Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
11 NİSAN 2008 CUMA kültür Paris’te Sulukule fotoğrafları Kültür Servisi Tüm dünyada kutlanan ‘8 Nisan Roman Günü’ etkinlikleri çerçevesinde Paris’te Deniz Ersoy’un ‘Sulukule Fotoğrafları’ sergisi açıldı. Paris’te başlayan ve Avrupalı Romanları misafir eden Roman festivalinde açılan sergi, etkinlik sonuna dek sürecek. Festivalde, bu sergi gibi birçok etkinlik yapılıyor; bunlar arasında uluslararası katılımla söyleşi ve paneller, yuvarlak masa toplantıları, konserler de yer alıyor. Kumpania Zelwer’in çocuklara yönelik gösterisi, Nigel Dickinson’ın fotoğraf sergisi de bu etkinlikler arasında yer alıyor. LONDRA’DAN MUSTAFA K. ERDEMOL erkes kendi kampının işine yarayacağını sanarak değerlendirdiği için en önemsiz, en sıradan çıkışlar, ipe sapa gelmez “fikirler” bile destek bulur oldu son günlerde Türkiye’de. İşin, bu noktaya kadar gelmesi sizce de trajik değil midir? Normalde, saçma sapan denerek üzerinde durulmaya bile değmez bir “görüş”, karşı tarafa vurmak için savunulur oldu, maalesef. Aysun Kayacı adlı genç bir mankenin sarf ettiği, “dağdaki çoban ile benim oyum eşit olmamalı” sözlerine karşı yapılan (çoğunlukla destek amaçlı) kimi değerlendirmeler son örnektir buna. Mankenin, bu evlere şenlik çıkışı, çok belli ki, toplumdaki yerini fazlasıyla abartmış olmasıyla ilgili. Bunun tipik bir kendini beğenmişlik tavrı olduğu da su götürmez. Bu genç mankene, “çoban ile yüksek statü sahiplerinin oylarının eşit oluşu, tam da demokrasi dedikleri şeydir küçük hanım” diyerek, biraz hayat, biraz politika, elbette bol miktarda da nezaket dersi vermeli, mesele çok da uzatılmamalıydı. Ama öyle olmadı maalesef. Kayacı’nın, toplumun aslında sınıflardan oluştuğunu, bilinçle değil, “el yordamıyla” fark ederek, biraz da safiyane dile getirdiği bu saçma sapan görüşüne tepkiler, “bizim tarafın işine gelir” yaklaşımından ötürü farklı değerlendirmelere konu oldu haliyle. AKP’ye oy verenlerin “ayak takımı” olduğuna inananlar, Kayacı’nın sözlerine “aslında haklı” diyerek destek verdiler. Kayacı’nın sözlerinden, “çoban verse verse oyunu AKP gibi partilere verir” anlamını çıkardı azımsanmayacak kişi. Hiçbir şeye değil de, AKP’nin, evet “çoban”dan oy aldığı doğrudur ama, çobanın da içinde bulunduğu kesimlerin çıkarlarını savunan bir parti olduğunun sanılmasına yanarım ben. AKP, büyük kent burjuvazisine karşı, kır burjuvazisinin, kır zengininin çıkarını savunan, uluslararası sermayenin birçok kurumuyla, kuruluşuyla işbirliği içinde, kapitalist üretim ilişkilerinin devamından yana bir parti. Bu üretim ilişkilerinin sürmesinden asla çıkarı olmayacak olan “çoban”ın AKP’ye oy vermesi başka dinamiklerle ilgilidir. Aysun Kayacı gibileri, kendi yaşam tarzlarına uygun görmediklerine, yani “çobanlara”, işte böyle “yer tayin” ettikleri için, halkla bağı sadece onun imanıyla ilgili olan AKP gibi bir parti, “ayak takımı”nın partisi sanılabilir. Bizzat çoban böyle sanır, ki haklıdır. Kayacı’nın sözleri, toplumun bir kesiminin bilinçaltında ne yattığının ortaya çıkması açısından iyi de oldu belki. Toplumda, varlığını Marksistlerin somut olarak bildikleri sınıf gerçeği, sol bakışa sahip olmayanların bilincinde zaman zaman Kayacı gibilerin ağzından çıkan laflar sayesinde anlıyoruz ki “görünmez kastlar” biçiminde varmış demek ki. “O çoban, bense yüksek statü sahibiyim” demek, hadi sınıf demekten korkuluyor diyelim, toplumda “kast”lar olduğunu kabul etmek demektir haliyle. Yüksek kastlar, düşük kastlar yani. “Sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış kitleyiz” resmi inancı bir manken sayesinde çürütülüyor. Yanılıyor muyum? ??? Kişisel olarak, en gelişmiş burju C 15 Podyumdaki demokrasi H Türk sanat musikisinin önemli yorumcusu Perihan Altındağ Sözeri son yolculuğuna uğurlandı Sanat dünyasında büyük kayıp Rusya’da ‘Türkiye Kültür Yılı’ 1939’da 16 yaşındayken Ankara Radyosu’nun sınavını kazanan Sözeri, döneminde, solistliği ile öne çıkan ilk isimlerden oldu. Kültür Servisi Türk sanat musikisinin önemli seslerinden Perihan Altındağ Sözeri (85) yaşama veda etti. Sözeri’nin cenazesi Teşvikiye Camii’nde kılınan öğle namazınını ardından Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi. Klasik Türk müziğinin çok sevildiği yıllarda yetişen ve 50 yılı aşkın sanat yaşamı süresince ödün vermeyerek unutulmaz yorumcular arasına giren Sözeri, 1939’da 16 yaşındayken Ankara Radyosu’nun sınavını kazanarak müzik eğitimine başladı. Mesut Cemal, Refik Fersan, Nuri Hayri Poyraz, Cevdet Kuzunoğlu gibi usta isimlerin eğiticiliğinde 8 yıl radyo sanatçılığı yaptı. Döneminde, solistliği ile öne çıkan ilk isimlerinden oldu. Sözeri, yaşamı boyunca çok sayıda hayır kurumuna da konserleriyle destek verdi. Sözeri, Münir Nurettin Selçuk’la birlikte rol aldığı; senaryosunu İhsan Koza adını kullanan Nâzım Hikmet’in kaleme aldığı ‘3. Selim’in Gözdesi’ (1951) adlı filmde Mihriban Sultan’ı canlandırdı. Sahne çalışmaları ve radyo konserlerini uzun yıllar aralıksız sürdüren Sözeri, söyleşilerinde özellikle “halkın kötüyü seçtiğine inanmıyorum. Televizyonlar, gazinolar işin kolayına, ticaretine fazla kaçtılar’’ yolundaki düşüncesini belirtiyordu. Sözeri’nin ölümünden büyük üzüntü duyduğunu kaydeden araştırmacı İncila Bertuğ, “Cumhuriyetin yarattığı özgürlük ortamıyla daha da çoğalan kadın icracılar içinde abartısız, iddiasız ve kendiliğinden diyebileceğimiz üslubuyla dönemin simge isimlerindendi. Geleceğe iyi örnek olarak kalacak bir üslubun sahibi demek de yanlış olmaz” dedi. ANKARA (AA) Rusya’da bu yıl yapılacak “Türkiye Kültür Yılı’’ etkinlikleri, piyanist Fazıl Say, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO) ve Devlet Çoksesli Korosu’nun birlikte sahne aldığı ‘’Nâzım Oratoryosu’’ ile başladı. Konserde, Fazıl Say’a, Zuhal Olcay ve Genco Erkal solist olarak eşlik etti. Etkinlikler kapsamında Kerem Görsev, Gülsin Onay ve Emre Aracı da konser verecek. ‘’Rusya’da Türkiye Kültür Yılı’’ etkinlikleri, Moskova, St. Petersburg, Kazan ve Soçi kentlerinde, aralık ayına kadar devam edecek. Etkinlikler çerçevesinde, Ara Güler’ın fotoğraf sergisi, Moskova’daki Tretyakov Modern Müzesi’nde, bu aydan itibaren Rus fotoğrafseverlerin beğenisine sunulacak. Müzikolog Emre Aracı’nın Rus Viva Musica orkestrasıyla, Osmanlı sultanlarının Batı müziği tarzında bestelediği eserlerden örnekler sunacağı etkinliklerde, uluslararası üne sahip caz piyanisti Ayşe Tütüncü de konser verecek. Ünlü şarkıcı Tarkan da ‘’St. Petersburg Yerel Yönetimi Şehir Günü’’ olan 27 Mayıs’ta, Hermitage Meydanı’nda sahne alacak. Moskova Rock Festivali kapsamında, “Duman” grubu da sahneye çıkacak. arakteri k ’ r u H n e ‘B Oyuncu, filmindeki ’ ir m E n ‘O ve sinema le y lü o r a s u M li bir yer m e n ö e d in tarih edinmişti Kültür Servisi Amerikalı oyuncu Charlton Heston cumartesi günü Beverly Hills’deki evinde hayatını kaybetti. ‘Ben Hur’ karakteri ve ‘On Emir’ filmindeki Musa rolüyle sinema tarihinde önemli bir yer edinen 84 yaşındaki Heston, bir süredir alzheimer hastasıydı. DEN FAZLA FİLMDE ROL ALDI Sanatçıya aile arasında sade bir cenaze töreni yapılacağı açıklandı. Ünlü oyuncu, 1941’den bu ya Heston yaşama veda etti na 120’den fazla filmde rol almış ve 1959 yılında, Ben Hur ile en iyi erkek oyuncu Oscar’ına değer görülmüştü. Evanston’da doğan Heston, Amerikan Hava Kuvvetleri’nde çalışmadan önce oyunculuk eğitimi aldı ve Broadway’de sahneye çıkmaya başladı. ‘50’li ve ‘60’lı yıllarda beyazperdede Michelangelo ve El Cid gibi kahramanları da canlandıran ünlü oyuncu, 1960’ların sonlarında ‘Maymunlar Gezegeni’ ile gelen başarının ardından yüzünü tekrar tiyatroya döndü. Heston, 19982003 yılları arasında Ulusal Tüfek Derneği’nin başkanlığını yapmıştı. va demokrasilerinin bile, tam demokrasi olmadığına inanan biri olarak, Kayacı benzerlerinin “belirlemelerine”, AKP karşıtı olduğum için, “ne kadar da haklı” diyecek halim yok. Yani “çobanın oyu yüksek kastlara mensup olanların oylarıyla eşit değildir” diyebilir miyim? Mümkün değil. Geçmişte de demedim. Anlatayım: Benim yaşımda olanların çok ama çok iyi anımsadığı bir olaydır. Hele tam da şu günlerde, “hatırlamıyorum” diyen varsa, kötü niyetine yorarım. 70’li yıllarda, Milliyetçi Cephe iktidarı ortaokul müfredatına zorunlu ders olarak Ahlak dersi koymuştu. “Kaynaşmış, sınıfsız, imtiyazsız bir kitleyiz” resmi görüşüne uygun olarak, sınıf, emekçi gibi sözcükler kullananın kovuşturmalara uğradığı, hapis cezalarına mahkum edildiği dönemdi. Egemenler, sanki kendileri öyle dedikleri için yok sayılacakmış gibi, “sınıf, mınıf yok” deyip dururlardı. Bu dersin aynı adı taşıyan kitabında, toplumdaki sosyal kategoriler sözüm ona anlatılırken, bir bölümde, “bir doktorun şerefi ile bir işçinin şerefi aynı değildir” cümlesine de yer verilmişti. Başta işçi örgütleri olmak üzere, tüm demokratik kurumların ciddi protestolarına yol açmıştı bu skandal. Bu rezil anlayışı lanetleyenler arasında bir ortaokul öğrencisi olarak ben de vardım. O gün karşı çıktığım bu “bölücülüğe”, bugün de karşı çıkmam, ilkelerimin sürekliliği açısından doğaldır. İlkelerimi, AKP’ye karşı olduğum için “erteleyemeyeceğimin” başka bir izahı nasıl olur? Seçmenin de, mümkünse, eğitilmiş olanını istemek başka, eğitimli değilse oy kullanmasın demek bambaşka bir şey. Kayacı’nın tek bir belirlemesi doğrudur, ki o da onun değil, herkesin doğrusudur. Seçmenlerin kömürle, yiyecek filesiyle tavlanmaması gerektiğini söylemiş hanımefendi, elbette buna itirazım yok. AKP bütün oyunu kömür dağıtarak aldı demek de sosyolojiden bihaber olmaktır. Ama seçmene küçük rüşvetler verildiği de inkar edilemez. Özal’ın prenslerinden bir İsmail Özdağlar vardı, anımsar mısınız? Rüşvetten suçüstü yakalanmadan kısa süre önce, pek bir yüksek sınıfa mensup olduğunu hissettiği ikbal zamanlarında, kendisiyle yapılan bir söyleşide,” bizim halkımız demokrasiden anlamaz, yeteri kadar eğitimli değil” demişti diye anımsarım. AKP’ye karşı olacağım diyerek, Özdağlar gibi de, Kayacı gibi de düşünüp, nasıl cumhuriyet değerlerini savunur bir insan ya da nasıl AKP’nin inanmadığını söyledikleri demokrasiyi savunduğunu iddia eder? Çelişkiye düşmüş olmaz mı? Çelişkili bir ruh halindeyken, Ajda Pekkan’ın şu sözleri söylediğini iddia ederler: “Extrem tenakuzlardayım.” Kayacı’nın belirlemelerine değer verenler, “aşırı derecede çelişkideyim” yerine yarı Osmanlıca yarı gavurca cümle kuran Pekkan’ın “literaratürü”nü kapmalılar. Sosyolojiye itibar eden yok nasılsa... kemalerdemol@yahoo.co.uk 120’ Türk ve Rus müziği şenliği ama umutla, aydınlık mı aydınlık bakışı… İşte geçmiş ve gelecekten söz ederken, aradan yıllar geçmiş olsa da karşımda gördüğüm yine o aydınlık bakışlar, aydınlık gülüştü. Anlattığım Laz fıkrasına gülerken (hâlâ sigara içiyor, sigara paketinden laf döndü dolaştı fıkraya geldi) … Torunlarımızdan laf açıldığında, “Düşünebiliyor musunuz benim kızım ve torunum aynı yaştalar!” diye beni şaşırtırken (Gerçekmiş. Oğlunu çok genç doğurmuş, oğlunun kızı şimdi 27 yaşında!)… Tiyatroda oynamayı çok sevdiğini, ama sinemadan asla vazgeçmeyeceğini açıklayıp “Çünkü beni ben yapan, beni buralara getiren tiyatro değil, sinema seyircisi” derken… Karşımda hep o aydınlık gülümseme ve aydınlık bakışlar vardı… Ayrılırken, sanki aileden biri gibi, sarılıp insanı öpüveriyor. Blake Edwards’ın “Pembe Panter”indeki “Prenses Dala”ydı Claudia Cardinale. Ve yanılmıyorsam o filmdeki rol arkadaşı David Niven söylemişti: “Bence İtalya’nın en büyük ve en mutlu keşfi, spagetti’den sonra Claudia Cardinale’dir.” Bence rahmetli sıralamayı şaşırmış. ahnenin büyüsü, sahnenin nostaljisi, sahnenin şiiri, sahnenin duyarlılığı, sahnenin birikimi… Ne derseniz deyin… Bunların hepsini bir arada yoğuran ve insanın içine, taa en derinlere işleyen bir gece yaşadık. 27. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin açılış gecesiydi. Lütfi Kırdar Salonu ağzına dek doluydu. Sinema onur ödüllerini alan, sinemamızın üç “delikanlı”sı, zamana ve bembeyaz saçlarına meydan okuyarak dimdik karşımızdaydılar: İzzet Günay, Ediz Hun ve Ekrem Bora… Şimdi şu an (yaşamakta olduğumuz şimdi) ile geride bırakılmış onlarca yıl sahnede bir aradaydı… Geçmişin tüm birikimi, yüzlerce film, bütün o filmlerdeki yüzlerce rol, farklı kişilikler, girip çıktıkları binlerce kılık, sarılıp kucakladıkları, kavga edip dövüştükleri binlerce insan, milyonlarca görüntü, sayısız duygu bir aradaydı… Her biri için hazırlanmış müzikle senkronize birkaç dakikalık sunum filmi ya da klip, bütün o geçmişi, o birikimi getirip yüreğimize yerleştiriverdi. (Bu çok başarılı filmleri Selçuk Metin hazırlamış. Kutlarım!) Şimdiyle geçmiş kucaklaştığında ön plana çıkan emekti. Ön plana çıkan sevgiydi. Sevgi dolu emekti sahnede gördüğümüz. Üçünün de sahneden S ESİNTİLER ZEYNEP ORAL söyledikleri işte bu sevgiyi ve emeği, bir de sanatın gücünü vurguluyordu. Sahnedeki duyarlığı arttıran hiç kuşkusuz üçüne de ödüllerini sinemamızın eşsiz yıldızı Türkân Şoray’ın vermesiydi. Türkân Şoray’ın birlikte çalıştığı üç delikanlıya da söyleyecek bir sözü olması; sözleriyle, tavırlarıyla, duruşuyla onlara sunduğu sonsuz sevgi ve saygı görülecek bir şeydi. Salonun dinmeyen alkışları sahnedekiler kadar emeğe, sevgiye ve dayanışmayaydı. Şevval Sam’ın şarkılarıyla güçlenen gecede, “Yaşamboyu Başarı Ödülü”nü alan Claudia Cardinale sahnede, kendi evindeymişçesine rahattı. Ödülünü alırken vurguladığı, işin “şans” tarafıydı. “Çok şanslıydım, çünkü en iyi yönetmenlerle, en iyi oyuncularla çalıştım” derken bizlere Visconti, Fellini’leri anımsatıyordu. Bana soracak olursanız, gençliğindeki kadar güzeldi. Sahnede 3 Delikanlı, 2 Yıldız… Törenden sonra, kendisiyle tanışma, konuşma fırsatı buldum. Alçakgönüllülüğü, en sıradan insan tavırları, çevresine sıcacık davranışı, bunlar herkesin dikkatini çeken özelliklerdi. Benim özellikle vurgulamak istediğim, aydınlık bakışı ve aydınlık gülüşü. Yüzü ışık saçıyor. Gözleriyle gülüyor. Kocaman ağzındaki gülümseme sanki bulaşıcı… Ben o aydınlık bakışları ve aydınlık gülüşü ilk kez İtalyan “Yeni Gerçekçilik” akımının en önemli filmi, Visconti’nin “Rocco ve Kardeşleri”nde görmüştüm. Alain Delon’un yanında, “Ginetta” rolünde sanki küçük bir kızdı. “Güzel Antonio”da Marcello Mastroianni’nin karşısındaydı… Ama asıl unutamadığım “Leopar”ın güzeller güzeli Angelica’sı; Fellini’nin “8 Buçuk” filminde Marcello’ya bir bardak su verişi… Ah bir de Sergio Leone’nin muhteşem western’i “Bir Zamanlar Batı’da” filminde o trenden inip kasabaya şöyle bir merakla DÜSSELDORF (Cumhuriyet) Almanya’nın Düsseldorf kentinde düzenlenen bir etkinlik, Rus ve Türk halk müziği sanatçılarını bir araya getiriyor. 13 Nisan 2008 pazar günü, saat 17.00’de başlayacak olan konser, Fichtenstraße 40 adresindeki “zakk” (Zentrum für Aktion Kommunikation und Kultur) adlı kültür merkezi bünyesinde yapılacak. Rus Balalayka Orkestrası “Druşba” ve Lev Zlotnik yönetimindeki “Peresvon Ensemble” ile Türk sanatçılar, ağırlıklı olarak Karadeniz bölgesi müziğinden örnekler sunacaklar. Türkiye’yi bu ortak şenlikte İlknur Bayrak, Ediz Bayrak, Muhammet Yakupoğlu, Yasin Boyraz, Muzaffer Gürenç ve Cengiz İpyos temsil edecek. Konserle ilgili açıklamada, 22’nci yılına 26 Nisan’da gireceğimiz Çernobil faciasının bölge insanları üzerindeki etkisinin hâlâ sürdüğüne dikkat çekilerek, ortak acıların insanları birbirine yaklaştırdığı hatırlatıldı. “Karadeniz bölgesi coğrafi olarak da Rusya’ya yakındır ve müzikal diyalog için bu, başlı başına bir şanstır” denilen açıklamada, konserle ilgili ayrıntılı her türlü bilginin www.zakk.de adresinden alınabileceği vurgulandı. “Türkiye Rusya ile buluşuyor” başlığı altında gerçekleştirilen bu şenlikten elde edilecek tüm gelir Düsseldorf’taki “Kinder von Tschernobyl” adlı derneğe bırakılacak. “Çingeneler Zamanı” Paris’i yeniden fethetti Kültür Servisi Yönetmen Emir Kusturica’nın sinema klasikleri arasında sayılan 1988 yapımı filmi “Çingeneler Zamanı”, opera olarak Paris’teki “Palais de Congres”de sahneleniyor. Çingene Perhan’ın hüzünlü öyküsünü anlatan “Çingeneler Zamanı” operasında, sahnedeki müzisyenlere akrobatlar, jonglörler ve cambazlar eşlik ediyor. Operada rol alanların büyük çoğunluğu filmde de olduğu gibi profesyonel olmayan kişiler. Bütün şarkıları Romanca olan yapıtta, alt yazılar seyirciye yardımcı oluyor. “Çingeneler Zamanı” operası, Sırbistan ve Yunanistan’da sahnelendikten sonra, Latin Amerika ve Asya ülkelerini de ziyaret edecek. zeynep@zeyneporal.com