28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

13 HAZİRAN 2008 CUMA müzik YORUMLAR OSMAN ÇUTSAY C 7 Rojin dördüncü albümünde, poptan uzun havaya, müzik tarzlarını bir çizgide buluşturuyor Dövme, yollar, göç ve aşk Hatice TUNCER Güçlü sesi ve yorumculuğuna karşın müzik kariyerinin merdivenlerini yavaş yavaş çıkan Rojin, Türkçe ve Kürtçe şarkılar seslendirdiği “DövmeDek” albümünde geleneksel, pop, arabesk ve disko tarzlarını bir çizgide buluşturuyor. Söz ve müziklerini kendisinin yazdığı şarkılar da söyleyen Rojin, göç, kadın, ölüm hikâyelerini anlatıyor, yerleşik yargılardan rahatsızlığını dile getiriyor. Rojin’in şarkılarda anlattıkları, yaşamının ve içinde büyüdüğü kültürün bir yansıması aslında. İlkokul, ortaokul ve lise öğrenimini doğduğu kent Adana’da tamamlamış. Annesi 10 doğum yapmış ama hastalıktan ölümlerle 5 kardeş kalmışlar. Evin ortanca çocuğu olan Rojin lisede bir oyunda rol alınca tiyatroya ilgi duymaya başlamış. Bu oyundan hoş da bir anısı var Rojin’in. Bulgaristan’da baskı gören Türk ailenin kızını oynayan Rojin’e oyun gereği Bulgar askerler vurunca annesi “kızıma vurmayın” diye çığlık atmış. Mahallede, düğünlerde şarkı söylemeye de bu dönemlerde başlamış. Liseden sonra Adana Belediye Konservatuvarı’nda tiyatro kursuna giden Rojin, ailesinin karşı çıkması üzerine Ankara’ya “kaçmış”. Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’ne girmeyi başaran Rojin, aynı zamanda Ankara’daki bazı mekânlarda gitar eşliğinde şarkı söylemiş. Mezun olduktan sonra kadroya alınmayan, bir süre sözleşmeli sanatçı olarak çalışan Rojin, uluslararası bir tiyatro projesi kapmasında bir yıl İngiltere’de kalmış. Kriz Gelince... nu söylemiştik daha önce. Gelip geçici değil, muhtemelen delip geçici... Etkisi uzun bir süre daha devam edecektir ve krizin ilk aşamada görece yoksul ülkeleri vurması da herhalde eşyanın tabiatına uygundur. Orta sınıflar her yerde hızla küçülüyor. Çalışan sınıflar, iş bulamayan sınıflar haline geliyor –örneğin Almanya’daki “gerçek işsiz sayısı” 9 milyon civarındadır ve bu rakam 1933 felaketi arifesinden kat be kat yüksektir, insanlar ücret veya işsizlik paralarıyla yaşayamaz haldedirler. Neoliberal felsefe, bu kadar basittir işte: Üretimde birer maliyet kalemi olarak görülen emekçi insanların ücretleri gerilemeye mahkumdur. Emekçilerin orta sınıf hayalleri sıfırlanalı çok oluyor. Fakat, orta sınıf yanılsaması yaratılamadıkça, sistem de sarsılıyor. Neden? Çok ilginç siyasal analizlere imza atan Franz Walter haklıdır: Orta sınıf küçülmekteyse eğer, bunun sadece ekonomide değil, siyaset başta olmak üzere toplumsal yaşamın tüm sektörlerinde ağır sonuçları olur. Orta sınıf hayalleri biter, bu hayallere yaslanmış kitle partileri de çöker veya çözülür. Almanya’da SPD’nin çözülüşü, Türkiye’de CHP ve DSP’nin dibe vurması, biraz da böyledir. ANAP diye bir şeyi hatırlayan var mı? İki tarihsel partinin, SPD ve CHP, yaşadığı travma, bir orta sınıf kaderi olarak sınıflanabilir. Gerhard Schröder ile Deniz Baykal, böyle bir ısrarın temsilcisidir. Schröder kapağı dev bir Rus şirketine atabildi; Almanya’da krizin yastığı olabilecek emperyal bir birikim var. Ancak Türkiye’de o olanak yok. Eli kulağındaki krizle birlikte çok kötü karışacak Türkiye’nin, ki ekonominin yerle bir olma sürecini siyasal veya doğal bir deprem de tetikleyebilir, merkezdeki Almanya’yı çeşitli yollardan silkeleyeceği açıktır. Bir Yunan trajedisi. Engellenemiyor. Biliyoruz, başımıza yıkılacak bu gök kubbe. Orta sınıfların dünya ölçeğindeki küçülmesi, yoksullaşma ve yoksul sayısında artış demektir. Zenginlik gibi zengin sayısı da artıyor. Ama biri diğerini karşılayamıyor: Yani, yoksullaşmanın yıktığını, zengin sayısındaki artış yapamıyor. Sistem çatırdıyor. Yığınlar tüketemedikçe, sistem bel veriyor. Kriz dünya ölçeğinde etkili; ama özellikle Türkiye’yi vurduğunda çatırtının sadece sesi değil, somut sonuçları da Almanya’dan duyulacaktır. Paralel ülkeler bunlar: Almanya ve Türkiye. SPD çözülürse, ikizi CHP ayakta kalamaz. Peki, ya tersi? Büyücek bir krizin eli kulağında demiştik. Hâlâ da diyoruz. Bekliyoruz. cutsay?gmx.net Annesinin farklılığı D övme albümündeki 13 parçadan 4’ünün söz ve müzikleri Rojin’e ait. Rojin’in “Kalbim bir mayın tarlası yar” dizeleriyle dikkat çeken “Ahdım Var” adlı sevgi ve dostluğa dair şarkısının müziğini ise albümün müzik yönetmenlerinden, bağlama sanatçısı Ali Haydar Başak yazmış. Rojin, albüme adını verdiği “DövmeDek” şarkısında bir aşkın tutkusunu, çocukluğundan kalan imgelerle anlatırken “Sen kalbimin üzerinde hâlâ silemediğim bir dövmesin” diyor ve şöyle devam ediyor: “Çocukluğumda herkesin annesinden farklı olarak benim annemin vücudunun her tarafında bana göre mavi lekeler ve çok garip işaretler var dı. Bana tuhaf geliyordu. Bir yaşındayken ona da annesi yaptırmış. Yezidi Kürtlerden kalma dövmelerin hepsinin bir anlamı var. Annemin iki kaşının ortasında yarım bir güneş işareti var. Göğüslerin ortasındaki nokta sütünün bol olması içinmiş. Avucunun içindeki noktalar elinin lezzeti olsun, bol bereketli olsun anlamındaymış. Başka ülkelerde dövme boyayla yapılırken Mezopotamya’da dövme süt ve külden yapılıyor.” GÖÇÜN BEDELİ Rojin “Yollar” şarkısında büyük kentlere göçün acılarını, kendi yaşamından ve çevresinden gözlemlerini de katarak işliyor: “Annemin Lübnan’dan Suriye’ye, Suriye’den de babamla Adana’ya kaçışı... Benim orada doğuşum, AdanaAnkara yolları... Memleketinden çıkıp büyük kentlere gelen, ağır bedeller altında kalan insanların o yollarının bir hikâyesini anlatmak istedim.” Rojin’in bir ölümün arkasından yakılan ağıt gibi okuduğu “Keşke,” özlem yüklü, duygulu bir şarkı. “Yeter” şarkısında ise kendisini “bezdiren” her şeye sitem yollayan Rojin, “Emek emek deyip emeği dövenden, hak hak deyip hakkı yiyenden, sol gösterip sağ vurandan, bizi bize kırdırandan” bıkıp usandığını haykırıyor. Kararsız Sevgili’de gitarlar R kız toplumsal baskılardan ojin, albümünde Gülten yakınıyor ve “Derdim çok Karaböcek’in sesinden büyük” diye dert yanıyor. Şivan ünlenen, söz ve müziğini Perver’in bir uzun havası olan Özcan Ertok’un “Kararsız “Mihemmedo”yu geleneksel bir Sevgili” ve Ali Tekintüre’nin tarzda okuyan Rojin, yorumu ve “Sevsen Ne Olurdu” şarkılarını, sesinin gücüyle dinleyiciyi duygusunu sevdiği, kendisini etkiliyor: “Önceki albümlerimde derin bir hüzne soktuğu için de okuduğum uzun havalar almış. benim olmasa olmazlarım “Neden her albümüne arasında. Ayağımı geçmişten arabesk olarak bilinen koparmadan geleceğe dönmek şarkıları aldığı” sorumuza istiyorum. Kendi şarkılarımı Rojin, arabesk konusunda yaparken de okumu ne kadar uzun bir değerlendirme geriye atarsam o kadar ileriye yaparak yanıt verdi: gideceğini düşünüyorum.” “Arabesk sisteme rağmen var olmuş bir müziktir. DAM BERDUŞ Küçümsenmesinden hoşlanmıyorum ve bu tarz konuşanları Yunanlı sanatçı Maria E.’nin inandırıcı bestesi ve Zeynep Talu’nun Dövme albümünün mübulmuyorum. sözlerini yazdığı “İçime zik yönetmenliğini ve aranjörlüğünü İçerisinde bu Sinmiyor” şarkısı, Leman Ali Haydar Başak, Volkan Şanda ve Cem ülkenin de Sam’ın sesi ve yorumundan Yıldız üstlenmiş. Usta elektrogitarcı ve Rojin’in ilk Ortadoğu’nun çok sevilmişti. Rojin, sahne albümünün de yönetmeni olan Serdar Öztop, şarkılara da ruhunu ve programlarında elektrogitarıyla müthiş bir enerji katıyor. Kapak fotoğrafduygusunu dinleyicileriyle birlikte larını Tamer Yılmaz’ın çektiği albüm F&A Müzik etiketaşıyor. Türk okuduğu, çok sevdiği bu tiyle yayımlandı. Sony Müzik’ten ayrılan Rojin, Dövme alsanat şarkının albümünde de bümünü kendi imkânlarıyla çıkarmış. Prodüktörlükten almüziğinden de olmasını istemiş. büm kapağına, kostümlerinin tasarımına kadar albümün besleniyor ve “BirindarimYaralıyım” tüm aşamalarıyla uğraşan Rojin “borca batmış”. Mübirçok nota ve ise 1970’li yıllarda Irak’ta zikseverlere korsan albüm almamaları, internetten makam çok popüler olmuş klasik bir indirmemeleri çağrısında bulunan Rojin, barındırıyor. Ben aşk şarkısı. Rojin, Mardin emeğe saygı istiyor ve “ahım tutar” açıkçası Adana’da çevresinden anonim bir türkü olan diye şaka yapıyor. büyüyen birinin bu “Adam BerduşMerik Evdal”da şarkılardan uzak kalacağını Suriyeli ünlü Kürt müzisyen hiç düşünmüyorum. Sesimi Civan Haco’nun kardeşi Roj değiştirerek, Amerikanvari Haco ile düet yapıyor. Bir kadının kullandık ve çektiğimiz klip de okumalarla ‘Ben rock versiyon güzelliğini överken kocasının müzik kanallarında dönmeye yaptım, sentez yaptım’ olumsuzluklarının sıralandığı başladı.” havalarına girmek de esprili bir dili olan türküde Kürt ozan Şivan Perver’in eseri istemiyorum. Ben de buna geleneksel bir çalgı olan rebap “Evimin SabrıSebra Malla” bir ‘bentez’ diyorum. kullanılıyor. Yine Mardin’in genç kızın çığlığı niteliğinde. esprili bir türküsü olan “Seyde” Perver’in tek bağlama ile okuduğu ERDİM BÜYÜK disko tarzında düzenlenmiş ve eseri Rojin, gitarlar ve keman “telefon sesi” kullanılarak hareket grubu eşliğinde söylüyor. Şarkıda katılmış. erkek kardeşine seslenen bir genç Kararsız Sevgili’de sert gitarlar DÖNÜŞ Türkiye’ye döndükten sonra albüm çalışmalarına başlayan Rojin, ilk albümü “Ya Hep Ya Hiç” albümünü 2000 yılında yayımlayabildi. Daha sonra işsiz ve zorlu bir dönem geçiren Rojin, çeşitli mekânlarda yaptığı programlarda yavaş yavaş bir dinleyici kitlesi edinmeyi başladı. Sonunda Sony Müzik ile anlaşarak Türkçe, Kürtçe ve Arapça disko şarkılardan oluşan “Si” adlı 4 parçalık bir albüm çıkardı. Rojin 2005’te yayımlanan “JanSızı” albümüyle müzik hayatında önemli bir dönüşüm gerçekleştirdi. Bu arada Devlet Tiyatroları’na yeniden kabul edilerek 3 yıl Erzurum Devlet Tiyatrosu’nda görev yapan Rojin, bir anlaşmazlık sonucu istifa etmek durumunda kaldı. A SAHNE ŞOVU Rojin sahne programlarında ve konserlerinde şarkıların yanı sıra taklitleri, anlattığı fıkra ve hikâyeler, okuduğu şiirlerle izleyicilere çok yönlü bir gösteri sunuyor. Yıllardır her salı Bakırköy’deki Ziya Türküevi’nde sahne alan Rojin, poptan rock’a, arabeske, geleneksel türkülere, halaylara, çeşitli ülkelerden halk şarkılarına kadar zengin bir repertuvarla izleyiciyi şaşırtıyor. Sahnedeki kadar olmasa da bu geniş müzikal yelpazeyi dördüncü albümü “Dövme”ye de taşıyan Rojin “Bu benim yani” diyor ve devam ediyor: “Müzik dünyam her rengi içinde barındırıyor, beni yansıtıyor. İnsanların kategorize edilmesi, kalıplara sokulması bana kuru ve yavan geliyor. Ama albümlerim her telden diye düşünülmemeli. Duygu, söz olarak ve sound birliği var. Kemanlar, rebap, gitar, erbane gibi enstrümanları daha öncekilerde olduğu gibi bu albümün bütününde de kullandım.” uracak. Hem çok kötü vuracak. Türkiye’yi bir biçimde ele geçirmiş bu badem bıyıklı liberal imam döküntüleri, tam bir ihanet şebekesi halinde ülkeyi sıfırlamış bulunuyor. Dibe vurduk, malum. Olacağı bekliyoruz. Batı’nın bu şebekeye desteği kesindir. Fakat, şu sıralarda dünyayı sarsan Batı merkezli ekonomik krizin, bugün yarın Anadolu coğrafyasını karıştıracağı da kesindir. Demek ki, patlayacak krizi bu koşullarda göğüslemek olanaksız. Türkiye’nin “hiçbir kaçarı” bulunmuyor. Törpülenmeye, küçültülmeye hazırdır; bütün çıkış yolları tutulmuş. Aydını hariç; bir tek onun ne yaptığını bilemiyoruz. Ancak her yönden kuşatılmış ve halkın da “Aman ne halleri varsa görsünler” umursamazlığı içinde vakit öldürdüğünü görüyoruz. Türkiye’deki halkın ezici çoğunluğu, hâlâ, bir eğilim olarak, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun ünlü “Yaban” romanındaki halktır. Bıkkın. Umutsuz. Korkak. Aydınımız öyle değil. Medyadaki kalabalıktan söz etmiyoruz. Aydından söz ediyoruz. Her okuryazarın aydın olmadığını eklemeye herhalde gerek yok. Piyasa için bilgi yapıp taşıyan/pazarlayan “teknokrat” ile bilgi üretimi ve dağıtımını insanın kurtuluşuna, eşitliğine adamış “aydın” arasında dağlar var. Türkiye’de aydınlar da var. Gül’ün sofrasına yanaşanlar, AKP’yi koruyanlar değil. Onların aydınlıkla hiçbir ilişkisi yok. Jakoben hazinemiz korkutucudur. Türkiye’nin, bir ara kapışan şimdilerde ise uzlaşmış görünen eski ve yeni egemenleri de zaten bu nedenle huzursuz. Yoksa iş sadece halka kalsa, işlerin her zaman yolunda gideceğini biliyorlar. Ama aydının ne yapacağı belli değil. Neyse... Zaten sorun da o değil. Sorun, şu: Kriz, Avrupa Almanyası’nı es geçer mi, es geçip de Türkiye ve yakın çevresini vurur mu, vurduktan sonra geri döner mi? Geri teper mi yani. Avrupa kalesinin mutlak bir koruma altına alınabileceğini düşünen çok. Ancak bunun gerçekçi bir beklenti olmadığını söylemek zorundayız. Kriz sadece düştüğü yeri yakmaz. İç içe bir dünya sisteminde, yoksullar kadar olmasa bile zenginleri de vurur. Vuruyor zaten. Avrupa kalesi, yaşlı kıtanın kenarındaki bu kargaşadan uzak tutulamaz. Örneğin Türkiye’yi kasıp kavuracak bir ekonomik krizinin, Almanya Avrupası’na dokunmadan sahneden inmesi mümkün değildir. İşte biz de buna bakıyoruz. ??? ABD’deki konut krizi, Avrupa’ya çoktan sıçradı bile. Bu krizin yoksulların ve yoksulluğun sistemden intikamı olduğu V D En İyi Yönetmen Ödülü Atak’ın Kültür Servisi 33. Ulusal İsmet Küntay Tiyatro Ödülleri’nin sahipleri belli oldu. Hayati Asılyazıcı, Erbil Göktaş, Nilgün Serimoğlu, Doğan Koloğlu ve Nadide Küntay’dan oluşan seçici kurul, 20072008 tiyatro mevsiminde Türkiye’de sahneye konulan yerli oyunları değerlendirdi. Değerlendirme sonucunda: ‘En İyi Oyun Yazarı Ödülü’ ‘444’ adlı oyunla Yiğit Sertdemir’e (Altıdan Sonra Tiyatro), ‘En İyi Yapım ve En İyi Yönetmen Ödülü’ ‘Resimli Osmanlı Tarihi’ ile Murat Atak’a (Konya Devlet Tiyatrosu), ‘En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’ yine aynı oyundaki rolüyle Alpay Ulusoy’a, ‘En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’ Güngör Dilmen’in ‘Deli Dumrul’ oyunundaki rolüyle Zeynep Ekin Öner’e (Trabzon Devlet Tiyatrosu) verildi. A. Emel Mesci’nin yönettiği ‘Çığ’ adlı oyun (Ankara Devlet Tiyatrosu), dekor tasarımıyla Murat Gülmez’e ‘En İyi Dekor Ödülü’nü, kostüm tasarımıyla Hale Eren’e ‘En İyi Kostüm Ödülü’nü elevizyon haberlerinde sokak röportajları: Kadınlara soruluyor, erkeğinizin sizi aldatmasını mı yeğlersiniz, yoksa ölmesini mi? Bir ikircimli yanıtın dışındakilerin tümü, “Ölmesini” diye yanıtlıyor, “aldatacağına ölsün, daha iyi!” Aynı soru erkeklere sorulsa, onlar da ağızbirliği etmişçesine aynı yanıtı vereceklerdir: “Ölsün daha iyi!” Büyük kentlerde yaşayan, iyi kötü eğitimli insanlarımız da demek, “Ya benim olursun ya toprağın” sözüyle özetlenen duyarlığın egemenliğinde. Hayatın karşıtı olan ölüm, bu denli kolay istenecek, özlenecek bir şey mi? ??? Birini sevmek, onun mutluluğunu istemekle başlamaz mı? Sevdiğinizin yokluğu ya da gidişi size acı da verse, onun mutlu olduğunu bilmek, buruk da olsa bir mutluluk duygusu uyandırmaz mı? İçinde yaşadığımız sermaye düzeni yıllar boyu insanların iç dünyalarında o denli etkili olmuş ki, eşler, T DEFNE GÖLGESİ TURGAY FİŞEKÇİ Kadınlar ve Erkekler Fromm, sermaye düzeninin insana dayattığı bu duyguyu, “ölümseverlik” olarak nitelendiriyor. “Bu kişiler, kendilerince adalet saydıkları şey uğruna ölmeye ve öldürmeye hazırdırlar.” Ölümseverliğe karşı yaşam sevgisi nasıl geliştirilecek? Bolluk içinde, adaletli, özgür bir toplumsal düzenle. Çıkar çatışmalarının değil, toplumsal paylaşım ve dayanışmanın egemen olduğu, insanların öteki insanlara sevgi ve iyilikle yaklaşabildiği bir toplumsal düzenle. ??? Yakınlarda yayımlanan bir roman, Jay Parini’nin Son İstasyon’u da (Çeviren: İlknur Özdemir, Merkez Kitaplar) temelde bu konu sevgililer, hayat arkadaşları da, tıpkı ev, araba, mobilya vb. gibi insanların kendi hayatlarına ilişkin “mal”lardan sayılıyor. Birlikte yaşadığınız bir insan için “benim” diye düşünmek, bencilliğin doruklarında bir aşama olsa gerek. Yalnız eşler değil, yaşadığımız toplumda çocuklar da bu “mal” anlayışının kurbanları. Özgür bireyler olarak yetişmeleri gerekirken büyük ölçüde ailelerinin iyi, başarılı temsilcileri olarak yetiştirilme kaygısı içinde kalıyorlar. Kendi kişiliklerini bulan değil, ailelerinin övünç duyacağı niteliklerin önde olduğu çocuklar hedefleniyor. ??? Bu konularda çok kafa yormuş çağdaş düşünürlerden Eric ya ilişkin. Yeryüzünün gördüğü en büyük yazarlardan Tolstoy’un ölümünden önceki bir yılını anlatan roman, yazarın çevresindeki korkunç hesapların karabasana dönüşen atmosferini sergiliyor. Toprak sahibi varsıl bir ailenin çocuğu olan, geziler ve okul yılları dışındaki bütün hayatını çiftliğinde geçiren Tolstoy, sahip olduğu zenginliğin verdiği mutsuzluğa dayanamaz. Topraklarını köylülere dağıtmak ister, ama ailesinin baskısıyla bu isteğini gerçekleştiremez. Ailesinin varsıl yaşamıyla kendi alçakgönüllü yaşamı arasındaki çelişkiden o denli rahatsız olur ki 82 yaşında gizlice evini terk etmek zorunda kalır. Küçük bir kasaba istasyonunda ölür. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük yazarlarından birini bile, eşinin mülkiyet tutkusu rahat bırakmamış bu dünyada. Sermaye düzeninin insan kişiliğinde açtığı yaranın derinliğini varın siz düşünün! turgay?fisekci.com , özgün müziğiyle Baba Zula’ya (Murat Ertel) ‘En İyi Müzik Ödülü’nü getirdi. ‘En İyi Işık Ödülü’ ‘Oyun Nasıl Oynanmalı’ (Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu) ve ‘Irk Bitig’ oyunlarındaki ışık tasarımıyla Cafer Yiğiter’e, ‘İsmet Küntay Özendirme Ödülü’ Galip Erdal’ın yönettiği ‘Kadıncıklar’daki rolüyle Songül Öden’e (Sadri Alışık Tiyatrosu), ‘İsmet Küntay Jüri Özel Ödülü’ yine ‘Oyun Nasıl Oynanmalı’ oyunundaki rolüyle Esra Ronabar’a, ‘İsmet Küntay Tiyatro Özel Ödülü’ ‘Bir Şehnaz Oyun’da gösterdiği başarıyla Okday Korunan’a (İstanbul Devlet Tiyatrosu), ‘İsmet Küntay Onur Ödülü’ ise Münir Özkul’a verildi. Ödül töreni 20082009 tiyatro döneminin ‘ilk yerli oyun’unun galasında İstanbul’da yapılacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle