Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
13 HAZİRAN 2008 CUMA kültür LONDRA’DAN MUSTAFA K.ERDEMOL C 15 Yaşamboyu Onur Ödülü Jordi Savall’a, Onur Ödülü ise Gürer Aykal’a verildi Festivalin zarif açılışı 36. Uluslararası İstanbul Festivali, cuma akşamı zarif bir törenle açıldı. Borusan’ın ana sponsorluğu; Yapı Kredi, Mercedes, Altimo ve Siemens’in büyük desteğiyle bu yılki festival de yaşama kavuşmuş oldu. “Yaşamboyu Başarı Ödülü” çok önemli bir müzikçi ve müzik araştırmacısı olan Jordi Savall’a verildi. Kültürler arası büyük hizmet veren Katalan sanatçı Jordi Savall (d. 1941) viyola da gamba ustası ve şef. 1970’ten bu yana eski müzik araştırmacıları arasında çok önemli bir yeri var. 1974’te eşi soprano Montserrat Figueras ile kurduğu Hespèrion XX (şimdi XXI) adlı topluluk, çağların özgün sesini kendilerine özgü deyişlerle duyurmakta. Savall, önceleri yalnız Avrupa’yı araştırıyor, özellikle Fransa ve İspanya merkezli, ortaçağ ile 18. yüzyıl arasındaki müziği ortaya çıkarıyordu. 1989’dan sonra Le Concert des Nations adlı orkestrasıyla barok dağarcığa odaklandı, hatta zaman zaman klasik ve romantik dönemlere kadar uzandı. Son çalışmaları Sefarad ezgilerinden İspanyol Rönesansı’nın Tonos Humanos’una, Eski Yunan’ın Sappho şiirlerinden Ömer Hayyam’ın özgün dilde söylenmiş şiirlerine dek uzanıyor. Savall’ın şimdiki topluluğunun temeli, eşi Montserrat Figueras, kızı Arianna (arp ve vokal) ve oğlu Ferran (bas lavta ve vokal). Bugüne dek 120’ye yakın kayıt yapmış. Aralarında Dünyanın Bütün Sabahları adlı nefis filmin müziği de olan harika film müzikleri bestelemiş. Kayıtlarını 1998’den beri Alia Vox etiketi altında yayımlamakta. Savall’ın bir kaydını dinlediniz mi hemen tiryakisi olup diğerlerini araştırmaya koyulabilirsiniz. Bu yılki Müzik Festivali Onur Ödümez’i yarınlarda uluslararası ustalar arenasında izlerken kıvanç duyacağız. Şef Claudius Traunfellner yönetimindeki orkestra, Prokofiyef’in Klasik Senfoni’sini yerçekiminden arınmış bir zariflikle seslendirdi. ZMİR FİLARMONİ DERNEĞİ ATAKTA Başkan Kaplumbağa adaylığı sadece Cumhuriyetçi Parti ya da Demokratik Parti’den aday olmak olarak anlayanlar için böyledir bu. Benim bildiğim, başkanlığa adaylığını koyan ilk siyah olmadığıdır. Amerikan siyah hareketinin tarihine bakıldığında, siyah mücadele adamlarının, “başlarını kabuklarından” çıkarmalarının çok uzun zaman önce gerçekleştiği görülür. Kat ettikleri mesafe az değildir. Acılar çekerek, otobüslerde beyazlarla yan yana oturma hakkı için bile yıllarca savaşarak, seçme, seçilme hakkına sahip olmak için önderlerini yitirerek. Acı, kederli bir mücadeledir verdikleri. Başını çıkaran kaplumbağa olmak herhalde budur. Jesse Jackson, son yılların en önemli siyah insan hakları mücadelesinin öncülerinden biridir. Trafalgar Square’de, Mandela için düzenlenen mitingde dinleme şansım da olmuştur, ne mutlu. Birkaç kez başkanlığa bağımsız olarak adaylığını koymuştur. Hatırı sayılır oy aldığı da bilinir. Ama vecizedeki kaplumbağalardan olmamıştır. Beyazların çizdiği sınırlar içinde politika yapmak ya da hak aramak gibi tutumları olmadığı için bir hayli “radikal” kabul edilmiştir. Oysa şiddet karşıtı bir kilise adamıdır. ABD’deki “beyaz siyaset”in, Jackson’u yok sayması, barışçı olmasına karşın görmezden gelmesi, “siyah politika”da ısrar etmesindendi. Marksizm’den etkilenmiş Kara Panterler Partisi’ni de anımsayalım. Afroamerikan teorisyenler tarafından kurulmuş bir sivil haklar örgütüydü. 19601970 yılları arası hayli etkindiler. Örgüt içi infazlar, örgüt dışı provokasyonlar sonunu getirdi bu örgütün. Şimdilerde adı Yeni Kara Panterler Partisi olan başka bir örgüt var. “Başını kabuğundan uzatan” kaplumbağalar arasında Colin Powell’i, Condeleeza Rice’ı saymayı unutmayalım. Başlarını çıkararak riske girmekle (!) siyahlar adına gerçekleştirdikleri ilerlemeler (!) ortada. Tabii ki az sayılmaz ulaştıkları makamlar, ama hangi siyah sorunu dile getirmişlerdir oralarda? Aday oldukları partilere siyah oyları getirmede kendilerinden pek faydalanmıştır “beyaz siyaset”. ??? Barack Obama, “başını uzatan bir kaplumbağa” olarak ne tür bir “risk” almış, tanık olmuş değilim. Ama taviz üstüne taviz verdiğinin tanığıyız. Müslüman göbek adı olan Hüseyin’i yıllar önce kullanmayı bıraktığını açıklayarak Evangelist Amerikalıların yüreğine su serptiğinin de. Yukarıdaki vecize, Barack Obama söz konusu olduğunda tümden yanıltıcıdır. “Başını kabuğundan” çıkarmıştır, ama risk almış değildir. Dolayısıyla sarsacağı bir denge, korkutacağı bir “beyaz siyaset” yoktur. Çünkü, ABD’de beyaz siyaset, kaplumbağalardan değil, panterlerden çekinir. kemalerdemol?yahoo.co.uk İ İlk kez dinleme fırsatını bulduğum genç çellistimiz Benyamin Sönmez’in (yanda) bedeni çellosuyla tümleşmişti. Özgeçmişini okuyunca hayretlere düşmemek elde değil: Neredeyse yaşayan tüm çello ustalarıyla çalışmış, tüm ekollerin içinde yoğrulmuş. lü’ne ise orkestra şefimiz Gürer Aykal değer bulunmuş. Aykal, uzun yıllar yurtiçinde ve dışında yönettiği konserlerle, yetiştirdiği orkestracılarla, öncü Türk bestecilerine saygısı, genç bestecilere desteği ve geniş dağarcığıyla Türk müzik tarihinin köşebaşı değerlerinden biri. Festivalin açılışında sponsorlara teşekkür plaketi, onur ödüllerinin verilmesi, Leyla Gencer ve Aydın Gün’ü anma, Şakir Eczacıbaşı’nın anlamlı konuşması ve konuk orkestra, Wiener Kammerphilharmonie’nin konseri yer aldı. Her şey son derece dozundaydı; aksamadan, uzamadan tamamlan dı. İlk kez dinleme fırsatını bulduğum genç çellistimiz Benyamin Sönmez’in bedeni çellosuyla tümleşmişti. Özgeçmişini okuyunca hayretlere düşmemek elde değil: Neredeyse yaşayan tüm çello ustalarıyla çalışmış, tüm ekollerin içinde yoğrulmuş. Andante dergisinin bu sayısında Serhan Bali ile yaptığı söyleşisinden öğrendiğimize göre, şimdi de kendine özgü tonu bulma yolunda. Rokoko Çeşitlemeleri’nde anlatımı büyük bir ton sergilemiyordu, ama derin duyarlılık içinde, ince ayrıntılar bulup çıkarıyordu. Söyleşide de zaten farklı efektler peşinde olduğunu belirtiyor. Benyamin Sön İzmir’de 1975 yılında kurulan Filarmoni Derneği kuruluşundan bugüne dek pek çok resital ve konser düzenlemiş, eğitim bursları vermiş, festivaller ve turneler yapmış, dolayısıyla Ege Bölgesi’nde çok sayıda etkinliğe imza atmış. Bu yıl yeni seçilen yönetim kuruluyla yeni ataklara kalkışmış. Öncelikle İzmir’de bir Filarmoni Orkestrası kurma kararı almış. Bu orkestranın kurumsal anlamda devletten ya da özel kuruluşlardan destek almadan çalışacağı açıklanıyor. Yeni orkestra, 13 Haziran 2008 Cuma akşamı ilk konserinde İbrahim Yazıcı yönetiminde ünlü kemancı Sarah Chang’e eşlik edecek ve Vivaldi’nin Dört Mevsim’ini, Sarasate’nin Zigeunerweisen’ini ve Beethoven’in 5. Senfoni’sini seslendirecek. Kadrosunda şimdilik 70 sanatçı yer alıyor. Artık, Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi gibi nitelikli bir salona kavuşacak olan İzmir’de; İZDSO’ nun, DESO’nun ve İzmir Devlet Opera ve Balesi’nin yanı sıra Filarmoni Orkestrası’nın her ay vereceği düzenli konserler de kente yeni bir soluk getirecek. İzmir Filarmoni Derneği ayrıca 1. Uluslararası İzmir Piyano Festivali, Barok Festivali ve Yeni Müzik Festivali gibi etkinlikler de düzenleyecek. 15. Altın Koza Uluslararası Film Festivali kapsamında Yaşam Boyu Onur Ödülleri verildi ‘Yılların emeğine verilen bir ödül’ YUSUF BAŞTUĞ ADANA 15. Altın Koza Uluslararası Film Festivali kapsamında yönetmen Halit Refiğ, oyuncular Selda Alkor ve Halil Ergün’e ‘Yaşam Boyu Onur Ödülü’ verildi. Yaşam Boyu Onur Ödülü’ne değer görülenler arasında yer alan Halil Ergün, aldığı ödülün kendisi için çok önemli olduğunu söyledi. Ödül alan Selda Alkor ise “Bu ödül yılların emeğine verilen bir ödül. 1965 yılında bir rüyaya yattım. Bu rüyadan hâlâ uyanamadım ve ölene kadar da uyanmayacağım. Sinema benim için bir rüya, tutku ve aşk” dedi. Ödüle değer görülen yönetmen Halit Refiğ ise sinemanın tüm dünyada nankör bir meslek olduğunu söyledi. Sinemanın tüketici yanına vurgu yapan Refiğ, “Yine bizde vefa duygusu var. Böyle bir gerçek içinde burada yıllar sonra onurlandırılmak, bu mesleğin diğer aç tarafını bilen biri sı Kısa Film Yarışması” sonuçlandı. “Kurmaca”, “belgesel”, “canlandırma” ve “deneysel” dallarında 150 filmin başvuru yaptığı yarışmada 37 filmin jüri önüne çıktığı bildirildi. Kurmaca dalında en iyi film ödülünü Sejla Kemaric ve Timur Makarevic’in ‘Ne biliyorum (What Do I Know)’, aynı dalda jüri özel ödülünü Nolwenn Lemesle’nin ‘Sıd’, belgesel dalında ise en iyi film ödülünü Diogo Costa Amarante’nin ‘Jumate’, bu dalda jüri özel ödülünü ise David Munoz’un ‘Rwanda’nın Çiçekleri (Flowers of Rwanda)’ adlı filmleri aldı. Canlandırma dalında en iyi film ödülü Jose Pedro Cavalheiro’nun ‘Candide’ adlı filmine verilirken jüri özel ödülüne ise Andre Carillo’nun ‘Lizbon’da Akşam Yemeği (Diner in Lizbon)’ adlı filmi değer görüldü. En iyi film ödülünü Efe Öztezdoğan’ın ‘Altyazı (Subtitles)’ adlı filmi kazandı. Bu dalda jüri özel ödülünü de ‘Marsilya’ adlı film aldı. Halil Ergün (solda), Selda Akkor (ortada) ve Halit Refiğ’e (sağda) ‘Yaşam Boyu Onur Ödülü’ verildi. için ifade etmesi çok zor bir heyecan ve şükran duygusu anlamına geliyor” diye konuştu. Öte yandan 15. Altın Koza Uluslararası Film Festivali kapsamında gerçekleştirilen “Akdeniz Ülkeleri Uluslarara imden duydum bilmiyorum ama, kulağıma ilk çalındığında çok çarpıcı bulmuştum şu vecizeyi, ne yalan söyleyeyim: “Kaplumbağaya dikkatli bakın. Kafasını kabuğundan çıkarıp risk alabildiğinde ancak ilerleyebiliyor”. İki ya da üç kelimeden oluşan cümlelere sıkıştırılmış bu tür, sözümona hayat derslerinden pek etkilendiğimi söyleyemem. Ağır yaşanmışlıklardan süzülüp gelebileceğine inandığım deneyimlerin (ya da hayat bilgisinin), böylesine hap gibi önüme atılmasında kendi adıma öğretici bir taraf göremediğimdendir belki de. Vardır böyle büyük laflar. “Zirveye uçarak da, sürünerek de çıkılabilir” gibi örneğin. Elbette doğruluk payı da barındırır bu vecizeler. İlk duyulduğunda insana önemli bir buluşmuş gibi gelebiliyorlar bu yüzden. Beni asıl etkileyenler ise, içinde böyle çokça “bilgelik” saklı kocaman, beylik laflar değil, basit, ama çok çarpıcı, keskin bir zekanın ürünü olduğunu hemen belli eden cümlelerdir. Büyük ressam Goya, portresini yapmaya çalıştığı genç kadını, sabit duramayıp sürekli kımıldadığı için, şu cümlelerle uyarır: “Hanımefendi, sadece beş dakika bana bakacak, sonra yüzyıllarca öyle bakacaksınız.” Hoştur. Goya, kendisine gerekli olan o beş dakika için, genç kadına yüzlerce yıllık bir sanatsal yüz armağan edeceğini hatırlatmaktadır. Sabrın, dikkatini bir olguya verebilmenin muhteşem kazanımlara yol açacağını Goya’nın bu sözlerinden anlamak mümkündür. Yaşamında karşılığı olmadığından kendisi için bir şey de ifade etmeyen vecizelerden, yine de hayat dersi çıkardığını sananların sayısı az değildir. Boşuna bir çabadır bu. Muhteşem bir deniz romanı olan Moby Dick’ten zevk almak isteyenin, az da olsa denizi sevmesi şarttır. Bu “vecize” de öylesine bir laf işte. Hangi amaçla keramet buyrulduğu üzerine ahkam kesecek değilim. Çok belli ki, iyi niyetle söylenmiş, hayat bilgisi aşılama amaçlı “kılavuz” bir cümle bu. Herhangi bir sakızın içinden çıkan o kağıt parçalarında rastlanması da çok muhtemeldir. Yaşam tecrübesinin insan aklından çıkıp küçük bir çiklete sarılı kağıt parçasında yer buluşu, tam bir kapitalist hınzırlıktır aslında, yeri gelmişken belirteyim. Barack Obama’nın partisinin resmi adayı oluşunun bu vecizeyle bir ilgisi olmayabilirdi. Ama “fırsatlar ülkesi” Amerika’da, fırsatın aslında büyük risklerle yan yana olduğunu anımsayınca, bir an bu vecize geldi aklıma. Belki de, diyorum, sakızdan çıkan bir kağıttan okudum bunu. Vecizeyi takip edersem, Barack Obama için “kaplumbağa” demem gerekir. “Başını kabuğundan bir çıkardı bakın ne kadar ilerledi” demem de. Ama demeyeceğim, diyemem. Amerikan tarihinde ilk siyah başkan adayı olduğu söyleniyor. Bu yanıyla ciddi ciddi tarih yaptığı düşünülebilir. Ama K luslararası İstanbul Müzik Festivali… Bu yıl 36. kez tekrarlanıyor. Her geçen yıl güçlenerek, niteliğinden, özgünlüğünden, çok renkli, çoksesli özelliklerinden asla ödül vermeden süregeliyor… Festivalin Aya İrini’deki açılış törenindeyim… İyi ki Bizans’tan kalma şu Aya İrini var, o da olmasaydı festival konserlerini gerçekleştirecek salon bulunamayacaktı 15 milyonluk bu şehirde! (Sahi 2010’da İstanbul Avrupa Kültür Başkenti olacak değil mi! Şaka gibi!!!) Hayır hayır, olumsuzluklara takılmayacağım… Bu akşamki konser, açılış konseri çok sevdiğim, sonsuz saygı duyduğum iki insana adanmış. Leyla Gencer ve Aydın Gün’e… Salt bu nedenle, bu gece hiçbir şey keyfimi kaçıramaz! Açılış törenini Defne Halman sunuyor: Konserden önce sponsorlara, destekçilere plaketler… Gerekli. Çünkü onlar olmasa festival olamayacak. En büyük alkış müzik festivali sponsoru Borusan Holding’e…Bizden de teşekkürler… Sıra Onur Ödülü’nde: Bu yıl Onur Ödülü Gürer Aykal’a verildi. Bu ülkenin çok sesli müzik serüveninde önemli bir yeri, onunla çalışanlar üzerinde derin etkileri var Gürer Aykal’ın. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası daimi şefi, Borusan Filarmoni Orkestrası’nın Genel Müzik Direktörü ve Şefi… Benim için bir de U ESİNTİLER ZEYNEP ORAL Düşler, Gerçekler, İzler büyük bir opera sanatçısı, rejisör, Ankara ve İstanbul devlet operalarının kurucusu değildi sadece. O aynı zamanda İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın da kurucularındandı. Bu festivali başlatanlardan biriydi. Aydın Gün ve Leyla Gencer… Birbirlerini nasıl da severlerdi! Uluslararası Leyla Gencer Şan Yarışmasını da önce düşleyen, sonra yaşama geçiren Aydın Gün’den başkası değildi. Aydın Gün’ün sahnedeki beyaz perdeden yansıyan bakışları, Aya İrini’yi dolduranlarla karşılaştığında hemen birbirimizi tanıdık… O yarenlik kucaklaşmaya dönüştü. Onu çok özlemiştik. Sonra sahnedeki perdede Leyla Gencer yerini aldı. Çeşitli rolleriyle, aryalarıyla…. Perdede el sallayan, veda eden fotoğrafı donup kaldığında, Şef Claudius Treaunfellner’in yönetiminde Viyana Kammerphilarmonie yerini almıştı bile… İşte o arya: “Addio del Passato”… Verdi’nin “La Traviata” operasında Violetta’nın, öleceğini hissetmesi üzerine söylediği arya… Geçmişe veda, hayata veda aryası… fildişi kulelerine çekilmeye meyilli şeflerden olmadığı için çok önemli Gürer Aykal. Köy, kasaba, dağda ya da ovada verdiği konserleri dinlemişliğim var. İnsana, topluma, toplumsal sorunlara yaklaşımı kolay bulunur türden değil. Müzik festivalinin “Yaşamboyu Başarı Ödülü” ise bu yıl Barok müziğin ustalarından, araştırmacı ve eğitmen kimliğiyle de tanına Katalan sanatçı, besteci ve orkestra şefi Jordi Savall’a verildi. (Onu “Dünyanın Tüm Sabahları” filminin unutulmaz müziklerinden de anımsayabilirsiniz.) Jordi Savall’ın, savaşlarla parçalanan dünyamızda şiddetten arınmak için yüreğimize barış düşüncesini yerleştirmemizi önermesi, güzelliğe, sanata ve müziğe daha çok yer vermemizi istemesi; konuşmasında Dostoyevski’nin “Dünyayı güzellik kurtaracak” ve Beethoven’in “En uzak insanlar, en uzak halklar arasındaki en yakın, en kısa yol müziktir” sözlerine yer vermesi, herkesi fethedecekti. Aydın Gün ve Leyla Gencer. Bu gece onlara adanmıştı. Aydın Gün, Yeryüzünün en güzel, en duygulu ve en acıklı aryalarından biri… Müziğin iç çektiği bir arya… Leyla Gencer’in eşsiz güzellikte söylediği ve çok sevdiği bir arya…. Şefin işaretiyle ilk notalar… Ve duru, tertemiz bir ses yükseldi… Soprano Yelda Kodallı’nın sesi… Olağanüstü bir yorumdu… Leyla Gencer için, hocası için, “Addio del Passato”yu söyleyen Yelda Kodallı’nın sesine gözyaşları karıştı… Onunki, benimki, birçoğumuzunki… Gecenin yıldızı viyolonsel sanatçısı Benyamin Sönmez’di (1983 doğumlu) Büyük usta Rostropoviç’in “yeni viyolonsel kuşağının başarılı temsilcilerinden” diye söz ettiği; ilk ödülünü 17 yaşında kazanan, sonra başarı skalasında hızla yükselen Benyamin Sönmez’den, orkestrayla birlikte Çaykovski’nin “Rokoko Çeşitlemeleri”ni dinlerken, içimden yeryüzünde iyi ki müzik var diye mırıldanıyordum. Müzik, belki şiddeti yok etmiyor, savaşları henüz ortadan kaldıramıyor… Ancak hiç kuşku yok ki, hayattaki en büyük teselli… Sevgili Aydın Gün, sevgili Leyla Gencer… İçiniz rahat etsin: Gürer Aykal’ların, Yelda Kodallı’ların, Benyamin Sönmez’lerin çıktığı bir ülkeden asla umut kesilmez… zeynep?zeyneporal.com Risi yaşama veda etti Kültür Servisi Ünlü İtalyan yönetmen Dino Risi’nin, 91 yaşında Roma’daki evinde yaşama veda ettiği açıklandı. Özellikle 2. Dünya Savaşı sonrası İtalyan toplumunu konu edinen yaklaşık 50 film için yönetmenlik koltuğuna oturan Risi’nin tanınmış filmleri arasında “Poveri ma Belli (Poor but Beautiful)”, “Belle ma Povere (Poor Girl, Pretty Girl)” ve “Il Sorpasso (The Easy Life)” yer alıyor. 1940’larda 20 kadar kısa metrajlı filmi yöneten Risi, 1950’lerde tamamen sinemayla ilgilenmek için Roma’ya yerleşti ve İtalyan komedisinin öncülerinden oldu. 1917 Milano doğumlu Risi, tıp eğitiminin ardından Risi Mario Soldati, Alberto Lattuada ve Mario Monicelli gibi yönetmenler ve Sophia Loren, Vittorio Gassmann, Alberto Sordi ve Ugo Tognazzi gibi oyuncularla çalışmıştı. 1974 yılında ‘Profumo di Donna Kadın Kokusu’ adlı filmiyle iki Oscar’a değer görülen sanatçı, 2002 yılında Venedik Film Festivali’nde ise tüm çalışmaları için ‘Altın Aslan’ ödülüne de sahip olmuştu. Ayçe Telırmak’ı kaybettik Kültür Servisi İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın sanatçılarından Ayça Telırmak, İstanbul’da hayatını kaybetti. Sanatçı Yenibosna Camisi’nde kılınan ikindi namazından sonra Kozlu Mezarlığı’nda son yolculuğuna uğurlandı. Ayça Telırmak; 197879 sezonunda Kent Oyuncuları‘nda ‘Tekrar Çal Sam’ ile oyunculuğa başladı. 198586 mevsiminde Vişne Bahçesi ile Şehir Tiyatroları‘na geçti. Telırmak’ın oynadığı oyunlar arasında Vişne Bahçesi, Afrikalı Peygamber, Ayrangeven, Diğerlerinin Adı Ali, Aşk Hastası, Memleketimden İnsan Manzaraları, Zirvedeki Kadınlar, Bernarda Alba’nın Evi de yer alıyor.