02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

9 MAYIS 2008 CUMA dizi Ermeni sorununun baş mimarları bugün de aynı rolü oynuyor OsmanlıRus Savaşı da 1877 Rusların bu amaçlarının ürünüdür ve savaşı gerçi Rusya kazanmıştır ama, bu savaş aynı zamanda Balkanlar’daki Rus emellerine de mezar olmuştur. Rusların desteğiyle yaratılan Muhtar Bulgaristan Prensliği Ruslara karşı bir durum almış, bağımsızlığına Rus silahları sayesinde kavuşan Sırbistan bile Avusturya’ya yaklaşır bir tutum içine girmiştir. Böylece Rusların Balkanlar’dan Akdeniz’e inmeleri imkânsız hale gelmiştir. Bu durumda elde kalan tek alternatif, acaba Ermeniler vasıtasıyla Kafkaslar üzerinden Basra Körfezi’ne veya Kilikya üzerinden İskenderun Limanı’na ulaşılamaz mı? İşte Ermeni Sorunu’nun embriyonu böylece yaratılmıştır. Ayrıntısını özetle de olsa göreceğimiz üzere emperyalist Rusya İngiltere rekabeti ve konuya değişik açılardan kendi çıkarları doğrultusunda katılan Fransa ve ABD, bu sorunun baş mimarlarıdırlar. Bugün de aynı rolü oynamaktadırlar, zira Ermenilere ödenecek diyet borçları vardır. Yerlerinden yurtlarından olan ve bu toprakların insanı Ermenileri kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirerek sonu olmaz bir yola sokanlar, bu sorunu sadece 1915 yılında alınan “zorunlu göç” kararına bağlayarak açıklayanlardır ve tam bir suçluluk kompleksi içinde kıvranmaktadırlar. 1915 olayları “Ermeni Sorunu Aysbergi”nin (iceberg) sadece görülen zirvesidir, oysa sorunun kökü çok derinlere gider. Bu anlamda olayların İttihat ve Terakki Partisi ve yöneticileriyle de bir ilgisi yoktur. Kimi Türk aydınlarınca da desteklenen ve İttihat Terakki yöneticilerini birer soykırım suçlusu olarak suçlayanlar ve bu görüşe destek verenler, 1915 yılı öncesinde olup bitenleri görmeyen veya görmek istemeyenlerdir ki, bu da tarihe şaşı bakmak olur, bizi gerçeğe ulaştırmaz. Örneğin, 1878 yılında İstanbul’un kapılarına kadar gelip Yeşilköy’e (Ayastefanos) dayanan Rus ordularının komutanı ve Çar’ın da amcası Grandük Nikola’yı ziyaret edip, ondan bağımsız bir Ermenistan kurulması için yardım isteyen Osmanlı tebası Ermeni Patriği Nerses Varjabedyan’ı anmaz ve bu ziyareti görmezden gelirsek, ekilen tohumları, yeşeren sorunları elbette görmez, göremeyiz. Oysa o günlerde ortada ne bir İttihat Terakki Partisi vardır, zira parti 21 sene sonra 1899’da kurulacaktır, hatta ne de Enver Paşa vardır. Enver Paşa henüz dünyada bile değildir ama Ermeni sorunu Osmanlı Devleti’nin gündemindedir. Gerçekten de örneğin ihtilalci birer parti olarak kurulan ve Anadolu toprakları üzerinde bağımsız bir Ermenistan kurmak için sonuna kadar savaşacağını, amaca ulaşmak için ise başvurulacak yöntemin terör olacağını açıkça kuruluş tüzüğünde ilan eden Hınçak Partisi 1887’de Cenevre’de kurulduğu zaman, Talat Paşa henüz 13 yaşında bir çocuk, Cemal Paşa ise 15 yaşında bir gençtir, muhtemelen her ikisinin de yaklaşan tehlikeden haberleri bile yoktur. Mutlak görülen odur ki, İttihat ve Terakki Partisi daha kurulmamışken, ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK C Demokrasi Kültürü? 13 E sonradan yöneticisi olacak olanların bir kısmı daha dünyada bile değilken, kimi yöneticileri ise birer çocukken Ermeni Sorunu vardır ve devletin güvenliğini ve bütünlüğünü ciddi şekilde tehdit etmektedir. Anlaşılan odur ki 1915 yılında bir zorunlu göç olayı yaşanmasaydı bile, Osmanlı Devleti benzeri bir kararı almak zorunda kalacaktı, zira Ermeniler Osmanlı Devleti’ni zecri tedbirler almak yolunda sürekli zorlamaktaydılar. 35 senedir süren ve tüm Anadolu’yu kana bulayan isyanlar bunun kanıtıdır ve esasen buraya kadar anlatılanlar birer tarihi gerçek olarak ortadadırlar ve hiç kimse tarafından da bir itirazla karşılanmazlar. mperyalist Rusya İngiltere rekabeti ve konuya değişik açılardan kendi çıkarları doğrultusunda katılan Fransa ve ABD, bu sorunun baş mimarlarıdırlar. Bugün de aynı rolü oynamaktadırlar, zira Ermenilere ödenecek diyet borçları vardır. la 1878’de Kıbrıs’a çıkmıştır. Bunun karşılığında İngiltere, Osmanlı Devleti’nin Rusya ile imzaladığı Ayastefanos Anlaşması’nı hükümsüz kılmış, konuyu Berlin Kongresi’ne taşımış ve Osmanlı toprakları üzerindeki İngilizRus rekabeti farklı bir boyuta ulaşmıştır. O ana kadar, takriben 100 senedir izlediği dış politika ile Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü koruma siyaseti güden İngiltere, artık görmüş ve anlamıştır ki, Osmanlı Devleti’nin sonu gelmiştir ve ne yapılırsa yapılsın onu ayakta tutacak güç artık yoktur. Bu durumda Rusların güneye inmesini engellemek üzere arada tampon devletler kurmak gereklidir, o halde Kafkaslar’ı ve Doğu Anadolu’yu içine alacak büyüklükte bir Ermenistan kurulmalı, bu kuruluş İngiliz desteğinde olmalı, böylece kurulacak Ermenistan bağımsızlığını Rusya’ya değil, İngiltere’ye borçlu olmalıdır. Birer Türk dostu olan Palmerston, Salisbury, Disraeli gibi hükümetlerin dönemi artık geride kalmıştır ve şimdi Gladstone yepyeni bir politika ile Osmanlı’nın karşısındadır. Kısacası “bağımsız bir Ermenistan kurmak için” şimdi iki ülke yarış halindedirler ve işin aslı, Rusya muhtar bir Ermenistan’dan yana değildir; zira Ermeniler bu kozu İran Ermenistanı’nda Ruslara karşı kullanacaklardır. Rusya, Doğu Anadolu toprakları üzerinde bir Ermenistan’dan yanadır, kendi topraklarında değil. Böylece Osmanlı Devleti’ne başkaldıran Ermeniler, özellikle 18781914 yılları arasında müteaddit defalar Anadolu’nun çeşitli yörelerinde ayaklanmalar çıkarmışlar, büyük katliamlara girişmişler, bunu engellemek üzere üstlerine gönderilen meşru güvenlik kuvvetleriyle çatışmışlar, alınan her tedbiri “Türkler bizi katlediyor” şeklinde dış dünyaya yansıtmışlardır. Oysa o günlerde devleti yönetenler ise doğal olarak ülkenin bütünlüğünü ve güvenliğini sağlamak çabasındadırlar. Doğal olmayan dış müdahalelere rağmen. İşte Ermeniler, muhtar bir Ermenistan devleti kurmak hayaliyle ve fakat aslında bir sıçrama tahtası görevini farkında olmadan üstlenmek üzere Ruslar tarafından böylece isyana teşvik edilmişler ve kullanılmışlardır. Bu oyunu gören İngiltere, Akdeniz’e inen ve Hindistan yolu için son derece hayati bir yere ulaşan Rusya’nın kendisi için ne denli tehlike olacağının bilinciyle karşı tedbir almaya çalışmış, bu meyanda, Hindistan yolu için son derece önemli bir stratejik konumu olan Kıbrıs’ı Rusya’ya karşı müştereken korumak önerisi ile Osmanlı Devleti’ne başvurmuştur. Savaştan henüz çıkmış olan Osmanlı Devleti bu öneriyi kabul etmek zorunda kalmış ve İngiltere bu maksat Kurtuluş Savaşı, Ermenilerin tüm hayallerini yıktı urdukları ihtilalci Hınçak (1887) ve Taşnak (1890) partileri ve bunların destekleyicileri vasıtasıyla dünya kamuoyunu sürekli olarak yanıltmışlardır. Her ayaklanma tam bastırılacakken dış güçlerin müdahalesini sağlamışlar, bu güven nedeniyle de her fırsatta yeniden ayaklanabilmişlerdir. Dünün sadık milleti artık Osmanlı’nın başındaki en önemli gailedir. Bu durum Birinci Dünya Savaşı boyunca da bütün şiddetiyle sürmüş, tüm emperyalist güçlerin desteği ve önderliğiyle tam hayal ettikleri devleti kurduklarını sandıkları anda bu kez Kurtuluş Savaşı, Ermenilerin tüm hayallerini yıkıvermiştir. Ermeni Patriği Nerses Varjabedyan, Rus İşgal Kuvvetleri Komutanı Grandük Nikola’dan şu sözü ve öğüdü almıştır: “…Size hiç kimse kendiliğinden vatan kuramaz. Bunu bizden de istemeyin, yapamayız. Eğer bağımsız bir devlet kurmak istiyorsanız ayaklanın, isyan edin. Biz gereken silah ve para yardımını yaparız. Hükümet güçleri üstünüze gelince de ‘Müslümanlar Hıristiyanları katlediyor’ diye dünyayı ayağa kaldırırız..” demişti. Bu öğüdü dinleyen Patrik, bu sözleri İngiliz büyükelçisine aynen söyleyecek ve “…Avrupa’nın bizim bağımsızlık meselemizle ilgilenmesi için ille de oluk gibi kan akmasını görmesi gerekecekse, yakın bir zamanda tüm Anadolu’yu yangın yerine çevireceğimize emin olabilirsiniz” diyecektir. Büyükelçi Elliot, bu mesajı aynen K Londra’ya bildirecektir. O halde Osmanlı hükümeti ne yaparsa yapsın, gelecek günler karanlıktır ve Ermeniler sonu karanlık bir yola girmektedirler. Bütün bu hazırlıklar sürerken ortada ne bir İttihatçı hükümet vardır, ne de bir “zorunlu göç” kararı vardır. Böyle bir kararın zorunlu olarak alınması tarihine daha 25 (yazıyla yirmi beş) yıl vardır ama gene de oluk oluk kan akmaktadır ve cinayet işleyen Ermeninin işlediği cinayet yanına kâr kalmaktadır, zira derhal dış müdahale ve kapitülasyonlar devreye girmekte ve bu tür olayları konsolosluk mahkemeleri yargılamakta, çoğu kez de failler serbest bırakılmaktadırlar. Tıpkı günlerce süren, onlarca kişinin ölümüne, yüzlercesinin de yaralanmasına yol açan “Osmanlı Bankası Baskını” olayında olduğu gibi. Hatta Padişah Abdülhamit’e yapılan suikast olayında olduğu gibi. Her iki olay da dünyanın gözü önünde cereyan etmiş ve bu olayların failleri ellerini kollarını sallayarak ülkeyi serbestçe terk etmişlerdir. Osmanlı hükümetleri bunlara bile sabır göstermiş ve bir “göç” kararı almamıştır. 1880 yılından itibaren Doğu Anadolu’daki İngiliz konsoloslarından gelen raporlardan, bölgedeki Ermeni unsuru içerisinde hızlı bir örgütlenme ve silahlanma faaliyetinin öne çıktığı anlaşılmaktadır. Tüm İngiliz arşivleri, söylediklerimizi teyit eden belgelerle doludur ve bu belgeler tüm araştırmacılara açıktır. (Bk. F.O. 424/107, No.194, Ek 1; F.O.424/107, No.185 ve 212) Bu arada sosyal içerikli cemiyetler kurulmaktadır. Bunların ilki, 1860 yılında İstanbul’da kurulan “Hayırsever Cemiyeti”dir (Benevolent Union). Amacı Kilikya’yı kalkındırmaktır. Üyeleri arasında bulunan Hasip Şişmanyan ve Mıgırdıç Beşiktaşyan’ın Zeytun olaylarında rol oynadığı söylenmiştir. (Bak. Louise Nalbandian, The Armenian Revolutionary Movement, sf.71) 1870 ile 1880 arasında, Van’da “Araratlı”, Muş’ta “Okulsevenler” ve “Doğu”, Erzurum’da “Milliyetçi Kadınlar” isimli dernekler kuruldu. Sonra ilk üçü bir araya gelip birleşerek “Ermenilerin Birleşik Cemiyeti”ni kurdular. Bu sosyal amaçlı derneklerin yanı sıra, ihtilalci cemiyetler de kuruluyordu. 1878’de Van’da kurulan “Kara Haç” cemiyeti bunlardandı. ABD’deki Klu Klux Klan benzeri bir kuruluştu. Ermeni davasına destek vermeyen Ermenileri öldürerek kısa zamanda ünlenmişti. Öldürdüğü kurbanının alnına kara bir haç işareti kazıyor, böylece imzasını bırakıyordu. Kullandığı slogan “…kurtulmak istiyorsan komşunu öldür” idi. Bu emri yerine getirmeyen Ermeniyi ise kendileri katlediyorlardı. 1881’de Erzurum’da “Anavatan Müdafileri” (Pashtpan Haireniats) Cemiyeti kuruldu. Bu derneğin de gayesi Ermenileri silahlandırmaktı. İhtilalci bir parti olarak kurulan ilk kuruluş ise “Armenekan” partisidir. Kurucusu, aynı zamanda bir öğretmen olan Portakalyan, ihtilalci bir gençlik yetiştirmiş olmakla ünlenmiştir. Van’da oturması yasaklanınca 1885’te Fransa’ya gitmiş, Armenia gazetesini yayımlamış ve “kan dökmeden hürriyetin kazanılamayacağı” sloganını yaymaya başlamıştır. İşte Portakalyan’ın talebelerinden olan dokuz öğrenci bir araya gelip, Armenia gazetesinin isminden yola çıkarak, 1885 yılında Armenakan Partisi’ni kurdular. (Bk. Kâmuran Gürün, Ermeni Dosyası, sf. 129) Bu gazetenin Türkiye’ye girmesi 1885, Rusya’ya girmesi de 1886 yılında yasaklanacaktır. Armenekan Partisi’nin kuruluş amacı, ihtilal yoluyla Ermenilerin kendi kendilerini idare hakkını ellerine almalarıdır. Parti programında bu husus belirtilmektedir. Partiye sadece Ermeniler girebilir. Halkı silahlı eyleme hazırlamak, onlara silah sağlamak, diğer ihtilalci kuruluşlarla işbirliği yapmak, partinin amaçları arasındadır ve sene henüz 1885’tir. Yani bu hazırlıklar 1. Dünya Savaşı’nın başlamasından 20 sene önce yapılmaktadır. Dikkati çekenler arasında elbette İhtilalci Hınçak Partisi önde gelir. Bu parti 1887 yılında Cenevre’de kuruldu. Paris’te okuyan, Marksist ve hali vakti yerinde öğrencilerin kurduğu bir partidir. Portakalyan’ın Armenia gazetesinin okurları çevresinden bir grup, partiyi kurmuşlardır. B İ T T İ İşyerine girmekte olan muhabirimiz Ali Deniz Uslu, arkasından gelen polisi fark ederek kendini korumaya ve gazeteci olduğunu anlatmaya çalışıyor. Ancak cop darbelerinden kurtulamıyor. Polis, muhabirimizin kolunu kırdı İstanbul Haber Servisi 1 Mayıs’ı kutlamak isterken polisin müdahalesinden kaçarak gazetemize sığınan eylemcilere saldıran polis, muhabirlerimiz Esra Açıkgöz ve Ali Deniz Uslu’yu da yaraladı. Gazete binası içinde, sağ kolu dirseğinden kırılan Uslu, ameliyata alındı. Olay sırasında bahçede bulunan, başından ve kalçasından darbe alan Açıkgöz, tedavisinin ardından hastaneden taburcu edildi. Görüntüleri gazetemizin güvenlik kamerasına da yansıyan polisler hakkında suç duyurusunda bulunuldu. Şişli’de Cevahir İş Merkezi’nin önünde toplanarak DİSK binasına ulaşmak isteyen grup, polisin biber gazı ve coplarla müdahalesi sonucu, gazetemizin bulunduğu Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sokak’a doğru dağıldı. Polisin takibi nedeniyle gruptan birçok kişi gazetemiz binasına ve bahçesine sığındı. Bu sırada gazeteye girmek üzere olan gazetemiz Pazar Dergi muhabirleri Uslu ve Açıkgöz, polisin saldırısına uğradı. Bina bahçesinde polis tarafından coplanan Uslu’nun kolu kırıldı. Gazeteci olduğunu söylemesine karşın dövülen Açıkgöz de başından ve kalçasından yaralandı. Osmanoğlu Kliniği’ne kaldırılan Uslu, ameliyata alındı. Uslu’nun dirseğinden kırılan sağ koluna platin takıldı. Açıkgöz de tedavisinin ardından taburcu edildi. Şişli Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nden rapor alan Açıkgöz, gazetemizin avukatlarıyla Şişli Adliyesi’ne giderek polisler hakkında suç duyurusunda bulundu. Saldırıları kınayan Türkiye Gazeteciler Sendikası Yönetim Kurulu, “Polisin şiddeti, görevi başındaki gazetecileri de hedef aldı. Hükümetin bu tavrını kınıyoruz” açıklaması yaptı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nden yapılan açıklamada da “Kaba kuvvete başvuran polislerin mesleklerini yapan gazetecilere yönelik bu tutumunu protesto ediyoruz. Orantısız güç kullanılmıştır” denildi. 1 Mayıs günü için hafta başında açıklama yapan TGC, İstanbul Valiliği’ne yazı göndererek gazetecilerin 1 Mayıs’ta görevlerini yapabilmeleri için gerekli önlemlerin alınmasını istemişti. Yapılan uyarılara karşın basın mensuplarının güvenlikleri sağlanmadı. DİSK Genel Merkezi önü ile Şişli ve Taksim arasında yaşanan çatışmaların arasında kalan birçok gazeteci, yoğun gazdan etkilendi. Anadolu Ajansı kameramanı Engin Morgül ve Reuters kameramanı Bülent Usta da polis şiddetine maruz kaldı, gazetecilerin kameraları kırıldı. lkemizde siyasetin söylemi, giderek “demokrasi kültüründen” uzaklaşıyor; demokrasiye zarar verir bir noktaya taşınıyor. Siyasetin önde gelen sözcüleri, demokrasinin temeli olan özgür düşünceye ve demokrasinin işleyişine tümüyle ters düşen sözleri kamuoyunda egemen kılıyor. Demokrasinin düşünsel temelleri göçüyor. ??? Başbakan kendisi gibi düşünmeyenleri eleştirmek için neredeyse sürekli olarak Kuran’a başvuruyor; ikide bir yinelediği Araf Suresi’nin 179. Ayeti’dir. Ayet şöyle: “Ant olsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıpanlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır.” Başbakan, ayetin daha çok ikinci tümcesini kullanıyor. Karşıtlarını, “anlamaz, kör ve sağır” olarak nitelendiriyor. Oysa bu nitelemenin başında bu kişilerin “cehennemlik” olduğu; sonunda da aynı kişilerin “hayvan gibi”; “hatta daha aşağılık” oldukları vurgulanıyor. Bu anlayışın demokrasinin temel değerleriyle uyumlu olduğu söylenemez. Başbakan karşıtlarını yalnız aşağılamakla, hatta onları hayvan saymakla kalmıyor; onlara verilecek cezayı da kendisi kesiyor; “cehennemlik” diyor. Oysa demokrasilerde hesap bu dünyada verilir ve nasıl verileceği de açıktır: Oy sandığında ya da yargıda. Hesabı öbür dünyaya bırakan anlayış, “hesap vermeyi” de doğal olarak oraya bırakır ki bu da demokrasi olmaz! Başbakan, çok eşitlikçi(!) bir görüşle geçen gün işçileri “ayaktakımı” olarak adlandırdı. Bu anlayışın uygulaması gecikmedi; 1 Mayıs’ta, “hesabı” önceki benzerleri gibi “hiç sorulmayacak”, gerçekten korkunç bir polis devleti anlayışı sergilendi. Ezilen, ayaklar altına alınan, aslında emekçilerle birlikte demokrasi kültürünün kendisiydi. ??? Geçen hafta sonu CHP kurultayı vardı. Kurultay ve kongrelerde, kuraldır, yöneticiler, “hesap” verir. Böyle olmuyor. Kurultaydan günler önce Ankara cadde ve meydanlarının panolarını CHP Genel Başkanı’nın sözleri süslüyordu. Bunlardan biri, “Verilecek hesabımız yok, sorulacak hesabımız çok” diyordu. Bu sözlerin gerisinde Genel Başkan’ın parti içinde kendi seçmenine hesap verme gibi bir düşüncesi bulunduğu söylenebilir mi? Aynı panolarda Genel Başkan’ın bir başka sözü de şuydu: “Çekil aradan... Din de bizim... Millet de bizim... Devlet de bizim.” Aradan çekilmesi istenilen kişi Başbakan olmalı. Başbakan yok olursa, bu üçlü, yani, din, devlet ve millet, bizim mi olacak? Nasıl olacak? Çok da acımasız bir anlayış var. CHP Genel Başkanı, onca yoğun baskıya karşın kendisi için “imza vermeyenlere” ve onlarla birlikte olan muhalefete, “Gidin partinizi kurun” dedi. Demokrasilerde, “oy vermeyeni kovmak” düşünülemez. Kaldı ki yoğun baskılara boyun eğmeyen, vaatlere ödün vermeyen ve demokrasi adına kutlanması gereken bu insanları, yıllar boyu, emeklerini, maddi ve manevi varlıklarını, daha doğrusu “yaşamlarını karşılıksız verdikleri” CHP’den kovmaya, Genel Başkan dahil, kimsenin hakkı yoktur ve olmamalıdır. ??? Yukarıda sıralananlar, son haftanın örnekleri. Oysa uzun bir süredir, bunlar gibi, demokrasi kültürünü zedeleyen çok sayıda örnek gösterilebilir. Bu gidiş iyi değil. Genel kamuoyu ve özellikle de yeni kuşaklar bir yanlış demokrasi kültürüyle besleniyor. Bu tür söylemlerin genç beyinlerin kapılarını özgürlükçü düşünceye açması nasıl beklenir? Devletin görevlilerinin, özellikle de güvenlik güçlerinin ve siyasetle uğraşan diğer insanların demokratik davranması istenebilir mi? Yanlış beslenen demokrasi de bir türlü büyüyemiyor; emeklemekten, çocukluktan kurtulamıyor. ??? Yazının sonunda, CHP’de kurultay sonrası ile ilgili “yarıözel” bir not düşmem gerekiyor. Kurultay, CHP üst yönetimine büyük bir görev ve sorumluluk yükledi: Başarılı olmak. Başarı, “dışa dönük” çalışmalarla sağlanır; parti içinde kurultayda konuşma hakkı bile elde edemeyen muhalefetle uğraşmakla ve onları cezalandırmakla değil. Eğer CHP üst yönetimi öncelikle “kendi yanlışlarından” dersler çıkarmayı başarır; demokratikleşme ve ekonomik gelişmede “ilerici ve öncü” olur ve halkla kucaklaşırsa, seçmen desteğini elde eder. İmza vermeyenler ve onlarla birlikte olan muhalifler, bu satırların yazarı dahil, CHP’nin, demokratikleşerek, yenileşerek ve değişerek güçleneceği görüşündeler. Muhalifler, şimdiye dek olduğu gibi, bundan sonra da “her koşulda” partileri CHP’nin güçlenmesi için çalışacaklardır. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın! [email protected] Ü
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle