28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 C dizi 13 HAZİRAN 2008 CUMA Bilmeyenlerin, ‘Yayımlanmış hiç plağı, CD’si yok ki’ dedikleri Leyla Gencer’in 100’ü aşkın plağı var! ‘Korsanlar Kraliçesi’ meselesi elin de Uğur Mumcu’yu anmayın: Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunan bu cennet ülkede bir haftadan beri medyada, anlı şanlı gazetecilerimiz, köşe yazarlarımız “Leyla Gencer’in yayımlanmış CD’si yoktur” diye yazıyor, yetmiyor bu savlarını televizyon kanallarında açıklıyorlar. Hele bir televizyon programında aynen şöyle deniyor: “Leyla Gencer öldü. Herkeste bir Leyla Gencer hayranlığı. Cenazesinde çalmak üzere bir kaydını arıyorlar. Bugün öğrendim Leyla Gencer’in yayımlanmış CD’si, plağı, bandı, kaydı yok. Yokmuş kardeşim. Sahneye çıkmış ama hiçbir yerde kaydı yok. Bugün Leyla Gencer’e methiyeler düzenlerin kaydı olmadığına göre, CD’si olmadığına göre peki bunlar nerede dinlediler de bu kadar hayran oldular. Bugünkü şokum bu benim. Peki, ortada yaygara yapanlar, ‘Ünlü sopranomuz, ne sesti kardeşim’ diyenler nerede dinlemişler Leyla Gencer’i... Çoğu yalan söylüyor, palavra atıyor.” (Internetten kopyaladım, gazetecinin sözlerini. Karşısındaki iki tarihçi de karşı çıkmadıklarına göre, herhalde bir bildiği diye onaylyor…) Allah Allah! Yıllardır evde din G lediğim plaklar, CD’ler kimin? Hayal mı gördüm? Bendeki otuz plak başkasının da, üzerine Leyla Gencer fotoğrafı mı koydular! Başkası söyledi Leyla Gencer söylüyor diye mi yutturdular! Neyse düzeltelim: Leyla Gencer’in bugün dünya plak endüstrisinde dolaşan yüzün üzerinde CD’si var. Dünyanın hangi kentinde klasik müzikle ilgili doğru dürüst bir plakçıya girseniz, Leyla Gencer’in CD’lerini bulabilirsiniz. Eğer o an ellerinde yoksa, iki gün içinde sizin için getirtirler... Eğer internetten kitap ve plak satın alma alışkanlığınız varsa “Amazon”a “müzik” bölümüne girerseniz Leyla Gencer’e ait 123 adet (yazıyla yüz yirmi üç) plak ve albüm den dilediğinizi seçebilir, ısmarlayabilir, bir hafta içinizde eve teslim alabilirsiniz... Bu CD’leri Türkiye’de bulmak niye mi daha zor? Güldürmeyin beni, yanıtı biliyorsunuzdur: Öncelikler, tercihler, seçim meselesi... Toplumda yüceltilen, örnek gösterilen, medyanın pompaladığı değerlere bir bakın, yeter... İLMEYENLERİN BİLMESİ GEREKİR Kİ Leyla Gencer’in stüdyoya girip çok az kayıt yaptığı doğru. Nedenlerini “Tutkunun Romanı” kitabımda açıklamıştım. Meraklısı alıp baksın! 195080 yılları arasında “kor B san” diye tanımlanan, sahneden alınmış yüzlerce kayıt, 90 sonrasında “korsan” olmaktan çıktı. Bunlara her gün yenileri ekleniyor. Nedir “korsan” kayıtlar? Sahnedeki bir temsil sırasında cebe, kucaktaki paltonun kıvrımları arasına ya da bir çantaya, sahnenin bir köşesine gizlenen alıcılarla kaydedilmiş olanlar. İzleyicilerin öksürüğü, aksırığı ama aynı zamanda tüm coşkusu da geçmiş bunlara. Bu plaklar benzerlerinden çok daha yüksek fiyata satılır. Çünkü uzmanlara göre bunların “ruhu vardır”. Çünkü bunlar artık “Collector’s item”, yani ko leksiyoncuların, uzmanların, aşırı meraklıların peşinden koştuğu kayıtlar. Bunlar özgün ve “safkan” kayıtlar. İçine stüdyo hilelerinin, teknik yöntemlerin, elektronik “temizlik”lerin, amplifikatörlerin karışmadığı, “el değmemiş” kayıtlar... Leyla Gencer’in Türklüğünü, Müslümanlığını sorgulayan, tartıya vurmaya kalkan cahilleri düzeltmeye çalışmak aklımın ucundan geçmez. Ama “aydın” bilinenlerin bu hatayı yapmalarını anlayamadım. Biraz yorgunum. “Korsanlar Kraliçesi” ve korsan plaklar konusunu iki yabancı uzmana havale ediyorum... Fransız basınında ‘Müslüman ve Türk sanatçı: Yeraltının kutsal bakiresi’ eyla Gencer 1980’de Paris’te konser verdiğinde, Fransız opera meraklıları onu zaten bu korsan plaklardan tanıyordu. Fransız basınının ona taktığı “Korsanların Nişanlısı” ve ardı ardına kraliçe rollerinden ilhamla “Korsanlar Kraliçesi” adları, dünyanın her yerinde çok “tutacaktı”. Paris resitallerinden sonra Le Point dergisinde (5 Ekim 1981) Andre Tubeuf’ün “Korsanların Nişanlısı” yazısı çok belirleyici: “O, hiç Metropolitan’da söylemedi. Ama tüm Amerikalı ‘lirikomanikler’ onu dinlemeye İtalya’ya gitti... Hemen hemen hiç plak doldurmadı. Ama bu kapkara güzel gözlü, yarım asırlık Türk, hiç tartışmasız, Callas’ı da geride bırakarak korsan plakların kraliçesi oldu. Neden, nasıl mı oldu? Önce, sanatçı dehasıyla! Belki stüdyolarda yabancılaşırdı. Oysa ‘canlı’ yorumları şaşırtıcı bir yoğunlukta, gerçek zaferler... Sonra repertuvarlarıyla: Monteverdi’den Puccini’ye, herkesten önce başkalarının söylemek istemediğini ya da söyleyemediklerini o söyledi. Otuzunu hiç kimselerin bilmediği altmış opera, gizlice elden ele L dolaşıp dururken şimdilerde de uluslararası ‘copyright’ cambazlarının çekmecelerinden çıkıyor. Poulenc’in dünya prömiyerini Scala’da yapan, Verdi’yi Salzbourg’da, Donizetti’yi Glyndebourne’da ve Mozart’ı Scala’da söyleyen oydu. Hem yeraltı lirik dünyasının ‘Best Seller’ı, hem meloromantik dünyanın Sarah Bernhardt’ıdır Leyla Gencer. Bu kültür hazinesi sanatçı, asla ötekiler gibi bir Diva değil. Hep de farklı kalacak. Paris’teki gecikmiş konserleri kutsal bir olaydı. Onu artık hiçbir şey değiştiremez. O hep, kendine karşı kendi eksiklerine karşı çarpışacak. Başkalarına karşı ya da kadere karşı değil. İyi bir Müslüman olarak sonuna dek kaderci kalacak. ‘Showbiz’ dünyasını, çokuluslu plak şirketlerini, önüne konan engelleri ve bunları aşmak için verdiği savaşı hep yok sayacak. Günümüzün opera tutkusu, bu Müslüman sanatçıdan kimselere benzemeyen bir tanrıça yarattı: Bir bakıma yeraltının kutsal bakiresi.” Amerikan basınında: ‘Show biz ve plak yolsuzluğu’ 1 990 yılının mayıs ayında Amerika’da yayımlanan Classic CD dergisinde dikkat çekici bir yazı yayınlandı. Avrupa dergileri alıntı yapmakta gecikmedi. Michael Taner imzalı yazının başlığı “Plak Yolsuzluğu”: “Günümüz müzik sahnelerinde insanı en rahatsız eden, en şaşırtan olay çok önemli, çok ünlü sanatçıların asla plak endüstrisine girememeleridir, iki çarpıcı örnek Astrid Varnay ve Leyla Gencer’dir. (Astrid Varnay’i anlattıktan sonra...) “Plak şirketlerinin Gencer’e sırt çevirmeleri daha da şaşırtıcıdır. Evet Callas, Gencer’i gölgelemiştir, bu doğru. Ama Gencer’in repertuvarı, oynadığı roller, Callas’ınkinden çok daha genişti. Gencer, Callas’ın hep uzak durduğu Mozart’ları, modern eserleri de söyledi. Ve Gencer öyle popülerdi ki, yeryüzündeki hiçbir sanatçıya nasip olmayan sayıda korsan plağı yayımladı. Bunun bir nedeni, hiç kimsenin söylemediği operaları söylemesiyse, bir başka nedeni de sesinin dikkat çekici niteliği. Onu, özgünlüğü, kişisel yorumculuğu ve yoğunluğu açısından ancak Callas’la karşılaştırabilirsiniz. Ancak tıpkı Varnay’e olduğu gibi, plak şirketleri ona da nedense güvenemediler. Ama ben sanırdım ki, plak şirketlerinin asıl görevi, bir operayı en iyi söyleyenlerden kaydetmektir, yoksa, stüdyoya adımını bile atmaması gerekenlerle yeniden yeniden plak çekmek değil! Bu işbirlikçiliğini, bu plak yolsuzluğunu nasıl açıklayacağız? Kimi plak şirketleri bu sanatçıların ‘çok güç sanatçılar’ olduklarını, asla stüdyoya zaman ayıramadıklarını, programlarına plak kaydını sokuşturamadıklarını vb. ileri sürüyor. Doğru olabilir. Ama yine de ben şunu anlıyorum: Bugün plak endüstrisinde, hangi eserleri, kimlerden dinleyeceğimizi belirleyen ve biz dinleyicilere empoze eden, müziğin, sanatçının, seslerin kalitesi değil, reklamcıların, ajansların, emprezaryoların etkinliğidir.” Evet böyle. Onun reklamcısı, ajansı, emprezaryosu hiç olmadı. Yeryüzünün en çok korsan plağına sahip olan “Korsanlar Kraliçesi”nin bu plaklardan beş kuruş bile almamasına doğrusu ben isyan ediyorum. O, “Vazgeçtim, ödeme yapmalarından, haber verseler, birkaç örnek bana da yollasalar, yeter” diyordu… Artık istesek de durumu değiştiremeyiz, o hep müzik dünyasının “Korsanlar Kraliçesi” olarak kalacak. Ve ben her yurtdışına çıkışta, hangi ülkede olursam olayım, yeni bir Leyla Gencer plağı var mı diye plakçılara girip çıkacağım. Ve orada hiç kimse bana “Onun hiç plağı yok ki”, “ondan geriye hiçbir şey kalmadı ki” demeyecek! Ama bu soruyu sorduğum anda plakçıdaki insanların yüzü aydınlanacak, benimle ilgilenecekler, belki de “Yoksa siz de Türk müsünüz” diye soracaklar, hiç hak etmediğim sözler söyleyecekler, Leyla Gencer sayesinde ülkemi birazcık daha sevebileceğim… BİTTİ edi yıldır Ege’nin mavi sularında bir yakada adı Defne, öbür yakada adı NeaDafni olan iki sivil toplum kuruluşunun ortaklaşa kotardığı bir festival var: “Türk Yunan Dostluk Festivali.” Temeli 1999 yılındaki büyük depremde atılan festivalin bu yıl konuşmacıları arasındaydım. Kuşadası’ndan Ege denizine şöyle seslendim: Yıllar önce Fas’ta sonsuz dinginlikte bir su birikintisinde yansıyan kendi aksime bakıyordum, ansızın şu sözler gelip beni buldu: su, önce maviyi verdi bize ardından ışığı bağışladı sırlardan söz etti yağmurun sessiz şarkısına karın sevincine ortak etti bizi. ve gökkuşağından bir armağan sundu düşlerimiz hiç bitmesin diye… Şimdi hem su kuşu hem düş kuşu olmanın zamanı… Ben her zaman balıkları, özellikle de yunusları kıskanmışımdır. Çünkü onlar masmavi, sınırları olmayan bir atlas içinde yaşarlar. Oysa bizler bütün zamanlarda her anlamda “sınır” denen o korkunç kısıtlamanın Y AL GÖZÜM SEYREYLE IŞIL ÖZGENTÜRK Düş ve Alfabe ağlayacak gibi olsak da, müthiş bir umutsuzluğa düşsek de şu yaşlı dünyamızın iç karartıcı gerçeklerinden işe başlamalıyız. Küresel ısınmanın ve susuzluğun bizi beklediğini bilmeliyiz. Yeni paylaşım savaşlarının da... Yoksulluğun her gün biraz daha artacağını da... Ve bilmeliyiz ki, tek sığınağımız aşk da bizleri çoktan terk etti. Ama bir bilge şöyle der: “En umutsuz anlarda bir yerlerde bir ışık mutlaka yanar ve su bütün sızıları alır, acıyı sakinleştirir ve cesareti ve aklı yanı başımıza taşır. Böylece biz yeniden düş kur tüm gerilimini iliklerimizde hissederiz. Bize korkmayı öğretir, yasağı öğretir, bizi kendimize yabancı kılar ve düşlerimizi ele geçirmeye çalışır. Büyük binalar kurup kariyer adına insanları oralara kilitleyenler, silah ve ilaç şirketleri kurup kardeşi kardeşe düşman edenler, aşkı ve sevgiyi yok etmek için en sinsi tuzakları kuranlar bilirler ki, insanoğlu hâlâ düş kurmaya devam ediyorsa, hiçbir şey başaramamışlardır. Şimdi hem su kuşu hem düş kuşu olmanın zamanı… Öyleyse işe önce canımızı çok yaksa da, dayanamayıp mayı öğreniriz, bu da yeniden umut demektir.” Şimdi dünyanın en güzel denizlerinin birinin mavisinde düş kuşu olmak için bir araya geldik. Sayımız çok az olabilir ama hiç kuşkunuz olmasın, bu deli denizin deli kızları dalgaları aşıp bizim düşlerimizi ağaç altında uyuyan çok yaşlı bir adama, dans eden bir genç çifte, beşiğinde sallanıp duran küçük bir bebeğe bile ulaştırabilirler. Ve işte o zaman yepyeni bir dünyanın bütün dillerinde yepyeni bir alfabe yazmaya başlayabiliriz, adı barış ve aşk olan. Neşenin asla unutulmadığı bir alfabe. Bir ses duymaya başlamadınız mı? Şöyle dedi su: ben deniz olduğumda deniz kızlarının şarkılarıyla ben sarhoş olurum ve o zaman şamatacı yunuslar bir koşu tuttururlar, zıplaya hoplaya atlarlar dalgaların üstünden başım döner ve mutluluk gelir beni bulur. isilozgenturk?gmail.com.tr 29 milyon YTL’ye satıldı Christie’s’in son açık arttırması, Londra’da düzenlendi. İngiliz resim sanatının 20’nci yüzyılda yetiştirdiği önemli isimlerden Laurence Stephen Lowry’nin, aralarında “Manchester City Sheffield United’a Karşı” adlı kriket maçı tablosunun da yer aldığı yapıtları toplam 11.5 milyon sterline (yaklaşık 29 milyon YTL) alıcı buldu. Çeviri Servisi İngiliz müzayede evi Christie’s, koleksiyonerlere cep telefonu ve internet aracılığıyla açık arttırmaya katılma olanağı sağlıyor. Bu, 1766’da James Christie’nin kurduğu ve önemli yapıtların dünya üzerindeki dolaşımını sağlayan Christie’s tarafından açık arttırmaya sunulan Picasso ve Van Gogh imzalı tabloların cep telefonundan teklif verilerek alınabileceği anlamına geliyor. Dünyanın dört bir yanında 85 şubesi bulunan kurumun internetteki sayfasına girip “Benim Christie’s’im” adlı servise üye olunabiliyor. Bu üyelik sayesinde oturduğunuz kentten binlerce kilometre uzaktaki müzayedeye katılıp teklif vererek 18’inci yüzyıldan kalan bir Çin vazosu ya da Bohemia kristalinin sahibi olabiliyorsunuz. Açık arttırmaya sadece sanal ortamda değil cep telefonunuzla da katılabiliyorsunuz. Yukarıda adı geçen servise üyeyseniz cep telefonunuzla da teklif gönderebiliyorsunuz. Uzun lafın kısası, güvenilir bir banka hesabınız, eposta adresiniz ve cep telefonunuz varsa, açık arttırmanın detayları cebinize geliyor. Ve, bu “küresel SMS” hizmeti sayesinde dilediğiniz yapıta teklif verip satın alabiliyorsunuz. (Der Spiegel)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle