02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

9 MAYIS 2008 CUMA bilim/vaziyet Türkiye’nin sorunu İslamın sorunudur Türkler İslam dinini temel alan bir kültür dünyasının önemli üyeleridir. Osmanlı İmparatorluğu bu dünyanın 20. yüzyıla kadar Avrupa sınırındaki en büyük temsilcisi idi. Bu nedenle Türkiye’nin İslam toplumlarının en gelişmiş olanı olarak 1.5 milyar nüfusu olan Müslümanın geleceği ile ilgilenmesi, hem kültür bağı hem insanlık açısından temel bir görevdir.. Doğan KUBAN Türkiye ve bir ölçüde İran dışında, Müslüman toplumlar sömürge dönemi travmasından kurtulamamışlardır. Kaldı ki tümü politik bağımsızlıkları var gibi gözükse de, başta Amerika ve Avrupa olmak üzere, dış dünyaya ekonomik olarak bağımlıdırlar. Batılı ülkelerin eski sömürgeleri ile ekonomik ve kültürel ilişkileri de devam eder. İngiltere Hint Yarımadası, Singapur ve Afrika ile, Fransa Kuzey Afrika, Çin Hindi, Senegal, Çad gibi eski sömürgeleri ile, Hollanda Endonezya ile, Rusya eski Asya Sovyet cumhuriyetleri ile yakın ilişkilerini sürdürüyorlar. Bu ülkelerdeki Müslüman aydınların kullandıkları yabancı diller, Batıda okudukları ya da yaşadıkları ülkeler bu bağımlılığı açıkça kanıtlar. Jakarta’lı tüccar en çok Amsterdam ve Rotterdam’la; Senegal’li, Faslı, Cezayirli, Moritanyalı Fransa ile; Kenya’lı İngitere ile; Kazak ise Rusya ile iş görür. Türkiye bir sömürge dönemi geçirmemişse de, Saint Joseph ve Galatasaraylılar Fransa’ya, Robert College’liler Amerika’ya, Alman ve Avusturya Liseliler Almanya ve Avusturya’ya sempati beslerler. İkinci Dünya Savaşı sonundan Irak Savaşına kadar da kimisinin ki hâlâ devam etmek üzere Türkler Amerika hayranıdır. Petrol sultanları ise Amerikan ortağıdır. Fakat bu ilişkiler Arap petrolcülerinki gibi kucak kucağa olsa bile, bütün Müslüman ülkelerde bir İslam kimliği arayışı var. Müslüman aydınlar 19. yüzyıl sonundan bu yana Batıya politik, bilimsel, teknolojik, ekonomik olarak bağımlı kalmaktan kaynaklanan bir kavganın içindeler. Bu Müslüman kimlik zamanla Türk, İranlı, Arap, Endonezya’lı, Cezayir’li gibi ulusal kimliklere de bürünür. Ancak bu ikinci kimlik genelde, 20. yüzyıla kadar farkında olunmayan, daha doğrusu vurgulanmayan bir kimliktir. ÜSLÜMANLARIN KONUMU Bugün Müslüman kamuoyunun dünyayı algılaması, bir sevginefret perspektifi içinde, ve dünyayı üstün kılan bilim, teknoloji ve düşünce özgürlüğü parametrelerini akla getirmeden, bir haçlı savaşı niteliğine dönüştürülmüştür. Müslümanlar kendilerini hâlâ Ortaçağda sanıyor, ya da öyleymiş gibi davranıyorlar. Bir buçuk milyar Müslüman’ın zavallı konumu, gelişmiş ülkelerle kavganın içeriğinin anlaşılmamış olmasındadır. Bu aymazlık yüz yıldır sürüyor. Bunun sürüp gitmesinde Batı’lılar şeytanın sözcüsü rolü oynarlar. Batının İslam dünyasına üstünlüğü Hıristiyan olduğu için değil, tersine kavgayı din ideolojisi dışında bir alana taşıdığı için gerçekleşmiştir. Bu bilimsel öğretim ve bilgi, ve ona bağlı teknoloji alanıdır. Biz neredeyse üç yüz yıldır her şeyi ithal ediyoruz. Batıya karşı çıkmanın bile sözlüğünü Batıdan alıyoruz. Müslümanlar haçlı şövalyelerle değil, sanayici ve işadamları ve onları temsil eden politikacılar, üstün silahlarla donattıkları ordularla savaşıyorlar. Başka bir deyişle, 21.yüzyılın bilim ve teknoloji dünyasıyla 12. yüzyıl İslam ideolojisinin harekete getirdiği bir İslam karşılaşıyor. Üstelik Müslümanlar silahlarını düşmanlarından satın alıyor. ği kavgası yapmak bir budalalıktır. AKP’nin ve onun yardakçısı söylemin Huntington’u kullanması ve Mustafa Kemal’in ülkenin kurtulması için dile getirdiklerini görmezliğe gelmesi, acıklı bir gözlemdir. Eğer İslam kendi kimliği ile yaşayacaksa bu dışarıdan Amerikan yardımı alınacak bir giysi gibi bir kimlik değildir. Bunun Müslümanlar tarafından yaratılması gerek. Kaldı ki bunun silahı gizli değildir. Bu Batıyı dünyaya egemen kılan teknoloji silahıdır. Bu Irak’ta 600 000 kişi öldürebilen savaş silahına da dönüşebilmektedir. İslam dünyasının sorunu tektir: Ya bilim ve teknoloji üretecektir, ya da sömürge olacaktır. Nasıl oluyor da, iğrenç bir Batı propagandası ‘ya demokrasi, ya laiklik’ diye sahtecilik yapıyor. Çünkü ABD ve AB’nin hatta belki de bütün Hıristiyan dünyasının İslam sorunu sömürgeleştirme sorunundan ibarettir. AÇAR Yağmur Ekim C Vız 35 yıl önce, Cağaloğlu’ndaki Pembe Konak’ta stajyer muhabir olarak gazeteciliğe başlamıştım. Birkaç ay sonra Cumhuriyet’in 49. yılını kutlamıştık. Yunus Nadi’nin oğlu Nadir Nadi, uzaklaştırıldığı gazetesinin başına yeni dönmüş; İlhan Selçuk işkenceden, Oktay Kurtböke hapishaneden yeni çıkmıştı. 12 Mart faşizminin açtığı yaralar tazeliğini koruyordu. 1984’te 60. yılımızı kutlarken bu kez 12 Eylül faşizminin açtığı yaraları kapatmaya çalışıyorduk. 84. yılımızı kutluyoruz ve yine yara bere içindeyiz. Başyazarımız İlhan Selçuk polis tarafından sabahın köründe gözaltına aldıktan sonra dokuz saatlik ağır bir Bülent Arınç AKP’yi bağlamazmış. Yanıtı Denizlili çiftçi versin: “Külahıma anlat!” Yağmur Ekim 17 Eskiden: Irak’ta Kimyasal Ali. Şimdi: Türkiye’de kimyasal vali! G azetemiz Cumhuriyet’in 84. kuruluş yılını kutluyoruz. Cumhuriyet’i, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye Cumhuriyeti’nin ilan edilebilmesi için anayasa değişikliğini yapan komisyonun başkanı Yunus Nadi kurmuş; adını da Mustafa Kemal Atatürk koymuştu. Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan “Anadolu’da Yeni Gün” adıyla süzülüp gelen bir gazetedir Cumhuriyet... 84 yılın ötesinde koca bir çınardır bu gazete. Atatürk, Cumhuriyet’in ilanından sonra, Yunus Nadi’den İstanbul’daki gazeteyi Meclis’i açtığı 23 Nisan’da çıkarmasını istemiş. Fakat kuruluş çalışmaları tamamlanamayınca Cumhuriyet’in yayım hayatına başlaması iki hafta gecikmeyle 7 Mayıs’a kalmış. Tarih, tarih içinde... kalp ameliyatı geçirdiği için hastanede yatıyor. Polisin gazetemizin bahçesine girerek dövdüğü genç muhabir arkadaşlarımız kolu kırık, başı yarık hastaneden yeni çıktı. Ne oluyoruz? Gazetemiz niye bombalanıyor? Niye molotofkokteyli ile yakılmak isteniyor? Gazetemizi, Fransız Haber Ajansı AFP’nin dünyaya duyurduğu gibi Nobelli ve “Türkiyeli” ünlü bir yazarı öldürmek için çete kurmakla suçlanan İlhan Selçuk mu bombalatıyor? Yoksa bütün bu yaşananlar 22 Temmuz faşizminin ta kendisi mi! Ne halt ise! Biz, 19 Mayıs’lardan, 23 Nisan’lardan, 30 Ağustos’lardan, 29 Ekim’lerden geliyoruz. Sizin 12 Mart’larınız, 12 Eylül’leriniz, 22 Temmuz’larınız bize vız gelir vız! Yaşasın Cumhuriyet! LAİKLİK BİLİMİN KAPISINI RTE, Ortadoğu zirvesi yapacakmış... “Eşbaşkandır, ne yapsa zirvedir!” Gübre Erol Barutçugil: “Ülkesini babalar gibi satan adamın oğlu, olsa olsa b.k kralı olurdu.” Müslümanların bu denli aptal olmaları için bir neden yok. 9.12. Yüzyıl Abbasi İslam’ını, İspanya’da Müslüman egemenlik dönemini, sanayi devriminden önce Osmanlı devletini düşününce o zamandan bu yana tersine giden şeyin din olduğunu ileri sürmek, geri kalmışlık ve safsatadır. Bugünün mollaları Türkiye’ye matbaanın girmesine engel olan 16. Yüzyıl hattatları gibi konuşuyor. İSLAMI AVRUPALI BİLİYOR Avrupa İslam tarihini ve İslam’ı Müslümanlardan daha iyi incelemiştir. Müslümanlar kendi tarihlerini Batılı bir sistematik ve yorum içinde Batıdan öğrenmişlerdir. Müslüman tarihçileri ve bilim adamları tartışmalarında referans olarak Batılı kaynakları kullanıyorlar. 19.20. Yüzyıl İslam’ını da en iyi Batılılar incelemiştir. 19.20. Yüzyılların İslam kimliği sömürge kimliğidir. Batılılar o sömürge İslam’ının sürüp gitmesinden hiç de şikâyetçi değillerdir. Ilımlı İslam projesi 19. Yüzyılı hortlatmak isteyen bir sömürge projesidir. Ne var ki Batının silahı ve Batının düşüncesiyle Batı karşısında İslam kimli M Avrupa Anayasasındaki uyum kararlarını alması istenen Türkiye’nin, Avrupa Anayasası ilkesine uymasının gerektiğini niye ileri sürmüyorlar? Çünkü demokrasi okumamış toplumda tutucu söylem, laiklik ise bilim ve teknoloji kapısını açabilecek özgür eğitimdir. Kimileri bu safsataya abone olabilirler. Fakat bu gerçeği laf ebeliği ile örtemezler. İslam’ın kurtuluşu bilimsel eğitim ve teknolojidir. İran’ı örnek alabiliriz. İran kulağını Batı propagandasına tıkamış, atom bombası üretmeye çalışıyor. Bu olgunun doğası şudur: İran’da atom bombası yapımı İran’ın bilimsel eğitimine, bilgi birikimine dayalı bir proje değil, ele geçirilmiş bir knowhow’a dayalı bir projedir. İran birkaç tane atom bombası yapsa bile bu sadece kendi evinde saklanan cephanelik anlamına gelir. Bilimsel ve teknolojik altyapısı olmayan ülkelerin Amerika, Rusya, Çin’le atom savaşına girmeye kalkışmaları intihar olur. Oysa İsrail kadar eğitilmiş 60 milyon İranlı korku verici bir çağdaş güç olabilirdi. Tabii bunun gerçekleşebilmesi için İran’ın, nüfusunun yarısını oluşturan kadınlarını da erkekler kadar eğitmesi gerekir. Sorunun çağdaş bir insan gücü yaratmak olduğunu anlamayan bir İslam dünyasının geleceği karanlıktır. Teknoloji dünyasının müşterisi kalacak olan Müslümanlar, ellerinde dışarıdan alınmış silahlarla, Batıya sadece bir terör çetesi olarak görüneceklerdir. Müslüman toplumların eğitilerek, çağdaş eğitim düzeyinde üretmeye başlamalarının başka alternatifi yoktur. Bin tane atom bombası üreten bir ülke ileri bir teknoloji ülkesidir. Her gün yeni şeyler üretmeye devam edecektir. Birkaç atom bombası üretmek ise, İran ve Kuzey Kore bağlamında öğrendiğimiz gibi, terörist olmakla eş tutuluyor. Fütursuz SKİLERİN kullandığı bir sözcük vardır; çekinmeden, önemsemeden davranana “fütursuz” derler. Fütursuz davranış bazen cahillikten kaynaklanır bazen de karşısındakini ciddiye almamaktan. Bu herifler cahil olmadığına göre, fütursuzlukları Türk halkını önemsememekten, ciddiye almamaktan kaynaklanıyor. Bu herifler kim? Bunlar, Avrupa Birliği’nin orasındaki burasındaki koltuklarda oturup Türkiye üzerine ahkâm kesenler. Hemen birkaçını sayalım: Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, Avrupa Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, TürkiyeAB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk ve saire tipler. Bunlar şimdikiler; yarın Joost’un yerine “Höst”, Olli’nin yerine “Oha” ve Manuel’in yerine “Emanuel” gelebilir! Bunlar fütursuz oldukları kadar arsız, yüzsüz, utanmaz, arlanmaz tipler olarak da karşımıza çıkıyor ve bu doğrultuda “görev” yapıyor. Görevleri, Türk halkını ciddiye E almamak! Yaşananlara baktığınız zaman Türk halkını İslamcı iktidar da önemsemiyor ve ciddiye almıyor. Avrupalı heriflerin, Araplara özenen İslamcı iktidarla pek güzel anlaşmasının nedeni kendiliğinden ortaya çıkıyor. İşte 1 Mayıs! İstanbul’da halkın üzerine gaz bombası yağdıran ve hastane bahçelerini bile bombalamaktan kendini alamayan iktidarın silahlı kuvveti yani polis, insanların suratını tekmelemekten turistleri coplamaya kadar tam bir “faşist terörü” yaratıyor fakat Avrupa’daki heriflerden tık yok. Ama öte yandan Türkiye’de yargı, bir dava açtığı zaman etmedikleri laf kalmıyor, “demokrasi” maskesi altında yargının bağımsızlığına bile dil uzatabiliyorlar. O zaman akla şu soru geliyor: Yoksa bu herifler Adolf Hitler’in torunları mı? İslamcı iktidarın demokrasiyi ayaklar altına alarak faşizme özendiği bir ortamda Türk halkının, bu heriflerin ve bunlar gibilerin korumasına tabii ki gereksinimi yok; gölge etmesinler başka ihsan istemez. Ne var ki bu heriflerin fütursuzluğu, İslamcıları daha da fütursuzlaştırıyor. Bu fütursuzluğun sonunda bir de Türk halkı fütursuzlaşırsa; işte o zaman eyvah! Yeni ilaçlar Türkler üzerinde deneniyormuş... “Bize bir şey olmaz abi!” Kanıt Vahdi Bingöl: “Bütün kurum ve kuruluşların ahtapot gibi sarılması, ayakların baş olmasının kanıtı değil mi?” Boru Ömer Karabey: “Hortumlamaya son verdiklerini söyleyenlerin devlete boru hattı döşediğinin farkında mısınız?” Fetoş Erdem Gedikli: “Fetiş, cinsel coşku uyandıran karşı cinse ait eşyadır. Fetoş ise dinsel coşku uyandıran karşı devrim sapkınlığıdır.” Disk M. Ali Kılınç: “14 Nisan Cumhuriyet Mitingi’nde AKP’nin değirmenine su taşırsan, 1 Mayıs sabahı binanı işte böyle basarlar!” AKP pusuya yatmış... “Sırtına da kuzu postu geçirmiş!” Gazlı Nami Tepe: “Hastaneye gaz bombası atılması savaş hukukunda bile yasak ama ılımlı İslam demokrasisinde serbest!” Tutulma Levent Kırılmaz: “Ülkemizde aynen güneş tutulması gibi bir ‘cumhuriyet tutulması’ yaşanıyor. Geçecektir!” Üçleme Nami Tepe: “En az üç çocuk olmalı ki en az üç kadınla evlenebilsinler.” Slogan p Levent Dağaşan: “Türbanı destekleyen erkeklerin yeni sloganı: Dört karı hakkımız, öpe öpe alırız!” ürkiye’de İslam’la ilişkileri belirsiz sanal solcu aydınların takıntılarından biri, Avrupa’da Romantisizm’den bu yana üretilen antirasyonalizm’e müşteri olmalarıdır. Teknoloji esiri oldukları halde bazı aklı evveller, aklın bile modasının geçtiği konusuna insanları ikna etmeye çalışıyorlar. ‘Akla karşı kalp’ sözü romantik bir ‘fallacy’dir. Atom Bombası, silah, harp yani öldürme araçları insanın hayvanlarla ortak yanıdır. İnsan akıllı olduğu için öldürmek için araç kullanan bir hayvandır. İlginç olan öldürmenin de akıl ve bilime dayanmasıdır. Atom Bombası laboratuvarlarında Oscar Wilde’ın şiirleri okunsa da, fizik ve kimya egemendir. Romantik ve irrasyonel bir duygu takıntısına karşın küreselleşmenin serbest ticaret olduğunu, satılan malların da teknoloji ürünleri olduğunu hatırlamak gerekir. Bugün tarım ürünü teknolojidir. Kültür de teknolojidir. Teknolojiyi taşımak da teknolojidir. Kara para ödemek de teknolojidir. Teknoloji ise aklın ve bilimin egemen olduğu bir insan etkinliğidir.Dünyanın şamar oğlanı ve sömürgesi olmaktan duygularımızla kurtulamayız. Bütün bu tür tartışmalar yapılırken toplumun aydınlarının ve laik üyelerinin unutmamaları gereken bir tarihi gerçek vardır: Türkler İslam dinini temel alan AntiRasyonalizmin müşterileri T bir kültür dünyasının önemli üyeleridir. Osmanlı İmparatorluğu bu dünyanın 20. Yüzyıla kadar Avrupa sınırındaki en büyük temsilcisi idi. Bu nedenle Türkiye’nin İslam toplumlarının en gelişmiş olanı olarak 1.5 milyar nüfusu olan Müslüman’ın geleceği ile ilgilenmesi hem kültür bağı hem insanlık açısından temel bir görevdir. Bu bağlamda bizim Müslümanların İstanbul’a dikilecek Dubai kuleleri ile değil, Müslüman dünyanın 21. Yüzyıldaki geleceği ile ilgilenmesi çok daha önemlidir. Bunu da mollalar değil, sosyolog, antropolog, coğrafyacı, tarihçi ve dil bilimciler yapar. Bu 21. Yüzyıl için belki de en başta gelen büyük bir insanlık görevidir. Müslümanlar neyin savaşını vermeleri gerektiğini bile öğrenemediler. Batılıların onları geri görmelerinin nedeni budur. Müslümanlar dinlerinden oldukları için değil, ondan başka bir şey öğrenemedikleri için için parya gibi yaşıyorlar. İslam toplumlarının sorunu az Müslümanlık değil, çok Müslümanlık, çağdaş olamama, sömürülme, itip kakılma, Irak, Filistin, Afganistan gibi muamele görmedir. Dünya bizim Müslüman kalmamızdan memnundur. Bu bağlamda kişilerin inancı önemsizdir. Mevlana ya da Hayyam’ın, Babür ya da Ekber Şah’ın, Şiiler için Sünnilerin, Sünniler için Şiilerin inançları sorgu konusu olabilir. Fakat bu açık sö mürü kavgasının doğasını değiştirmiyor. Onun için Mustafa Kemal’in İslam tarihindeki yeri İslam’ı diğer toplumlarla eş kılmak için çabaları ve liderliği hâlâ paradigmatik olmakta devam ediyor. Onun için çağdaş olmazsak köle olacağız öngörüsü önem taşıyor. Çağdaş Batı dinden vazgeçmedi. Kaldı ki devletin laik olması Türk toplumunun ne içte ne de dışta dinsel kimliğini değiştirmemiştir. Devletin laik oluşu ne Fransızları Katolik ya da Protestan, ne de Rusları Ortodoks olmaktan ayırmamıştır. Çağdaş teknoloji toplumlarının sorunu dinsel kimlik sorunu değildir. Müslümanları kimse Müslümanlıktan çıkarmak istemiyor. Tersine dünya Müslümanları Müslüman olarak ve kendi Müslüman imgesinde olduğu gibi, cahil, geri kalmış, üçüncü sınıf halklar olarak görmekten memnundur. Cahil, geri ve fakir bu dünyanın İslam imgesidir. Her zaman yinelenecek tek bir gerçek var. Çağdaşlığa giden yol tektir. Bilimsel ve teknolojik üretimde dünya ile eşitlik. Dünya hâlâ çok kültürlüdür. Fakat sadece iki grup insan var: Fakirler ve zenginler. Buna karşın teknolojinin her yerde bir bütünlüğü var. Eski geleneklere, inançlara bağlı ayrıcalıklar vardır. Fakat Tokyo, Kalküta, Moskova, Ankara, Madrid’deki iyi yetişmiş insanları çağdaş yaşamları aynı nitelikleri taşır. Beyin Araştırmaları Antidepresan maddesinin sürpriz etkisi deneylerle beyindeki esnekliğin insanda da uyarılabileceğini sanıyorlar. Bulgunun beyindeki dejenerasyon bozukluğundan Alzheimer’e kadar yeni terapi yöntemlerinin geliştirilmesinde yardımcı olacağı sanılmakta. Araştırmacılar farelerde görme bozukluğu yaratmak için oldukça acımasız bir yöntem uygulayarak, farelerin tek gözünü dikerek kapatmışlar. Daha sonra ise bu gözü açarak diğerini dikmişler. Bunun ardından ise farelere dört hafta boyu Fluoxetin antidepresan ilacı verilmiş. Beyin akımlarının ölçümü ve davranış testleriyle de araştırmacılar fare beyninin antidepresan sayesinde iki gözü de eşit oranda kullanmayı öğrendiğini saptamışlar. Araştırmacılar bunu sinir hücrelerinin yeniden bağlanmasını sağlayan esnekliğin geri gelmesine bağlıyorlar. Bu esneklik yetişkin farelerde ve insanlarda gençlere göre daha zayıftır. Ancak antidepresanla, sinir hücrelerinin yeniden birbiriyle bağlanabilecek kadar “gençleştiğini” düşünüyor araştırmacılar. D epresyon tedavisinde verilen Fluoxetin etki maddesi beyni uyararak, yenilenmesini sağlıyor. Deneyler sırasında görme zorluğu çeken yetişkin farelerin görsel beyin bölgeleri yenilenmiş. Görme zorluğunda beyin sadece tek gözün bilgilerini işlemekte. Araştırmacılar son
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle