Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8C ekonomi HALKLA İLİŞKİLERCİ GÖZÜYLE / BETÛL MARDİN 13 HAZİRAN 2008 CUMA İŞÇİNİN ŞÜKRAN SONER Babalar ve Oğulları... K nanmayacaksınız ama bir çocuğa en büyük kötülüğü gene diğer bir çocuk yapabilir. Geçenlerde duydum, bir ilkokul öğrencisi takım arkadaşıyla top oynarken aklına bir muziplik geliyor. Su içmek için oradan kısa bir süre ayrılan çocuğa belli etmeden topun içine irili ufaklı taşlar dolduruyor, sonra ‘Haydi gel bakalım, sıra sende, vur’ diyor. Oğlan da o sevinçle topa bir tekme atıyor ki, sormayın gitsin. Şutlayan ayak parmaklarının birbirinin içine girmesi bir yana, bilek de kırılıyor. Çocuk yıllarca topallıyor, bugün bile iyi sayılmaz. Laf aramızda, sigaraya da çocuk yaştayken sizi kim alıştırdı? Unutmayın ki, insanlık hikâyesinde ilk cinayet, bir kardeşin diğerini öldürmesiyle başlıyor?Adem ile Havva’nın oğulları Habil ile Kabil’in ölümle sonuçlanan hikâyeleri ne acıdır. Çevrenize bir bakın, sayısız ailede çocukların birbirleriyle dargın olduklarını esefle görürsünüz. Erkek çocuklar annelerini “koruyucu”ları olarak görürler, önceleri babalarına saygı duyar, ona benzemek isterler, sonra giderek sanki babalarıyla bir yarışa girerler. Ne diyeyim, kaplumbağa çıkar, döner ve kabuğunu beğenmez misali. Çevremde kime bu konuyu açsam, çeşitli öyküler dinliyorum. Bakın birkaç tanesi: “Bizde ağabeyimle en küçük kardeş dargındır. Aldığı apartmanın üst çekme katını babam, küçük oğluna verdi. Daha büyük katı ağabeyime verdi ama çekme katın deniz gören bir terası vardı. Ağabeyim orada bir iltimas yapıldığına karar verdi.. Olacak şey mi bu? Babamın cenazesine bile gelmedi ağabeyim.” Anladınız ya, mal önemli bir neden. Gelelim bir yerli film konusuna: “Babam ortanca çocuğunu, yani ağabeyimi evden kovmuştu, sınıfta kaldığını gizlemişti de... Yıllarca konuşmadılar, ağabeyim henüz çok gençti, halamla oturdu ve orada tahsilini tamamladı.” Merak EVRENİNDEN azeteciler Cemiyeti’nin de hukuk danışmanı, mesleğinin duayenlerinden Av. Fikret İlkiz’in dünün tarihi ile bianet’te yayımlanan uyarısına dikkatinizi çekmek istiyorum. Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararı yayımlanmadan tartışılmaması gerektiği uyarısının bir kez daha hukukçu olarak altını çiziyor. Yapılan tartışmaların ne kadar havada kaldığını polemiğe girmeden, CHP’lilerin açmış oldukları davanın içeriğinden özetlemiş oluyor. Özetin özetinde ne kadarı ile doğru aktarabilirim bilemiyorum. Fetva verip durmakta olan özellikle biz gazeteciler ve siyasilerin kulaklarına küpe olması umudu ile, elbette meraklılarının söz konusu yazıyı okumaları tavsiyesi ile, sizlerle paylaşmak istiyorum... Hani şu polemiği en çok yapılan Meclis iradesi, çoğunluğun kararından konuya girelim; “Kaynağını anayasadan almamış yetkinin kullanılamayacağı“ ilkesinin altını çizelim. Tabii yasama işlemiyle mahkeme kararlarının etkisizleştirilemeyeceği ilkesi de var. Anayasa Mahkemesi’nin birden fazla, “dini amaçlı örtünme ile ilgili anayasadaki laiklik ilkesinin çiğnendiği kararları ortada dururken” de, anayasa değişikliği yapılan kanunla, söz konusu kararların etkisizleştirilmesi söz konusu değil mi? Anayasa Mahkemesi kararına değil sadece, işlevine, yargıçlarına yönelik bu saldırgan, yaygara hangi hak ve hukuk üzerinden yürütülüyor? Sivil darbe kültürü, projesi bu kavram kargaşası, algılama oyunları ile mi sahneleniyor?.. ??? Tabii Anayasa Mahkemesi kararı üzerinden yaratılan, giderek cepheleşmeyi de tırmandırmayı hedeflemiş tartışmalar arasında Türkiye’nin asıl yaşamsal gündemi sürekli erteleniyor; 2 Haziran günü gazetemizin manşetine de yurt haberlerinin odak illerden haberlerle zenginleştirilmiş olarak yansımıştı. Ancak altını çizince anımsayabileceksiniz; Türkiye’de şirketlerde iflaslar patlaması yaşanıyor. Bu yılın ilk dört ayında, yani AKP liderlik kadrolarının öne sürdükleri üzere, kapatma davasının ekonomik belirleyiciliği, etkisi ortalıkta yokken şirket iflaslarında yüzde 22’lik bir artış yaşanmış. Sanayileşmenin odağındaki illeri de kapsayacak biçimde 15 bin 802 şirket kapanmış. Türkçesi, iflas etmişler. Bölge haberlerinde bütün sektörleri kapsayacak biçimde şirket, fabrika kapanmaları, istihdamdaki gerilemenin illere göre boyutları özetlenmeye çalışılmış. Yine geçen haftanın içinde televizyon kanallarının haberlerine yansıyan görüntü ve röportajlarla da desteklenmiş, “iflas nedeniyle satılık fabrikalar” başlıklı, içine sansasyon boyutunda renk katılmış olayın mercek altına Uyarılar.. alınması derlemeleri vardı; daha önce çok yüksek kârlılıkla yıllarca üretim yapmış, ortalama 500 işçi kapasiteli, şimdilerde 80 kadar işçi ile rölantide çalıştırılan, satılmak için müşteri bekleyen fabrikanın patronu konuşuyordu; fabrikayı satılığa çıkarmışlardı. Tabii makineler için hurda fiyatı biçiliyordu. Oysa zamanında çok pahalıya bir bir satın alınmış, uzun süreli taksitli kredilerle borçları ödenmişti. Satışta en büyük getiri umudu fabrikanın binası, arsası üzerindendi. Tabii ki yok pahasına gidecekti, borçlar kapatılacaktı, kalan işçiler de kendilerini sokakta bulacaktı... Kameralar fabrikanın kapanmaması için cansiperane çalışmayı sürdüren işçilere yöneldiğinde; “Kapatılmanın gerçekleşeceğini duymak bile istemiyoruz. Çoluk çocuk, borçlar, kira, okul, karın doyurma... biz nasıl yaşarız?” benzeri haykırışlar dillendiriliyordu. “Sahibinden satılık fabrika” ilan görüntüleri ile birlikte. ??? Önce AB ülkeleri, sonra gelişmekte olan ülkelerde kanlı petrolün önlenemez fiyat yükselişi bağlantılı, son akaryakıt zamlarına orta sınıfın başkaldırısı eylem haberlerinin altını çizmiştim. Bizde en yüksek vergili, en yüksek akaryakıt zamlarına tepkisizlik, duyarsızlığın, Erdoğan hükümetlerinin benzer ekonomi icraatlarında pervasızlığını sürdürmesine ortam yarattığını anımsatmıştım. Okurlardan uyarılar aldım. Dünyada en yüksek vergili, en pahalı akaryakıt zamlarının sürekliliğinin daha etkin orta sınıfı doğrudan ilgilendirdiğinin altını çizmişler. Son ekmek zamlarının yaşamsal sonuçlarına karşın yoksul kesimlerin suskunluğunun sorgulanmasını istemişler. Gerçi akaryakıt zamları da sonuçta tüm gıda ürünlerine, en yoksul kesimin yaşamsal harcamalarına doğrudan ve hızla yansıyor. Yine de daha kolay algılanan ekmek zamlarına bile duyarsızlık muhalefette örgütsüzlüğün yansıması anlamında düşündürücü. En son Güney Kore’den çok taze bir dip dalgasının görüntüleri ekranlara, haberle yansıdı. Güney Koreliler deli dana hastalığının ülkelerine bulaşmasında rol oynayan ABD’den et ithalatına yeniden yol açılmasına karşı sokaklara dökülmüşlerdi. Hükümetin istifasını öylesine sert kararlı eylemlerle dillendirmişlerdi ki... AKP daha ne kadar, yandaşı kadrolarla, kamuoyu algılamalarını, gerçek sorunları çarpıtarak, gündem yaratarak, değiştirerek... kendisine inanmış, oy vermiş seçmenler katında bile yüzüne gözüne bulaştırdığı iktidar icraatlarının hesabını vermekten kurtulabilir? ocaman insanlarız, bu gerginliklerin önüne geçmeliyiz. Kardeşlerin birbirlerine gıpta etmeleri,birbirlerini çekememelerine kim veya kimler neden olur, biliyor musunuz? Anne, baba, abla ve ağabeyler... M ahalle baskısının ufak ölçeğidir ailelerin çekip çektirdikleri. Aile fertleri birbirlerini sevmeli, saymalı. Önümüzdeki güçlükleri yenmemiz için kenetlenmiş ailelere ihtiyacımız var. Ailelerinizin her ferdiyle övünün, onlarla gurur duyun. Benim gibi... G İ Anne tarafımdan gelen, şefkatle kabul ettiğimiz bir manasız gen vardır; hepsinin bir gözünde hafif (gerçekten hafif) bir şehlalıkları vardır. Eski, sepya fotoğraflara bakar gülümserim; yan yana durmuş kız erkek kardeş veya kuzenler, hepsinin bir gözü aşağıya doğru bakıyor. Ben baba tarafına çekmişim, burnumuz iddialıdır. Birinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’da çekilmiş bir aile fotoğrafı vardır ki, kahkahalarla gülersiniz. Büyükler oturmuş, gençler arkada duruyor. ARİF BANA BAKIYOR... Büyükannemin kucağında o devirde çok moda olan bir tilki kürkü yatıyor. O devirde ‘renard’ denilen bu hayvancık bütünüyle, kuyruk, kafa her şeyi ile karşımızda, düğme gözleri de var. Hepsinin ve herkesin bir gözü kaymış, tilkinin bile. Şimdi bu satırları yazarken, karşımda, çerçeveler içinde çeşitli resimler var. Severim, orada dursunlar, arada bir başımı kaldırayım, onlara bakayım. Anılar beynimin içinde çağlayarak aksınlar. Oğlum, gelinim, üç torunum, Nil Nehri gravürleri ve en eski müşterim USAŞ’ın yönetici ve çalışanları bana gülümsüyorlar. Derken, benim on altı yaşındayken çekilmiş bir fotoğrafım, babamın fırçasından ufak yağlıboya tablo ve arada daha büyük bir resim bana bakıyor: Rahmetli kardeşim Arif… Bir gözü birazcık kaymış… Canım benim… ettim, bugünkü durumu, bilin bakalım. Baba hâlâ barışmamış ama huzurevindeki masraflarını o çocuğu karşılıyormuş. Babayı yıllarca zehirlemeye acaba kim devam etti? Haydi torbadan bir tane daha çekelim: “Ben ikinci kız çocuğuydum. Tabii, eş dost herkes bana bakıp ‘vah’lıyorlardı. Nihayet kardeşim doğup ebe ‘Mehmet’ deyince babam sevinçten azıcık çıldırdı. Açıkça ‘Yoo medi. Sonunda büyüğü bizi bırakıp gitti Amerika’ya yerleşti. Çocukları Türkçe bilmez, bizle görüşmezler.” Haldun Dormen’i aradım. Tiyatro eserlerinde bu konu nerelerde işlendi diye. “Kral Lear en kapsamlısıdır. Orada ablalar da birbirlerine düşmandır” dedi, sonra ekledi: “Bu kardeşlerin düşmanlığı bence Akdenizli olmaktan geçer.” Bilemeyeceğim, Osmanlılar pek Babayla oğul arasında Akdenizli samücadele hiç bitmez; biri yılmazlar, değil mi? ne kadar güçlü olduğunu Her sultan kanıtlamak ister, diğeri çevresine özgürlüğünün peşindedir. bir bakıp kardeşlerini SAMUEL JOHNSON azaltmamış (18. yüzyıl) mıdır? Halbuki, M.Ö. 444365 yıllarında yaşayan düşünür Antisthenes bakın ne demiş: “İki kardeş, güçlerini birleştirdikleri vakit, önlerine çıkan tüm kaleleri yıkabilirler.” Yazık, değil mi? Dayım öldüğü vakit, büyükbabam geride kalan iki torununa sahip çıkmak isoğlumun yeri başkadır’ tedi. Acılı anne ile uzun dedi durdu. Annem desesüren bir hukuki mücadeniz, o da arka çıkardı. Derle sonucunda büyük evlat ken o mutluluk içinde ne bizde, küçük ise annede yaptıklarını bilmediklerinkaldı. Cihangir’deki konakden bir çocukları, ve gene ta hep beraber yaşadık. bir oğulları oldu. İşte o zaİkinci Dünya Savaşı önceman kıyamet koptu. Tabii sinde, otomobil ile Avrupa küçük yeni gözbebekleri gezisi yapmak pek revaçoldu. Büyük de küçüğe taydı. Barışla geçecek son taktı. Dikkati kendine çekyaz mevsimi sırasında bümek için büyüğün sağlığı yükbabam, ninem ve delibozuldu, küçükte garip yakanlı yaşa gelmiş torun, ralar açıldı. O güzelim aileGraham marka geniş bir nin ilişkileri bir türlü düzele arabayla Paris’e gittiler. Bilemedik ki, aynı tarihlerde eski gelin, yeni eşi ve oğlu ile kısa bir gezi için aynı şehirde. Paris’e gidince mutlaka Louvre Müzesi gezilecek, dolayısı ile bizim torun o sırada astım kürü için Mont D’or’dan gelen teyze kızıyla, diğer torun da bir aile dostlarıyla Louvre’a gelirler. Romantik olalım isterseniz, Mona Lisa’nın tablosunun önünde karşılaşırlar. Acı nokta, kardeşler birbirlerini tanımaz ancak konuşmalarından Türk oldukları anlaşılır. Durumu kavrayan teyzemin kızı, iki çocuğu birbirleriyle tanıştırır: “Canım, bu senin küçük kardeşin...” Evet, yıllar sonra aileler barıştı, çocuklar beraber yaşadılar ama bir burukluk vardı aralarında ve hepimizde. Kısaca şunu söylemek istiyorum. Kocaman insanlarız, bu gerginliklerin önüne geçmeliyiz. Kardeşlerin birbirlerine gıpta etmeleri, birbirlerini çekememelerine kim veya kimler neden olur, biliyor musunuz? Anne, baba, abla ve ağabeyler... Mahalle baskısının ufak ölçeğidir ailelerin çekip çektirdikleri. Aile fertleri birbirlerini sevmeli, saymalı, önümüzdeki güçlükleri yenmemiz için kenetlenmiş ailelere ihtiyacımız var. Ailelerinizin her ferdiyle övünün, onlarla gurur duyun. Benim gibi... Not: Psikiyatr Doktor Halil Değer Bey’e verdiği bilgiler nedeniyle teşekkür ederim. soner?cumhuriyet.com.tr nkara’nın 6 Mart 1995’te AB ile imzaladığı “Gümrük Birliği” belgesi son aylarda değişik çevreler tarafından tartışılmaya başlandı. Koç Holding gibi TÜSİAD’ın ağır topları Gümrük Birliği’nin bir hata olduğunu, “davulun bizde tokmağın onlarda bulunduğunu” söylemeye başladılar. Tek yanlı bağların “haksız rekabet yarattığını” haklı olarak vurgulayanlar arttı. Tekstilden demirçeliğe pek çok sektör ezilmeye başladı. İlk ciddi tepkiyi 2001 yılında tekstil sanayicileri adına Halit Narin yıllar önce göstermişti. (*) Buna karşılık “AKP’nin AB sürecini” savunan kimi akademisyen ve köşe yazarları, “sadece AB ile Türkiye arasındaki dış ticarete bakarak”, durumun o kadar da kötü olmadığını öne sürüyorlar. Benim gibi düşünen konunun uzmanları ise “Gümrük Birliği’ne tek yanlı bağlanan Türkiye’nin, yalnız AB ile değil bütün dünya ile ilişkilerine olan etkilerini değerlendiriyorlar”. Bu aynen, “kullanılan bir ilacın çok önemli yan etkilerini” göz önüne almak gibidir. Kan şekerine iyi gelen bir ilaç kanser yapıyorsa, derhal kesilmesi gerekir. İktisadi olaylar ve ilişkiler “bütünleştirilmiş doğrudan ve dolaylı etkileriyle değerlendirilmedikleri zaman” olağanüstü büyük hatalar yapılır. “Fil de fare de dört ayaklıdır, o halde fil ve fare aynı şeydir” diyenlerle karşılaşırız. Gümrük Birliği’ndeki çarpıklık ve stratejik hataları tekrarlayalım: 1) Türkiye’nin yalnız AB ile değil tüm dünya ile ticari ilişkileri (ve dış ticaret politikaları) AB tarafından belirlenir ve yönlendirilir hale geldi. Türkiye’nin dünya ile ilişkileri ipotek altına alındı. 2) Bu durum “olağanüstü anormallikler ve gariplikler doğurdu”. AB’nin ikili ticaret anlaşması yaptığı ABD, Çin, A BIÇAK SIRTI EROL MANİSALI Meksika, Kuzey Afrika ülkeleri ile Türkiye arasındaki ticaret, “tam bir sömürge düzenine döndü”. Türkiye bu ülkelere mal satarken üçüncü ülke, mal alırken AB üyesi gibi ele alınıyor ve farklı gümrük tarifeleri uygulanıyor. Türkiye, AB’ye dışardan yükümlülük altına sokulmuş bir muz cumhuriyeti haline dönüştürüldü. 3) AB’nin ikili anlaşma yapmadığı ülkelerle Türkiye kendi başına anlaşma yapamıyor, yasak. AB’nin ikili anlaşma yaptığı ülkeler ise, “Siz tam üye değilsiniz, sizinle anlaşma yaparsak tek yanlı kazancımız ve avantajımız elden gider” diyerek normal ilişki kurmak istemiyorlar. Bu “iğfali” yıllardır, içimizdeki oligarşi çok iyi bildiği halde susar. “Kral çıplak” demek AB’yi (ve Batı’yı) rahatsız edeceği için kepazeliğe göz yumar. AB’yi arkalarına alan AKP üst yönetimi, “benim bugün söylediklerimi, 19941996 döneminde çok daha şiddetli olarak savunuyorlardı”, başta Abdullah Gül olmak üzere. Türkiye’nin dış ticaret politikalarında tek yanlı biçimde AB’ye, “içimizdeki oligarşi tarafından bağlanması sonucu”, 1.1.1996’dan itibaren Türkiye’nin dış ticaret açığı kronik olarak artmaya başladı. Dünya ile dış ticaretimiz AB ipoteği altına sokulurken dış ticaret açığımız yıllık 60 milyar dolar dolayına geldi. Gümrük Birliği, Batı tekellerinin Türk pazarına yerleşmelerinin de yolunu Gümrük Birliği’ni Gerçekten Biliyor muyuz? açtı. Bugün AB’nin dev tekelleri Türkiye’de kendi ülkelerinden daha da rahat bir ortamda faaliyette bulunuyorlar. İşçilerin sosyal hakları ve grevler AB’ye oranla çok geride, istismar olanağı geniş. Türkiye’de vergi avantajları var. AB’de çevre için uygulanan yasaklar Türkiye’de bulunmuyor, bedelini uzun vadede Türkiye ödüyor. TİCARET POLİTİKALARI VE SİYASET Ticaret politikaları ülkelerin, “iktisadi ve siyasi ilişkilerinin en önemli parçası ve aracıdır”. 6 Mart 1995 tarihli Gümrük Birliği’ni bu nedenle, Brüksel’den çok Washington desteklemiştir. (**) Türkiye AKP öncesinde de, “Gümrük Birliği ile Batı’nın yedeğine alındı”. Başlangıçta Gümrük Birliği’ne karşı çıkan İslamcılar ise gömlek değiştirip işbirlikçi olunca, bugün ona dört elle sarıldılar. Hatta AB’yi tamamen arkalarına almak için, 2004 ve 2005 çerçeve anlaşmaları ile onlara, istediklerinden daha fazlasını sundular. Ali Babacan bugün Türkiye’yi AB’ye şikâyet edebiliyor. Ali Babacan’ın tutumu ve açıklamaları TürkiyeAB sürecinin, “AKP’nin AB süreci” olduğunu açık olarak gösteriyor. “Gümrük Birliği’ne dokunmayın, iyidir” diye yazanlar, aslında AKP’nin AB sürecini destekliyorlar. AKP kendi yolunu AB’ye açtırıyor. Kıbrıs, Güneydoğu Anadolu, Ermeni tasarıları, Patrikhane, nehirler, limanlar, stratejik iktisadi tesisler ABD ve AB’nin talepleri doğrultusunda ele alınırken, karşılığında onlar, AKP’nin arkasında duruyor. Bu stratejik bir alışveriştir. Gümrük Birliği’ni bu geniş resim içinde görmek gerekir. Abdullah Gül’ün, Gümrük Birliği ve AB’ye ilişkin olarak ortaya koyduğu U dönüşü, her şeyi açıklamaya yeter. İşin ticaret boyutunda “sadece TürkiyeAB ticaretine bakmak”, cehalet değilse aptalı oynamaktan başka ne olabilir? Gümrük Birliği’ni değerlendirenler şunları görmelidirler: Toplam dış ticaret açığı üzerindeki etkisi, Yarattığı haksız rekabet, İç piyasanın Batı tekellerinin eline geçmesi, Makro (ve ulusal) politika izleme olanağını ortadan kaldırması, Ticari ve iktisadi kayıplar yanında yarattığı “dış politika kayıpları”. Bir de tabii, Türkiye gibi tek yanlı Gümrük Birliği yükümlülüğü altına sokulan bir başka ülkenin bulunmaması gerçeği. Gümrük Birliği’nin bedelini hâlâ anlamak istemeyen kimilerinin gözüne sokmak için, bir daha yazmak zorunda kaldım. (*) Halit Narin’in Nisan 2001’de Kemer’deki Tekstil Sanayi Konferansı’nda yaptığı açış konuşması, “Avrupa’nın Askerle Kavgası” içinde, sayfa 230 (**) Türkiye’nin Askersiz İşgali, Erol Manisalı, 2007 Osmanlı paraları yabancıya gidiyor ANKARA (AA) Tarihi Sultanahmet Köftecisi’nin 3. kuşak temsilcisi Mehmet Tezçakın, elinde bulunan dünyadaki en kapsamlı Osmanlı Kâğıt Paraları Koleksiyonu’nu, ‘parçalanmadan Türkiye’de tutma girişimlerinden’ sonuç alamayınca, uluslararası müzayedede satma kararı aldı. İsrailli ve Arap nümismatların büyük ilgi duyduğu koleksiyon, merkezi Londra’da bulunan uluslararası müzayede şirketi Spink aracılığıyla satılacak. Tezçakın, 20 yıllık emek sonucu bir araya getirdiği koleksiyonu, çocuklarının 4. nesil olarak sürdürdükleri Tarihi Sultanahmet Köftecisi’ni maddi zorluklar nedeniyle 5. nesile aktaramama tehlikesi ortaya çıkınca, 6 ay önce satmaya karar verdiğini belirtti. Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk el yazması kaimesinin de aralarında bulunduğu bazı parçaların dünyada başka eşi bulunmadığını, bu yüzden ünlü nümismatlardan bu parçalar için milyon dolarlık teklifler aldığını anlatan Tezçakın, “20 yıllık emek sonucu bir araya getirdiğim bu koleksiyon, bir kere parçalanıp yurtdışına çıkarsa, şu anki değerinin 10 katına bile yeniden toplanamaz. Bu yüzden 6 aydır Başbakanlık, Kültür ve Turizm Bakanlığı, kamu ve özel bankalarla görüşerek, bu kültür hazinesinin Türkiye’de kalması için uğraş verdim. Ancak, başarılı olamadım” dedi. www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisalı Mehmet Tezçakın