Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 C dış haberler ‘KIZIL KEN’ KAYBETTİ 9 MAYIS 2008 CUMA ATİNA’DAN MURAT İLEM artık rahat bir nefes alabiliriz; günlerdir en “Oh, kötü senaryolar aklımızda olarak gözlediğimiz ‘1 Mayıs’ küçük bir kâbus olarak geldi ve geçti. Güvenliği ilgilendiren her olayda yaşanması mukadder aşırılıklar görüldü; ancak yine de sonunda sağduyu hâkim geldi ve olayların iyice zıvanadan çıkması engellendi. Keşke İstanbul’da Taksim Meydanı’nı gösterilere açmak istemeyen hükümet sembolik değeri bulunan bir jest yapabilseydi. Ancak yine de geçen yıllardan daha az rahatsız edici tedbirle günün geçmesini sağlayabildi hükümet…” Yukarıdaki satırlar Yeni Şafak yazarı Fehmi Koru’ya ait. 1 Mayıs görüntülerini çok da fazla rahatsız edici bulmamış yazar. Üstüne üstlük bir de “oh çok şükür kazasız belasız atlattık” yorumu yapıyor. Koru’ya göre “rahatsız edici görüntü” nasıl olur, diye kendi kendime soruyorum. Ortalık tozduman. Gaz bulutları göğü sarmış. Emniyet güçleri bugüne kadar kullandıkları copların kısa ve yumuşak lastik olmasını yeterli bulmamışlar ki, bu defa bilek kalınlığında en azından bir metrelik odunlarla donatılmış şekilde Taksim meydanını savunmuşlar! Zaman zaman yarma harekatı yapan düşman (!) güçlerine karşı kahramanca savaş vermişler. Gazeteler, hastaneler, sendika merkezleri oteller basılmış, millet polis terörü altında inlemiş, Fehmi Koru “sağduyu hakim geldi, artık rahat bir nefes alabiliriz” diyor. Aslında çok değil, yarım saat önce Atina merkezindeki bir kafede oturmuş, Yunanlı dostumun 1 Mayıs yürüyüşünün bitmesini bekliyordum. Tam önümden ellerinde çiçekler ve pankartlarla şarkılar söyleyerek binlerce kişilik yürüyüş kolları geçerken telefonum çaldı. Eşim, “İstersen eve gel, İstanbul karıştı” diye uyardı. Deyim yerindeyse geçiştirdim. Pırıl pırıl güneşli bir Atina gününde oturup hem demokratik, hem de barış içinde yapılan 1 Mayıs yürüyüşünü izlemeyi tercih ettim. Ardından iki çocuğu ve eşi ile birlikte yürüyüşüne devam eden dostumu arayıp oturduğum kafeye çağırdım. Sözleştiğimiz gibi mangal ve Uzo’lu bir gün için eve döndüğümüzde korktuğum başıma geldi! Keşke gelmez olaydık! Keşke uydudan Türk televizyonlarını seyretmez olsaydık! Yarım saat önce İstanbul’dan 1200 kilometre uzakta Atina’da yapılan demokratik 1 Mayıs yürüyüşünü izle, ardından yarım saat sonra İstan Londra’nın yeni başkanı Johnson Dış Haberler Servisi İngiltere’de Muhafazakâr Parti’nin adayı Boris Johnson, Londra Belediye Başkanlığı seçimini kazanarak “Kızıl Ken” lakaplı İşçi Partili Belediye Başkanı Ken Livingstone‘u geride bıraktı. Yüzde 45 katılımın olduğu açıklanan seçimde Johnson 1 milyon 168 bin 738 oy alırken, Livingstone 1 milyon 28 bin 966 oyda kaldı. Yeni Belediye Başkanı Johnson’ın milletvekilliği görevinden istifa etmesi bekleniyor. 4 yıl boyunca, 7.5 milyon nüfuslu kentin 11 milyar Sterlin civarındaki bütçesini yönetecek olan Johnson, seçim sonuçlarının belli olmasının ardından yaptığı konuşmada, Livingstone’a hizmetleri için teşekkür ederek, yeni kent yönetiminde birlikte çalışmayı önerebileceğini ima etti. Livingstone ise, İşçi Partililerden özür dileyerek, “Bütün sorumluluğu alıyorum” dedi. İşçi Partili Adalet Bakanı Jack Straw ise yenilginin tüm partiye ait olduğunu belirterek “emekçi sınıflardan seçmenlerle geleneksel bağlarının kopmasını” bunun sebebi olarak gösterdi. İngiltere Başbakanı Gordon Brown’a ağır darbe olarak yorumlanan ülke genelindeki seçim sonuçları, İşçi Partisi’nin 1960’lardan bu yana en büyük yenilgiyi aldığına işaret ediyor. Oy oranları itibarıyla Muhafazakârlar yüzde 44 oy alırken, İşçi Partisi yüzde 24’te kaldı. Liberal Demokratlar ise yüzde 25 oy almayı başardı. Teşekkür Yazısı bul’daki vahşi görüntülerin şahidi ol. Bir tarafta tam bir demokrasi, özgürlük, hak arayışı ve bayram görüntüleri, diğer tarafta tam bir Beyrut görüntüsü. Bizim Yunanlı aile dostlarımız İstanbul’a gitmemiş, bilmemiş olsalar “İsrail Gazze’de operasyon yapıyor” diyerek belki kandırabilirdim! Ama o çirkin görüntüleri birlikte seyrederken bir de TürkçedenYunancaya çevirmek insanı anlatılmaz utanca sevk ediyor. Gazeteyi arıyorum, “Basıldık ağabey, polisler bahçenin içinde Cumhuriyet Dergi’de çalışan bir muhabirimizin kolunu odunla kırdılar” diye haber veriyorlar. Televizyona bakıyorum Şişli Etfal Hastanesi de basılmış! Hastalar ve yakınları gaz bombaları yüzünden cehennemin tam ortasındalar. DİSK’in Şişli’deki şubesi gaz bombalı saldırı altında, otellere girilip turistler odunla dövülmüş, Şişli, Harbiye, Elmadağ, Kazancı Yokuşu, Dolapdere’den Taksim’e çıkan sokaklar gaz bulutları altında. Coplar, odunlar, taşlar havada uçuşuyor. Binler, on binler kaçacak delik arıyor. Panzerlerden sıkılan tazyikli sular milleti yerden yere vuruyor. Emniyet Müdürü Cerrah “Olumsuzluklar yaşanmadı” diyor. Fehmi Koru “Çok şükür korktuğumuz olmadı, artık rahat bir nefes alabiliriz” diyor. Başbakan “Devlet görevini yapmıştır” diyor. İstanbul valisinin olaylar sonrası yaptığı basın toplantısındaki önemli “kanıtlar”, devletin çalışanlara karşı “şefkatli” davranışını haklı çıkartacak nitelikte. Altı bira şişesinden hazırlanmış molotof kokteyl, üçbeş tane sapan, üçbeş sopa (fotoğraflardan seçebildiklerim) Haa unuttum! Bir de tabanca ile birkaç bıçak. O tabanca oraya nasıl geldi bilmiyorum, zaten olmasaydı şaşardım! Bıçak ya da çakı ise artık suç aletinden sayılmamalı. Başbakan bile üzerinde çakı taşıdığına göre Vali Muammer Güler, onu neden suç aleti olarak basın toplantısına getirdi sormak lazım. Sonuç olarak, 1 Mayıs’ta devlet, ayakları (çalışanları) kırandan geçirerek son beş yıl içinde bir kere daha görevini yapmıştır!.. Bu olaylardaki katkılarından dolayı başbakan ve hükümet üyelerine, onların emirlerini “kusursuzca” yerine getiren başta İstanbul valisi ve emniyet müdürü dahil tüm yetkililere, bize yaşattıkları işçi bayramı için teşekkürlerimizi iletiyoruz!.. murilem@otenet.gr Ali Kemal’in torunu Medyatik kişiliğiyle tanınan Boris Johnson (solda), Osmanlı İmparatorluğu’nun son içişleri bakanlarından, İstiklal Savaşı’na karşı İngiliz mandacılığını savunmasıyla tanınan gazeteci Ali Kemal’in torunlarından biri. Muhafazakâr Parti lideri David Cameron (sağda) Londra zaferi nedeniyle Johnson’ı tebrik etti. (Fotoğraf: AP) Guantanamo tutsağı 6 yıl sonra serbest Dış Haberler Servisi ABD’nin Guantanamo’daki kampında 6 yıldır tutulan El Cezire kameramanı ve 2 Sudanlının serbest bırakıldığı bildirildi. Uzun süredir girdiği açlık grevi nedeniyle sağlık sorunları yaşayan Sudan asıllı kameraman Sami El Hac, ABD’ye ait askeri bir uçakla dün sabah Sudan’ın başkenti Hartum’a getirildi. El Kaide örgütünün lideri Usame bin Ladin’in görüntülerini çektiği iddia edilen El Hac’ın, 2002 yılı Ocak ayında ABD ordusuna teslim edildiği, ancak hiç suçlanmadığı veya yargılanmadığı kaydedildi. Sudan Adalet Bakanı Abdülbasit Sabderat, Hartum yönetiminin El Hac’ı tutuklama planı olmadığını açıkladı. Hâlâ hayatta olduğu bilinen 10 Nazi savaş suçlusu için ‘av sürüyor’ En çok arananlar listesi yayımlandı Dış Haberler Servisi Dünyada hâlâ hayatta olan Nazi savaş suçlularını yakalamaya çalışan Los Angeles merkezli Simon Wiesenthal Merkezi, dünyanın en çok aranan 10 Nazi savaş suçlusunun listesini yayımladı. Arananlar listesinin bir numarasında 2. Dünya Savaşı sırasında Mauthausen toplama kampında, Yahudiler üzerinde yaptığı deneyler sonucu yüzlerce kişinin ölümüne neden olan ve “Ölüm Doktoru” olarak anılan 94 yaşındaki Aribert Heim bulunuyor. Hâlâ yaşadığına inanılan Heim, mahkemeye çıkmadan önce 1962’de ortadan kaybolmuştu. Listedeki diğer isimlerinse hâlâ hayatta oldukları biliniyor. Büyük bir bölümü yurtdışına kaçan savaş suçlularından bazılarının davaları devam ederken, bir bölümü ileri yaşları nedeniyle ceza almaktan kurtuldu. 2 numarada yer alan ve Nazi kamplarında muhafız olduğu belirtilen John Demjanjuk, ABD’de yaşıyor. 2002’de vatandaşlıktan çıkarılan Demjanjuk, temyiz başvurusu reddedilirse Almanya, Polonya ya da Ukrayna’ya iade edilecek. Sırbistan’da binden fazla sivilin öldürülmesinden sorumlu olduğu söylenen 3. sıradaki Sandor Kepiro da Macaristan’da yaşıyor. Listenin geri kalanı ve şu anda yaşadıkları ülkeler şöyle: 4. Milivoj Asner (Avusturya), 5. Soeren Kam (Almanya), 6. Heinrich Boere (Almanya), 7. Charles Zentai (Avustralya), 8. Mikhail Gorshkow (Estonya), 9. Algimantas Dailide (Almanya), 10. Harry Mannil (Venezüella). 202 DAVA AÇILDI Almanya’da Aribert Heim’ın davasının yargıcı olan Heinz Heister, “Bazıları bu insanların 90’larında olduğunu ve onları yakalamak için uğraşmaya değmeyeceğini söylüyor. Ancak yaşın bir önemi yok. Onları takip etmek görevimiz” diye konuştu. Simon Wiesenthal Merkezi’nin İsrail Ofisi Başkanı Efraim Zuroff ise, 2. Dünya Savaşı’nın üzerinden 63 yıl geçmesine karşın geçen yıl Nazi savaş suçlularına yönelik 202 dava açıldığını bildirdi. Buna karşın mahkumiyet kararıyla sona eren davaların sayısının azaldığını kaydeden Zuroff, “Nazilerin yakalanması konusunda siyasi irade yetersizliği karşılaştığımız sorunların başında geliyor” dedi. Suudi Kral, Gül’ün ricasını duymadı ürk berber Boğday’a ölüm cezası tebliğ Tedildi, temyiz süreci başladı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Suudi Arabistan’da berberlik yaptığı sırada Mısırlı işyeri komşusuyla kavga ederken “Allah’a küfrettiği” iddiasıyla yaklaşık 13 aydır tutuklu bulunan ve hakkında idam cezası verilen Sabri Boğday’ın idam kararı kendisine dün tebliğ edilirken, Türkiye’nin kısa bir süre önce Devlet Madalyası verdiği Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdülaziz el Suud’un, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün iki hafta önce yazdığı “rica” mektubunu da görmezden geldiği ortaya çıktı. Oysa Gül, Ankara ziyareti sırasında Türkiye’nin geleneksel protokol geleneklerini zorlayıp kaldığı otelde kralın ayağına gitmişti. Cumhuriyet’in sorularını yanıtlayan Türkiye’nin Riyad Büyükelçisi Naci Koru, Boğday hakkında verilen ölüm cezası kararının imza sürecinin dün tamamlandığını ve ölüm cezasının Boğday’a tebliğ edildiğini söyledi. azi savaş suçlularını yakalamaya çalışan Simon Wiesenthal N Merkezi’nin listesinde yer alan Boere’nin (sol üstte) Almanya’da saklandığı belirtiliyor. Daha önceki yıllarda listede yer verilen ve Suriye’de yaşadığı sanılan Alois Brunner (sol altta) ise bu yıl en çok arananlar arasında değil. Avustralya’da saklanan Zentai (ortada) ise bu yılki listede 7 numarada. Nazi kamplarında muhafız olduğu belirtilen Demjanjuk’un (sağ üstte), ABD’de yaşadığı belirtiliyor. Listenin ilk sırasında ise Heim (sağ altta) bulunuyor.. (Fotoğraflar: AP) TEMYİZ SÜRECİ BAŞLADI Bundan sonra 1 aylık temyiz sürecinin başladığını dile getiren Koru, Türkiye’nin avukatlarının konuyu yakından takip ettiğini, Gül ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da devrede olduğunu belirtti. Koru, Gül’ün iki hafta önce krala bir mektup yazdığını da dile getirdi ve bundan sonraki sürece ilişkin bilgi verdi. 1 aylık temyiz süresi içinde Türkiye’nin avukatları başvuruda bulunacak. Eğer temyiz kararı da ölüm cezasının infazı yönünde olursa bu kez yüksek mahkemeye başvuru yapılacak. Yüksek mahkeme de kararı onarsa bu kez dosya kralın önüne gidecek. Büyükelçi Koru’nun verdiği bilgiye göre sürecin her aşamasında kralın devreye girip Boğday’ı affetme yetkisi bulunuyor. Ancak Ankara’ya ziyareti sırasında Türkiye’nin devlet madalyası verip “onurlandırdığı”, Cumhurbaşkanı’nın ayağına giderek “jest yaptığı” ve Başbakan ile birlikte fotoğraf çektirdiği Kral Abdullah bin Abdülaziz, Gül’ün yazdığı “rica” mektubunun üzerinden iki hafta geçmiş olmasına karşın, affetme yetkisini kullanmadı. OMA İtalyan TV’leri habere önce “imajla” girdi. “Bu da ne? Birmanya falan mı?” derken ardından bizim “Taksim savaşı” çıkmasın mı? Panzerler, coplar, maskeli polisler, biber gazları, sular... Tam bir “Asya diktatörlüğü” görüntüsü. “En olaylı 1 Mayıs kutlaması” adına ekrana ilkin bu görüntüler düşüyor. Boş bulunup hiç üstüme alınmıyorum. Ama heyhat, karşımda nurtopu gibi bir Türkiye imajı duruyor! Evvela bir Türkçe dükkân adı seçiyorum... Spiker; benim gibi, “Bu vahşet dünyanın hangi azgın diktatörlüğünde yaşanıyor?” düşüncesine kapılan izleyicilerin merakını, “Bunlar İstanbul sokakları!” diyerek gideriyor: “İstanbullu göstericiler, kentin Avrupa yakasındaki en büyük meydan Taksim’e ulaşamadı!” Yani, “İzlemekte olduğunuz bu ‘Asya tipi vahşet’, aslında bir yakası Avrupa’ da olan bir şehirde yaşanıyor. Bu göstericiler, Avrupa medeniyetinin parçası olması gereken bir meydana; bu ‘korkunç Asya vahşeti’ yüzünden ulaşamıyor!” demeye getiriyor. Evet evet.. bunu ifade etmeye çalışıyor ekrandaki spiker. Taksim’in yoksa “İstanbul’un Avrupa yakasındaki en büyük meydanı” olduğu, niye böyle uzun uzadıya vurgulansın? “Türk usulü 1 Mayıs”ın geri planı işte R SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Taksim’den Geçen Sınır olarak algılanıyoruz.. Türkiye’den çıkan “Birmanya imajlarının” ulaştığı İtalya’nın tüm meydanlarında “1 Mayıs” oysa, büyük bir coşku; gösteriler, şölenler ve konserlerle kutlandı. Cumhurbaşkanı Giorgio Napolitano, “emekçiler” adına; etkili bir konuşma yaptı. İtalya Cumhurbaşkanı konuşmasının en büyük bölümünü; “beyaz ölümler” diye adlandırılan küreselleşme şartlarının dayattığı “yeni iş güvensizlikleri” sorununa ayırmıştı. Emekçilerin kortejlerinde; İtalyan işçilerini bırakın, “ırkçı Avrupa’nın” nefretini çeken “göçmen işçiler” bile serbestçe içlerini döktüler... Türkiye’deki dehşet sahnelerinin hemen ardından ekrana gelen İtalya’daki kutlamalar çerçevesinde göçmenlere de mikrofon tutuldu... Çizme’de on beş gün önce yapılan seçimlerde “yabancı işçiler” üzerinden yürütülen nefret kampanyasından yakınan “ka böylesine derin tarihi, coğrafi, siyasi, kültürel simgeler yüklü... Taksim bir sınır: Uygarlık ve uygarlıktan nasiplenmemişlik arasından geçen bir sınır. Balkanlar’ı kazasız belasız aşan ve “Taksim sınırını” geçtiği anda iğfal edilerek öldürülen Pippa Bacca’nın performans sanatıyla çizdiği sınır gibi tıpkı hiç yanılgı payı bırakmayan bir sınır bu, ne yazık ki. Sınırın “Avrupa yakasında” özgür birey ve yurttaşlar var... “Asya yakasında” ise güneşli bir bayram günü üzerlerine hortumla su fışkırtılan; kolları, bacakları kırılan; ev hapsine mahkum bırakılan “yığınlar”... “Yurttaş” olamayan ve “yurttaştan sayılmayan” yığınlar...”Cemaat” veya “milli irade kalkanı” altında; “yasak!” dendi mi, devletin tapulu mülkü gibi görülen yığınlarız biz. “Gösteri özgürlüğü” gibi en temel özgürlüklerin esirgendiği, buna karşın ele dişe dokunur hiçbir tepki vermeyen yığınlar ra derili Afrikalı göçmenler” dahi, özgürce konuştular... Kimse de dönüp konuşanlara; “Beğenmiyorsan memleketine dön kardeşim!” demedi. Diyemedi! “Politically correct” siyaseten uygunolmak adına; dünya emekçilerinin böylesine içşelleştirdiği bir bayramda, dinırksiyasi görüş farkı gözetilmeksizin; herkes konuşabildi... Bırakın göçmenleri; Türkiye’nin kendi işçileri, kendi emekçileri konuşamıyor. Konuşamadıkları gibi bir de üstelik “ayaktakımı” diye aşağılanıyorlar. Bundan büyük “siyasi kültür” farkı olabilir mi? “Taksim”i, benim gibi yurtdışından; Londra’dan izleyen bir okurum yana yakıla döşendiği bir epostada “Bunun hesabı mutlaka sorulmalı!” diyor: “Olanların üstüne gitmek her vatansever, adil yurttaşın görevi olmalı. Bu olayın İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) gitmesini canı gönülden diliyorum. Bu bir insanlık dramı!” Aynen ben de böyle düşünüyorum. 1 Mayıs’ın tatil edilmesinin maliyetini hesaplayan AKP ayrıca; “Türkiye markasına” verilen zarardan da sorumlu tutulmalı.Madem her şeyi böyle maddiyata vuruyorlar; “Türkiye imajının” aldığı bu ağır darbenin faturası da “ayaklardan” değil “başlardan” çıkarılmalı. nilgun?cumhuriyet.com.tr Gül, “Allah’a küfrettiği” gerekçesiyle idama mahkum edilen Boğday için, Suudi Arabistan Kralı’na rica mektubu yazmasına rağmen değişen bir şey olmadı. Türkiye, Kral Abdullah’a ‘Devlet Şeref Madalyası’ vermiş, Gül ayağına gitmişti.