04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2C EVET/ HAYIR OKTAY AKBAL olaylar ve görüşler 13 HAZİRAN 2008 CUMA Schengen Kıskacında Türkiye ürkiye’de ve Avrupa Birliği (AB) dışında kalan Doğu Avrupa ülkelerinde seyahat özgürlüğü gibi algılansa da aslında seyahat kısıtlaması anlamına gelmekte olan Schengen süreci, Türkiye’yi çok önemli bir açmazın karşı karşıya bırakmaktadır. Bu açmaz henüz Türkiye kamuoyu tarafından fark edilmemişse de, Türkiye’nin Schengen sürecine uyum arttıkça, özellikle 2012 yılından sonra, bu sürecin etkileri Türkiye kamuoyunda daha fazla tartışılmaya başlanacaktır. Türkiye, “Avrupa yapılarına mümkün olan en güçlü bağlarla kenetlenme” yolunda Schengen sürecene gösterdiği uyum çalışmaları ile de önemli adımlar atmaktadır. Türkiye, aynı Gümrük Birliği’nde olduğu gibi, kararlar alınırken dışlandığı bir mekanizmanın yaptığı düzenlemeleri aynen uygulamak zorunda kalacaktır. Türkiye’ye kimin girip giremeyeceğine, hangi ülke yurttaşlarının Türkiye’ye vize almak zorunda kalarak giriş yapıp yapmayacağına AB karar verecek ve Türkiye verilen bu kararlara uymak zorunda kalacaktır. Ülkemiz henüz Schengen sürecine tam olarak dahil olmadan, vize konusundaki uygulamaları ile Brüksel’in eleştirilerine hedef olmaya başlamıştır. Bunun en yeni örneği, Türkiye’nin Azerbaycan, Moğolistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan’ın “umuma mahsus pasaport” sahibi yurttaşlarına uyguladığı vizeyi tek taraflı kaldırmasına AB Komisyonu tarafından getirilen şiddetli eleştirilerdir. AB Komisyonu, Türkiye’nin üçüncü ülkelere vize uygulama veya vizeyi kaldırma konularında AB’nin kriterlerine uyması gerektiğine dikkati çekmiştir. Türkiye’nin ticari ve turistik ilişkilerini yani ulusal çıkarlarını gözeterek verdiği bu karar, Brüksel’in politikaları ile uyuşmadığı için eleştirilmiş ve AB Komisyonu tarafından Türkiye’ye bu uygulamadan vazgeçme çağrısı yapılmıştır. Türkiye’nin AB’nin vize listesine uyum sağlamasının Türk vatandaşları için getirdiği bir başka olumsuzluk da, Türkiye’nin bu liste gereği vize uygulamaya başladığı ülkelerin, karşılıklık ilkesi gereği Türk vatandaşlarına vize uygulamaya başlamalarıdır. AB’nin, Türkiye hariç OECD ülkeleri, AB ile tam üyelik AÇI MÜMTAZ SOYSAL Sorun Öyle Çok ki! onu öyle çok ki! Hangisini yazmalı diye düşünmeye bile gerek yok. Al birini, başla!.. ??? Dışişleri Bakanı Bay Babacan, ki, ilk kez başörtüsüyle üniversiteye girmeye kalkan Hatice Hanım’ın yeğenidir!açıkça söylemiş, bilerek mi bilmeyerek mi? Yargıtay Başsavcısı’nın partisiyle ilgili suçlamalarına destek olsun diye mi!.. “Türkiye’de Müslümanların da sorunu var...” AKP bu sorunu çözmek için laiklik karşıtı davranmakla suçlanıyor! Üstelik de bu sözünü yadsımıyor; “Yalan mı söyleyecektik” diyor. Savcının iddianamesine yeni bir ek mi? ??? Dikili’nin Belediye Başkanı Osman Özgüven, ilçesini bir çeşit cennete çevirmiş! Her türlü kolaylık, olanak, rahatlık sağlayıcı önlemler, kişiyi mutlu kılacak, “oh” dedirtecek koşullar... Hangi birini saymalı? Ama yakasına yapışmışlar; neden halkına kimsenin vermediği, tanımadığı bir yaşama düzeyi sunmaya kalkıyorsun, başkalarına kötü örnek olmuyor musun? Hesap versin diye mahkemeye çağırıyorlar. Yetmezmiş gibi, son iki kez Belediye Başkanı olup da son seçimde yerini başarılı Osman Özgüven’e kaptıran kişiyi CHP’ye üye yapıyorlar, gerçek bir Atatürk devrimcisi Osman Özgüven’in seçilmemesi için uğraşıyorlar. Özgüven, CHP’den atılmış, ya da kendisi ayrılmış, SHP’den seçilmiş... Şimdi Baykal CHP’si durup dururken karşısına bir rakip çıkartıyor!.. Bilmem, Dikili halkı buna ne diyecek? ??? Ankara Belediye Başkanı Gökçek hakkında suç duyurusu yapılmış. Bu kaçıncısı? Zeki, becerikli bir kişi, dört seçimdir Ankara Belediye Başkanı. Her seçimde nasıl kazanıyor? Halkın sevgisinden mi, başarılı işlerinden mi? Bunun nedeni yok, ya da var. Hemen her seçimde karşısına çıkarılan üç dört sol adayın oyları bölündüğü, Gökçek’in aradan önemsiz bir farkla seçildiği için!.. Hep yazmışızdır, “Aranızda anlaşın, tek aday üstünde birleşin”. Ama yıllardır bu gerçeği ne CHP’ye, ne DSP’ye anlatabildik! ??? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, “ulemalar”a sormadan bir karar daha verdi! İmam hatip lisesi öğretmenlerinden Fatma ve Sevil hanımların başvurusunu geri çevirdi! “Hayır, derslere türbanla giremezsiniz” dedi. Yıllar önce Leyla Hanım da dersini almıştı... Az kaldı Hayrünnisa Hanım da AİHM’den terslenecekti. Eşi Türkiye Dışişleri Bakanı olur olmaz, başvurusunu geri alma becerisini göstermişti! Bakalım yeni bir başvuru daha olacak mı? Yoksa AKP kafası yargıya, yargıçlara karşı olduğu gibi, AİHM’yi de yaylım ateşine tutacak mı? Ulemalara sormadan kararlar veriyorlar diye!.. Derken, Anayasa Mahkemesi de AİHM gibi türbanı yasaklayan bir karar almaz mı?.. AKP’de kıyametler koptu. Sövgüler, yergiler birbirini izledi!.. İşler daha da karıştı... ??? Evet, şu günlerde yazacak konu çok!.. Hepimiz bir korku dönemi yaşıyoruz. “Dün Ahmet’le telefonda konuşurken ileri geri şeyler söyledim, acaba bir gün bu dediklerim suç mu sayılacak!” diye... Hele yazarlar, öğretmenler, aydın kişiler... En iyisi AKP’li bir bakanın dediğini yapmak, hiç konuşmamak!.. Ne evde, ne işyerinde, ne de sokaklarda! Bir duyan olur, bir yazan olur, en iyisi susmak, susturulmak... ??? Daha neler var, neler?.. Açlık sınırı hangi çizgiye inmiş! Ülkenin dörtte üçü yarı aç, yarı tok yaşıyor, daha da çok, aç yaşıyor!.. Gazete manşetleri, “Başbakan biraz da çarşı pazar gez!” diye sesleniyor!.. T Emre ERTEM müzakerelerini sürdüren Hırvatistan, bazı Güney Amerika (Arjantin, Brezilya, Venezuela vd.) ülkeleri ve Brunei Sultanlığı gibi bazı Asya ülkeleri dışındaki tüm ülkelere vize uyguladığı ve vize uyguladığı ülkelerin sayısının sürekli arttığı göz önünde tutulursa, zamanla Türk vatandaşlarının AB üye ülkeleri dışındaki seyahatlerinde de daha fazla zorlukla karşılaşacağı öngörülebilir. CHENGEN EGEMENLİĞİ” Ortak vize rejimi Schengen’e uyum sağlama uğraşı veren Türkiye, bu uyum sonucunda Brüksel tarafından belirlenen ülkelere vize uygulamak zorunda kalacağı gibi, Brüksel tarafından “sakıncalı” olarak belirlenen kişilerin Türkiye’ye girmesini de engellemek zorunda kalacaktır. Bilindiği üzere, SIS veri bankası üzerinden işleyen Schengen sistemi, bu veri bankasında “sakıncalı” olarak kişilerin tanımlanmış kişilerin Schengen bölgesine girişine izin vermemektedir. Dolayısıyla Brüksel, Türkiye’ye kimin girip girmeyeceğine de karar verir hale gelecektir. AB’nin vize politikasını aynı zamanda politik bir silah olarak kullandığı bilinmektedir. Bu politikanın en açık örnekleri arasında, Belaruslu (Beyaz Rusya) devlet görevlilerine AB tarafından seyahat yasağı getirilmesi, Sırbistan seçimlerinde AB yanlılarını desteklemek için, AB yanlılarının seçimi kazanması halinde Sırp halkına vize muafiyeti/kolaylaştırılmış vize vaat etmesi ve Bolivya’da Morales iktidara geldikten sonra bu ülkeye yönelik vize uygulamaya başlaması sayılabilir. Bu vize uygulamalarına uyum sağlayacak Türkiye, kendisinin hiçbir söz hakkı bulunmayan AB dış politikasına göre alınacak kararların uygulayıcısı haline dönüşecektir. Türkiye, Schengen sürecine uyumla beraber dünyanın dört bir tarafında vize düzenleyen konsular bir sistem oluşturmak durumda kalacaktır. Yurt dışındaki kendi yurttaşlarının sorunlarını çözmekte yetersiz kalan bir sistemin, bu yükümlülüğün altından nasıl kalkacağı ya da böyle bir sistemin kuruluş maliyetinin Türkiye tarafından nasıl karşılanacağı belli değildir. AB’nin bu konudaki maddi katkısının çok az miktarda olacağı ve Türkiye’nin kaynak yaratması gerektiği AB’nin resmi belgelerinde yer almıştır. Hukuksal açıdan tüm Türk yurttaşları için, pratikte ise belli bir gelir seviyesi üzerindeki Türk yurttaşlarının turistik ziyaretleri için vize alma zorunluluğunu ortada kaldıracak olan Schengen sürecine uyum için yapılacak harcamalar, tüm vergi mükelleflerinin ödemeleri ile finanse edilecektir. Schengen süreci ile kaybedilmesi muhtemel haklardan biri de Ortaklık anlaşmasından kaynaklanan vizesiz seyahat hakkıdır. 2004 yılında imzalanan Müzakare Çerçeve Belgesi’nin müzakerelerin esasına yönelik 11’inci maddesinde belirtildiği üzere “Ortaklık Anlaşmasının müktesebattan farklılık gösteren hükümleri, katılım müzakerelerinde emsal teşkil etmez”. Dolayısıyla Türkiye’nin Ortaklık Anlaşması ile kazandığı haklar Türkiye’nin AB üyesi olmadığı ama AB müktesebatına uyum sağladığı durumda ortadan kalkabilir. mülteci kampları, Türkiye’nin gelecekte karşılaşacağı sorunların boyutları hakkında fikir vermektedir. Bu kampların işletim giderlerinin karşılanması başlı başına bir sorundur, ama bu kamplarda yaşanan insani dram, meselenin en önemli noktasıdır. AB ülkelerindeki mülteci/kaçak göçmen kampları, yarı açık bir cezaevini andırsa da duş, internet odaları, çocuklar için oyun alanları vb. olanaklar nedeniyle “insani” merkezler olarak adlandırılmaktadır, ama bu merkezlerin işletim giderleri pahalı ve bu kamplarda tutulan ve başvuruları değerlendirilen kişiler uluslararası hukuktan kaynaklanan haklara sahip oldukları için, AB bu kampları Ukrayna ve Türkiye gibi ülkelere taşımaya gayret göstermektedir. Bu ülkelerde faaliyet yürüten ve yürütecek kampların nasıl yerler olacağı konusunda Ukrayna’daki Pavşino kampı güzel bir örnek teşkil etmektedir. AB’nin yeni sınır ve mülteci politikası uyarınca Ukrayna’da kurulan bu kamp, temel insani ihtiyaçların bile zorla karşılandığı bir merkezdir. Ayrıca bu politika sayesinde AB üyesi ülkelerinin başı, insan hakları ihlalleri konusundaki iç ve dış kamuoyu baskısı nedeniyle başları daha az ağrıyacak ve uluslararası hukuktan kaynaklanan yaptırımlarla karşı karşıya kalmayacaklardır. Örneğin Türkiye, AB’nin güneydoğu kara ve deniz sınırını “kaçak” göçmenlere karşı savunma görevini üstlenirse, Ege Denizi’nde Yunan sınır polisi tarafından “kaçak” göçmenlere karşı girişilen ve Alman Proasyl örgütü tarafından da bir rapor haline getirilen insanlık dışı uygulamalar nedeniyle Yunanistan kınanmaktan kurtulacak, bu konudaki iç ve dış kamuoyu baskısı Türkiye’ye yönelecek ve Türkiye, hukuki yaptırımlarla karşı karşıya kalabilecektir. Türkiye, bir an önce Schengen sürecinden çıkmalı ve yurttaşlarının Ortaklık anlaşması gereğince sahip olduğu hakları da genişleterek, aynı Malezya, El Salvador, Panama, Meksika, Hırvatistan yurttaşları gibi kendi yurttaşlarının da vize almaya gerek duymadan AB ülkelerine seyahat etmesini sağlayacak girişimlerde bulunmalıdır. [email protected] K ‘Tam’ın Tamamlanması PİN ucunu kaçıranların yönettiği bir Türkiye, saçmalıklar ortamına sürüklenerek büsbütün şaşkınlaştırılıyor. İnsan vücudunda ipin ucu akıldadır. Başka yerlere, örneğin mideye ve daha aşağılara kaçtı mı, olmayacak şey kalmaz. Nitekim, olanlar, bu ülkeyi yönetme sorumluluğunu taşıyanlar ipin ucunu kaçırdığı için olmaktadır. İktidar nimetini kendilerine sunarak halka hizmet etme fırsatı sağlayan cumhuriyet sisteminin “kucağına oturup sakalını çekmeye kalkıştıkları için” şaşırdılar. Tam bir keşmekeş. Seferber edilmiş hukukçular, içte dışta, yanlış tutumlara gerekçe arıyor. Anayasa Mahkemesi’nin kararını geçersizleştirmeye yönelik formüllerin bini bir para. Dışişleri Bakanı Avrupa’nın Batı ucunu, hatta okyanusun öbür yakasını arşınlayıp yardım istiyor. Oraların insanları da bu ülkenin sorunları konusunda edindikleri birkaç düşünce kırıntısıyla bilir bilmez akıl karıştırmaktalar. Ana muhalefet ise doğruya öncülük etmek yerine, önce “Başbakan konuşsun da yanlışını düzeltelim” beklentisiyle pusuda. Böyle bir ortamda, Orhan Bursalı, Savunma Sanayii Müsteşarı’nın teknik konuşmasından önemli bir müjde aktarıyor: Ordu, dışa bağımlı yapıdan yerli üretime dayalı yapıya geçmek üzere. Meydanlarda “tam bağımsızlık” sloganı çok haykırıldı. Ama teknolojik bağımlılık, bırakın tam bağımsızlığın öbür boyutlarını, somut önem taşıyan savunma boyutu açısından bile haykırışlara belli bir çekingenlik eklemekteydi. Bunun yalnız o alanla sınırlı kaldığını söylemek yanlış olur. Olumsuzluğu ve ezikliği şiar edinmiş çevreler, ordunun toplumda ve ülkenin yazgısında ağırlıklı rolünü kabul etmekle birlikte, teknolojik bağımlılık sürdükçe özellikle dış ilişkilerde ve savunmada “Amerika istemeden hiçbir şey yapılamaz” düşüncesini yaydıkça yaydılar. Ekonomi ve eğitim alanlarındaki bağımlılıklara bir de bu katılınca, bağımsızlığı değil de dışa bağımlılığı neredeyse yaşam felsefesi olarak benimsemiş olanların topluma aşıladıkları karamsarlık ve çaresizlik daha da pekiştirilmiş olmaktaydı.Olan, bağımsızlığın gerçek temeline, düşünce bağımsızlığına oldu. Artık, savunma sanayiinin öbür dallarıyla birlikte, en kritik ve şimdiye kadar hep dışa bağımlı sayılan elektronik haberleşme sisteminde de yerli üretim ve yazılıma geçiş, süreci tersine çevirerek sonuçta tam düşünce bağımsızlığına kadar uzanacak bir dirilişin başlangıcı sayılabilir. Böyle olduğu içindir ki, yakında “MilGem projesi”nin tamamlanması, yani elektronik sistemleri de dahil her şeyiyle “yüzde yüz yerli ürün” olan bir firkateynin hizmete girmesi, herhalde bu toplumun İkinci Meşrutiyet’ten beri özlemini çektiği gerçek “donanma bayramı” olarak kutlanmalıdır. İ “S “GÜVENLİ ÜLKE” TUZAĞI Türkiye, Schengen sürecine uyarak uluslararası anlaşmaları da çiğnemektedir. AB’nin Schengen sisteminin temel ayaklarından biri olan “geri alım anlaşmaları”, AB’nin uluslararası hukuku hiçe sayarak, ikili anlaşmalarla yürürlüğe soktuğu bir uygulamadır. AB, mültecileri uluslararası hukukta tanımı bulunmayan “3. Güvenli Ülke” (safe third country) olarak tanımladığı ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu “güvenli” ülkelere göndermektedir. Özellikle AB’nin Akdeniz’de aldığı askeri tedbirler ve Libya gibi ülkelerle yaptığı anlaşmalar sonucu, AB ülkelerine yönelik “kaçak” göçün rotası yeniden Türkiye ve Ukrayna üzerinden geçişlere yönelmiştir. AB üyesi ülkelerin politikacıları tarafından gelecekte aynı Türkiye gibi Schengen bölgesinin bir üyesi olabileceği belirtilen ve Türkiye’ye oranla daha gevşek bir AB vize rejimi ile karşı karşıya bulunan Ukrayna’da kurulu bulunan HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN Anayasal Demokrasi... nayasa Mahkemesi, AKP’nin Meclis’ten geçirdiği, ‘üniversitelerde türbanla eğitim yapılmasına izin veren’ anayasa değişikliğini 9’a karşı 2 oyla iptal etti. Bunun üzerine gazetelerin köşe başlarını tutmuş katıksız AKP yandaşları ve özellikle Özbudun ve Serap Yazıcı gibi anayasa hukuku öğretim üyeleri, “bu kararın hukuka, anayasaya aykırı olduğunu” ileri sürdüler. Kimi yandaşlar ise işi rejim kavgasına götürdüler; eski Meclis Başkanı Bülent Arınç “Bu sisteme cumhuriyet denir mi” diye tepki gösterdi. Bunlara göre Anayasa Mahkemesi, anayasada yapılan değişiklikleri, anayasanın 148’inci maddesine göre esas bakımından değil, ancak şekil bakımından inceleyebilir. Gerçekten, anayasanın 148. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin “anayasa değişikliklerini sadece şekil bakımından inceleyip denetleyeceğini” belirtmiştir. Doğrudur; 1971 yılında yapılan bir değişiklikle, Anayasa Mahkemesi’nin anayasada yapılan değişiklikleri esas yönünden değil sadece şekil yönünden denetleyebileceği hükmü getirildi. Böylece Anayasa Mahkemesi’nin yetkileri daraltıldı. Ancak Anayasa Mahkemesi özellikle 1974 yılından bu yana anayasanın ‘değişikliği teklif bile edilemez’ maddeleriyle ilgili düzenlemelerde, bu gibi değişikliklerin temelde bir şekil unsuru olacağını kabul etti. Bu maddelerde yasama organı değişiklik yaparsa, ben bunu şekil değişikliği olarak kabul eder ve denetlerim diye karar verdi. Örneğin, Anayasa Mahkemesi 1975/87 sayılı, 33 yıl önce verdiği kararında, yukarıda belirtilen ilke gereğince “değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek maddelere ilişkin anayasa değişikliğini iptal” et [email protected] A Dr. Alev COŞKUN mişti. Böylece Anayasa Mahkemesi, anayasada yapılan değişikliklerin Cumhuriyetin temel ilkeleriyle ilgisi noktasında ‘esasın biçim yönünden incelenmesi’ deyimini kullanarak verdiği kararda, anayasadaki devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu kuralı ile Cumhuriyetin niteliğinin değiştirilemeyeceğine karar vermiştir. Böylece şekilden giderek esasın değiştirilemeyeceğini belirtmiştir. Bu kararın anlamı açıkça şudur: Yüksek mahkeme ‘Cumhuriyetin niteliği söz konusu olduğunda’ anayasa üstü bir norm oluşturmuştur. mokrasimize aykırı olduğunu ortaya koymuş oluyor. Çünkü anayasal demokrasi demek, devlet yetkisini kullanan tüm organ, makam ve mercilerin bu yetkilerini ancak anayasal çerçeve içinde kalarak yapabilmeleri demektir. Anayasa Mahkemesi’nin anayasanın temel ilkelerine dayanarak verdiği kararları, anayasal demokrasinin vazgeçilmez meşru parçasıdır. Anayasa hukukçusu D. Bornum’un belirttiği gibi “Bir demokraside çoğunluk iktidarının baskıcı eylemlerinin denetlenmesi, sınırlanması ve gerektiğinde frenlenmesi demokrasinin gereğidir.” Bunu da anayasa mahkemeleri yapar. Anayasa Mahkememiz son kararında kanımızca anayasa koyucunun amacına uygun bir yorum yaparak (originalizm yorumu) bir kez daha anayasamızın ilk üç maddesini güçlendirmiştir. Yine anayasa hukukçusu Meny’nin belirttiği gibi Anayasa Mahkemeleri “yargısal, yarı siyasi organlar olarak çağdaş Batı demokrasilerinde önemli rol oynarlar. Onlar yargısal ve hukuki kurumlardır, ama frenler ve dengeler sistemini uygulayarak bir ölçüde siyasetin de önünü açarlar.” Kimi AKP yandaşı, tetikçi köşe yazarları bu yazdıklarımızın ayırdına varamasalar da anayasa hukukçuları Özbudun ve Yazıcı bu yazdıklarımızı bilmezler mi? Bilmez olurlar mı? Bu yazdıklarımızın önemli bir kısmı, Özbudun’un anayasa hukuku kitabında var. Ama onlar yine de anayasanın 148. maddesine gönderme yaparak, Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerini aştığını söyleceklerdir. Öyleyse aşağıdaki örneklere yanıt versinler: 1961 Kurucu Meclis Üyesi ? 205 yıl önce 1803 yılında ABD Federal Yüksek Mahkemesi, mahkemelerin, yasaların anayasaya uygunluğunu denetleyebilecekleri kararını (Marbury vs. Madison davası) verdiği zaman, bu yetki anayasada yoktu. Bu yetki anayasa mahkemesinin kararı ile yaratılmıştı. ? 140 yıl önce 1868 yılında ABD anayasasına “ÖZGÜRLÜĞE kavuşan köleleri korumak amacını” taşıyan bir madde kondu.Yüksek mahkeme daha sonra bu maddeyi “cinsiyet ve ırk ayrımlarını yasaklayacak” biçimde genişletti. Yani mahkeme fiilen anayasayı değiştirdi. Unutulmasın, anayasal yorum sadece pozitif anayasa maddelerine dayanarak inşa edilemez. Anayasa Mahkemesi’nin 1. işlevi, kişi hak ve özgürlüklerini korumaktır. 2. işlevi, siyasal iktidarın çoğunluğa dayanarak ele geçirdiği güce dayanarak anayasanın temellerini değiştirmeyi önlemektir. Anayasadaki güç dengesini korumak ve erkler arasında fren ve denge sistemini sağlamaktır. Anayasal demokrasilerde yasama ve yürütme anayasanın temel ilkelerine, uymak zorundadır. Çünkü gerek yasama gerek yürütme gerekse yargının yetkileri anayasanın temel ilkeleriyle sınırlıdır. Anayasa mahkemesi yargıcı Hugo L. Black’in dediği gibi “yazılı anayasa mücadelesinin amacı, iktidardakilere kendi keyfi arzularının değil hukukun egemen olmasını sağlamaktır”. Yararlanılan kaynaklar: * Erdoğan Teziç Anayasa Hukuku * Ergun Özbudun Türk Anayasa Hukuku * Mustafa Erdoğan Anayasal Demokrasi İRAN OLMAK Kuşkusuz Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı, anayasal demokrasiyi ve Cumhuriyeti koruyucu bir kurucu işlev mahiyetindedir. Anayasa Mahkemesi’nin böyle bir yetkisi var mıdır? Hiçbir kuşkuya gerek yoktur ki, bütün dünyada anayasa mahkemelerinin böyle yetkisinin olduğu kabul edilmektedir. Anayasa Mahkemesi bu ilke kararlarını 1975/87 ve 1977/4 ve 1977/117 sayılı kararlarıyla yinelemiş, bu ilke kararına süreklilik kazandırmıştır. İşte son karar bu ilke kararlarının devamıdır. Bu kararla, bir yabancı gazetenin yazdığı gibi Türkiye İran olmaktan kurtulmuştur. Anayasa Mahkemesi, üniversitelerde türbanla eğitim yapılmasına izin veren anayasa değişikliğini haklı olarak anayasanın ilk üç maddesine karşı bir hukuk hilesi olarak kabul etmiş, “hukuka dolanmak” olarak nitelemiştir. Anayasa Mahkemesi, TC’nin değiştirilemez maddelerini “hukuki hile” yolu ile dolanıp onların içini boşaltmanın mümkün olmadığını ve de
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle