilk kez tecrit denen bir bölmede, durumlarına göre, birkaç gün ile iki hafta arasında bir süre kalırlar. Sonra koğuşa sevk edilirler. Tecrit genelde merdiven altında, küçücük, şansı olanların ancak yerde yatabilecekleri (çünkü o kadar sıkışıktır ki, yatacak yer bile yoktur) dar bir mahal; günde bir H B kez kuru ekmek ve bulaşık suyu gibi bir çorba gelir tuvaleti olmayan, pislik ve itiş kakış içinde bir yer, adeta cehennemin yeryüzü şubesi gibi bir mekândır. Yılları bulan hapishane deneyimimde edindiğim izlenim o ki, bu ilk bakışta insanlık dışı gibi görünen dönem infaz ve tutukluluk kurumunun en yararlı uygulamalarından biri. Çünkü insan oradan çıkıp da, koğuşa gittiği zaman adeta tahliye edilmiş gibi hissediyor kendini ve ortama çok daha kolay uyum sağlıyor. Nitekim, daha önce, TCK 125’ten de yargılanmakta olan, Nurettin Yılmaz Diyarbakır Cezaevi’nden Kartal Maltepe’ye bizim yanımıza geldiğinde sevinçten uçuyor, kendini adeta özgürlüğüne kavuşmuş gibi hissettiğini söylüyordu. Bir keresinde, Ben tahliye talebinde bulunmam, ya buradan bırakıp tekrar oraya götürürlerse... demişti. Aynı duyguyu hemen hemen bir yıl sonra yeniden tutuklanıp, Metris’te kırk gün geçirip, bir daha Sağmalcılar’a, hem de yine C16 ya getirildiğimizde biz de yaşayacak, kendimizi “evimize!” dönmüş gibi hissedip, “Tek Kâğıt İsmail”, “Eşape Burhan”, “Tatü” ve Sezai ile uzun süre görüşmemiş kırk yıllık dostlar gibi sevinçle kucaklaşıp hasret giderecektik. Neyse, oraya hapishaneden sevk ile gittiğimizden mi, yukarıdan gelen bir kıyak emriyle mi, nedendir tam bilemiyorum, biz tecritten sıyırıp doğru koğuşa yöneldik. Fotoğraf: AP Hiroşima unutulmadı Japonya’da on binlerce kişi, dünyada nükleer silah kullanan tek ülke olan ABD’nin 2. Dünya Savaşı sırasında Hiroşima’ya atom bombası atışının 63. yıldönümünde düzenlenen törende bir araya geldi. Hiroşima Barış Anıtı önünde toplanan yaklaşık 45 bin kişiye seslenen Hiroşima Belediye Başkanı Tadatoşi Akiba, kasımda seçilecek ABD Başkanı’nın nükleer silahların yasaklanmasını desteklemesini umduğunu söyledi. Hiroşima’nın yıldönümünde İstanbul ve Adana’da da nükleer santrallar protesto edildi. İstanbul’daki Sabancı Center’ın bahçesine giren grup, yanlarındaki balonu, “Güneşi seçGo Solar” yazılı pankartla uçurdu. Otobüsle cezaevine giderken. (Fotoğraflar: Cumhuriyet Gazetesi arşivi) HAFTAYA: KAÇAKÇILAR KOĞUŞU C16 Fotoğraf: AA