Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 Prof. Dr. Boratav, Güneş ve Uzunoğlu, krizin derinleşeceğini ve işsizliğin artacağını öngördü C ekonomi İŞÇİNİN EVRENİNDEN ŞÜKRAN SONER 18 NİSAN 2008 CUMA Ekonomi tünele giriyor Boratav: Döviz borcu risk “Esnek kur garanti gibi görünüyor, ama vadeli piyasa da var... Türkiye’nin finans kaynaklarından biri de özel sektörün dış kredileri, burada vade dolduğunda dünyadaki likidite darlığına paralel borç veren, anaparayı geri isteyebilir. Kazancı YTL, borcu döviz olan işletmeler için risk büyük.” Fatma KOŞAR Dünyadaki kredi sıkışıklığının Türkiye’ye etkilerini yorumlayan ekonomistler, büyümede yavaşlamanın keskinleşeceği ve işsizliğin artacağı konusunda hemfikir. Karamsar tablo çizen Prof. Dr. Korkut Boratav ve Hurşit Güneş, 2007’de hafif atlatılan durgunluğun bu yıl daha da derinleşeceğini ifade etti. Prof. Dr. Sadi Uzunoğlu da krizin özellikle Anadolu’da zaten sokağa indiğine dikkat çekti. Ekonomistler kısa ve orta vadede beklentileri şöyle özetledi: Büyümede yavaşlama sürecek, büyüme hızında gözle görülür bir düşüş yaşanacak. İşsizlik artacak, enflasyonda yükseliş devam edecek. Türkiye’nin finans kaynaklarından biri de özel sektörün kullandığı dış krediler. Dünyadaki likidite darlığına paralel borç veren, anaparayı geri isteyebilir. Sıkışıklığa düşen borç veren kuruluşlar, yaşanan karmaşada anaparayı geri isterlerse kazancı YTL, borcu döviz olan işletmeler zora girer. Önümüzdeki 6 ayda Batı bankacılık sisteminin toparlanabileceğine ilişkin sinyal olmadığında birleşen Boratav, Güneş ve Uzunoğlu şu değerlendirmeyi yaptılar: “ABD’nin resesyona girdiğini görüyoruz. Bu koşullarda kısa ve orta vadede toparlanma beklemek hayalperestlik olur. Faiz yüksek diye para oluk oluk akmaz. Likidite darlığında açığımız artıyor, bunun sonuçlarını şöyle özetleyebiliriz: 1 Büyüme hızında gözle görülür bir düşüş yaşanacak. 2 İşsizlik artacak. 3Enflasyonda son 3 yıldır devam eden yükseliş trendi sürecek.” Altüst Oluş ni, özel tekellerin kârlarına kâr kattıkları süreçlerde, ölçeklerde geçerliydi. İnsanlara, milyonlara, milyarlara, en doğal insan haklarına, çevreye, dünyaya verilmekte olan zararlar umursanmadan. Bütün yollar tıkandığında ise zarar eden işletmelerin kamulaştırılması, kamu kaynakları kullanımıyla krizden çıkış reçeteleri hazırlanmakta. Tabii ki milyarlarca insanın derdine deva olmak, dünyayı kurtarmak amaçlı hiç değil. Piyasaları zincirleme çöküşten uzak tutma içerikli şirket kurtarmalar çerçevesinde. Bir tür bizim bir önceki krizimizde batmakta olan bankalar, şirketlerin kamulaştırılması operasyonları anlamında. Yine halkın vergisi ile halkın sırtından, yağmalar karşılığı sorgulanmaksızın batan şirketler batmaktan kurtarılacak ki, düzenin çarkları işlemeye devam etsin.. ??? AKP’nin, Erdoğan hükümetinin iktidarına, yargılanma gerekçesiyle ABD, AB siyasilerinden tam kadro, çok güçlü bir destek gündemde ya.. Şeytan dürtüyor, bu kez AKP’nin işine yaramayacağı duygum giderek güçleniyor. Yoktan var edip birkaç ayda iktidar olmasına katkıda bulundukları bir partinin iktidarda kalması için bu kadar açık destek verirlerken, niye mi böylesine gerçekçi olmayan bir duyguya kapılmaktayım derseniz? AKP, Erdoğan, ikinci dönem hem de büyük çoğunluklu, istediği gibi kadrolaşmış, istediğini yapmış, bütün kurumları ele geçirmiş olarak güçlü iktidarlarında, mağdur ve muhalefeti oynamayamadan, ekonomide sorumluluğu önceki iktidarlara atamadan hesap verme konumundalar. Halkımız bilinç yanılsaması ile hesap sormayı akıl edemese de yaşadıkları ile refleks vermeye başlama noktasında. Her gün aldığı, beslendiği en temel kuru gıdaların, pirincin fiyat patlamasında AKP iktidarının spekülatörleri ortalıkta dolaşırken, evine daha çok seçim bağlantılı gönderilen birkaç kiloluk paketlere kanabilir mi? Kanlı petrolden gelen yabancı sıcak paranın piyasaları aldattığı günler gerilerde kalıyor. Emperyalistlerin Irak bataklığı, Afganistan’da işgalleri sonrası halkların çektikleri ortada. Saddam diktatörlüğünden daha kanlı bir tabloda, petrol yataklarında enerjisiz kalmış, ayakkabılarını kaybetmiş, tokyolarla dolaşan milyonlarca Iraklı ortada. ABD’nin emperyal çıkarları adına dünyaya ılımlı İslamı yaymaya çalışan bir tarikatın, Hoca’nın, siyasal kadroların, Türkiye’de İslam adına kutsanması daha ne kadar sürdürülebilir ki?.. İlhan Ağabey en yakın günlerde “Pencere” köşesinden yeni neler neler yazacak?.. Güneş: İşsizlik artacak “Likidite darlığının olduğu bir ortamda açığımız artıyor. Önümüzdeki 6 ayda Batı bankacılık sisteminin toparlanabileceğine ilişkin sinyal yok, ABD’nin resesyona girdiğini görüyoruz. Gelişmelerin bize yansıması daralma, işsizlik ve yüksek enflasyon olacak.” Uzunoğlu: Kriz sokağa indi “2007’nin başından itibaren kredi krizi derinleşti. ABD ve dünyada resesyon var. Türkiye için cari açık kırılganlığı arttırıyor. İstanbul, İzmir ve Ankara’da belki de henüz tam anlamıyla hissedilmeyen sıkıntı Anadolu’da işletmeleri kasıp kavuruyor.” Likidite darlığında açık büyüyecek Petrol ve kurda artış söz konusu ve bu yıl enerji ithalatının 45 milyar doların üzerinde olması bekleniyor. 67 milyar dolarlık portföy çıkışı olduğu takdirde Türkiye’nin 5657 milyar dolarlık finansman ihtiyacı olacağını öngörebiliriz. Türkiye açığını iki şekilde kapatıyor; özel sektörün kullandığı dış krediler ile özelleştirme gelirlerini de kapsayan doğrudan yatırımlar. Yatırımların azalacağı kesin. c Özel sektör milyarlarca dolarlık kredi kullanmış. İthalata dayalı sektörler kur baskısı ve iç piyasada da talep sıkıntısı yaşayacak. İhracatta kur nedeniyle rekabet avantajı olan tekstil gibi sektörler sıkıntıda. Faiz yüksek diye, para oluk oluk akmaz. Likitide darlığında açığımız büyüyor. Büyüme hızında gözle görülür bir düşüş yaşanacak. Bu, işsizlik demektir. HURŞİT GÜNEŞ Anadolu kavruluyor UZUNOĞLU 2007’nin başından itibaren kredi krizi derinleşti. Sürekli değerlenen Avro, ihracata dayalı ekonomileri etkiliyor. AB’de enflasyon, ABD’de durgunluk var. Yansıması daha şiddetli olacaktır. Cari açık kırılganlığı arttırıyor. c İstanbul, İzmir ve Ankara’da belki de henüz tam anlamıyla hissedilmeyen sıkıntı Anadolu’da işletmeleri kasıp kavuruyor. Büyük 3 ili çıkardığınızda ise 4 bin şirket açılırken 6 bin kapanmış. PROF. DR. BORATAV: Dövizde dalga işletmeleri zorlar Batı finansal piyasalarındaki kriz, Türkiye’yi şu kanallardan etkiler: Ekonomi, 2003’ten bu yana büyük dış kaynak girişiyle genişledi. 2007’ye kadar kısa vadeli genişlemeye devam edebilmek için dış kaynakla iç talebi arttırma politikası sürdürüldü. Şimdi bu çalkantı, dış kaynak hareketlerini durgunlaştırır mı ya da yatırım para çıkışına dönecek mi? Doğrudan yatırımlar paraya dönüp çıkmaz. Ama 20 milyar dolarlık doğrudan yatırımla bu ivme devam eder mi? Sıcak para boyutu var. Bu tabloda esnek kurun sigorta olduğu söyleniyor, ama unutmayalım ki vadeli döviz piyasası var. Belli bir tarihte vade dolduğunda kur garantisini alabilir. Türkiye’nin finans kaynaklarından biri de özel sektörün dış kredileri; burada vade dolduğunda, dünyadaki likidite darlığına paralel, borç veren, anaparayı geri isteyebilir. Kredilerde anapara ödenir ve faizler toplanır, anapara yenilenir. Sıkışıklığa düşen borç veren kuruluşlar, uluslararası kredi karmaşasında anaparayı geri isterlerse kazancı YTL, borcu döviz olan işletmeler zora girer. Dolayısıyla döviz dalgalanmasında işletmeler zorlanabilir. ABD’nin henüz Doğu Bloku ülkeleri, Latin ülkeleri, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere saldırmadığını görüyoruz. Hâlâ krize çözüm arayışı sürüyor. Çevre ekonomilerde büyük çalkantı olmadı. Ancak Türkiye açısından tablo şu; devam etmek için hızlanarak gitmek lazım. Yani dış kaynak girişinin azalarak girmesi, ekonomiyi aşağı çekecektir. Bu durumda Merkez Bankası ve Hazine’nin talep pompalama politikaları devreye girebilirdi, bizde artık bu da yok. Para girişi negatife dönmese bile durgunluk gündemde. 2007’de hafif atlatılmış durgunluk, bu yıl keskin biçimde yaşanacaktır. lhan Ağabey’den haber beklerken, günün gündemine ilgi duymak zor. Habercilik yapıyorken olayların akışına, konuya yoğunlaşarak profesyonellikle işin içinden sıyırtmak daha bir kolay. Yine de yolda radyodan, şöylesine teğet geçen bir habere takılmamak olanaksızdı. Türkiye’de pirinç fiyatlarını fırlatan spekülasyoncuların AKP yandaşları olmaması olanaksızdı. Kamuya ait çok ciddi stokların çok ucuza, çok kısa bir zaman dilimi içinde elden çıkarılması söz konusu. Ama bu stokçuluğun savunmasında gıda paketlerinin gerekçe yapılmaya kalkışılması ironi gibi. Söylentisi bile kaka şaka geliyor. İster misiniz gerçekten de AKP’nin sosyal devletten saparken, oy avcılığında eksen yaptığı, sadaka düzeni, yoksullara bağışlar için yeni stok alımları, pirinç fiyatları başta, kuru gıda fiyatlarının yükselişinde belirleyici rol oynamış olsun? Hastanede karşılaştığımız Server Tanilli hocamızla İlhan Ağabey’le ilgili umutlu, inançlı bekleyişimizin üzerine ilk diyaloğumuzda; dünya ölçeğinde çok daha ironik gelişmelerden, gazetemizin manşetinde de yer alan “Bu kadar yeter!” diyen 27 bin ekonomist ve gazetecinin ortak bildirisinden söz açılıyor. Finansal krizlerin faturasının son 200 yıldır çalışanlardan çıkarılmasına ilk isyan elbette ki bu bildiri değil. Ancak özellikle son birkaç yıldır emperyalist dünyada çıkan ve bizlerden saklanan, sansürlenen çatlak seslerin giderek sansür edilemez oluşunun bir belgesi. “Her şey altüst oldu” cümlesi, dünyayı çok daha yakından, bilgece izlemekte olan Server Hoca’dan alıntı... ??? Emperyal çarkların insanı öğüten en acımasız yöntemlerle, kendi krizlerine çıkış yoları üretmesinde öylesine bir noktaya gelindi ki... Kanlı petrolün önlenemez fiyat yükselişi ile kârlara kâr katmada tıkanmanın ardından, büyümekte olan yeni krizde, hızlı bir dönüşüm, çıkış noktası bulmada zorlanılıyor. Bizim gibi ülkelere, siyaseti satın almış olarak, kamuya ait her şeyi, yağmalama fiyatına sattırdıktan sonra, şimdi hiç utanmadan krizden çıkış yolunda, kendi ülkeleri için öncelikli kamu kaynaklarına umut bağlamaya kalkışıyorlar. Piyasacı teorisyenler, krizin odağındaki iflasların durdurulmasının ilk acil önlem olacağının altını çizerlerken, krizi asgariye indirecek çözüm reçetelerinde bu şirketlerin kamulaştırılmasını öngörüyorlar. Zaten ABD, AB ülkelerinde sesizce alınmakta olan ilk önlemler, iflas etmekte olan şirketlerin kamulaştırılmaları anlamında. Önlemler paketlerinin ağırlığında da kamu kaynaklarının kullanılması var. Kutsanan serbest piyasa düze İ soner?cumhuriyet.com.tr rüksel’dekiler kritik kopma noktalarında, doluşup Ankara’da boy gösterirler. Bu AB’nin Türkiye politikası açısından vazgeçilmez bir durumdur. Komisyon Başkanı Barroso’nun gelişi de bu hamlelerden biri. AKP hükümeti, AB’nin Türkiye politikalarının yürütülmesi açısından çok önemli. AKP ile AB arasında iyi bir “alışveriş dengesi” kurulmuş; sen beni kolla, ben de senin istediklerini bir bir vereyim… İşte Barroso “dava açılmasının ardından” bu ortamın bozulmaması, AB sürecinin aksamaması için geldi. Tabii ki “AB sürecini” yürütecekler, süreç kesilirse Türkiye’nin sömürgeleştirilmesi ve ayrıştırılması aksar, bunu istemezler. Daha önce de birkaç kritik kopma noktasında Brüksel’in patronları devreye girdiler: 6 Mart 1995’te “AB’ye alınmayacak olan Türkiye’nin gümrüklerinin ve üçüncü ülkelerle ilişkilerinin ipotek altına alınması için” devredeydiler. Yalnız Brüksel değil Washington da devredeydi. İşin Washington ayağını, bugün Kürdistan projesini yürüten Richard Holbrooke üslenmişti. Aralık 1999’da, “Koşullu adaylığı kabul etmem” diyen Ecevit’i bu göstermelik adaylığa sokmak için, Brüksel’in patronları Helsinki’den gece yarıları apar topar Ankara’ya üşüştüler. Ankara’daki kimi taşeronları ile Ecevit’e yüklendiler ve onu pes ettirdiler. Amaçları, “Türkiye’yi AB’nin yedeğine almaktı.” Ecevit, “İçime sindiremedim…” diyerek imzalamak zorunda bırakıldı. 3 Ekim 2005’teki, “Türkiye’nin AB’ye alınmadan, bekleme odasında nasıl iğfal B BIÇAK SIRTI EROL MANİSALI edileceğinin koşullarını belirleyen” çerçeve anlaşması, Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’ün alkışları arasında imzalanırken medyada karartma uygulattılar. Lozan’ın altını yavaş yavaş oyacak bu belge, Kızılay Meydanı’nda havai fişeklerle kutlandı. Avrupa emperyalizmine karşı Ankara’da kurulan Cumhuriyetin tasfiye süreci bu sefer, “AB süreci” adı altında tersyüz edilerek kutlanıyordu. 10 Nisan 2008’de Komisyon Başkanı Barroso’nun gelişinde ise “AB sürecinin Ankara ayağının yıkılmasını engellemek amacı” esastı. Hükümet ile Brüksel arasındaki alışveriş gereği, Brüksel’in patronları görevlerini yerine getiriyorlardı. Hazır gelmişken “AB sürecini canlı tutmanın yanında”, yorgunluklarını karşılayacak ek ganimetlerin de peşindeydiler. 301. madde gibi, Fener Patrikhanesi’ni onurlandırarak “Lozan’ın dışına çıkarılması projesini” güçlendirmek gibi… İlker Başbuğ’un, “Ulus devlet ve üniter yapının bozulmasına izin vermeyeceğiz” yönündeki çıkışı, Ankara ile Brüksel arasındaki alışverişe karşı bir tepkidir. Aslında bu çıkışı Başbuğ’dan önce TBMM’nin yapması gerekmez miydi? Onlar yapmadığı, gerçek demokratik sistem çalışmadığı için, iş yine kendileri AB Süreci, Cumhuriyeti Tasfiye Sürecidir ne kaldı. Konu yine “AB süreci”… Birkaç hafta önceki Siyaset Meydanı’nda Kırca karşıma, “DinciBarzanici” bir karma takım oturtmuştu. Biz ulusalcılar onlarla karşı karşıyaydık. Bir iki hafta sonra tekrar, 10 Nisan 2008’de katıldığım Siyaset Meydanı’nda ise karşımızdakiler, Avrupa Birliği ve Patronlar Kulübü karmasından oluşuyordu. İşin en komik yanı da kimilerinin TürkiyeAB ilişkilerini, “Kanarya sevenler mi yoksa bülbülü tercih edenler mi” biçiminde göstermek istemeleriydi. “AB’ye karşı mısınız, yoksa yanında mısınız” diye sorulduğunda, “AB’nin (ve Batı’nın) Türkiye ve bölge üzerindeki sömürgeci politikalarının üstü örtülmüş oluyordu.” Karşımızdakiler, konuşmaların şöyle yapılmasını istiyorlar: AB’ye kim girdi de kaybetti? 40 yıl önce Portekiz, Yunanistan bizden geriydi, girdiler zenginleştiler… AB içinde demokrasi var, özgürlükler var, girin siz de zenginleşin, özgür olun… İşte bu nedenle de AB süreci aksamadan yürütülmeliydi. Oysa soruların şu şekilde sorulması gerekir: Siz onların “AB süreci” adı altında Tür kiye’yi sömürgeleştirerek parçalamasını mı istiyorsunuz? Yoksa AB ile yan yana, karşılıklı çıkarlarınızı koruyarak iki normal ülke gibi mi yaşamayı tercih edersiniz? Karşı takımdakiler sorunun böyle sorulması gerektiğini çok iyi bildikleri halde “olayı özellikle saptırarak” AB sürecinin yürütülmesini savundular. AB’nin çıkarları bunu gerektiriyordu… AB ile alışverişte bulunan AKP’nin işine bu geliyordu. Kimi büyük sermaye çevreleri, “AB (ve Batı) politikalarının bir parçası olmak zorundaydılar.” Tabii ki Türkiye’deki bölücüler, AB sürecine destek vereceklerdi, onlar da AB’yi arkalarına alacaklardı. Avrupa Parlamentosu’nu temsil eden parlamenterin davranışı ise Brüksel’in gerçek yüzünü ortaya koydu. Hitler döneminde dünyaya bakan gözlerin, bugün Brüksel’den Türkiye’yi nasıl seyrettiğini, herkes ekranlardan canlı canlı izledi. Halkımız, AB’nin maaşlı avukatlarına karşı, “% 90” oranıyla yanımızda yer aldı, kamuoyu yoklamaları böyleydi. Halkı kandıramadılar… Birkaç hafta arayla Ali Kırca’nın seçip de karşımıza oturttukları ilginç bir kompozisyon oluşturuyordu: Kimi dinciler, Barzaniciler, Avrupa Parlamentosu’nun Alman üyeleri ve kimi sermaye çevrelerinin maaşlı avukatları… Sanki işgal dönemindeki İstanbul’daydık, ne yazık... Ve karşımızdakiler bütün güçleriyle, “AB sürecinin aksamadan yürümesini” ısrarla savundular. www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali Finans toplumu yok ediyor Necdet ÇALIŞKAN Dolar dipte, altın ve petrole rekor dayanmıyor, borsalar tepetaklak, dünya finans devleri bile milyar dolarlık zararları nedeniyle iflasa direnmeye çalışıyor. Küresel finans piyasaları her gün yeni bir spekülasyonla çalkalanıyor. ABD’de başlayan ve tüm dünyaya yayılan küresel kredi krizinin yol açtığı zarar kimine göre 200 milyar dolar, kimine göre ise trilyon doları çoktan aştı... Dünya ekonomisinde dengelerin sarsıldığı böyle bir ortamda aralarında Publico (İspanya), Il Manifesto (Italya), Die Tageszeitung (Almanya), Le Monde (Fransa) gibi Avrupa’nın önde gelen gazetelerinden bir grup basın mensubu, finansal spekülasyona karşı www.stopfinance.org adlı internet sitesini açarak ortak bir bildiri yayımladı. “Finansal Spekülasyona Karşı Çağrı: Artık Yeter!” başlığıyla 27 Mart’ta yayımlanan bildiriye şu ana kadar Fransa, Almanya ve İtalya başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinden 27 binden fazla gazeteci ve ekonomist imza attı. Bildiride şu çarpıcı ifadelere yer verildi: ? Raydan çıkan finans, toplumu yok ediyor. “Açgözlü” spekülatörlerin ağır krizler sırasında yaptıkları, çalışanlara zarar veriyor. İşsizlik ve eşitsizliklerin artması sonucu asgari ücretliler ve yoksullar spekülasyon ve iflaslarla boğuşmak zorunda kalıyor. ? Son 200 yıldır, dünya finansının seyri uzun bir krizler zincirinden başka bir şey değil: 1987’de borsanın iflası, 1990’da ABD, Avrupa ve Japonya gayrimenkul krizi, 1994’te zorunlu Amerikan iflası (Meksika krizi), 1997 ve 1998’de uluslararası finans krizi, 20002002’de internet krizi ve son yaşanan mortgage krizi ve global finans krizi. ? Peki neden böyle tekrar ediyor? Çünkü sermaye dolaşımının tüm engelleri ortadan kaldırıldı. Sessiz kalan merkez bankaları spekülatif fonlara muhtaç kaldılar. ? Pazar ekonomisinin aşırı ölçülerdeki eşitsizliklerine daha fazla tahammül etmeyeceğiz ve bir sonraki krizi beklemeyeceğiz. ? Avrupa vatandaşları olarak bizler, Lisbonne Sözleşmesi’nin, “hareketlerine kısıtlama getirmeyi yasaklayarak finansal sermayeye toplum üzerinde ezici bir tahakküm sağlayan” 56. maddesinin kaldırılmasını talep ediyoruz. Finans kuruluşlarına Londra ve başka kentlerde barınma izni sunan “kurum özgürlüğünün” kaldırılmasını istiyoruz. ? Biz, halkların, finansal verimlilik uğruna köleleşmeden yaşayabilme özgürlüğünü savunuyoruz.