23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

11 NİSAN 2008 CUMA müzik YORUMLAR Türk pop müziğinin mimarlarından Varon, büyük aşkı eşi Jenny’nin ardından okuduğu ağıtları bir albümde topladı C Medya Akrabalığı yeni demokratik dinci zenginlerini “İslami Calvinistler” başlığı altında yere göğe koyamayanlar, kapatma davasında dinci hükümet partisinin avukatlığına soyunanlar bunlar. Yaygın medyadan söz ediyoruz. İstisnaların kaideyi bozmayacağı medyadan. AKP demokrasisini el bebek gül bebek yaşatmakta Hıristiyan veya sosyal demokratlar, yeşil ve sözde daha solcu politikacılar, liberaller vs yarışmıyor mu? Alman medyası Türk medyasından çok farklı bir toplumsal algıya ve siyasal endişeye sahip değil. Hepsi birbirini andırıyor, birbirini besliyor. Yaygın Alman medyası yaygın Türk medyasının Alman toplumsal yapısını sağlıklı algılayıp aktaramadığını savunuyor, ama aynı şeyi Türk toplumu ile ilgili olarak Türk medyası da Almanlara söyleyebilir. Haklı da olur. ??? Almanlar Türkçe okumaz. Fransızlar, Hollandalılar, Belçikalılar ve İngilizler de... Tamam ama, örneğin, Türkler ve Türkiye kökenli yeni Almanlar Almancayı yakından izliyor. Dolayısıyla Alman medyasının işi çok zor değil. Gerçekler nasılsa ortaya çıkar. Ya, tersi... Neyse... Sonuçta, buradaki Türk yaygın medyasının İstanbul’dan belirlenmesi, yetersiz yerleşik kadro malzemesi ve çağdaş araştırmacı gazeteciliğin ilkelerinden tamamen habersizlik gibi konular, Alman bakışını haklı çıkarabilir. Korku, din ve milliyetçilik ticareti, gerçekten buradaki Türkçe konuşan bir toplumun önemli sorunlarından biridir. Ama Batı’nın fikir yapıcı ve taşıyıcılarının, Türkiye’deki dinci ve milliyetçi “Delirium”u demokrasi diye satıp, AKP’ye sahip çıkarken, biraz düşünmesinde yarar var. Kendileri Türk sorununda hiç farklı bir yerde değil. İki ucu keskin bir “Türk kılıcıdır” ellerde dolaşan. Herkesi kesebilir. cutsay?gmx.net 7 Bir Kadın Bu Kadar Özlenmez ki Hatice TUNCER Türk pop müziğine, yapımcı, aranjör, besteci olarak 1960’ların sonlarından itibaren imzasını atan Nino Varon, kendi eserlerini seslendirdiği bir albüm çıkardı. “Ninovari” albümü, Varon’un 35 yıllık çok sevdiği eşi Jenny’yi kaybettikten sonra yazdığı ağıtlardan oluşuyor. Varon, şarkı söylemiyor, kendi melodileri üzerine acısını döküyor. Nino Varon ile geçen yıl, Odeon şirketinin “Bak Bir Varmış Bir Yokmuş” adı altında yayımladığı arşiv serisinin danışmanlığını yaptığı sırada uzun bir söyleşi yapmıştık. Bu kez de içini döktüğü “Ninovari” albümü nedeniyle buluşup tüm acısına karşın sıcak ve içten bir sohbete daldık. Nino Varon, 13 yaşındayken bir rahatsızlık sonucu saçlarının dökülmesi üzerine gitara sığınmasıyla yaşamının çizgisini de belirlemiş. 1967 yılında dönemin en ünlü plak şirketlerinden Odeon’da prodüktörlüğe başlayan Nino Varon, Nilüfer’i müzik dünyasına kazandıran isim. Ajda Pekkan, Modern Folk Üçlüsü, Tanju Okan, Timur Selçuk ve daha birçok ünlü şarkıcının plaklarının prodüksiyonunu üstlenen Varon, 60’lar ve 70’lerin Türk pop müziğinin öncülerinden sayılabilir. Ama kendi adını taşıyan ilk albüm, 2001 yılında ünlü yazarların metinlerini okuduğu “İtiraf” oldu. ransız müziği etkisindeki “Ah O Hatıralar”da 1960’ların televizyonsuz günlerine, siyahbeyaz filmlerine ve Varon’un hep imrendiği İmpala marka arabalara bir davet var: “Anlık emprovize saçmalıklarımı, Türkçe tutarsızlığımı da göreceksin. Devrik cümleleri nasıl toplamaya çalıştığımı da göreceksin... Ama daha iyisini, bir daha çalamazdım. Çünkü o an geldiler. Bir hat çizersin, bir aynısını bir daha çizemezsin. Bu böyle bir sürpriz şarkı.” 1950’lerin Türkiyesi’nde ilk yolcu gemilerinden Ankara Vapuru’nun adını taşıyan parçada Akdeniz’de bir yolculuğa uzanıyoruz. Kahramanımız ise Varon’un babasıyla annesinin ilk kavgasına neden olan Şefika Hanım: “Ankara Vapuru’yla babamın Napoli’ye gittiğini hayal meyal hatırlıyorum. Sonra jilet oldu o gemi. Babam döndüğünde OSMAN ÇUTSAY F Ah o hatıralar... resimlerini gösterirken annem ‘Bu ne, dans ediyorsun sen’ diyor. Babam ‘Orkestra vardı, Şefika Hanım’la dans ettim’ diyor.” ‘BABA SEN ÇILGININ TEKİSİN’ Albümde, “Üç Dakika Antrakt” adlı enstrüman parçanın ardından, Varon’un oğlunun, “Baba ya.. sen çılgının tekisin, çok manyak bir şey” yorumuna neden olan “Unutulur Blues” geliyor. Albümün son parçası “Beyoğlu 1961”de ise Varon bir rock denemesi yapmak istemiş. BÜTÜN MÜZİSYENLERE BIR TUAL Varon’un ev kayıtları üzerinde aranjör besteci Alper Çam biraz çalışmış, bazı parçalara gitar çalmış. 15 parçadan oluşan albümde ikisi dışındakilerin düzenlemelerini Varon yapmış. Albüm kapağına da üzerlerinde martıların uçuştuğu 1950’lerin vapurlarını anlatan resmini koymuş: “Müzik yapıyorsun, yorulduktan sonra eline kalemi alıp resim çiziyorsun. Bir hafta resim yapıp yine müziğe dönüyorsun. Yani bütün ressamların bir gitar alması, bütün müzisyenlerin de bir tual alması lazım.” AŞK BAYATLAMAZ Nino Varon, yaklaşık 3 yıl önce kaybettiği sevgili eşi Jenny’nin (Ceni) yasını müzikle uğraşarak ve resim yaparak tutuyor: “Beni çok zamansız, imkânlarımızın çok kısıtlı olduğu bir dönemde yakaladı. Bir sene direndi, mücadelesini verdi. Benim yaşıma gelmiş arkadaşlarımın, karılarına çok daha büyük ihtimam göstermesi gerektiğini, aşkların bayatlamadığını, şu an kıymetini bilmelerinde müthiş bir fayda var. Dostum, beni sarmalayan sevgilim, hatta her şeyimdi. Kadın budur işte. 35 senemiz için Ceni’ye teşekkür ediyorum. O olmasaydı şarkı yazma sebebim de olmayacaktı.” Fotoğraflar: UĞUR DEMİR HÜCUM KAYIT Nino Varon’un Rec by Saatchi firması tarafından yayımlanan “Ninovari” albümü işte bu aşkını yitirmişliğin acısının bir ürünü. Duygularını müziğe ve söze dökerken, evinde kurduğu klavye, mikser ve kayıt cihazından oluşan sistemle anında, müzik sektöründeki deyimiyle “hücum kayıt” yapmış. Hatta bunları CD’lere aktarıp zarflarının üzerine yelkenliler çizip, eşinin arkadaşlarına hatıra diye vermiş, fakat arkadaşlarının çok üzüldüğünü fark etmiş. Varon, kayıtlarını Rec By Saatchi firmasının sahibi Ercan Saatçi’ye de göndermiş. Saatçi aynı akşam telefon ederek çok duygulandığını söylemiş ve hemen albümü yayımlamak istemiş: “Şarkı değil bunlar, küçük müzikal hikâyeler. Yarı melodik, müzik içinde konuşuyorum. Ben şarkıcı değilim, artist hiç değilim. Bu hücum kayıt, bizim müzikte ancak çok belirli performansa ulaşanların yapabileceği bir şey. Ben ise tam tersine aklımdan çıkanları kaybetmemek için kaydettim.” rın uğultusu, denizin sesi ve martılar karışıyor sözlere: “Vapurlarda da arka güvertede ‘sigara içilebilir’ diye bir tabela var. Allah’ın belası şu sigaradan kurtulamadığımdan mayısın ilk haftalarında o tabelanın karşısında oturunca, eşim de maalesef sigaradan hastalanıp dolayısıyla bu hastalıktan öldüğü için, yine de son ana kadar sigara içtiği için onu anımsayıp anında yazdığım bir şeydir. ‘Yine bir sigara yaktım’ diye başlayan şarkım var ama.. albüm kitapçığına da ‘Sigara sağlığa zararlıdır’ diye yazdım.” EFKAR suna kişilik verip konuşurken naif ve doğal sözlerle yoğun bir duygusal atmosfer yaratıyor: “Türkçeyi benden çok daha süslü kelimelerle daha entelektüel konuşanlara saygım var. Ama benim kendi yerimi bilmem deşleştiriyor: “Yine bir arkadaşlarımdan dönüyoruz, gece saat üç. Arabada daima solumda karım otururdu. O gece yalnızlık bir koydu bana... Ve orada düşündüm. Ertesi gün bizim Fıstık Ahmet’in meyhanesine gittim, biraz geliştirdim. Akşam da melodisini buldum, üstüne okudum. Şalom gazetesinde yazan bir arkadaşım, ‘Bu fayton şarkısını yazdıktan sonra Ceni’ye diyetini ödedin’ demişti.” HANIMELİ Varon; “Hanımeli”nde, müzik sektöründeki yoğun çalışmaları sırasında eşinden, evine geciktiği gecelerin özürünü diliyor: “Benim hayatımın on bin gecesi insanlara mutluluk sağlayan bir sektörde geçtiği için bunun beş bin gecesini bensiz yaşadı. Daima evime döndüm, bak bu çok mühimdir.” lazım. Kendimi asla mühimsemedim, parayı da sevmedim. Çünkü çok mutlu bir yaşamım vardı. Buna para eklendiğinde hiçbir şey değişmeyecekti. İnsan mutlu olmak için para kazanır. Bunu yakalayınca biz parayı terk etmeye başladık.” DA’NIN MODEL ÂŞIKLARI Nino Varon ıslık çalarak başladığı “Bir Kadın Bu Kadar Özlenmez ki” şarkısında müthiş özlemini ağlayarak yazmış. “3. seneye giriyorum, inşallah normalleşmeye başlayacağım” diyor ve devam ediyor: “Ada’da biz model âşıktık. Benim her şeyimdi, en büyük destekçimdi, her şeyime katlandı. Parasız günlerime katlandı. Küçük bir yelkenlimiz vardı. Büyükada’da, Sedef Adası’nda yılın 6 ayında gezerdik. En büyük şansım sevebileceğim insanla karşılaşmak oldu. Şimdi biraz yalnızlık var tabii. İnsanın canının sıkıldığı çok geceler oluyor. Ne mutlu ki bana böyle hobilerim var. İki oğlum, bir cici gelinim ve Ada’da benim kolladığım kedilerim var.” HOŞGELDİN ş ciddiye biniyor. Alman gazeteleri, Türkçe gazetelerin “farklı bir gerçeklik duygusuna” sahip olduğunu ve Türkçe okuyanlara da bu duygunun aşılandığını savunuyor artık. Elbette bu sözlerle değil, daha dikkatli ve “ihsas” yöntemine ağırlık vererek. Haber diye yazılanlar gerçeği yansıtmıyor; yorumlar insanı güldürecekkızdıracak kadar temelsiz ve taraflı. İddia bu. Fena, yani. Kimin nerede ve ne gibi suçlamalarda bulunduğu önemli değil. Türkçe medyanın bu suçlamayı hak edip etmediği de önemli değil. Önemli olan, “realite” de dediğimiz somut gerçeğin algılanmasında yaşanan ayrımdır. Sonuçta bir ve aynı gerçekten söz ediyoruz; ama bu tek olgu Türkçe ve Almanca medyada farklı biçimlerde algılanıyor, aktarılıyor. İş ciddiye biniyor dedik, öyle değil, belki de çok ciddi artık. O zaman bu ciddiyetin altında yatan “hakikati” tartışmak zorundayız. Çünkü Alman medyasında pek de haksız olmayacak biçimde, açıkça, yaygın Türk medyasında ciddi bir cehaletin veya saptırmacılığın hüküm sürdüğü öne sürülmeye başlandı. Alman gazeteciler, yaygın Türk medyasında bir korku kışkırtıcılığı ve ticareti yapıldığı inancında. Özellikle Ludwigshafen’daki yangın sonrasında haklı olduklarını düşünüyorlar. Peki, soralım: Almanya’da “neonazi şiddetten” korkan bir Türk toplumu, acaba kimi rahatsız eder? ??? Yaygın Türkçe medyada bir entelektüel düzeysizliğin egemen olduğu da iddialar arasında. Elbette tam olarak bu sözlerle değil, ama, satır aralarından her normal okur veya izleyicinin rahatça çıkarabileceği saptamalarla. Bu konuda, insan ve haber malzemesine baktığımızda, Alman iddialarının çok temelsiz olduğu söylenebilir mi? Tersinden bakalım: Türkiye ve buradaki insanlarımızı da içeren olaylarla ilgili olarak, Alman medyası çok mu farklı? Çok mu bilgili ve tarafsız? Sonuçta, AKP ve Anadolu’nun İ “Hoşgeldin Efkâr” parçasında Varon, “efkâr” duygu A (Fotoğraf: SİBEL BAHÇETEPE) FAYTONDA “Faytonda” parçasında öyle sözler yazmış ki Nino Varon, acısı dinleyenin de bütün yüreğini kaplıyor. Fayton efektleriyle ilerleyen parçada insan kendini Büyükada’da yalnız yolculuk eden Nino Varon ile öz SİGARA İÇİLEBİLİR ALAN Varon, “Sigara İçilebilir Alan” ile başlıyor bu müzikal anlatıma. Rüzgâ Usta karikatürist Aydınlık uğurlandı Tedavi gördüğü Almanya’da yaşamını yitiren Türkiye’nin ilk kadın karikatüristlerinden Semiramis Aydınlık (78) Şişli Camisi’nde kılınan öğle namazının ardından Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi. Aydınlık’ın cenazesine kardeşi Tomris Alpay, eniştesi Boğaziçi Üniversitesi İşletme Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Güven Alpay, gazetemiz çizerlerinden Kamil Masaracı, Semih Poray ve aralarında Yurdagül Göker, Metin Peker, Akdağ Saydut, Raşit Yakalı, Tonguç Yaşar, Mustafa Bilgin, Erdoğan Başol, Orhan Doğu, Erdoğan Bozok’un da bulunduğu çok sayıda karikatürist ile dost ve seveni katıldı. ürk Sinematek Derneği 1965’te kurulmuş, 12 Eylül 1980 darbesi sırasında bütün öteki derneklerle birlikte kapatılmıştı. Yerine bir yenisi açılamadı. Bu on beş yıllık sürede dernek, gösteri programları, dergileri, tartışma toplantılarıyla ülkemizde sinema kültürünün gelişmesinde, sinemanın nasıl bir sanat olduğunun anlaşılmasında önemli katkılar sağladı. O dönemin yakından tanıklarının anılarını yazmamış olmaları, toplumsal belleğimiz için büyük bir eksikliktir. 1980 sonrası ilk kez 1982’de, o zamanların Konak sinemasında birkaç filmlik küçük bir gösteriyle başlamıştı İstanbul Film Festivali. O zamandan bu yana, yılda iki haftalığına da olsa sinematek eksikliğini biraz gideren, biraz da bu duyguyu daha çok duyumsatan bir etkinlik olarak sürdürüyor varlığını. Denebilir ki artık iletişim çağındayız, her şey, her an elimizin altında. Aç interneti, indir dilediğin filmi, izle. Ama halkımızın dediği gibi, kazın ayağı öyle değil. “Bilgisunar” da denilen internette sunulan bilgilerin ne yazık, doğruluğunu yanlışlığını denetleyen bir sistem yok. Herkes kendi doğru bildiği ya da T DEFNE GÖLGESİ TURGAY FİŞEKÇİ Film Festivali görkemli “sinema sanatı” ürünlerinin verildiği bir dönemi de yaşadı dünyamız. Bu önemli dönemin belli bir yaygınlığa ulaşmış filmlerinin dışındakiler, sanki yer yarılmış da içine girmiş, ne adları anılıyor ne de varlıklarına rastlanıyor. ??? İstanbul Film Festivali, ucundan kıyısından da olsa, izleyenlere sinema sanatından örnekler sunmayı başararak bugünün “iletişim çağı körlüğü” yaşayan insanlarına çok değerli bir pencere açıyor. Birazcık sinema kültürü olanların bile bu pencerenin değerini anlayabilmeleri için festivalin program kitapcığına göz atmaları yeterli olur. Geçmiş yıllardan günümüze, bir daha başka bir yerde izleme fırsatı bulamayacağınız pek uydurduğu şeyleri orada “bilgi” olarak sunabiliyor. Daha da ötesinde, her şeyin var olduğu savlanan bu havuzda her şey de yok. ??? Şimdilerde edebiyat alanını da ele geçirmek üzere olan, “sanat yapıtı yerine ticari ürün üretme” süreci sinema sanatını çok daha önce ele geçirdi. Artık günümüzde, her yıl üretilen yüzlerce, binlerce film arasında sinemanın bir sanat olduğunu hatırlatan birkaç filme zor rastlanıyor. Oysa beğensek de, beğenmesek de sinemanın, sanat olarak yapıldığı önemli bir tarihsel geçmişi bulunuyor. Özellikle de 1950’lerin ikinci yarısında başlayıp 1960’larda doruğa ulaşan, İtalya, Fransa, Polonya, Çekoslovakya gibi Avrupa ülkelerinin başını çektiği çok değerli ürün izleyenlere sunuluyor. Ben kendi payıma, önceliği, gençliğin yeni ve adil bir dünya isteğiyle açtığı bayrağın heyecanını içinde yaşatan biri olarak 1968 ruhunu yansıtan filmlere verdim. Dünyanın çeşitli köşelerinde yeni yapılmış ve bir daha görme olanağı bulamayacağımı düşündüğüm filmleri de ekledim listeme. Bu yılki festivalin bir başarısı da önemli ustaların yeni filmlerini bulup programına katmış olmasıdır. Milos Forman toplu gösteriminde yönetmenin ABD’de yaptığı filmler eksiksiz yer alırken Çekoslovakya’da yaptığı ve tek görmediğim filmi olan “Koşun İtfaiyeciler” ne yazık ki yer almamış. Görüyor musunuz, iletişim çağını? Festivalde çok önemli yönetmenlerin yaptıkları belgesel filmler de az değil. İçinde yaşadığımız güncel sıkıntıların biraz üzerine çıkıp, çağımız toplumuna ve dünyaya daha geniş bir gözle bakabilmek için İstanbul Film Festivali güçlü bir fırsat sunuyor. Bu fırsatın olabilecek en geniş biçimde değerlendirilmesini dilerim. turgay@fisekci.com ‘Atatürk’ belgeselinin müziği Bregoviç’ten Kültür Servisi Balkan müziğinin dünyaca ünlü temsilcilerinden Goran Bregoviç, Bursa Gazeteciler Cemiyeti’nde düzenlediği basın toplantısında, eylül ayında gösterime girmesi planlanan “Atatürk” belgeselinin müziklerini hazırlayacağını açıkladı. Bregoviç, Atatürk’ün yaşadığı yerleri ziyaret edeceğini ve yerel sanatçılarla çalışıp Atatürk’ün sevdiği müziklerden faydalanacağını sözlerine ekledi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle