Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
11 NİSAN 2008 CUMA ekonomi PARİS’TEN UĞUR HÜKÜM ayat zaten bir müsabaka. Bitmek tükenmek bilmeyen, herkesin, her aklı başında insanoğlunun kendi çapında, kendi duygu ve düşüncesinde başarılı, mutlu olmak, kazanmak istediği bir karşılaşma. İstesek de istemesek de çeyreğiyle, yarısıyla finaller hep gündemimizde kalacak. Eninde sonunda bir taraf bu müsabakada muzaffer olacak, muradına erecek. Önemli olan yaşananlardan, yaşadıklarımızdan ders çıkartmak, çıkartabilmek. Bir an sonrasına, yarına, geleceğe hazırlıklı, deneyimli olabilmek. Yenile yenile yenebileceğinin, kazanmak kadar katılmanın, şampiyonluk kadar centilmenlik ve saygınlığın bilincine ermek, bu erdemlere içtenlikle inanmak. Başarının sırrını hayvani bir yırtıcılıkta aramak yerine, çok uzun soluklu sabır, çalışkanlık ve yaratıcılık gibi yöntem ve ilkelerle sorgulamak. Sinsi sızıntılarla mevzi ele geçirmek, içerden satın almak, fethetmek (!) yerine, saydam karşılaşmalarda açıkça vuruşarak, tartışarak, ikna ederek gücünün, fikrinin, inancının üstünlüğünün daim ol(a)mayacağının farkında olarak geçici zaferinin tadına varmak, ondan yararlanmak; karşındakini düşman değil rakip, hatta geçici oyun arkadaşın olarak görmen gerekene müsamaha göstermek, tahammül etmek değil, yürekten saygı duymak zorunluluğunu kavramak, sindirmek... Ne zor değil mi ? Ne kuyusu dipsiz tek bir kitap açıklamağa yeter hepsini, ne de nesillere sığamayan tek bir hayat hikayesi inandırabilir herkesi... ??? Şayet son olarak Yeni Şafak’ta “Expo’da İtalyan Oyunu” veya Star gazetesinde “Expo 2015 Dava Kurbanı” başlıklı “ilkel” mantıklı haberleri görmesem bu konuda bir şeyler çiziktirmek niyetim de yoktu. Zira Can Dündar 1 Nisan tarihli “İzmir Neden Kaybetti?” başlıklı köşe yazısında âlim olmayan âlemin bile anlayabileceği bir netlikte mağlubiyetin nedenlerini açıklamıştı. Dündar yaşanan süreci “Başından sonuna ‘Türk işi’ seyir izledi” sözleriyle özetliyordu. Benim de tanığı olduğum “Expo 2015” Paris finalinin sonucunu o önceden tahmin etmişti. Ancak izlediğim son rauntta Milanolular kesinlikle üstündü ve adamlar ‘Expo 2015’i hak etmişlerdi. Paris’in önemli profesyonel kongre mekanlarından “Palais des Congrès”nin salonlarında nihai sonuçları beklerken konuştuğum Türk meslektaşlarıma, “Öncesini bilemem ama biraz önce seyrettiğimiz yarımşar saatlik son rauntlarda işin erbabı adeta ders verdi. Biri yılların deneyim ve olgunluğundan süzülüp geleni sergilerken, öteki yüzeysel bir tezcanlılığın ve iyi niyetli bir acemiliğin ham özelliklerini taşıyordu. Mantıken, aylardır süren ilk aşamalarda, önceki rauntlarda ‘ak koyun kara koyun’ belirlenmiş olması gerekir” demiştim. Ancak, anladığım kadarıyla, son anda bile milyonlar akıtıldığı, takviye bütçeler çıkartıldığına göre son raunt epeyce belirleyici olacaktı ve oldu da. ??? Peki, naçizane ve acizane görüşümüze göre Milanoluların İzmirlilere üstünlüğü neydi, neredeydi? İtalyanlar son perdede her şeyi “canlı ve doğal”ın (Live) sıcaklığı ve sami AKP IMF’ye sarılıyor H ükümet, IMF’den yeniden döviz kredisi almaya mecbur olmadığını açıklamasına rağmen IMF ile masaya oturacak ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Devlet Bakanı Mehmet Şimşek, hem Bakanlar Kurulu’na yaptığı bilgilendirmede, hem de medyaya verdiği demeçlerde Uluslararası Para Fonu (IMF) ile “ihtiyati standby anlaşması yapılmasının kuvvetli olasılık olduğunu” söyledi. Sosyal güvenlik düzenlemeleri yasalaşmadan 7. Gözden Geçirme’yi tamamlamayacağını açıklayan IMF ise Şimşek’in çağrısı üzerine Ankara’da hükümet ile görüşmelere başlayacak. Hükümet, artan iç gerginlik ve küresel kriz sonrası yine IMF’ye sarılıyor. IMF Türkiye Masası Şefi Lorenzo Giorgianni başkanlığındaki heyeti Türkiye’ye davet eden Hazine’den sorumlu Devlet Bakanı Şimşek, Mayıs 2008’de sona ere İzmir 0, Milano 1! (I) C 9 H I MF Türkiye Masası Şefi Giorgianni başkanlığındaki heyet bugün Türkiye’ye geliyor. Devlet Bakanı Şimşek, IMF ile ihtiyati standby yapılmasının kuvvetli olasılık olduğunu söyledi. cek standby düzenlemesinin ardından devreye girecek IMF destekli yeni programı Bakanlar Kurulu’na anlatırken “ihtiyati standby” yapılmasının kuvvetli olasılık olduğunu söyledi. Şimşek, bu anlaşmanın yapılmasına ilişkin gerekçeyi Milliyet’ten Güngör Uras’a “Yürürlükteki standby anlaşmasının süresi sona eriyor. Hazine’nin D aha önce IMF ile yeni anlaşma yapmayacağını açıklayan hükümetin, küresel mali sorunların giderek derinleştiği bir ortamda fon ile yeni anlaşmaya varmak zorunda kaldığı belirtiliyor. yeterli döviz stoku var. İstesek tüm IMF borcunu öderiz. Ama ödemeyi düşünmüyoruz. Cari açık var ama döviz açığımızı kolaylıkla kapatıyoruz. IMF’den yeniden döviz kredisi almaya mecbur değiliz. Ancak ‘kırılganlık’ söz konusu. İşte bu nedenle standby anlaşmasının süresi sona erdikten sonra ihtiyati standby anlaşması yapacağız” şeklinde açıkladı. İhtiyati standby’ın, hükümetin halen sürdürmekte olduğu standby’dan tek farkı, IMF’den borç alınmayacak olunması. Buna karşın uluslararası mali sistemden kaynaklanan sorunlar da dahil herhangi bir ödemeler dengesi sorunu ortaya çıktığında IMF devreye girecek. Daha önce IMF ile yeni anlaşma yapmayacağını açıklayan hükümetin, küresel mali sorunların giderek derinleştiği bir ortamda IMF ile anlaşmaya varmak zorunda kaldığı ifade edilirken izlenecek yol “Sosyal güvenlik reformu TBMM’de tamamlandıktan sonra ilk iş olarak gözden geçirme çalışması sonuçlandırılıp mayıs ayında sonra uygulanacak programın duyurulacağı” şeklinde çiziliyor. Çin’in de aralarında olduğu ülkelerden alım 5 yılda 3.6’dan 23.3 milyar dolara çıktı Çarşı Uzakdoğu’ya teslim ATO’nun raporuna göre 144 sektörün 79’unda Uzakdoğu ülkelerinin payı yüzde 10’un üstünde. İthalat, son 5 yılda 5’e katlandı. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Türkiye’deki birçok sektör başta Çin olmak üzere Uzakdoğu ülkelerinden gelen ucuz ithal ürünlerin eline geçti. Ankara Ticaret Odası’nın (ATO) yaptığı araştırmada, Türkiye’nin 2002 yılında 3.6 milyar dolar olan, Çin, Tayland, Tayvan, Malezya, Endonezya ve Güney Kore’den yaptığı toplam ithalatın 2007’de 23.3 milyar dolara kadar çıktığı ifade edildi. Saptamalar şöyle: Türkiye’nin bavul, çanta ve diğer saraciye ürünleri ithalatının miktar olarak yüzde 93.4’ü, değer olarak da yüzde 81.9’u bu ülkelerden. Türkiye’nin 2007 yılında ithal ettiği her 100 oyuncağın 92.7’si Uzakdoğu ülkelerinden geldi. Bisiklet ithalatının miktar olarak yüzde 92.5’i, değer olarak yüzde 81.9’u, müzik aletleri ithalatında toplam ithalatın miktar olarak yüzde 87.5’i, değer olarak 63.2’si, spor malzemeleri ithalatının değer olarak yüzde 68.6’sı, miktar olarak yüzde 86.2’si Uzakdoğu ülkelerinden yapıldı. 79 sektör tehdit altında luslararası Standart Sanayi U Sınıflaması’na göre belirlenen 144 sektörün 79’unda Uzakdoğu ülkelerinden yapılan ithalatın payı yüzde 10’un üzerinde. Türkiye 2007 yılında söz konusu 79 sektörde toplam 82.7 milyar dolarlık ithalat gerçekleştirdi. Bunun 19.1 milyar dolarla değer olarak yüzde 24’ünü miktar olarak yüzde 30’unu Uzakdoğu’dan yapılan ithalat oluşturdu. Araştırmada, başta Çin olmak üzere Uzakdoğu ülkelerinden yapılan ithalatın birçok sektörde yerli üretimi yok edebilecek bir büyüklüğe ulaşmasında, bu ülkelerden yapılan ithalatın maliyetinin düşük kalmasının etkili olduğu vurgulandı. (Fotoğraf: Murat Gülderen) 2007’de Türkiye’ye ithal edilen her 100 motosikletten 79’unu Uzakdoğu’dan yapılan ithalat oluşturdu. Uzakdoğu ülkelerinin motosiklet ithalatındaki payı miktar bazında yüzde 79, değer bazında ise yüzde 44.4 oldu. Televizyon ve radyo alıcıları ithalatının 946 milyon dolarlık kısmı Uzakdoğu’dan. Televizyon ve radyo alıcıları ithalatının miktar olarak payı ise yüzde 77.1. Büro, muhasebe ve bilgi işlem makineleri ithalatı 2007 yılında 2 milyar 934 milyon dolara ulaştı. İthalat miktar olarak toplam ithalatın yüzde 77.1’i, değer olarak ise yüzde 64.3’ü oldu. Her 100 ayakkabıdan 73’ünün Uzakdoğu ülkelerinden. Elektrik ampulü ve lambalarıyla diğer aydınlatma cihazları ithalatının yüzde 70.1’i Uzakdoğu’dan. 2007 yılında radyo ve televizyon vericileri ve telefon, telgraf teçhizatı ithalatının miktar olarak yüzde 67.6’sı buradan yapıldı. GELİR VERGİSİ Doğan Türkiye rekortmeni Ekonomik büyümenin GSMH’ye oranındaki artış 2004’te yüzde 9.4 iken 2005’te 8.4’e, 2006’da 6.9’a derken.. 2007’de yüzde 4.5’e kadar gerilemiş!. Yıllık enflasyonun artış hızı derseniz: 2004’teki yüzde 9.3’ken 2007’de siyasi baskılarla ancak yüzde 8.5 olmuş! Hem de enerji fiyatları gibi büyük zamların 2008’e ertelenmiş olmasına rağmen! Ödemeler dengesinin GSMH’ye oranı ise hâlâ eksilerde! Cari dengenin GSMH’ye oranı da aynı. 2004’te 4 iken, 2007’ye kadar düzelme göstermediği gibi daha da kötüleşmiş. 5.8’i bulmuş! Bu veriler Moody’s’in 3 Nisan’da yayımladığı Türkiye Araştırma Raporu’ndan. Rapor; Stand&Poors’un (S&P) kredi notunu niye eksiye çevirdiğini tam açıklamıyor ama.. AKP’nin ekonomi yönetiminin sanılanın tersine hiç de başarılı olmadığını göstermekte. Yani? Enflasyondaki artışı, cari açığı, kamu borcunun GSMH’ye oranı azalırken özel kesim borçlarındaki vahim artışı, artık iç siyasi gelişmelere ya da küresel ısınmaya bağlayan yorumların inanılır olmadığını açıkça ortaya koymakta. Ne var ki, gelin de bunu AKP’ye anlatın. Sanırsınız AKP kapatılmış da S&P de bundan çok etkilenip kredi notunu birden eksiye çekivermiş. Doğrusu, S&P’nin kredi notunu düşürmesinin AKP’nin kapatılma iddianame ANKARA (AA) İşadamı Aydın Doğan, 10 milyon 454 bin 56 YTL vergi ile İstanbul’dan sonra Türkiye’nin de gelir vergisi rekortmeni oldu. Gelir İdaresi Başkanlığı’ndan edinilen bilgiye göre gelir vergisi rekortmenleri listesine bu yıl da İstanbul damgasını vurdu. Listede ilk 30’a giren mükelleflerin 27’sini İstanbul’a kayıtlı, 2’sini Ankara’ya, birini ise Kahramanmaraş’a kayıtlı mükellefler oluşturdu. Listenin ilk sırasında Aydın Doğan yer alırken kendisini 10 milyon 67 bin 363 YTL’lik vergi ile Hüsnü Özyeğin izledi. Bu yıl büyük bir sürpriz yaparak Ankara’nın vergi rekortmenleri listesinin ilk sırasına oturan Kazım Türker, 9 milyon 676 bin 802 YTL’lik vergi ile Türkiye’nin en fazla gelir vergisi ödeyecek üçüncü ismi oldu. Bu arada, Kahramanmaraşlı Mehmet Hanefi Öksüz de sürpriz yaptı. KİPAŞ Holding Yönetim Kurulu Başkanı olan Öksüz, ödeyeceği 3 milyon 910 bin 315 YTL’lik vergi ile rekortmenler listesinin 15’inci sırasında yer aldı. miyeti üzerine kurarken, Türkler Anglosakson bir yapaylığın egemen olduğu “kayıt ve show” zihniyetiyle hareket etmişlerdi. İtalyanlar Uluslararası Sergiler Bürosu BIE’nin (http://www.bieparis.org/) 152 üyesine tümüyle bire bir, doğrudan bir mesaj iletirken, Türkler çoğunluğun reklam klipleri anlayışında çekilmiş filmlerle dolaylı tanıtımı yeğlediler. Türk cephesi doğallıktan uzak iki “profesyonel (!) sunucu” eşliğinde Eurovisionvari “gösteri” sahneye koydu. İtalyan cephesiyse “işini bilenlerin” verdiği güven ve hazla “eylem” koydu. Son perdenin ilk sahnesinde İtalyanlar sunum yaptı. Dünyaca ünlü Senegalli müzisyen, UNESCO’nun iyi niyet Büyükelçisi Youssou N’dour’un söylediği bir şarkıyla açan Milano, daha sonra 23 dakikalık destek konuşmaları yapacak ağır topları sahneye davet etti. Önemli olduğunu tahmin ettiğimiz bir İtalyan aydının giriş konuşmasının ardından AC Milan’ın AfrikaHollanda kökenli futbolcusu Clarence Seedorf ve ABD eski başkan yardımcısı, çektiği çevre dostu filmle küresel bir kampanya sürdüren, Nobel Barış Ödüllü Al Gore İtalya’nın hassasiyetini, becerilerini öven argümanlar geliştirdiler. Gerek Gore gerek ondan sonra mikrofonu alan Fransa’nın en önde gelen entelektüel kişiliklerinden, araştırmacı yazar, Avrupa Kalkınma Bankası Kurucusu başkanı, eski sosyalist cumhurbaşkanı François Mitterrand’ın maliye ve iktisat danışmanı Jacques Attali konuşmalarının, “Bir kente karşı değil, ancak bir kent için olduğunu” vurguladılar. Daha sonra kürsüye gelen İtalya Başbakanı Romano Prodi ve Dışişleri Bakanı Massimo D’Alema Türkiye’ye olan dostluk duygularının altını çizerken, rekabet, profesyonellik, hatta kendi ülkelerinde özellikle kadınlara verilen değer ve her türlü köktenciliğe karşı olmak gibi siyasi hassasiyet sezdiren sözler söylediler. Daha sonra İtalya’nın Kuzey Bölgesi Başkanı ve son olarak Milano Belediye Başkanı Letizia Moratti son derece güzel, duygulu ve doğaçlama izlenimli bir konuşma yaptı. Her müdahalede bulunan, Expo 2015’in bir boyutunu ele almıştı. “Gezegeni Doyurmak, Yaşam İçin Enerji” tema sloganlı söylevlerde belli bir görev bölüşümü, gözle görülür bir ahenk ve koordinasyon vardı. Her konuşmacı yanına küçük bir çocuk alarak konuşmuştu. Yaşları 4 ile 10 arasında çocuklardan oluşan bir koro dünyaca ünlü İtalyan âmâ tenor şarkıcı Andrea Boccelli eşliğinde Milano’nun Expo 2015 için seçtiği slogan etrafında bestelenmiş özgün bir melodi seslendirdi. Karanlıkta sadece ışık oyunlarıyla dans eden bir grup “Expo 2015Milano” harf ve logoya konan Leonardo da Vinci’nin ideal ölçüler deseni işaretleriyle biten gerçekten çok ilginç bir gösteri sahneledi. Ve her şey öngörülen 30 dakikalık sürede tamamlandı. Merak ediyorsanız, Milanolularının son gün için hazırladıkları bir broşürün Fransızcasına bir göz atıverin: (http://www.blogexpert.info/doc/icemilanodpfr.pdf) Önümüzdeki hafta “bizimkiler” ile devam edeceğiz. ugur.hukum@gmail.com GÖZ UCUYLA TÜRKEL MİNİBAŞ siyle aynı tarihe düşmesi düşündürücü! Son dört yıldır temel ekonomik verilerin bozulduğunu gösteren Moody’s’in raporu da zaten bunu açıkça ortaya koymakta! Kaldı ki, enflasyonun yeniden yükselişe geçmesinde Merkez Bankası’nın enflasyon hedeflemesindeki başarısızlığın da payı büyük. Hatırlarsanız, uygulamanın ilk yılı olan 2006’da yüzde 5’lik hedef tutturulamayınca enflasyon siyasi baskıyla yüzde 9.65’e zorla tutunabilmişti. Yarım ya da bir puanlık bir fark olsaydı hedefteki ıskalama Merkez Bankası’nın acemiliğine verilebilirdi ama... Merkez Bankası çocukluk dönemini yaşamadığına göre böyle bir hoşgörü mümkün değil. Zaten, 2006’da hedef belirlemekte yeterince gerçekçi olamaması, IMF’ye bağımlı hareket etmesi ve.. global gelişmeleri, özellikle enerji ve tarım fiyatlarındaki artışları önemsememesinin de etkili olduğunu unutmamak lazım. Kısacası, Merkez Bankası’nın 2007 için öngörülen yüzde 4’lük enflasyon hedefini tutturamayacağı daha 2007’ye gir Enflasyon Hedeflemesi Gerçekçi Olmayınca… meden belliydi!.. Hal böyle olunca gelin de 2007’nin yüzde 8.39’luk fiyat artışlarıyla yılı kapatmasına şaşırın ve… Parti kapatma gibi siyaset endeksli yorumlarla halkı ikna etmeye çalışın... Ne mümkün! İşlenmiş gıda, enerji ve ulaşım hizmetlerindeki fiyat artışları şimdiden 2008’in çift haneli enflasyon yılı olacağının göstergesi. Kaldı ki, ilk çeyrekte yüzde 3.09’u bulan tüketici fiyatlarıyla 2008 sonu için belirlenen yüzde 4 hedefinin tutturulması, yıl sonuna kadar fiyatların sadece ve sadece 1 puan artmasıyla mümkün! Her ne kadar Merkez Bankası iç talepteki daralmanın yaz mevsimiyle devam edeceğini… Bunun da fiyatları gerileteceğini düşünüyorsa da piyasalar bu tür iyimserliğe izin vermeyecek kadar hassas. Bunu anlamak için birbiri ardına kapanan işyerlerine ve işsizlik oranındaki artışa bakmak bile yeterli. Büyüme geriler, enflasyon yükselirken bizim ülke insanı ise hâlâ “Kriz çıkar mı” tartışmasında. Siyasetçisi ve medyasıyla ekonomik durgunluğu tanımlamak için 1920’lerdekine benzer sinyaller beklemekte!. Oysa… ABD’nin Merkez Bankası (Fed) Başkanı Ben Bernanke, “Resesyon mümkündür. Hafif büyüme var” diyerek Kongre’yi uyarırken.. Türkiye gibi azgelişmişler için riskin arttığının haberini de veriyordu!.. Keza, Henry Paulson da ABD ekonomisinin hızla gerilediği, zorlu bir dönemin başladığını söylemekte! Paulson da herhangi biri değil. ABD’nin Hazine Bakanı. Uyarıyı itiraf da diyebiliriz iki şekilde algılamak mümkün: ABD’de bir önceki dönemde olduğu gibi düşük faiz oranlarıyla kredi hacmini genişleten uygulamaların sonuna gelindiği ve.. kısa vadeli sermaye girişleri için yeni seçeneklerin ülkesi olunacağı! Başka deyişle, Türkiye ve benzerleri; 2008’de sıcak paranın adres değiştireceği olasılığının arttırılacağı, ihracata yönelik politikalara ağırlık verilerek azgelişmişlerden yapılan ithalatın azaltılacağı yeni bir gündemle karşı karşıya kalacak gibi gözükmekte!. Kısacası… Globalizmin Batısı resesyon (durgunluk) çanları çalarken “ABD henüz resesyona girmedi, krize daha çok var” diye söylenenlerin düş kırıklıkları yaşayacağı bir yıldayız!.. Hazırlıklı olmakta yarar var. turkmini@superonline.com www.turkelminibas.net Antalya’da Almanlar, Muğla’da İngilizler Türkiye’de yabancıların en fazla gayrimenkul satın aldığı illerin başında 4 milyon 445 bin 258 metrekare ile Muğla geliyor. Onu, 3 milyon 810 bin 118 metrekare ile Antalya izliyor. ANKARA (AA) Türkiye’de yabancılara en fazla gayrimenkul satışı yapılan illerden Antalya’ya Almanlar, Muğla’ya İngilizler rağbet ediyor. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü verilerine göre Türkiye’de 73 bin yabancının toplam 38 milyon 419 bin 151 metrekare taşınmazı bulunuyor. Toplam alan açısından bakıldığında yabancıların en fazla gayrimenkul satın aldığı illerin başında 4 milyon 445 bin 258 metrekare ile Muğla geliyor. Onu, 3 milyon 810 bin 118 metrekare ile Antalya, 3 milyon 1075 metrekare ile Aydın izliyor. Gayrimenkul edinen yabancı sayısı değerlendirildiğinde ise Antalya 26 bin 31 kişi ile başı çekiyor. Listede sırasıyla Muğla (12 bin 865), İstanbul (8 bin 830), Aydın (7 bin 415), Bursa (5 bin 241), İzmir (4 bin 145) yer alıyor. Ağrı, Bitlis, Hakkâri, Muş, Siirt, Urfa, Şırnak, Ardahan ve Iğdır’da yabancılara ait hiç gayrimenkul bulunmuyor. Gümüşhane’de 1 Özbek’in, Van’da 1 İngilizin, Bayburt’ta 2 Almanın, Adıyaman’da 1 Alman ve 1 ABD’linin gayrimenkul sahibi olduğu görülüyor. Yabancılara en fazla gayrimenkul satışının yapıldığı illerdeki dağılıma bakıldığında, Antalya’da Almanlar, Muğla’da İngilizler öne çıkıyor. İkinci sırada bulunan İngilizler 777 bin 786 metrekare, Hollandalılar 351 bin 953 metrekare, Danimarkalılar 339 bin 874 metrekare toplam alana sahip emlak satın aldı. İstanbul’da ise Yunan uyrukluların ağırlığı göze çarptı. 3 bin 807 Yunan uyruklu, kentte 3 bin 804 emlak satın aldı. Yunan uyrukluların İstanbul’dan daha fazla Bursa’da gayrimenkulü bulunuyor. Bursa’da 5 bin 241 yabancının satın aldığı 1.5 milyon metrekare taşınmazın 1 milyon 158 bin 940 metrekaresi Yunanlara ait.