04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2C EVET/ HAYIR OKTAY AKBAL olaylar ve görüşler 20 HAZİRAN 2008 CUMA Vecizeler! ilmeceyle başlıyorum yazıya. Deneyebilir herkes bilgisini. İsterseniz buna vecize (!) de diyebilirsiniz. Şu edebi vecizeler (!) kimden olabilir? Bir: “Yolumuzun ortasında inek oturmuş, yolumuzu kapatıyor, menzile ulaşmamızı engelliyor. İneği yolumuzdan önce lafla, usul usul, sonra evvelallah sizlerin yardımıyla, artık nasıl olursa, nasıl denk gelirse kaldıracağız.” Varan iki: “Ben tekkeye değil, dergaha gittim.” Haydi üçüncüyü de yazalım: “Türkiye’yi pazarlıyorum. Bizim için verilecek para önemlidir. Her şeyi pazarlar satarız, parayı veren düdüğü çalar.” Pazarlamacı avazı çıktığı kadar bağırıyor. “Gel, gel, ucuz ucuz! AÇI MÜMTAZ SOYSAL Zorla Sevmek Olmaz! en Atatürk’ü sevmiyorum. Humeyni’yi seviyorum.” Başı örtülü bir genç kızımız TV önünde açık açık konuşmuş!.. Böyle söylediği için kimileri onu adalet önüne götürmek istiyorlar. Sevmek, sevmemek kişisel bir tutumdur. Zorla kimseye “Sen bunu şunu sevmek zorundasın” diyebilir miyiz? Varsın sevmesin, varsın Humeyni’yi beğensin! Bu onun bileceği iş! Daha doğrusu ona öğretilen, ona ezberletilen bir düşmanlığın belirtisi!.. Öğrenim çağındaki bir insanın sevgi ile saygıyı birbirinden ayırması gerekirdi diye düşünüyorum. Bir şeyi, bir insanı, bir politikacıyı, bir yazarı sevmezsin, sevmeyebilirsin, ama bir de “saygı” diye bir şey var. Bir komutana, bir yazara, bir politikacıya, bir öğretmene saygı duymak, onun başarılarına, topluma verdiği katkılara, insanlara kazandırdığı zenginliklere saygı ile bakmak, ayrı bir olaydır... Sevme, ama saygı duy! Gerçek insanlık, gerçek duyarlık, gerçek olgunluk budur; sevme, ama say!.. O genç kız sevgiden yoksun, ama saygıdan da yoksun! Atatürk’ü, şu ya da bu özel hesaplarla sevmeyebilir; ama bir ulusu kölelikten, yabancı güçlerin elinden kurtaran, yepyeni bir devlet, bir cumhuriyet kuran insana saygı duymak insanlık gereğidir. O genç kızımız görülüyor ki böyle bir terbiyeden yoksun. Körce bir düşmanlıktan ne dediğini bilmiyor!.. ??? Atatürk’ü sevmek, sevdirmek zorlamayla olmaz. Şu andaki hükümette, Meclis’te yer alan insanlar Atatürk’ü gerçekten seviyorlar mı? Onun yarattıklarını, gerçekleştirdiklerini, Türk ulusuna açtığı uygarlık yolunu beğeniyorlar mı? Başı türbanlı yüzlerce, binlerce kızımıza sorsak “Atatürk’ü seviyor musun” diye, kaçı gerçek düşüncesini açıkça söyleyebilir? “Ben Atatürk’ü hem seviyorum hem de sayıyorum” diyebilir. Öyle olsa başındaki iki karışlık bez parçasını kutsal bir emanet gibi kafasında taşıyabilir mi? İlle de başım kapanacak, ille de saçımın bir tek teli bile görünmeyecek diye meydan meydan bağırıp çağırabilir mi? Öğrenimimi çağdışı bir kılıkla yapacağım diye ter ter tepinebilir mi? Demek ki başı kapalı yaşamak isteyen binlerce insan Atatürk’ü de, Atatürk’ün ilkelerini de, yarattığı uygarlık devrimlerini de sevmiyor; ama sorduğunuzda “Atatürk’ü severim” diye yalan söylüyor. ??? Cumhurbaşkanımız, başbakanımız, bakanlarımız, milletvekillerimiz Atatürk’ü seviyor mu, Atatürk’e gerçek bir saygı duyuyor mu? Bakmayın Meclis kürsüsünde içtikleri antlara. Gerçekte Atatürk’e gerçek sevgi, saygıları olsa, her şeyden önce sayın eşlerinin kafalarındaki iki avuçluk bez parçasını çekip çıkarttırırlar! Müslüman ülke liderlerinin başı açık, kolları açık eşlerini görüp birazcık utanırlar... ??? Boşuna, o genç kızı Atatürk’e hakaret etti diye suçlamayalım. Atatürk’ü sevmemek suç ise yüzlerce, binlerce, yüzbinlerce kişi var adalete göndermemiz gereken... Cumhurbaşkanı’ndan, Başbakan’ına kadar!.. Sevmek değil, hiç değilse saygı! Sevgi de saygı da yoksa, boşunadır konuşmak, yazmak, uyarmak, sağduyuya çağırmak... B Metin Bulut Domates, biber, patlıcan verelim. Gel dayı, amca gel! Erik, armut, ayva var. Koş amca, yengeee, salatalık ucuz ucuz. Helal mal.” Din iman da üstüne bedava. Amcası ABD, dayısı AB, emmioğlu İsrail, din kardeşi Arap şeyhleri üşüşüyorlar. İç pazara din, iman, çarşaf, kara peçe, incik boncuk sürülüyor; kese kağıdında biraz makarna, bulgur, pirinçle bir torbada kömür, sadaka olarak dağıtılıyor. Küresel sermaye, yerli işbirlikçileri ile ülkemizin değerlerini ölmüş eşek değeriyle kapışıyorlar. Üretici, işçi, memur, esnaf ise perişan. Onların payına din iman düşüyor. Pazarlamacının destekçilerini herkes biliyor, görüyor. Kimler mi? ABD, AB ve bunların yerli işbirlikçileriyle tarikatlar, şeyhler şıhlar. Halk sessiz sessiz bakıyor. Gücünün güçsüzlüğünü yaşıyor. Tren ilerliyor hedefine doğru. Ana istasyonda kondüktör Anayasa Mahkemesi, trende yolcuları kontrole başlıyor. Pazarlamacı baş yolcu –‘baş’bakan bağırmaya başlıyor yine: “Yapamazsınız, siz kim oluyorsunuz? Biz halk iradesiyiz. Kapatamazsınız!” Hak, hukuk, demokrasi, adalet aklına geliyor. Haber uçuruyor amcaya, dayıya emmioğluna, Fetullah’a ve işbirlikçilere. Koroya katılanlar “Yapamazsınız, kapatamazsınız” diyor ve ekliyor: “Yoksa...” Yurtsever, aydın, ilerici, laik, demokrat Atatürkçü, yüzü aydınlığa dönük olanlar ne yapıyorlar? Ne yapıyoruz? Aynaya şöyle bir bakıp kendimize soralım, “Dün ne yaptın? Bugün ne yapıyorsun? Yarın için ne yapacaksın?” diye... Yüzümüz kızarmadan yanıt verebiliyor muyuz? “Gayrık yeter” demek için ortaçağ kafasının ülkeyi karanlığa boğması, emperyalizmin bölüp parçalayarak yönetmesi, küresel sermayenin sömürmesi mi gerekiyor? Gücümüzü birleştirsek şafak sökmez mi? Güneş doğmaz mı? Harfli Planlar APATMA davası açıldı açılalı AKP’nin içinden ve dışından, hatta yabancılarca hep sorulan soru şu: Bir B Planı var mı? Olmaz olur mu? Mutlaka bir B Planı, hatta C Planı da vardır. Aslına bakarsanız, ilk günden beri yürürlüğe konmuş bir A Planı bile var. Onun özü, çok yanlı bir propagandayla, Anayasa Mahkemesi kapatma kararı verirse Türkiye’nin başına gelecek olanları olanca abartısıyla, neredeyse bir felaket tablosu çizercesine anlatmaktır. Temel amaç ise oy kullanacak mahkeme üyelerini ürkütmek, ne denli büyük bir sorumluluk taşıdıklarını ve kapatma kararı vermekle nasıl vatan haini durumuna düşeceklerini anımsatmaktır. Strateji, ülkenin en zayıf noktasını ele alıp davanın açılmasını başlı başına bu zayıflığın sorumlusu ilan etmek diye özetlenebilir. Ekonomideki zayıflama, petrol fiyatının artışından tutun da politikaların yanlışlığına kadar başka bir yığın etkene bağlı olsa da asıl sorumlu olan AKP’nin gözünde o etkenler hiç önem taşımaz. Onlara göre, var mı yok mu, Yargıtay’ın Cumhuriyet Başsavcısı. Hukuk tarihinde, tek başına yüklendiği görevin gereğini yaptığı için konuyla ilgisiz bir yığın sonuç düşünülerek suçlanan, hakarete uğrayan başka bir makam sahibi bulunamaz herhalde. Domates pahalılanmış ve elektriğe zam gelmişse hep onun yüzündendir! Bu plan başarısız olursa, anayasa kapatılan parti yeniden kurulmaz dese de bir benzeri mutlaka hemen kurulacaktır. Siyaset yasağına çarpılanlar beş yıl süreyle o partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi, denetçisi olamayacağı için, onların başlıcaları için düşünülen çare, bu olay dolayısıyla yapılması kaçınılmazlaşan ara seçimlere “bağımsız” aday olarak girip Meclis’e geri dönebilmeleridir. Kimi hukukçular, anayasadaki 69. maddenin kötü yazılışından yararlanarak bunun mümkün olduğunu iddia etmekteler. Geçen baharda cumhurbaşkanı seçimi dolayısıyla yaptığı yanlış yorumlarla ve kurumunu sürüklediği durumlarla ün kazanan Yüksek Seçim Kurulu başkanı da onlar arasında. Oysa anayasadaki “milletvekilliğinin düşmesi”ne ilişkin 84. madde “partisinin temelli kapatılmasına beyan ve eylemleriyle sebep olan”ın milletvekilliğini sona erdirdiğine göre, o kişinin aynı yasama dönemi içinde “bağımsız” olarak da olsa yeniden Meclis’e dönebilmesi düşünülebilir mi? “Düşünülebilir” diyenler olduğu içindir ki, kapatma kararı verip bazı sorumlular için siyaset yasağı getirecek olan Anayasa Mahkemesi’nin yapabileceği en iyi şey, kararının sonuçlarını da açıklığa kavuşturmak ve milletvekilliği sona erdirilenlerin hangi yolla olursa olsun aynı dönem içinde parlamentoya dönemeyeceklerini kesin olarak belirtmek olmalıdır. Konu, kararlarına karşı başka yere başvurulamayan Yüksek Seçim Kurulu’na bırakılırsa, daha önceki yanlış yorumlara bir yenisi daha eklenir. “B K KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr ABD, İran’ı Vurmaya mı Hazırlanıyor? endi iç keşmekeşinin girdabına yakalanan Türkiye pek farkında değil ama, ABD’nin gündeminde başkanlık seçiminin yanında en önemli yere “Bush İran’ı ne zaman vuracak?” tartışması oturmuş bulunuyor. Böyle bir saldırının gerçekleşmesinin ise Türkiye’yi Cumhuriyet tarihinin en çetin kararıyla karşı karşıya bırakacağı muhakkak... İlginç olan, Washington’ın İran’ı artık uluslararası terörün odağı olarak göstermeye başlaması ve Irak’taki başarısızlığının temel nedeni olarak Tahran’ı suçlamasıdır. Nitekim, ABD’nin Irak Büyükelçisi Crocker ve halen Merkezi Kuvvetler Komutanlığı’na atanmış olan Orgeneral Petraeus, Kongre’de yaptıkları açıklamalarda, İran Devrim Muhafızları ve Kudüs Gücü’nün, Irak’taki antiAmerikan grupları silahlandırdıkları ve eylemlere yönelttiklerini vurguladılar. Arkadan Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice bu suçlamalara çok daha ciddi bir boyut kazandırarak İran’ı uluslararası terorizmin baş destekçisi olarak ilan etti: Rice’a göre, İran, Lübnan’da, Filistin’de, Afganistan’da ve Irak’ta terörist güçleri eğitiyor, finanse ediyor ve silahlandırıyor, bu şekilde dünya barış ve istikrarına karşı bir numaralı tehdidi oluşturuyor. Başkan Bush ile Başkan Yardımcısı Cheney ve Cumhuriyetçi başkan adayı McCain de tehdit yansıtan bir söylemle İran’ı baskı altında tutuyorlar. Bu koroya son olarak Demokrat başkan adayı Barack Obama da katıldı. Bush yönetiminin, kamuoyunu İran’a karşı bir saldırıya hazırlarken, bu süreçte Kongre’ye de bilgi vermesi gayet normal. Nitekim dört önde gelen senatöre bu konuda bir brifing düzenleniyor. Ancak, bazı bilgiler basına sızınca ve bunlar çeşitli kaynaklardan teyit edilince, Bush’un planının ana unsurları belli oluyor. Buna göre, İran Devrim Muhafızları ile Kudüs Gücü’nün garnizonları ve üretim te sisleri füzelerle ve hava bombardımanıyla ağustosta vurulacak. Plan, Irak’taki ABD karşıtı gruplara ve Şii milisllere, Hizbullah’a, Hamas’a ve Taliban’a roket, silah ve çeşitli mayın ve bombalar K Şükrü M. ELEKDAĞ CHP İstanbul Milletvekili ABD’nin büyük stratejisine göre Washington, Körfez bölgesinde çıkarları nedeniyle tek başına hareket etme serbestisine her zaman sahip olmalı ve bu serbestiyi sınırlayıcı hiçbir gücün oluşmasına izin vermemelidir. üreten fabrikaların da imha edilmesini öngörüyor. Yani bu operasyon, İran nükleer te sislerine yönelik bir harekât değil, sınırlı ve İran’ın bünyesindeki terörist güçlere yönelen bir müdahale niteliğinde olacak. Operasyonun sınırlı olması nedeniyle, ABD planlamacıları, İran’ın buna karşılık vermeyeceğini ve Körfez’deki Amerikan hedeflerine veya İsrail’e saldırmayacağını, zira saldırdığı takdirde, ABD’nin müdahalesinin çok daha sert olacağını bilmesinin Tahran’ı mukabele etmekten caydıracağını hesap ediyorlar. Operasyonu bu şekilde sınırlamaktan Bush yönetiminin beklentileri şunlar olabilir. Birincisi, kamuoyunu fazla ürkütmemek ve büyük bir risk altına girildiği izlenimini vermemektir. İkincisi, öngörülen operasyonla İran’a kuvvetli bir şamar atarak ona bir ders vermek ve böylece, hem Cumhuriyetçi aday McCain’in seçilme şansını arttırmak hem de Tahran’ı nükleer silah programı konusunda uysal davranmaya zorlamaktır. Üçüncüsü, hedefin bu şekilde tarifiyle mevcut yasalar çerçevesinde Kongre’den savaş ilanı için izin alınmasına ihtiyaç duyulmadan İran’daki söz konusu hedeflerin vurulmasıdır... Bush yönetimi, her ne kadar İran’a askeri müdahaleyi kamuoyuna fazla riskli olmayan bir ambalajla sunmayı tasarlasa da, İran’ın ABD bombardımanına fiilen karşılık vermeyeceğinin ve savaşın tırmanmayacağının hiçbir garantisi yoktur. Washington’ın da bu konuda başka türlü düşünmesi mümkün değildir. Bu bakımdan, sınırlı operasyon yaklaşımını “bir göz boyama” veya kapsamlı bir savaşın ilk aşaması olarak görmek gerçekçi olur. Kanımızca, Bush yönetimi, İran’ın da mukabelesinden yararlanarak savaşı istediği gibi tırmandırmayı, nükleer tesislerle birlikte, İran’ın füzelerini, zırhlı birliklerini, hava ve deniz kuvvetlerini ve bazı anahtar sanayi tesisleriyle altyapısını imha etmek suretiyle, bu ülkeyi önümüzdeki 1015 yıl için kötürüm bir hale getirmeyi ve Amerika’nın Körfez’deki hâkimiyetine meydan okuyan bir güç olmaktan çıkarmayı öngörmektedir. BD’NİN BÜYÜK STRATEJİSİ ABD’nin İran’a yönelik stratejisi, ‘büyük stratejisi’nin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu nedenle, yukarıda belirttiğimiz olasılıkların büyük strateji perspektifinden değerlendirilmesi ne ölçüde gerçekçi olduklarına ışık tutacaktır. Büyük strateji, Amerika’nın bölgedeki enerji kaynaklarının kontrolünde tekele sahip olmasını sağlamaya yönelik tüm politikaları ve önlemleri içerir. Büyük stratejiye göre, ABD Körfez bölgesinde enerji alanına ilişkin çıkarları açısından tek başına hareket etme serbestisine her zaman sahip olabilmeli ve bu serbestiyi sınırlayıcı veya engelleyici başka hiçbir gücün oluşmasına izin vermemelidir. Diğer bir deyişle, bu bölgede ABD’den başka bir devlet, dengeleri değiştirecek güce erişememelidir. Ne var ki, 2003 Mart’ında Bush yönetiminin Irak’a başarısız müdahalesi sonucunda, Körfez bölgesinde dengeler bozulmuş ve bunun sonucunda İran Ortadoğu’da hegemonya kurmaya aday ve ABD’ye meydan okuyabilecek bir güç olma yolunda ciddi mesafe kaydetmiştir. Nitekim, Tahran’ın, Irak’ta devletin her kademesinde etkili olması ve bu ülkenin istikrarına gayet güçlü müdahale imkânlarına sahip bulunması, İsrail’e karşı savaşta kendini kanıtlayan Hizbullah üzerindeki tartışılmaz etkisi, bölge devletlerinde yaşayan bazı Şii toplumlar üzerindeki nüfuzu, Hamas ve Taliban ile ilişkileri, İran’ın bölgede ABD’nin çıkarlarına ciddi boyutlarda zarar verme potansiyeli kazandığını ortaya koyuyor. Bu durum Amerika açısından kabul edilemez bir tehdit yaratmıştır. ABD’nin ciddi basın organları, Başkan Bush’un Tanrı’nın kendisine İran’ı vurma misyonunu verdiğine inandığını yazdıkları zaman, Başkan’ın bazen mistik bir anlayışla ve inancından aldığı ilhamla siyasi kararlar verdiği bilindiğinden bu haber yadırganmamıştı. Ancak, İran’la ilişkilere her ne kadar inanç penceresinden baktığına inanılsa da, Beyaz Saray’ın İran’ı vurma konusunu şöyle bir mantığa da oturttuğu biliniyor: (1) Nükleer silaha sahip bir İran her türlü çılgınlığı yapabilir. (2) Evet, İran’ı vurmanın riskleri yüksek ve bedeli ağırdır. (3) Fakat şimdi bu konuda bir şey yapmazsak, birkaç yıl sonra çok daha riskli bir durumla karşılaşacağız ve ödeyeceğimiz bedel çok daha ağır olacaktır. Bu gerilim ortamında dikkati çeken bir gelişme, Demokrat başkan adayı Obama’nın da birden söylemini değiştirerek İran’a operasyon konusunda şahin kesimin temsilcisi Cumhuriyetçi aday McCain’le aynı paralelde konuşmaya başlamasıdır. Bu davranış üç noktaya işaret ediyor. Birincisi, Obama’nın operasyona gerçekleşmesi olası bir gelişme olarak baktığı ve İran vurulursa bunun seçime etkisinin sadece Cumhuriyetçiler yararına olmasını önlemek istediğidir. İkincisi, İran’a saldırının seçim sürecinde bir hamaset yarışına yol açacağıdır ki, bundan sağlıklı ve akılcı bir sonuç beklenemeyeceğidir. Üçüncüsü ise, operasyon seçim döneminde gerçekleşmez ve Obama başkan seçilirse, neoconlar ile İsrail’in aşırı sağının yeni ABD yönetimini kendi gündemlerine mahkum etmiş olacaklarıdır. Vurulduğu takdirde İran’ın tepkisi ne olur? İran, Amerika için Irak savaşının bir tekrarı mı olur? Türkiye bu konuda nasıl bir politika izlemeli? Bu soruların yanıtlarını başka bir yazımızda vermeye çalışacağız. A [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle