04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

18 C GÜNCEL CÜNEYT ARCAYÜREK haberlerin devamı 13 HAZİRAN 2008 CUMA AB İrlanda’ya kilitlendi AB, Fransa ve Hollanda’nın referandumla reddetmesinin ardından, İrlandalıların, ‘Lizbon Anlaşması’na dönüşen Avrupa Birliği anayasasına hayır demesinden korkuyor Çimen TURUNÇ BATURALP BRÜKSEL AB, birliğin yeni anayasası olarak kabul edilen “Lizbon Anlaşması”nın İrlanda’dan da geri dönmesinden endişe ediyor. Anayasa İrlanda’da yarın referanduma sunulacak. Adada yapılacak olan halkoylamasından “hayır” çıkarsa Lizbon Anlaşması planlandığı gibi 1 Ocak 2009’da yürürlüğe giremeyecek ve AB uzmanlarına göre bu durum AB’de yeni bir krize yol açacak. AB yanlılarının yoğun bir kampanya yürüttüğü İrlanda’da son yapılan kamuoyu araştırmaları “hayır”cıların az farkla önde olduğunu gösteriyor. “Hayır” diyenler, İrlanda’da kürtaj ve ötanazinin AB dayatmasıyla serbest bırakılması olasılığı, İrlanda’nın AB’deki oy ağırlığının yeni anlaşma uyarınca azalması, vergi sisteminde öngörülen değişiklikler gibi nedenler yüzünden Lizbon Anlaşması’na karşı. Avrupa karşıtlarının ikna edilme çabalarının yoğun olduğu gözlemlenen Dublin’de, aralarında iktidar partisinin de olduğu ayrı görüşlerdeki üç siyasi parti birleşerek AB ile aynı yolda devam etme mesajı verdi. 2005’te Fransa ve Hollanda’nın referendumla reddettiği AB anayasası, üzerinde yapılan değişikliklerle “Lizbon Anlaşması” halini almış, 13 Aralık 2007’de Lizbon’da imzalanan metin, yeni ismiyle 27 üye ülkenin onayına sunulmuştu. Üye ülkelerden yalnız İrlanda, Lizbon Anlaşması’nı ulusal parlamentosunda oylamak yerine halkoyuna başvurmayı tercih etti. 2007 Aralık ayından bugüne kadar yalnız 15 üye ülkede onaylanan anlaşmanın İrlanda tarafından onaylanmaması halinde İngiltere’nin de katılacağı bir zincirleme reaksiyon sonucunda rafa kaldırılmasından endişe ediliyor. Referandum öncesi yakın markaja alınan İrlanda’ya nisan ayında Almanya Başbakanı Angela Merkel, Avrupa Parlamentosu Başkanı Hans Gert Pöttering ve AB Komisyonu Başkanı ziyaret düzenlemişti. GÜNDEM MUSTAFA BALBAY Türban Sorunu Yok Yasama Sorunu Yaşanıyor(muş)... yorlar. Bakanlar Kurulu toplantısından sonra sözcü Çiçek Cemil’in açıklamaları bu saptamayı doğruluyor. Üstelik Çiçek Cemil’in öne sürdüğü görüşler RTE’nin öne süreceği çözüm olasılıklarına hazırlık niteliğinde. Ne diyor hükümet sözcüsü; “Meclis’in 411 gibi büyük çoğunlukla aldığı karara ve Meclis’in yetkisine müdahale edildi”. Kim müdahale etti? Anayasa Mahkemesi! Öyleyse türban yasağını kaldıran anayasa değişikliğinin ret edilmesi “AKP’nin sorunu değil, bir demokrasi sorunudur, yasama erkine müdahale anlamındadır. Evvela bunun netleşmesi lazımdır ve bu sorun çözülmediği sürece Türkiye’de demokrasi nereye gidiyor sorusu sürekli gündemde olacaktır”. Sonuç; “türban sorunu sadece AKP’nin değil, TBMM’nin sorunudur ve TBMM bu sorunu çözmek zorundadır”. Gerekçe belirlendi. Geriye, iktidarın istemi doğrultusunda TBMM’nin bu sorunu hangi yoldan veya biçimde çözmeye girişeceği kaldı. Çiçek Cemil, patronuna saygılı, üç aşağı beş yukarı ortaya çıkan çözüm olasılıklarını söylemiyor. Onu da RTE’ye bırakıyor. ??? Çiçek Cemil’in söylemleri arasında haklı denilebilecek bir vurgulama var. Diyor ki: “…Şunu da hepimiz kabul ediyoruz ki, bir demokratik ülkede herkesin yaptığı işin anayasa içinde ve çerçevesinde kalması şarttır…” Çok doğru. AKP türban sorununu çözeceğim diye anayasayı zorlayan önerilere bel bağlamasa, anayasa içinde ve çerçevesinde kalmayı sindirebilseydi, türban türban diye anayasa içine sığmayan olanakları zorlamasaydı.. bugünleri yaşamayacaktık... Ama nerede? Başında kavak yelleri esen bir lider, yüzde 47 ile ne olduk delisi olan bir parti.. sonunda başını vurdu Anayasa Mahkemesi duvarlarına. Şimdi düştüğü çukurdan çıkabilmek için çoğunluğu elinde tuttuğu TBMM’de diğer partilerin de katkısıyla iddiasını (türbanı) yaşama geçirmeye ve bu iddiayı çoğunluğun değil, bütün partilerin sorununa dönüştürmeye çalışıyor. ??? Dolaylı ve dolambaçlı yoldan bütün partileri türban sorununun çözümüne, Yüksek Mahkeme’nin yetkilerini budamaya ortak etme çabası içindedir AKP ama, olayı bir yasama sorununa dönüştürmeyi içeren kendine özgügerekçeler sıralarken, her nedense türban sözcüğünü ağızlarına almamaya özen gösteriyorlar. Bir soru bir yanıt, olayı doğruluyor. Soru: “Gelinen noktada Anayasa Mahkemesi ile yasama arasındaki sorunu aşmak için bir formülünüz var mı? Türban meselesi kapandı mı?” Çiçek Cemil’in uzun yanıtında türban sözcüğüne de, türban meselesinin kapandığına da değinen tek cümle yok. Ama Yüksek Mahkeme ile Meclis arasında var olduğunu öne sürdükleri sorunu çözmek üzerine, daha önce söylediklerini yineleyen bir araba dolusu laf var. Dönüp dolaşıp aynı kanıyı yineliyor: “Evvela tasarrufu yapan TBMM’nin bu konuyu oturup gündemine alıp değerlendirmesi gerekir” diyor. Çiçek’in açıklamaları, RTE’nin yaptığı açıklamaların, irdelemelerin önsözü gibi. Perşembenin gelişi çarşambadan bilindiği gibi; Çiçek, salı açıklamalarını pazartesiden duyuruyor. Fakat hükümet (RTE) adına konuşan sözcü Çiçek Cemil’e basın toplantısında şu soru yöneltiliyor: “…10 ve 42’deki değişikliği başörtüsü ya da türban takan öğrencilerin önündeki engeli kaldırmak için yapmadınız mı, o ismi kullanmak istemiyorsunuz. İkincisi, ortada bir sorun varsa, 82 Anayasası net anlaşılmıyorsa, bu yetki kargaşaları yaşanıyorsa, bunun düzeltilmesi konusunda önümüzdeki dönemde atılması gereken somut adımlar nelerdir?..” Sözcü, dakikalardır hükümetin (tabii partinin) bulduğu yol ve yöntemleri anlatıyor, lakin basın toplantısındaki son soru bu anlatımların kamuoyunu tatmin etmeyecek düzeyde olduğunu vurguluyor. Hükümet, türban sözcüğünü ağzına almamakta ısrar ediyor. Çareyi yine çoğunlukta oldukları TBMM’nin bulacağını söylüyor. Tabii sorunun çözümünü bütün partilere bağlama çabasını, bu çabayı TBMM çatısı altına sürüklemeyi öngören iktidar görüşü kabul görürse... Siyasal Yelpaze... aşadıklarımız gösteriyor ki, bir ülkede demokrasinin karaya değil de rayına oturması için iki temel gereksinim var: 1 İktidarların güçlü seçeneklerinin olması... 2 Denetim mekanizmalarının sağlam ve ödün vermez olması... Türkiye’de kim iktidara gelse ilk şunu söylüyor: Seçeneğimiz yok... AKP de aynı yolun yolcusu ama, önemli bir farkla: Oluşturduğu medya gücünün de desteğiyle, seçenek olabilecek partileri ve hareketleri zayıflatıyor. Bununla da yetinmiyor, işine gelmeyen devlet kurumlarını da eritmek ya da bitirmek için her şeyi yapıyor. AKP’li Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet İyimaya’nın soyadıyla ters önerisi bunun bir örneği. Ankara kulislerinde sorulan sorulardan biri şu: AKP’nin karşısına güçlü bir seçenek çıkabilir mi? Soruyu biraz daha açmak gerekirse; mevcut partiler içinde AKP’ye rakip olabilecek var mı, yoksa yeni arayışlar bu sonucu verir mi? AKP, geldiği kökü kuruttu. Erbakan’ın Saadet Partisi, çekirdek bir kulüp havasında. Bu çekirdekten güçlü filizlerin yükselmesi zor. Zira, tarikatlar ve cemaatler imanın yanı sıra paranın da tadına vardı. AKP, o kökün üstüne, genleriyle oynanmış ürünler örneği, bambaşka bir yapı oluşturdu. ??? AKP kendi köküne seçim barajı suyu dökmekle kalmadı, merkez sağı da bitirdi. AKP’nin merkez sağ kökenlileri, yerlerini beğendiklerinden ya da başka gidecek yer bulamadıklarından olsa gerek, kalmaya devam ediyorlar. Merkez sağın iki partisine gelince... ANAVATAN ve DP’nin başında bulunan genel başkanlar sanki şöyle bir görev almışlar: Bizden artık bir şey olmaz. Merkez sağda hareket yaratabilecek kişilerin çıkmaması için bizim genel başkanmış gibi görünmemizde fayda var. Kapıları tutalım ki, başka biri girip AKP’nin karşısına rakip olmaya kalkmasın. Biz, partilerimizi AKP’ye zarar vermeyecek kadar yüzde 12’lik oylarda tutalım; böylece hem merkez sağ varmış gibi olsun hem de yokmuş gibi AKP yürüsün! Her iki lideri de kutluyoruz... Görevlerini başarıyla yürütüyorlar. Böylesine “soylu mumlar” nereye kadar kendisini genel başkan olarak kabul ettirir, kestirmek zor. MHP’nin iç gündeminde de şu soru var: Siyasi yelpazede geleneksel yerimizi genişletebilir miyiz? Soruya şu yanıtı veriyorlar: AKP’ye oy veren kesimi kendimize çekersek, olabilir... Bunun için, AKP’nin kullandığı politik malzemeleri elinden almak ve bunları MHP’leştirerek dönüştürmek istiyorlar. Bize göre bu yol, MHP’yi AKP’nin kapsama alanı içinde tutmaktan başka bir işe yaramaz. ??? Girişteki iki şıktan birincisinin yarısını analiz ettik... Olası yeni hareketleri ve sol seçenekleri ayrıca sütuna yatıracağız... İkinci şıkka geçelim... Başta dokunulmazlıklar olmak üzere çeşitli nedenlerle Meclis’teki tüm denetim yolları işlevini yitirdi, elde bir tek Anayasa Mahkemesi kaldı. Mahkeme de bu işlevini yerine getirmekte kararlı görünüyor. AKP gibi tek parti iktidarlarında partinin iç denetim yolları da önemlidir. Ama bu AKP’de yok... Birinci şıkkı AKP’nin içine uyarlamak gerekirse; partide Erdoğan’ın seçeneğinin olmadığı konuşuluyor. Gül, Köşk’te kendini kollamakla meşgul... Arınç, ağzını tutamıyor, partiyi nasıl tutacak! Toptan? Toptan’ın çıkışları, ileride olası bir “lider arayışına” dönük olmasın! Y T ürban sözcüğünü söylemeden türban sorununu bütün partilere mal etmeye çalışı Bush Slovenya’daydı. (AP) AB ABD ZİRVESİ Haremselamlık kampanya İSTANBUL/ANKARA (Cumhuriyet) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın başlattığı ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın destek verdiği “AnneKız Okuldayız” kampanyasının tanıtımında salondaki konuklar haremselamlık oturdu. Türbanlı kadınların yanı sıra salonda çok sayıda kara çarşaflı kadının olması da dikkat çekti. Kampanyanın tanıtımı için gazetelere verilen ilanın yarısında da türbanlı bir kadın fotoğrafı yer aldı. AnneKız Okuldayız kampanyasının tanıtım toplantısı Harbiye’deki Cemal Reşit Rey Konferans Salonu’nda yapıldı. Toplantıya Emine Erdoğan, Milli Eğitim Bakanı Doç. Dr. Hüseyin Çelik, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu’nun yanı sıra çok sayıda sanatçı ve yurttaş da katıldı. Halk Bankası’nın da destek verdiği projede eğitime desteğin ön planda tutulduğunu belirten Çelik, “Bir millet hanımlarını okutmazsa fırsat eşitliği sağlanmaz. Hükümetim adına söylüyorum, bizim için kadınlara uygulanan her türlü ayrım ayaklarımızın altındadır” dedi. Konuşmaların ardından AnneKız Okuldayız kampanyasının protokolü imzalandı ve sembolik olarak ilk öğrencinin kaydını Bakan Çelik yaptı. Kayıtların ardından öğrencilere birer çanta verildi. Çanta verilmesi sırasında Emine Erdoğan’ın kadınları öperek ve sarılarak tebrik etmesi, erkeklerle ise sadece elinin ucu ile tokalaşması dikkatlerden kaçmadı. Kampanyanın tanıtımı için gazetelere verilen ilanda yer alan genç kadının başına pembe renkli bir türban taktığı, kafasının ve boynunun türbanla sıkıca sarılı olduğu görüldü. Avrupa’ya veda turu Dış Haberler Servisi ABD Başkanı George W. Bush’un başkanlık döneminin son AB ABD zirvesi Slovenya’da yapıldı. Bush’un 6 ülkeyi kapsayan “Avrupa’ya veda” turunun önemli eksenleriden birini, İran’ın nükleer programı oluşturdu. Zirveden önce AB dönem başkanı Slovenya’nın Cumhurbaşkanı Danilo Türk ile görüşen Bush, “Başkan olarak Avrupa’ya ilk ziyaretim Slovenya’dan başladı, Başkan olarak Avrupa’ya son ziyaretim de” dedi. ‘TÜRKİYE AB ÜYESİ OLMALI’ Bush, buradaki konuşmasında “Türkiye’nin AB üyesi olması gerektiğine inandığını” da tekrarladı. Öte yandan, ABABD zirvesi sonunda yayımlanan bildiride, ABD ve Avrupalı müttefikleri Tahran’a BM Güvenlik Konseyi’nin, “nükleer programı çerçevesinde uranyum zenginleştirme faaliyetlerine son vermesi” talebini yerine getirmesi çağrısında bulundu. Liderler, BM’nin mevcut yaptırımlarının yanı sıra İran’a karşı yeni önlemlere hazır olduklarını da ifade ettiler. Liderler, İran bankalarının nükleer silahların yayılmasını ve terorizmi desteklemek için uluslararası bankacılık sistemini suiistimal etmesini engellemek amacıyla birlikte çalışacaklarını belirtti. Bildiride, AB ile ABD arasındaki bağın kendini ispatladığı ifade edilirken zamanın en önemli sorunları karşısında etkin işbirliğinin devam edeceği kaydedildi. Kampanyanın tanıtımında salondaki konuklar haremselamlık oturdu. Gazetelere verilen bazı ilanlarda da türbanlı bir kadının fotoğrafına yer verildi. (Fotoğraf: NİHAN İNAL) ‘Cennet’e ‘Cehennem’ Projesi Oktay EKİNCİ “Fatih Sultan Mehmet’in 1453 yılında İstanbul’u fethettiği zamanki duygularını ifade eden herhangi bir sözünü bilmiyoruz; ama 1460 yılında Amasra’yı tepeden gördüğü andaki duygularını bilmeyen yoktur; ‘Lala, acep çeşmi cihan bura mı ola?’ demiş yanındakine..” Karadeniz kıyı kuşağımızdaki tarih ve doğa cenneti Amasra hakkında bunları söyleyen jeoloji yüksek mühendisi Şevki Bayraktaroğlu, aynı cennete, çağımızın en “kirletici” enerji yatırımlarından biri olan “termik santral” yapılmasına da şunları söylüyor: “Tarihin garip cilvesine bakın ki; şimdi Fatih’in hayran kaldığı manzaradaki Tarlaağzı ve Gömü köylerinin bulunduğu yere, 1100 megavat gücünde termik santral yapılmak isteniyor. Buna karar veren insanlar, tarihe geçen bir güzelliği hangi mantık ve hangi duygularla gözden çıkartabiliyorlar?” Sadece Bayraktaroğlu’nun değil, tüm Amasralıların uykularını kaçıran ilk haber, birkaç ay önce basında özetle şöyle yer aldı: “Amasra’ya 1100 megavatlık bir termik santral kurulmak üzere başlanan rını en aza indirmek için “hâkim rüzgâr”a göre yer seçimi yapılması gerektiğini belirten Bayraktaroğlu ise Amasra’da bunun bile göz ardı edildiğini; dahası depremsellik açısından da Tuna, Merkez, Sınır, Güney, Doğu, Kuzey fayları ve diğer deprem üreten fayların (Çakraz vb.) özellik ve yerlerinin nasıl değerlendirildiğinin de belli olmadığını anımsatıyor. Psikolog Cengiz Şıklı, bunlarla birlikte, yöredeki doğayla bütünleşen ve denizormantarih üçgeninde çok özel kültürel geleneklerle süregelen “sakin ve dingin yaşam”ın, santralın devreye girmesiyle olumsuz etkileneceğini belirtiyor. İşte bütün bu nedenlerle, Amasra’da termik santral kurmanın “insan hakları”na aykırı olduğunu vurgulayan kuruluşlarla birlikte, Peyzaj Mimarları Odası geçen şubat ayı başlarında Ankara’da da “kınama eylemi” düzenlemiş, imza kampanyası başlatmıştı. Odanın açıklamasında “Amasra, Türkiye’nin rüzgâr enerjisi potansiyeline sahip önemli bölgelerinden biridir. Termik santral yerine rüzgâr enerjisi sağlayan tesisler kurulmalıdır” denmesine rağmen bu yönde bir araştırma bile hâlâ başlatılmış değil. Aytmatov yaşamını yitirdi BİŞKEK (AA) Dünyaca ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov, böbrek yetmezliği sonucu tedavi gördüğü Almanya’nın Nünberg kentinde hayatını kaybetti. Kırgızistan Devlet Başkanlığı Basın Sözcüsü Dosalı Esenaliyev yaptığı açıklamada, Aytmatov’un yaşamını yitirdiğini bildirerek, yazarın ölümü ile ilgili olarak Devlet Başkanı Kurmanbek Bakiyev’in bilgilendirildiğini söyledi. Aytmatov, bir Rus televizyon kanalının belgesel çekimleri için gittiği Tataristan’ın başkenti Kazan’da 16 Mayıs’ta ani böbrek rahatsızlığı geçirmesi üzerine hastaneye kaldırılmış, ardından ambulans uçakla Almanya’ya nakledilmişti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yayımladığı mesajda Aytmotov’un ölümünden duyduğu üzüntüyü dile getirdi. 1928 yılında Kırgızistan’da doğan Aytmatov, 2. Dünya Savaşı sırasında babasız kaldığı dönemde çalışmaya başladı. Veterinerlik eğitiminin ardından, 1958 yılında Moskova Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne kabul edilen Aytmatov, Sovyet Komünist Partisi’ne ve Yazarlar Birliği’ne kabul edildi. Çeşitli gazete ve dergilerde muhabirlik ve editörlük yapan yazar, 1963’te ilk Lenin Edebiyat Ödülü’nü,1968’te de Büyük Sovyet Edebiyat Ödülü’nü kazandı. Aynı yıl Kırgızistan milli yazarı seçildi. Gorbaçov döneminde Sovyet Parlamentosu Kültür ve Ulusal Diller Komitesi Başkanlığı ve Sovyet Yazarlar Birliği Sekreterliği görevlerinde bulunan Aytmatov, Gorbaçov’un beş danışmanından biri oldu. Ülkemizde de “Selvi Boylum Al Yazmalım” adlı eserinin sinemaya uyarlanması ile tanınan Aytmatov, “Toprak Ana, CemileSultan Murat, Elveda Gülsarı, Dişi Kurdun Rüyaları, Cengiz Han’a Küsen Bulut” adlı eserleriyle geniş okuyucu kitlesine ulaşmıştı. inşaat hazırlığında 2007 yılında yüzde 1.2’lik ilerleme kaydedildi”. Oysa uzmanlara göre, ulusal enterkonnekte sistemdeki kaçak oranının giderilmesiyle, “çok daha fazla” enerji sağlanabileceği gibi; Amasra’daki hazırlıkta, santralın kurulacağı yer bile hâlâ kesin olarak açıklanmış değil... Nitekim BartınAmasra bölgesi yerleşme alanlarının içme suyu havzasında kömür sondajlarının başlaması üzerine bir kınama eylemi düzenleyen Bartınlıların, bu cinayete sonuna kadar direneceklerini söyleyen Belediye Başkanı Ahmet Altıntel, santral projesinin hiçbir bilimsel dayanağı olmadan dayatıldığını da ekliyor... Termik santral projelerinde, zehirli baca gazlarının bölgeye zara [email protected] ‘Cinayeti herkes biliyordu’ İstanbul Haber Servisi Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürüleceğini, Trabzon Jandarma Komutanlığı’nda görevli üst düzey rütbeli herkesin bildiği bir kez daha ortaya çıktı. Hrant Dink cinayeti sırasında Trabzon Jandarma Komutanlığı’nda istihbarat şube müdürlüğü yapan Yüzbaşı Metin Yıldız, Bolu Sulh Ceza Mahkemesi’nde talimatla alınan ifadesinde, Dink ana davasına sonradan dahil edilen sanık Coşkun İğci’nin cinayete ilişkin verdiği bilgilerin Albay Ali Öz’ün de katıldığı istihbarat toplantısında konuşulduğunu söyledi. Dink’in öldürüleceğini Başçavuş Okan Şimşek ve Uzman Çavuş Veysel Şahin’in kendisine söylediklerini, bunu Albay Ali Öz ve bütün rütbeli subayların katıldığı istihbarat toplantısında dile getirdiğini söyleyen Yıldız, “Veysel Şahin daha önceden tanıdığı Coşkun İğci’nin Hrant Dink’in öldürüleceğini Yasin Hayal’in bu iş için plan yaptığını söyledi. Ben de ertesi günkü istihbarat toplantısında İl Jandarma Komutanı Ali Öz’e bunu anlattım. ‘Arkadaşlar bu konuyu sonra görüşürüz’ dedi. Felçli öğretmenin Hollanda’ya iltica istemi tartışma yarattı Türkiye’de pasif ötanazi var Meltem YILMAZ Ötanazi’nin yasal olduğu Hollanda’ya iltica isteminde bulunan felçli resim öğretmeni Tuğrul Cankurt’un durumunu (50) değerlendiren hekimler, Türkiye’de “hastayı yaşatacak gerekli ortamın hekim tarafından bilinçli bir biçimde sağlanmaması, hastanın yaşamını uzatacak önlemlerin yine hekim tarafından alınmaması” anlamına gelen pasif ötanazinin uygulandığını belirttiler. Ölümcül hastalığı olan ve dayanılmayacak ölçüde acı çeken kişinin istemi üzerine doktorun yaşamına son vermesi anlamına gelen ötanazi konusunda bilim insanlarının görüşleri özetle şöyle: Türk Tabipleri Birliği Başkanı Prof. Dr. Gençay Gürsoy: Türkiye’de hastayı yaşatacak gerekli ortamın hekim tarafından bilinçli bir biçimde sağlanmaması, hastanın yaşamını uzatacak önlemlerin yine hekim tarafından alınmaması anlamına gelen pasif ötanazi uygulaması var. İstanbul Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Şevki Sözen: Ötanaziyi hekim kimliğimle değerlendirdiğim takdirde bunun yanlış olduğunu, hastayı kaliteli bir biçimde yaşatmak gerektiğini savunuyorum.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle