Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
16 Orhan Kemal’in ‘El Kızı’ yeniden... C kitap KULE CANBAZI SUNAY AKIN 9 MAYIS 2008 CUMA Cumhuriyet’in ilk yıllarında bir aile Orhan Kemal, El Kızı’nda, bir ailenin acıklı öyküsünü derinlemesine irdeliyor, yaşanan dönemi ayrıntılarıyla yansıtıyor. Yurdumuzda, Cumhuriyet’in ilk yıllarından 1950’lere değin geçen süreçte toplumun uğradığı değişimlere de tanıklık ediyor. Hasan AKARSU El Kızı, usta yazar Orhan Kemal’in romanı. El Kızı’nı yeniden okurken bu kez bir benzerlik ilgimi çekiyor. İyi ki “Önemli Not” yayımlanmış diyorum, iyi ki okumuşum onu da. Orada, tamamlanmamış bir roman olarak yayımlanan 93 Harbi’nde, Telgrafçı Naşit Efendi’nin 78 yaşlarındaki kızları Ziynet ile ablası Şefika, Plevne yenilgisinin ardından gelen karışıklıkta, Edirne’ye doğru giden bir at arabasına alınıyorlar. Şefika İzmirli bir tüccara veriliyor, Ziynet ise İstanbul’da bir sorgu yargıcının evine hizmetçi oluyor. El Kızı romanındaki Hacer Hanım, işte buradaki Ziynet olarak karşımıza çıkıyor. Hacer Hanım’ın sorgu yargıcının evindeki hizmetçiliğiyle başlayan yaşantısı roman boyunca sürüklüyor bizi. El Kızı romanında olaylar, İstanbul’a yakın, denize kıyısı olan bir kentte ve İstanbul’da geçiyor. Fırtınalı bir gecede, kıyı kayalıklarına vuran 45 yaşlarındaki bir kadın cesedi balıkçılar tarafından görülüyor ve karakola haber veriliyor. Savcı, emniyet müdürü ve doktor Haldun cesedi inceliyor. Parmağındaki elmas taşlı yüzüğü kayda alıyorlar. Romanın başında öldüğü saptanan bu kadının Hacer Hanım’ın gelini Nazan Hanım olduğunu anlıyoruz ve onu ölüme götüren süreci izliyoruz. Hacer Hanım’ın 93 Harbi’ndekine benzeyen yaşamöyküsü şöyle: Karaorman’dan göç ediyor, oradaki çiftliklerini anlatıyor. Büyükannesi saraydan emekli, bir uçları saraya uzanıyor. Hacer’in babası telgrafçı. Plevne yenilgisinden sonra yaşlı bir arabacı Hacer’le ablasını arabaya alıp Edirne’ye götürüyor. Ablası İzmirli bir tüccara evlatlık veriliyor. Hacer ise İstanbul’da bir mülazımın kötürüm kızına bakıcı oluyor. Mülazımın eşinden dayak yiyor. 14 yaşına gelince evlilik düşünmeye başlıyor, serpilip gelişiyor. Meyhanede içip eve geç gelen mülazım, Hacer’in odasına girip onunla oynaşıyor. Hacer’i, saf bulduğu Mübaşir İsmail’le evlendiriyor, onların evlerine gidip Hacer’i yine kullanıyor. Hacer, komşuları olan topçu subayına âşık oluyor ve Rumeli’ne atanan subayla birlikte gidiyor. Ondan hamile kalıyor. Topçu subayı komitacılar tarafından öldürüldüğünde Hacer, karnında bebeğiyle İstanbul’a, evlendiği mübaşir İsmail’e dönüyor. Bebeğini doğuruyor ve adını Mazhar koyuyor. Hacer, Mazhar’ı hizmetçilik yaparak büyütüyor, hukukta okutuyor. Mazhar, hukukta okurken komşu kızı Nazan’a tutuluyor. Annesi kız için “hizmetçi ruhlu” dese de onunla evMazhar Bey, kentin en iyi avukatı olup büyük bir dava alıyor üzerine. Hasım, zengin bir fabrikatör. Fabrikatör davayı yitirirse malının dörtte üçünü yitirmiş olacak. Mazhar’a rüşvetler, büyük paralar öneriliyor. Rüşvet almayınca korkutmalar başlıyor. Bir gün Mazhar’dan arada sırada rakı parası sızdıran Deli Tevfik gelip, “Bu kez seni öldürecekler” diyor. Mazhar Bey, keşiften dönerken köprü yıkılıyor ve arabadakilerle birlikte ölüyor. Köprünün ayaklarının testereyle kesildiği saptanıyor sonra. Ölümünün ardından Jale, malları paylaşıp Haldun’u da alarak İstanbul’a yerleşiyor. İki kez evlenip ayrılan bir mühendis talip oluyor Jale’ye. Onunla evlenip İzmir taraflarına gidiyor. Haldun’u da çocukları olmayan Avukat Nihat ile Hikmet Hanım evlatlık alarak büyütüyorlar, okutuyorlar. Bu arada bir de kızları oluyor, adını Nermin koyuyorlar. Nermin, serpilip geliştikçe Haldun’un ilgisini çekiyor. Biri evlatlık, diğeri öz evlat birbirine âşık oluyorlar. Haldun tıp okuyup doktor çıkıyor. Küçük kıyı kentine doktor olarak atanıyor. Nermin’le nişanlanıyorlar. Nazan, oğlunun izini buluyor küçük kıyı kentinde. Muayenehanesine gidip temizlik yaparak para alıyor oğlundan. Yüzünde yara izi olduğunu görüyor doktor. Nazan, ahır gibi bir evde kalıyor, “Karının Meyhanesi”nden gidip şarap alıyor. Orada Naciye’nin ilgisini çekiyor. Naciye, onu garson Ahmet’e izlettirip kaldığı yeri belirliyor. Geceleyin eve gidip Nazan’ı tanıdığını söylüyor. Doktor oğlu Haldun’a, dilenci annesini söyleyip para sızdıracağını açıklayınca, boğazına yapışan Nazan’dan kurtulamıyor, orada ölüyor. Korkarak evi terk eden Nazan, fırtınalı gecede kayalıklara çıkıyor ve denize uçuyor. Sabahleyin kadın cesedini gören balıkçılar emniyete haber verince soruşturma başlıyor. Savcı, Doktor Haldun inceleme yapıyorlar. Haldun, muayenehanesini temizleyen kadını tanıyor, yüzüğü çıkarılıyor, içindeki yazılar okunuyor: NazanHaldun. “Mazhar” adı silinmiş. Doktor Haldun, bu kadının annesi olduğunu anlayıp bayılıyor. Boğulup öldürülen Naciye’nin cesedi bulunuyor. Orada, Nazan’ın oturduğu biliniyor. Onu öldüren bir üçüncü kişi üzerinde duruluyor. Garson Ahmet’ten kuşkulanıyorlar. Karının Meyhanesi’ne ceketini, kimliğini almak için gittiğinde yakalanmak üzereyken kaçan Ahmet, bir kamyona çarpıp ölüyor. Cinayet onun üzerinde kalıyor. Nazan’ın parmağından çıkan elmas taşlı yüzük Doktor Haldun’a veriliyor, o da yüzüğü eşi Nermin’in parmağına takıyor. Yazar Orhan Kemal, El Kızı romanında birçok önemli tipi ve karakteri başarıyla tanıtıyor. Onun romanlarında, öykülerinde, işçi kadınlar, bar kadınları, küçük memurlar, bürokratlar önemli yer tutuyor. El Kızı’nda, bir ailenin acıklı öyküsünü derinlemesine irdeleyen yazar, yaşanan dönemi ayrıntılarıyla yansıtıyor. Yurdumuzda, Cumhuriyet’in ilk yıllarından 1950’lere değin geçen süreçte toplumun uğradığı değişimlere de tanıklık ediyor. (*) El Kızı Orhan Kemal, Everest Yayınları, 15. Baskı, Şubat 2008, 400 s. Sessizlikteki duygular... mayan şairidir. Onu, İstanbul Oyuncak Müzesi’ne yaptığı ziyarette tanıdım, uzun uzun sohbet ettik. Geride bıraktığımız yüzyılın en ünlü pantomim sanatçısı Marcel Marceau’dan söz açtık… Onunla tanıştığını, Marceau’nun pantomim sanatına henüz sekiz yaşındayken, babasının şapkasını başına koyarak başladığını anlattı… Ulvi Arı, kitabında da yer veriyor Marceau’ya… Pantomim kralının şu sözlerini kazıyor bilgi dağarcığımıza: “Pantomimde bir kale görmeniz için bir kale inşa etmeniz gerekmez. Bir sandalye koyarsanız sahneye kral gelir, bütün haşmetiyle oturur. İşte size kralın kalesi!..” Ünlü pantomim sanatçısı Domingo Pradel’le de tanışmasını anlatıyor Ulvi Arı… Soruyor ona, “Kaç gösteriniz var?” diye… Tek gösterisi olduğunu öğrenince şaşırıyor ve ekliyor: “Neden tek gösteri? Süresi dolmadı mı?” Pradel şu yanıtı veriyor: “Tüm dünya seyretmedi ki!..” OĞAYI YANSILAYAN’ BİR SANAT Kitabın sayfalarında Özdemir Nutku Hocamızın da ışığı altında aydınlanıyoruz: “Pantomim, doğanın alegorik tanrısı, Arcadia’nın çobanı, dağların ve kırların efendisi Pan ile ‘yansılayan’ anlamına gelen mimos sözcüklerinin bir araya gelmesiyle ‘doğayı yansılayan’ bir sanattır.” Ulvi Arı, pantomim sanatının ustalarını tanıtıyor bizlere: Taner Barlas, Gürsel Boyla, Erdinç Dinçer, Mehmet Fıstık, Kaya Gürel, Ergin Kolbek, Sedat Küçükay, Yaşar Eyüboğlu, Ünal Pekel, Abdurrahman Albayrak, Konuralp Sunal, Fahri Bozbaş… Ve tabii ki, Vecihi Ofluoğlu, Erol Günaydın… Listede karikatür sanatımızın ustası Oğuz Aral da var… Her birinin yüreği altın değerinde olan pantomim sanatının ustalarını tanıttığı, bu sanatın öykülerini, fotoğraflarla bedensel çalışmalarını bize sunduğu için Ulvi Arı‘ya büyük bir teşekkür borçluyuz. Victor Hugo yine çok güzel söylemiş: “Bazı duygular ancak sessizlikte ifade bulabilir...” leniyor. Mazhar, İstanbul’a yakın bir kentte avukatlık yaparak ünleniyor, iyi iş yapıyor, çok para kazanıyor. Konakta, annesi Hacer de yanlarında oturuyor. Gelini Nazan’ı eziyor, küçümsüyor, etmediğini bırakmıyor. Çocukları Haldun üçdört yaşına geliyor. Hacer, torunu üzerinde de etkili oluyor. Geçimsiz olup evde huzur bırakmıyor. Komşuları Naciye ile kocası Rıza’yı da avucu içine alıp Nazan’ı ezmeyi sürdürüyor. Mazhar, Rıza’ya barda bir iş buluyor. Avukat Mazhar, eşini seviyor, ona armağan olarak elmas taşlı bir yüzük alıyor ve kıskanacağını düşünerek annesine göstermemesini istiyor. Hacer Hanım, gelininin yatak odasına değin giriyor, karıştırmadığı bir şey kalmıyor. Nazan’ın sakladığı elmas taşlı yüzüğü buluyor, başka bir yere saklıyor. Nazan, yüzüğü yerinde bulamayınca telaşlanıyor. Hacer Hanım, yüzüğü oğlunun yüzüne vuruyor, Mazhar ise, yüzüğü annesine Nazan’ın gösterdiğini düşünerek öfkeleniyor, Nazan’ı dövüyor, evden çıkıyor, barda çalışan bir kadına, Jale’ye (Neriman) tutuluyor. Bundan sonra evin düzeni iyice bozuluyor ve acıklı olaylar yaşanıyor. Hacer Hanım, oğlunun bulunduğu konumdan yararlanmasını biliyor. Giyimine, süsüne, erkeklere düşkün bir kadın. Oğlu ile gelininin arasını açarak daha iyi yaşayacağını umuyor; ama hiç de öyle olmuyor; yuva dağılıyor, pişman olduğunda, iş işten geçiyor. Mazhar, bir gece sarhoş olarak eve dönüyor ve karısı Nazan’ı “boş ol” diyerek boşamış oluyor. Olayın yaşandığı yıllar Cumhuriyet’in ilk yılları, devrimler yapılıyor; ama “Medeni Kanun” çıkmamış daha. Mazhar, barcıya anlatıyor o günleri: “Koskoca bir devrim geçirdik. Görüyorsunuz, zadelik madelik uçtu gitti. Devrimler devrimleri kovalıyor, daha da kovalayacak. Yarın şapka bile giyeceğiz, ihtimal medeni kanun kabul edilecek… Batı’ya benzeyeceğiz…” (s.163). rin, iyi ki yüzüğü bırakmadığını söylüyor, sıkışırsa satabileceğini anımsattığında, Nazan: “Satmak mı? Allah göstermesin. Ölürüm de gene satmam!.. Kocamın ve çocuğumun yadigarı…” diyor. (s.188) Aliye Teyze, zorla geçinen bir yalnız kadın. Nazan’ın parmağındaki yüzüğü sattırıp çorap makinesi almak, elini rahatlatmak istiyor. Bunu başaramıyor; çünkü Nazan, onun yanından ayrılıp bar kadını olan Nesrin’le pansiyona yerleşiyor. Çalışan “kötü” kadınlara tanık oluyor. Nesrin’in sevgilisi Sami’nin bakışlarından kurtaramıyor kendini. Aliye Teyzesinin mahallesindeki Kürt Celal ile balıkçı İhsan’ın saldırısına uğruyor, belsoğukluğuna yakalanıp karakolda fişleniyor. Verem olan Nesrin sanatoryuma yatıyor, bir süre sonra ölüyor. Sevgilisi Sami’ye gün doğuyor ve Nazan’ı sahiplenip kullanıyor. Sahte para basıp kalpazanlık yapıyor, Nazan’ı da bu işe bulaştırıyor. Bir polis baskınında yakalanıp yargılanıyorlar, hapse atılıyorlar. Nazan, hapiste esrara alışıyor, dünyası kararıyor. Olay basına yansıyınca, kocası Mazhar’ın da haberi oluyor. İstanbul’a gidip arkadaşını avukat tutuyor, Nazan’a yardımcı olmaya çalışıyor. Vicdan azabı çekiyor, buna kendisinin neden olduğunu düşünüyor. Nazan, cezasını çekip hapisten çıkıyor, esrar satıyor, dileniyor. Kurtuluşu, kocası Mazhar’ın yanına gitmekte buluyor. IYI KENTİNDE YAŞANANLAR Mazhar’ın yaşadığı kente, hukuktan arkadaşı Yanyalı Nihat ile eşi Hikmet Hanım yerleşiyorlar. Nihat, Sulh Hukuk Hâkimi olarak Şark’ta çalışırken istifa ediyor ve avukatlık yapmaya karar veriyor. Mazhar, bar kadını Jale’yle (Neriman) nikâhlanıyor. Jale, konağa yerleşip her şeyi baştan ayağa değiştiriyor. Hacer Hanım’ı kaldığı büyük odadan alıp sandık odasına yerleştiriyor. Onun üzerinde baskı kuruyor, ona soluk aldırtmıyor. Hacer Hanım, gelini Nazan’a çektirdiklerinin karşılığını bulduğunu anlıyor. Bir süre sonra da başka bir ev tutup konaktan ayrılıyor. Yeni evinde komşuları Naciye’nin kocasıyla birlikte oluyor. Rıza, açtığı “Karının Meyhanesi”ni, ondan sızdırdığı paralarla büyütüyor. Bir süre sonra da ince hastalıktan ölüyor. erakleia Pontika’ya gelen Krispos, gösterileriyle tüm kenti büyüler. Krispos, gün geldi ağlattı tüm kenti… Cenazesinin ardından sessizce yürüyordu Herakleialılar… Oysa o an, Krispos mutluydu!.. Çünkü tüm insanlar duygularını, kalbinden ve beyninden geçenleri konuşmadan, sessizce anlatıyordu… Krispos’un mezar taşına yazılan şiir şöyle bitmektedir: “Dünya bu pantomimciye hayran kalmış, onu övmüş ve tiyatronun altın çiçeği olarak görmüştür. Onun parlak cazibesi 29 yaşında beklenmedik bir anda ve şekilde sönmüştür.” Krispos bir pantomim sanatçısıdır… Dünyanın bilinen ilk pantomim sanatçılarından biri… Ve onun anısına her yıl dünyanın tüm pantomimcileri Herakleia kentinde düzenlenen festivalde bir araya gelmekte, gösteriler yapmaktadırlar!.. H KRISPOS’UN MEZARI... Hayır!.. Böyle bir festival yapılmamaktadır!.. Çünkü Herakleia’nın günümüzdeki adı “Karadeniz Ereğli”dir!!!... Eh, hal böyle olunca da, dünyanın en eski pantomim sanatçısının mezarının bulunduğu bir kentte neden onun anısına bir sanat buluşması düzenlenmediğini açıklamama gerek yoktur sanırım!.. Aman ha!.. Sakın Ereğlili kardeşlerim alınmasın… Krispos’un mezarı ülkemizin bir başka güzel beldesinde olsaydı değişen bir şey olmayacaktı. Bunun nedenini de pantomim sanatçısı Ulvi Arı şöyle açıklıyor: “Türkiye’de en çok icra edilen sanat mimdir. Çünkü kimse konuşmuyor.” Ulvi Arı, ülkemizde bir ilki gerçekleştirdi ve pantomim sanatının kitabını yayımladı. “Pantomime Drama (Sözsüz Tiyatro)” adlı kitabı elimden düşürmeden, bir solukta okudum… 7. sanat olarak kabul edilen sinema, yüzyıllar öncesine dayanan pantomim sanatının bereketli topraklarından beslenmiş, büyümüştür. Charlie Chaplin ne de güzel söylemiş: “Sesli sinema çıktı, sinemanın şiiri öldü.” Tiyatronun şiiridir pantomim… Ulvi Arı, bu sanatın yıl ‘D K İSTANBUL’DA YAŞANANLAR Nazan’ın annesi, babası ölmüş. İstanbul’da, Cibali Tütün Fabrikası’nda çalışan 65 yaşındaki Aliye teyzesine gönderiliyor üç aylığına. Oğlu Haldun’dan da ayrılmak zorunda bırakılıyor. Bar kadını Jale’nin arkadaşı Nesrin’le İstanbul’a gidiyor Nazan. Nes Hep İsmet Paşa’nın Yanında/ Ali İhsan Göğüş/ Remzi Kitabevi/ 174 s. 1920’li, 1930’lu yıllarda çocukluğunu geçirdiği kentin tarihini, kültürünü ve sosyal yaşamını özümsemiş, Cumhuriyetin modern eğitimiyle yetişmiş, aydınlanma felsefesini ruhuna bütünüyle sindirmiş, Babıâli yokuşunda iz bırakan gazete ve dergilerde muhabirlikten, yazıişleri müdürlüğüne kadar her kademede emek vermiş, siyasete İsmet Paşa’nın yanında girmiş, onun hükümetinde bakanlık yapmış ve çalkantılı dönemlerde hep onun yanında durmuş bir siyaset adamı olan Ali İhsan Göğüş, Cumhuriyetin ilk yıllarından 1970’lere uzanan kültürel, siyasal ve toplumsal hayata dair gözlemlerini anlatıyor. Plevne Müdafaası/ Mahmud Talat Bey/ Hazırlayan: Eyüp Kul/ Babıali Kültür Yayıncılığı/ 222 s. “Plevne Müdafaası”, birçok mücadeleye taburu ile bizzat katılan, kendi tabyasında olanları ve diğer tabyalarda gördüklerini günü gününe tuttuğu Hafta’daki köşe yazıları oluşturuyor.” Osman Çutsay, siyasi olarak tekrar kuşatılmaya çalışılan Türkiye’nin arkasındaki siyasetin şifrelerini çözmeye çalışıyor. cetvellere kaydeden, çıkış harekâtının ardından esir olması üzerine Rus subaylarından savaşla ilgili bilgiler de edinen, savaş sonunda Avrupalı yazarlarca kaleme alınmış olan eserleri de tetkik eden Talat Bey tarafından kaleme alınmış. Yapıtta dikkati çeken bir nokta, verilen bilgilerin Ruslar tarafından yayımlanan bilgilerle de birebir örtüşmesi. Kitabı yayına hazırlayan Eyüp Kul, yapıtın kaleme alınış amacının, doğru bir askerî tarih oluşturulması ve gerçeklerin herkese doğru şekilde ulaştırılması çabası olduğunu söylüyor. İşgal Demokrasisi/ A. Can Ataş/ Güncel Yayıncılık/ 214 s. Soğuk Savaş’ın bitimiyle birlikte sermayenin sınır tanımaz ideolojisinin adı ‘küreselleşme’ olarak literatüre girdi. Tek kutupluluğun patronu Amerika, diğer sermaye birikimini gerçekleştirmiş ülkeleri de peşine takarak, ‘küreselleşme’ ideolojisini her türlü yolla, zaman zaman şiddet ve tehditle, kimi zaman da demokrasi kisvesi altında uyguluyor. Amsterdam ve Utrecht üniversitelerinde Uluslararası İlişkiler ve Türkiye’nin Dış Politikası konularında araştırmalar yapan A. Can Ataş, bu kitapta, ‘küreselleşmenin’ anlamını geniş yığınların, halkların penceresinden ele alarak tartışmaya açıyor ve küreselleşme karşıtı hareketin nasıl etkin olabileceğine ilişkin öneriler sunuyor. “Şerefsiz Osmanlı”ya Dönüş/ Osman Çutsay/ Yazılama Yayınevi/ 256 s. “Açıkça yazmakta yarar var: Türkiye, bitiriliyor. İşte bu kitap da, bu sürece, yani günümüzdeki Türkiye’nin çözülme semptomlarına, Avrupa’nın mali başkentinden, bir iktisat gazetecisinin tanıklığını içeriyor. Temelini Cumhuriyet gazetesinin haftalık olarak Avrupa’da yayımladığı Cumhuriyet Türkiye’de Yerel Seçimler/ Ali Eşref Turan/ İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları/ 408 s. Ali Eşref Turan, “Türkiye’de Yerel Seçimler” adlı çalışmasında Cumhuriyetin kuruluş yıllarından itibaren yapılmış yerel seçimleri incelerken, yapılan yasal düzenlemeleri ve mevzuat değişikliklerini takip ederek, yerel yönetimlerin işlevsel ve tarihsel dönüşümünü ve bugün gelmiş olduğu noktayı değerlendiriyor. Bunu yaparken de, seçim öncesi siyasi ortamı, partilerin siyasi iletişim biçimlerini ve seçimlerden sonraki durumu toplumsal ve tarihsel çerçevede ele alıyor. Bütün bu değerlendirmeleri konuyla ilgili kaynaklardan, istatistiklerden ve son yıllarda sıkça başvurulan kamuoyu araştırmalarından yararlanarak yapan Turan, Cumhuriyetin kuruluşundan başlayarak 2004 yerel seçimlerine uzanan süreç içinde her dönemin toplumsal ve siyasal koşullarını irdeliyor. Fotoğraf: SERKAN YILDIZ İlhan Selçuk’a basın özgürlüğü ödülü İstanbul Haber Servisi “3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü” nedeniyle Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC), Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS) ile İletişim Araştırmaları Derneği’nin (İLAD) düzenlediği kutlama töreninde gazetemiz İmtiyaz Sahibi ve Başyazarı İlhan Selçuk’a Basın Özgürlüğü ve Düşünce Özgürlüğüne Emek Verenler” plaketi verildi. Halen hastanede tedavi gören Selçuk’a iletilmek üzere ödülü TYS Yönetim Kurulu üyesi Öner Ciravoğlu’nun elinden Cumhuriyet Gazetesi Kültür Servisi Şefi Egemen Berköz ve çalışma arkadaşımız Miyase İlknur aldılar. Ödülü alırken “İlhan Ağabey’in selamlarını getirdim” diye konuşan İlknur, “Özel konuşmaları dinlenen Cumhuriyet gazetesi çalışanlarının iletişim özgürlüğü bile baskı altındadır. 1 Mayıs’ta muhabirlerimizin başına gelen de ilk değildir” dedi. Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Yerleşkesi’ndeki törende tiyatro sanatçısı Genco Erkal’a “Sivas’93” oyunu nedeniyle “Düşünce Özgürlüğüne Emek Verenler” plaketi sunuldu. Ancak TYS’nin Erkal’a vereceği “onur üyesi” kimliği, TYS Genel Sekreteri Tevfik Taş’ın, 1 Mayıs günü polisin çantasını tahrip etmesi nedeniyle verilemedi. Adıyaman Gerger Fırat Gazetesi sahibi Hacı Boğatekin’in ödülünü ise yeğeni teslim aldı. Sanatçı Gülsen Tuncer’in sunduğu törene yurtdışında bulunan İLAD Genel Başkanı Hıfzı Topuz, sesli mesaj gönderdi.