Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
18 NİSAN 2008 CUMA müzik YORUMLAR Genç şarkıcı Serap Yağız’ın ‘Suların Uğultusu’ albümüne Moğollar’dan Taner Öngür rock ve caz deneyimleriyle katıldı C Kavganın Yüreği Öyledir. Öyleyiz. Hiç yaşlanmayan, yüzündeki çizgiler başka ve acımasız haritalar çizse bile hep genç kalan insanların destanıdır insanlığın tarihi. “Bilmiyorlar, ama yapıyorlar” denilen geniş yığınlar ile, onların akıllı ve namuslu, tüm kişisel çıkarlarının tersine yürüyebilen çocuklarının karşı karşıya geldiği, hatta çekiştiği bir tarih bu. Hiç yaşlanmayan genç insanların tarihi. Yaşı ne olursa olsun genç kalanların tarihi. Yüreği, eşitlik ve özgürlük idealleri sürdükçe çarpacak olanların öyküsü... İnsanın insanı sömüremediği, bunun önce yasaklandığı ve sonra da olağan bir insanlık karakteri haline geldiği zamanlara kadar aydın aklımızda hep yer edecek olanların öyküsü... Sosyalizmin öyküsü... Kavganın, bu acımasız ve yorucu didişmenin gereklerini yerine getirerek bazen 18’inde boynunu ipe uzatanların bazen 90’ında bir genç tanrı gibi aydınlık serpenlerin öyküsü. ??? Yürek, kavganın hep ortasında ise, bir süre sonra, o kavganın ta kendisi olabiliyor. Öyle yürekler hiç yaşlanmıyor. Öyle yürekler olduğu için insan soyunun üzerindeki kir temizleniyor. Üç günlük dünyada kendisinden başka dert ve dertli tanımayanların, başkalarının sırtından yaşamayı “ekonominin gereği” sayanların, emek sömürüsünü göklere çıkaranların yüreği ile, bu kirli dünya düzenine bir son verilmesi için çabalayanların yüreği gerçekten birbirine benzemiyor. Bitmeyen kavganın yüreği, belki korkak, ama sömürülen ve son tahlilde iyi ruhlu çoğunluğun yüzündeki kiri siliyor. Bu anlamda belki acılı ama “mutlu bir azınlık”, mutsuz çoğunluğu kurtarıyor. O yüzden olmalı, insanın tarihi, haksızlığa direnen bir avuç insanın tarihi olarak da anlatılıyor. Ezici çoğunluğun güldüğü, sırt çevirdiği, umursamadığı yürekler, er ya da geç insanlığın büyük macerasında hak ettikleri yeri alıyor. Onlar, ezici çoğunluğun burun kıvırdığı yüklerin altına giriyor ve böylelikle “ne yaptıklarını bilmeyenlerin günahlarını” da siliyorlar. Direnen ve eşitlik duygusunu hiç yitirmeyen insanların yüreği, birden tekleşiyor. Kavga bitmediği için, yeryüzü sosyalizmle aşkın oluncaya dek bitecek gibi de görünmediği için, o kavgadaki yürekler durmak bilmiyor. Hep genç kalıyor. cutsay?gmx.net 7 Gelenekten yeni renklere Hatice TUNCER Genç şarkıcı Serap Yağız’ın Kalan Müzik tarafından yayımlanan ilk albümü “Suların Uğultusu”, rock, caz ve halk müziği birikimleriyle düzenlemeleri yapan Taner Öngür’ün de imzasını taşıyor. Serap Yağız’ın güzel sesi ve içinde taşıdığı gelenekle Anadolu rock’ın öncüsü Moğollar’dan Öngür’ün tüm müzikal deneyimleri buluşuyor. Serap Yağız, Ankara’da doğup büyümüş ama Erzurumlu babası, Sıvaslı annesinin taşıdığı Anadolu kültürüyle yoğrulmuş. Henüz ortaokul 3. sınıftayken babasının aldığı bağlamayla bildiği üç türküyle Emekçi Kadınlar Derneği’nin etkinliğinde sahne almış. Liseyi Muğla’da okuyan Yağız, Muğla Üniversitesi’nin etkinliklerine katılmış. Liseden sonra girdiği sınavları kazanan Yağız, 4 yıl boyunca Kültür Bakanlığı ve TRT Ankara Radyosu Gençlik Korosu’nda çalışmış. Sol siyasi müziğin önde gelen sanatçılarından Ali Asker’e bir süre vokal yapan Yağız, Emekçi Kadınlar Birliği’nde kadın korosunu çalıştırmış. Bu arada kendi müziğini yapma isteğiyle arayış içerisinde olan Serap Yağız, bir ekip oluşturarak deyişlerin ağırlıkta olduğu bir programla çeşitli organizasyonlarda sahne almış. Moğollar’ın da katıldığı Akçay Festivali’nde Taner Öngür ile müzik üzerine uzun bir sohbet olanağı bulmuş, daha sonraki günlerde de Öngür ile bağlantısını koparmamış: “Taner Abi’ye bestelerimi gönderiyordum, haberleşiyorduk. ‘Çok ağır ilerliyor bu iş’ deyince her şeyi bırakıp İstanbul’a taşındım. 2.5 yıldır uğraşıyoruz. Benim idollerim Pir Sultan’dır, Âşık Veysel’dir, Neşet Ertaş’ı çok severim. Onlar zaten bağlama ile çalarak bir çıta koymuşlar benim gönlümde. Tek sazla otantik okumaya kalksam onları taklitten ibaret olacaktı. Onların yaptığının üzerine bir şey koyamayacaktım. Ben bir Alevi kızıyım, sosyalist bir duruşum var. Sloganvari bir albüm yapmak da istemiyorhit Berkay yaylı tanbur, Ertan Tekin duduk ve Moğollar’dan Serhat Ersöz elektrik piyanoyla katkıda bulunmuşlar. Gevende grubundan Ömer Öztüyen viyola, Gökçe Gürçay tabla çalarak albüme renk katmış. Halk müziğinin güçlü yorumcularından Gülay ve müzisyen kardeşi Nilüfer vokallerde yardımcı olmuş. Kayıtlar Taner Öngür’ün ev stüdyosu, Serhat Ersöz’ün ve müzisyen Ayhan Orhuntaş’ın “Ütopya” stüdyolarında yapılmış. Taner Öngür “Bu albüm sevgi ve destekle oluştu” derken Beatles’ın “With A Little Help From My Friends” şarkısını anımsatıyor: “Arkadaşlarımın yardımlarıyla yani. Hatta Erdal Erzincan iki parçaya çalmak için geldi. Sonra telefon edip 3 parçaya daha çalacağını söyledi. ‘Çok samimi bir şey, çok güzel deneyler yapılıyor, kendimi iyi hissediyorum burada’ dedi.” OSMAN ÇUTSAY dum. ‘Yüzlerce yıllık kendi kültürümü nasıl yansıtabilir, hâlâ bilmeyen gençlere Âşık Veysel, Ruhi Su, Ali Ekber Çiçek’lerin varlığını göstermek için ne yapabilirim’ sorularına sürekli cevap aradım.” SEMAH VE CAZ Taner Öngür, “Müziğe saf ve temiz bir şekilde, yani bir kariyer yapmak, buradan kendine kazanç yolu bulmak için değil, sevgiyle dolu bir tutkuyla” yaklaştığını fark ettiği için Serap Yağız’ın albümünün prodüktörlüğünü üstlenmiş. “Moğollar kırk yıllık da olsa hâlâ deney yapıyoruz” diyor Taner Öngür ama Moğollar ile yapamayacağı başka alanlar olduğunu düşünüyor. Serap Yağız ve hem rock hem de caz birikimiyle iyi bir davulcu olan Ümit Yağız’ı birlikte gördüğünde “kafasında bir şimşek” çakmış. Pir Sultan Abdal’ın “Sabahtan Uğradım Ben Bir Figana” deyişiyle çalışmalara başlamışlar: “Aslında 1961 yılında Tülay German’ın ‘Burçak Tarlası’ plağının arka yüzündeki ‘Mecnunum Leylamı Gördüm’ şarkısının düzenlemesi beni çok etkilemişti. Semah ile caz tarzı arasında muhteşem, iç içe geçen bir müthiş bölümü vardı. Bu parçada böyle bir deneme yaptık. Serap’ın ritim duygusu harika ve tam istediğim gibi bir parça oldu.” Albümde Âşık Veysel’in “Sen Varsın Orda” ve “Bu Âlemi Gören Sensin” gibi birinde Tanrı’ya güzelleme yaparken birinde isyanını dile getirdiği iki eseri yer alıyor: “Sözlere çok önem verdik. Her şarkının sözlerini özümseyerek, anlamını doğru yaşayarak düzenlemeleri, kayıtları yaptık.” MAHSUS MAHAL Taner Öngür albümde gitar kompozisyonları üzerinde çok uğraşmış. Rock müzik diye bir genelleme yapılmasına karşın çok farklı alanları olduğunu anlatan Öngür, Ruhi Su’nun “Mahsus Mahal” eseri üzerinde çalışmalarını anlatırken “Erdal Erzincan’ın bağlamasıyla karşılıklı oyunlar oynadık” diyor: “Geri vokallerde Beatlesvari armoniler, Bosa caz üzerine semah söyleyişi. Ama bunlar yama gibi olmadı. 70’lerde ‘Batı müziğinin ritim ve armonisiyle Türk halk müziğinin içeriği, duygu ve melodrik yapısı birleşebilir, yerelden evrensele gidilebilir’ diye bir düşünce vardı. Bu konuda iki taraftan da ağır eleştiriler geldi, ama kendileri de bu denemeleri yaptılar. 2008’de tüm bu birikimleri de göz önüne alarak 70’lerdeki o mantıkla yola çıktık. O kadar çok müzikal bilgi birikimi, kültürler arasındaki farkların bilgileri var ki... Bütün bunlardan dengeleri yaratıp, yeni renkler çıkarmak mümkün.” MİSAFİR SANATÇILAR Albüme enstrümanları ve vokalleriyle konuk olan sanatçılar gönüllü çalışmalarıyla bu albümü desteklemişler. Paylaşımcı birlikte çalmaktan keyif alarak albümü ortaya çıkarmışlar. Serap Yağız’ın “Aslında benim değil bizim” diye anlattığı “Suların Uğultusu” albümüne Erdal Erzincan bağlama, Erkan Oğur perdesiz gitar, Ca Çözüm Anadolu’da erap Yağız’ın terk edilme üzerine duygularını ifade ettiği “Nerelere Koysam” klasik rock formatında düzenlenmiş. Yemin adlı dizide de kullanılan bu şarkı izleyicilerin beğenisiyle karşılandı. Yağız’ın “Yoktu Sevgi” şarkısı ise 1970’lerin tipik bir hafif müzik şarkısı ruhunu taşıyor. Şah Hatayi’nin “Güzel Gel Beri” deyişi albümün genel havasına hâkim olan cazrock tarzını yansıtıyor. “Bir Çift Turna” anonim bir Yozgat türküsü. Azeri bir anonim türkü olan “Hardasan”da Arslan Hazreti rebap, Folva Zamanzade tar ve Nejat Özgür garmon çalıyor. Yağız, Ermenice “Dileyaman” türküsünü eski bir kayıttan dinlemiş ve çok etkilenmiş. Gazeteciyazar Hrant Dink’in katledilmesi üzerine bu türküyü Dink’in anısına okumuş. Erdal Erzincan’ın tavsiye ettiği ve bağlamaları da çaldığı “Oy Mendil” türküsü, Ümit Yağız’ın uzun davul sololarıyla farklı bir havaya bürünmüş. Ülkü Tamer’in şiirinden Taner Öngür’ün yazdığı “Üşür Ölüm Bile” şarkısı, alternatif rock düzenlemeleri ve Serap Yağız’ın çok güzel okumalarıyla albümün en dikkat çekici çalışmaları arasında yer alıyor. Fotoğraflar: VEDAT ARIK S angisi daha iyi çalışır? Hangisi daha çok dayanır? Hangisi daha çabuk yıpranır? Bu soruların kolay yanıtı yok. Söz konusu olan, yürektir. Kavganın içindeki yürek mi daha iyi çalışır, meselesi olmayan ve dünyadaki sayılı günü huzurla tüketmeyi iş belleyen yürek mi? Büyük kavgamızın içindeki yürek mi daha çok dayanır, yoksa onun yanından bile geçmeyi saçmalık sayan yürek mi? Eşitlik, bütün insanların kardeşliği, dünya nimetlerinin kardeşçe paylaşılması, kimsenin kimseyi sömürmemesi, aç ve açıkta kimse kalmaması için çalışanlar, su başlarını tutmuş olanlarla kavga etmeye mecbur bırakılıyor, dolayısıyla böyle yüksek değerlere sahip çıkanların hep kavganın yüreğinde yer alması da bir zorunluluk oluyor. Yüreklerimizi, sıkıntıdan uzak tutarak koruyabilir miyiz? Böyle bir şey mümkün mü? Kavganın tam ortasındaki hiçbir yürek yorulmaz aslında. “Bütün insanlar kardeştir ve sınıfsız bir dünya kurulduğunda insanlığın tarih öncesi de kapanmış olacaktır” diyenlerin yüreği hiç yıpranmaz. Belki, öyle bir yüreği taşımak bazen yorar insanı. Ama o yürek, kendini sürdürür. ??? Bir büyük yangının içinde dünyaya gelmişiz. Bu yangını söndürmek, insanları kardeşliğin bahçesinde sohbet ederken görebilmek için, çoğumuz küçük yaşlardan beri bir kavgaya talip olmuşuz. Bilerek ve isteyerek, yani. Yürek taşıdığımız için. Başka türlü bu kirli dünyaya tahammül edemeyeceğimiz için. İyi de, hangi yürek daha çok yaşar? “Aman bir tatsızlık çıkmasın” diyenlerin yüreği mi, yoksa “çıkarsa çıksın, ben bu haksızlığa, insanın, başka insanların kurdu olduğu bu kâr düzenine seyirci kalamam” diyenlerin yüreği mi? Yoksulluğun, açlığın, aşağılanmanın kural olduğu bir dünyada, bir köşede kendi küçük mutluluklarıyla gününü tamamlayanlardan mı olacağız, yoksa insanlığın taşıdığı yüksek değerleri sahiplenip gereklerini yerine getirmekten kaçınmayanlardan mı? Kavganın yüreğinde yaşamak, üç kuruşluk maddi zevkler ve çıkarlar için her türlü maddi ve manevi aşağılanmayı kabullenenlerin anlayacağı bir şey değildir ve trajedimiz de orada: Onlar çoğunlukta. Jean Paul Sartre’ın Dostoyevski’den ödünç aldığı “Her türlü mutsuzlukta beni çeken bir şey var” vurgusunun doğal bir sonucu, “her türlü haksızlıkta, sömürüde, acımasızlıkta, adaletsizlikte, beni müdahaleye zorlayan bir şey var” diyen insanların sahneye çıkması değil midir? H PİR SULTAN’DAN BUSH’A Serap Yağız ve Taner Öngür, Küresel Eylem Grubu’nun 26 Nisan’da Kadıköy’de düzenleyeceği “Nükleer Santral İstemiyoruz” mitinginde sahne alacak çok sayıda sanatçı arasında yer alıyor. Yağız ve Taner Öngür, müzisyen arkadaşlarıyla çeşitli mekânlarda sürdürecekleri konserlerde gitar ve vokal ağırlıklı rock’a yakın bir tarzla dinleyicilerin karşısına çıkacak. Serap Yağız, bazı parçalarda bağlama çalacak. Öngür ve Serap Yağız albüm çalışmaları yaptığı sıralarda Türkiye’de “Amerikan düşmanlığı” üzerine bir araştırma yapan Amerikan Washington Post gazetesinin muhabiri Taner Öngür ile de röportaj yapmış. Serap Yağız, Amerikalı gazetecinin sorusunu “Sabahtan Uğradım Figana” deyişinden “Cehennemde ateş yoktur/Herkes kendi ateşini götürür” sözleriyle Pir Sultan’dan George Bush’a bir mesaj yollamış: “Aslında bu sorunlarımız içinde bu zenginliklere bakmamız gerekiyor. Dönüp kendi topraklarımıza baktığımızda aradığımız her çözüm burada var.” ‘DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ SAVAŞÇISI’ ADD’den Selçuk’a ödül İstanbul Haber Servisi Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Bern ve Zürih şubeleri, gazetemiz Başyazarı İlhan Selçuk, eski İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu ve İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’i, Cumhuriyet Devrimi’ne katkılarından dolayı “Düşünce ve ifade özgürlüğü savaşçısı” ödülüne değer gördü. Plaketlerin verilmesi amacıyla Taksim’deki Bindallı Sanatevi’nde tören düzenlendi. Törende Bern ADD temsilcisi Meral Kayalı, 6 Nisan’da Bern’de gerçekleştirdikleri “Düşünce ve İfade Özgürlüğü” konulu panelde Selçuk, Perinçek ve Alemdaroğlu’na gıyaplarında verilen plaketleri bu kez İstanbul’da sunduklarını söyledi. u yıl İstanbul Film Festivali’nde gördüğüm filmler içinde en ilginçlerinden biriydi Andrzej Wajda’nın Katin’i. 82 yaşındaki Wajda, 1950’lerin sonlarından günümüze dek yaptığı çok sayıda filmle çağdaş sinemanın büyük ustarından biri oldu. Hemen her filminde de ülkesi Polonya’nın ve insanlarının geçmiş ve günümüzdeki sorunlarına büyük bir cesaretle eğildi. Daha sosyalizm uygulamalarının sürdüğü yıllarda Mermer Adam filmiyle “emek kahramanları”nın ardındaki trajik boyutu gözler önüne serebilmeyi başardı. Danton filmiyle Fransız Devrimi’ne, İkinci Dünya Savaşı yıllarını anlattığı pek çok filmiyle, ülkesiyle birlikte Almanya ve Rusya’nın ortak tarihine hep aynı gözüpeklikle yaklaştı. ??? Katin’le ülke tarihinin en trajik olaylarından birini gündeme getiriyor. Tarihi boyunca Almanya ve Rusya gibi iki büyük gücün arasında kalan Polonya, bu iki güç arasında bir ara bölge olmanın bitmeyen sorunlarını B DEFNE GÖLGESİ TURGAY FİŞEKÇİ Bir Ulus Nasıl Bölünür? başlarına gelenler, bu olayın öncesi ve sonrasında yaşananlarla birleştirilerek anlatılıyor. Babası da bu katliamda öldürülen Wajda, olaydan altmış sekiz yıl sonra, alabildiğine soğukkanlı, ama bir o kadar da etkileyici bir anlatımla yansıtıyor, ulusunun ve kendi tarihinin bu acı sayfasını. Filmin savaşın bitiminden sonraki günleri anlatan bölümleri ise bir olayın bir ulusu nasıl bölebildiğine dair derslerle dolu. Bir yanda Katin olayını hiç olmamış saymayı yeğleyen resmi çevrelerle, yeni bir hayata başlayabilmek için bu tavrı benimseyen insanlar; öte yanda yitirdiklerinin anısından kopamayan acılı insanlar. Bunlar arasındaki ilişkilerin onulmaz hasarı... yaşadı. Ulusal bağımsızlığı çoğu kere bu güçlerden birinin denetiminde kaldı. Bu tarihin en acı sayfaları da altı yıl süren İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşandı. Önce Sovyetler’in, sonra Nazi Almanyası’nın, sonra yine Sovyetler’in işgaline uğradı. Savaşın ilk yılında tutsak alınan Polonyalı on binden fazla subayın Katin ormanında kitle halinde öldürülerek toplu mezarlara gömülmesi olayı, savaş boyunca Almanya ile Rusya’nın karşılıklı propaganda gereci oldu. Ta ki, 1990’da Rusya, Katin kıyımında sorumlu olduğunu kabul etti. ??? Filmde, bu trajik olayın içinde ya da çevresinde yaşayan insanların Tarih Polonya’ya bir kez daha “kendisi olma” hakkını tanımayacaktır. Çaresiz insanlar, acılarının, yitiklerinin ve çaresizliklerinin içinde büyük bunalımlarını ve hüzünlerini sürdüreceklerdir. Filmde kurmaca öykülerle, gerçek yaşamdan alınan günlük ve mektuplar, o denli başarıyla kurgulanmış ki, filmin “sahici”liğinden kuşku duymaya olanak yok. 82 yaşındaki Wajda, bundan sonra yeni bir film yapar mı bilinmez ama, ilk filminden son filmine elli yıl boyunca yaptığı her filmde, gençlik heyecanını, büyük sanatçılığını, aydın tavrını bu denli yükseklerde ve onurla koruyabilmiş bir sanatçıya zor rastlanır. Bu yüzden Katin, siyasal bir olaya, insani çokboyutluluğu içinde bakabilmesiyle, günümüz sanatına büyük bir armağan. Dileyelim, sinemalarda, televizyonlarda da gösterilsin. İnsanlarımız çağın bu büyük sinamacısıyla buluşabilsin. turgay@fisekci.com ABD’li fizikçi Wheeler öldü Çeviri Servisi “Kara delik” (uzayda maddenin çok küçük bir noktaya toplanması ile meydana gelen bir nesne) kavramını 1969 yılında bilim literatürüne sokan ABD’li fizikçi John Wheeler 96 yaşında New Jersey’deki evinde öldü. Uzun yıllar Princeton Üniversitesi’nde görev yapan profesörün kızı, Wheeler’in 13 Nisan’da zatürree nedeniyle öldüğünü açıkladı. ABD Başkanı George Bush, Albert Einstein’la birlikte çalışma şansını da bulan ve dünyanın ilk atom bombasının üretildiği Manhattan Projesi’nde de görev yapan ünlü fizikçinin ölümüne ilişkin “Tarihin akışını değiştirecek projelerde görev yapan ülkenin en büyük fizikçilerinden birini kaybetmekten üzüntü duyuyorum” açıklamasını yaptı. (BBC)