Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 OKURLARA İBRAHİM YILDIZ C olaylar ve görüşler 11 NİSAN 2008 CUMA Çocukların ne günahı var? oplumsal sorunları büyük bir hızla artan Almanya’da milli gelirin yüzde ellisine nüfusun yüzde onu sahip! Endüstri ülkeleri arasında Almanya “aile ve eğitim fakiri” listesinde birinci sırada. Yoksul aile çocuğu sorunlu yetişiyor, sağlıksız büyüyor, okulda başarılı olamıyor, sorun dolu kötü bir gelecek onu bekliyor. Sabahları kahvaltı etmeden evinden çıkıyor, annesi yanına bir dilim ekmek bile veremiyor. Bundan bir süre önce Stuttgart’ta okul müdürleri eyalet eğitim bakanlığına ve kent belediyesine karşı ‘ayaklandılar’. Fakir çocukların çoğunlukta olduğu okullarda öğle yemeği verilmesini talep ettiler. “Gittikçe daha çok karnı aç öğrenci derslere giriyor” diyen müdürlerin AÇI MÜMTAZ SOYSAL İlhan Selçuk’un Sorgulanması aşyazarımız ve imtiyaz sahibimiz İlhan Selçuk’un emniyetteki sorgusuyla ilgili ifade tutanakları ve telefon görüşmeleri medyanın elinde. Bu görüşmeleri her gün bir başka gazetede okumak mümkün. Bazı gazeteler bu telefon konuşmalarını kendi düşüncecelerine göre değerlendirip sonuçlar çıkarıyorlar... İşi abartıp çığırından çıkarmışlar... Neresinden bakarsanız bakın komik... Soruşturmayla ilgili Milliyet gazetesinin haberi gazetecilik açısından örnek bir çalışmaydı. Milliyet’in haberine göre İlhan Selçuk’a özel yaşamıyla ilgili soruların sorulduğunu da anlıyoruz. İlginç soruların bir bölümünü birlikte okuyalım: Cumhuriyet gazetesinin şu anki hissedarlarını ve gazete yöneticilerinin kimler olduğunu açıklayınız. Gazetenin satılması veya herhangi bir medya kuruluşuyla birleştirilmesi konusunda herhangi bir teklif gelip gelmediğini açıklayınız... Gürbüz Çaban, Şevket Sabancı ve Mete Akyol isimli şahısları tanıyor musunuz? Şahıslarla husumetiniz ya da yakınlığınız var mıdır? Koç ailesiyle nasıl bir ilişkiniz vardır? Bu aileden kimlerle görüşürsünüz? Hangi sıklıkla görüşürsünüz? İbrahim Yıldız ile yaptığı telefon görüşmesine atfen, görüşmede bahsettiğiniz Mustafa Balbay’ın Amerikan Büyükelçisi’yle yaptığı yemekli toplantının konusu neydi, Balbay size ne anlattı? Toplantıda hangi konular konuşulmuş? Görüşmenin içeriğiyle ilgili ayrıntılı ifadenizi anlatınız? Görüşmede bahsettiğiniz Amerika muhabiriniz Elçin Poyrazlar isimli şahsın Dick Cheney ile yapacağı görüşme neyle ilgiydi? Neden Elçin Poyrazlar’ın Başbakan Erdoğan’a rakip bir aday konusunu Cheney ile görüşmesini istiyorsunuz? İfadenizi veriniz. (Muhabirin Cheney ile değil, ofisinden bir kişiyle görüştüğü ortaya çıkıyor.) (Bülent Tanla Eski CHP Milletvekili ile yaptığı görüşmeye atfen) Aydın Doğan ile ilgili yapılan değerlendirmeniz hakkındaki ifadenizi veriniz. (İşadamı Murtaza Çelikel ile telefon görüşmesine atfen) Görüşmeyi yaptığınız Murtaza Çelikel kimdir? Sizi yemeğe davet eden Aysel Hanım (Çelikel’in eşi, hukuk fakültesi dekanı) kimdir? Yemeğe katılacak olan Osman Berkmen, Mehmet Emin Karamehmet ve Sanayi Odası Başkanı (Tanıl Küçük) ile aranızda nasıl bir ilişki vardır? Yemeğe katıldınız mı? Yemekte hangi konular konuşuldu. Açıklayınız. T Ahmet ARPAD tepkisi başarıya ulaştı, yeni ders yılının başlamasıyla 80 okulda dar gelirli ve fakir aile çocukları sadece bir Avro karşılığında öğle yemeği yiyebilecekler. Mercedes’in, Porsche’nin, Bosch’un doğum yeri Stuttgart, Almanya’nın “yaşanmaya değer varlıklı kentleri” listesinde birinci sırada. Giderek daha çok modern bina yapılırken, dev bir fuar alanı kurulurken, yeni yeni yollar, tüneller açılırken, kent istasyonunun yeraltına indirilmesine, demiryolu güzergâhının toptan değiştirilmesine, tepeleri delerek kent havaalanına daha hızlı bir trenle bağlanmasına 10 milyar Avro’dan fazla harcanırken Stuttgart’ın okullarında çocuklar karnı aç derslere giriyor. Sorunun üzerine giden eğitimciler başarılı oldu. Ancak onlar da biliyor ki, bu girişimleri fakirliğin çözümü değil. Ve bu fakirlik tüm Almanya için geçerli. Gittikçe artıyor, hem de çok hızlı bir şekilde. Zenginle fakir arasındaki uçurum gittikçe derinleşiyor, ülkede resmi verilere göre 6 milyon çocuk fakir ailelerde yaşıyor. Toplumdaki zenginfakir ayrımı eğitimde de kendini gösteriyor. Her çocuk istediği okula gidemiyor, zengin öğrenci fakir öğrenciden uzak duruyor. Fakir insan yalnız bırakılıyor, toplumdan koparılıyor. Almanya’da açlık sınırında yaşayan anneler çocuklarını öldürüyor. 2007 yılında tam 22 bebek ve küçük çocuk doğar doğmaz ya da daha beş yaşına gelmeden yaşama veda etti. Bu cinayetleri, çoğu kez tek başına kalmış, çalışmayan, doğumdan sonra hızla artan sorunların altından kalkamayan, çevresinin ilgilenmediği genç anneler işliyor. Akrabalar, komşular, okul, gençlik daireleri yavaş yavaş gelen bu faciaları nedense fark edemiyor. Çocukları koruyan yasalar yetersiz, reformlar gerekli. Ancak çoğu kez fakirlikten kaynaklanan bu gibi trajedileri, çıkarılacak yeni yasalar da pek önleyemez. Nedenler daha derinlerde yatıyor. Ve olan çocuklara oluyor! Küçük Oyunların Büyük Zararı KDENİZ Üniversitesi’ndeki yerleşke çatışmasında bir kışkırtma olduğu gün gibi açık. Ama gerisinde hangi hesapların bulunduğu pek açık değil. Güney Anadolu’nun göç almış büyük kentlerinden biri olan Antalya’da etnik kökenli nedenlerin de devreye girebileceği bir kargaşa yaratma niyeti mi? Üniversite ortamlarını karıştırarak, büyük özverilerle oğullarına ve kızlarına yükseköğrenim olanağı sağlayabilmiş anababaları da huzursuz edip sosyal huzursuzluğu daha da arttırma hesabı mı? Aynı zamanda Üniversitelerarası Kurul Başkanı da olan bir rektörü asıl görevini yapmamakla suçlayarak yıpratmaya çalışmak mı? Bu küçük oyunların kime yarar sağlayacağı kolay kestirilemez. İçten biraz daha zayıflatılmış olacak olan Türkiye Cumhuriyeti’ne mi? Kamu düzenini korumaktan en başta sorumlu olan AKP iktidarına mı? Kapatma davasının açılışından hemen sonra Ceza Yasası’nın 301. maddesini değiştirmeye el atış da bir başka oyuna benziyor. Aslında bağımsız yargıçların iyi niyetli yorumlarıyla çok da kötü sonuçlar vermeyecek bir maddeyi bunca büyütüp değiştirmeye kalkışmak pek anlamlı gözükmüyor. Tanzimat dönemini anımsatan bu çeşit küçük diplomasi oyunu neye yarayabilir? Gerçekten daha titiz bir yasama işi yapmış olmaya mı? İşin içine Gül’ü de katıp Türkiye’deki ulusalcılığın ateşini almaya mı? İçteki halkı kızdırmak pahasına ülkenin dış saygınlığını yüceltmeye mi? Yoksa, Avrupa Birliği’nin bitmez tükenmez isteklerinden birini daha yerine getirip şu yargılanma süreci boyunca oranın desteğini canlı tutmak mı? Şimdiki iktidar 22 Temmuz sonuçlarının verdiği baş dönmesiyle Türkiye konusundaki “İslamcı büyük değişim” programını bir an önce gerçekleştirmenin telaşı içinde, telaşlı insanların da hep yaptığı gibi, hata üstüne hata yapmakta. Bir hatayı düzeltme niyetiyle küçük oyunlara kalkışarak yanlış adımlar atıp daha büyük başka hataların içine düşerek. Yeni bir anayasayla cumhuriyet düzenini toptan değiştirmenin ilk adımını atma niyeti sezilince hedefi küçültüp türban yasağını kaldırmaya indirgemek, aslında parti açısından daha büyük bir hataya düşmek değil miydi? Türban kavgasının özde bir “simge” ağırlığı taşıdığını itiraf etmenin bundan daha belirgin bir örneği bulunamazdı. Yargıtay Başsavcılığı iddianamesi sonrasında AB’nin can simidine sarılmak da dışla iç arasındaki sinsi işbirliğini bir kez daha açığa çıkarmış oldu. Bu küçük oyunların AKP’nin saygınlığına hiçbir ağırlık eklemediği açıktır. Ama ne yazık ki, devletin saygınlığını ve vatandaşların özgüvenini büyük ölçüde eksilttiği daha da açık. Bir partinin bu küçültüşe hakkı olmalı mıydı? B A Can Yücel ve Yurtdışında Oy Hakkı T ürkiye sınırları dışında yerleşik olarak yaşayan Türk vatandaşları, Türkiye’deki seçimlere, Türkiye’ye gitme zorunluluğu olmadan, bulundukları ülkelerde katılabilme hakkını sonunda aldılar. Böylece insanlarımızın sosyal, kültürel, siyasal, bireysel binlerce kopmaz bağla bağlı oldukları, vergi ödeyerek, birikimlerini aktararak, yatırım yaparak ekonomik gelişimine büyük katkılarda bulundukları anavatanlarının siyasal yaşamına katılımları açısından önemli bir eksiklik gideriliyor. “Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun”da yapılan değişikliğe göre yurtdışı seçmenler, Türkiye’deki milletvekili ve cumhurbaşkanı seçimlerinde halkoylamalarına katılabilecekler. Yerel seçimlerde ise oy kullanamayacaklar. Türkiye dışında yaşayan yaklaşık 6.5 milyon insanımızı yakından ilgilendiren bu hakkın hangi yöntemle gerçekleştirileceği ise henüz belli değil. Yasaya göre bu Dışişleri Bakanlığı’nın görüşü alınarak Yüksek Seçim Kurulu tarafından belir Gürsel KÖKSAL lenecek... Umarız bu konudaki düzenlemeler oyların en güvenilir ve en kolay yöntemlerle kullanılmasının yolunu açar. İnsanlarımızın yaklaşık 50 yıldır mahrum bırakıldıkları bu hakkın kazanılmasında, Türk medyasının özellikle Avrupa’daki yayınlarının büyük payı var. Türk medyası, yıllardır zaman zaman kampanyalar da düzenleyerek bu hakkın hep peşinde olmuştu. Ama konu, Türkiye’de sık sık, örneğin her hükümet değişikliğinde gündeme gelmesine rağmen her defasında bir süre tartışıldıktan sonra somut adımlar atılmadan sürüncemeye bırakılıyordu. Ve Türkiye’de çok az sayıda aydın bu konuya kafa yoruyordu. Bunlardan biri, 1999 yılında yitirdiğimiz, Türkçenin, Türk şiirinin büyük ismi Can Yücel’di. Yücel, yurtdışındaki Türklerin seçme ve seçilme haklarıyla ilgili görüşünü, 14 yıl önce Almanya’da bulunduğu günlerde dile getirmişti. Avrupa Türk Gazeteciler Birliği Genel Başkanı Frankfurt Uluslararası Kitap Fuarı kapsamında düzenlenen etkinliklerin davetlisi olarak Almanya’da bulunan ünlü şairin bu konudaki görüşleri, 5 Ekim 1994 akşamı katıldığı akşam yemeğinde bu satırların yazarı tarafından kâğıda geçirilmiş ve o haftaki Gerçek dergisinde de köşe yazısı olarak yayımlanmıştı. Sözü Can Yücel’e bırakalım: “Biz burada, yani Avrupa’da, aynı zamanda da Avustralya’da yaşayan gurbetçi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıyız. Önümüzde bir ara seçim ve bir yıl sonra da genel seçim var. Bizi hâlâ Türk yurttaşı sayıyorsunuz. Anayasaya göre Türk yurttaşlarının seçme ve seçilme hakkı var. Niye buradaki yurttaşlar seçme ve seçilme haklarından yoksun tutuluyor?” Ünlü şair, burada birçoklarının yaptığı gibi kuru bir “Seçme hakkı verilsin!” çağrısıyla yetinmeyip somut öneriler sunuyordu: “Bu seçme hakkı sözde tanınıyor. Ama seçmenin Frankfurt’tan kalkıp Kapıkule’de oy vermesi şartıyla... Oysa bu hak bizi temsil ettiği iddiasında olan bütün konsoloslukların önlerine konulan bir sandığa oylar atılarak gerçekleşebilir. (...) Her Türk yurttaşı bulunduğu yerde oy kullanır. Bu da öyle güç bir şey değil. Bu rejim ‘telekomünikasyon’ yoluyla her ‘iletişim’ini halledebilir. Bütün partiler, bütün fikirler bunda anlaşmış durumda. Bu çağrının bütün bu partileri, bütün bu fikirleri temsil ettiğine inanarak söylüyorum.” İnsanlarımız artık Türkiye’deki genel seçimlere katılabilecekler. Şimdi sırada “seçilme hakkı” var. Avrupa ülkelerinin de artık bu insanlara en azından yerel seçimlere katılma hakkını vermesi gerekiyor. Ancak bu alandaki girişimler çok cılız. Gelişmeler hiç de umut vermiyor. Kim bilir, belki de Türkiye’deki gelişmeler, başta Almanya olmak üzere Avrupa’daki girişimlerin de güçlenmesine yol açar. HER SABAH GÜNDEM KONUŞMASI YAPARIZ. Sorgulamada İlhan Selçuk’un önüne konulan belgeler yani telefon dinleme kayıtlarının çoğunluğu benimle yaptığı konuşmalar... Doğaldır. Çünkü her sabah İlhan Selçuk ile yazıişleri toplantısı sonrası ya da Ankara temsilcimiz Mustafa Balbay ile yaptığımız günlük gündem konuşmalarımızı paylaşıyorduk.. İlhan Selçuk, gündemle ilgili görüşlerini aktarıp yazacağı yazının içeriğini söyler, gazetenin izleyeceği politikayı belirlerdik. Sabahları yapılan bu konuşmaların bir nedeni de, İlhan Selçuk’un yazılarını evinde yazıp, gazeteye öğleden sonra gelmesiydi... Konuşmalarımızda güncel olaylar, gazetenin satışı, yapacağımız haberler, yazı dizileri, arkadaşların seyahatleri, gelir gider durumumuz gibi ciddi konular dışında, sinemadan, müzikten, akşam yemeklerinden, gazeteye gelecek konuklardan vb. gibi her konudan söz ederdik... İşte bu noktada emniyetin soruşturmayla ilgisi olmayan konuşmaları basına sızdırması etik olmadığı gibi hukuka da uygun değil... Somut Bir Uzlaşma Önerisi... oplumun, yaklaşık bir seneden bu yana giderek gerildiği; birçok konuda ayrışmaya başladığı ve bunun ülkeyi ileride onarılması mümkün olamayacak bir kargaşa ortamına, belki de bölünmüşlüğe sürüklediği artık gözle görülür hale geldi. Bu bakımdan toplumda gerginliğin azaltılması, bunun için de iktidar, muhalefet ve toplumda etkili olan demokratik kurum ve kuruluşlar arasında anayasanın temel konularında uzlaşma ortamına girilmesi kaçınılmaz hale geldi. Uzlaşmanın sağlanabilmesi için önce uzlaşmazlığın nedenlerinin doğru olarak saptanması ve ortaya konulması gerekir. Bir yıllık dönem içinde, toplumdaki tartışmaların ve gerginliğin doruk noktasına ulaştığı konuların ekseninde genellikle yasal düzenlemelerin yer aldığını görüyoruz. Bunların içinde iki anayasa değişikliği ile bir değişiklik girişimi ise daha belirleyici nitelikte görülüyor. Gerçekleştirilen iki anayasa değişikliğinde elde edilen sonuçların ve varsa toplumun kazanımlarının değerlendirilmesi, hem bu bir sene zarfında nelerle uğraştığımızı gözler önüne serecek, hem de önümüzdeki muhtemel uzlaşmazlık alanını, başka bir deyişle asıl uzlaşılması gereken alanı saptamamıza yardımcı olacaktır. T Nuri ALAN Emekli Danıştay Başkanı Rejimin rayına oturması, demokratik devlet yapısının güçlendirilmesi için kapsamlı anayasa değişikliğinde uzlaşılması gerekir. Kuşkusuz bunun ilk koşulu AKP’nin dayatmacı tutumundan vazgeçerek hazırlattığı anayasa taslağını geri çekmesi; tüm siyasi partilerin, anayasal kurum ve kuruluşların, sivil toplum örgütlerinin katılımı ve bilinen yöntemlerle yeni bir anayasanın veya anayasa değişikliğinin yürürlüğe konulmasıdır. hurbaşkanı seçilmiş olan Sayın Abdullah Gül’ün hukuki durumu ve görev süresi tartışmalı hale getirildi. Cumhurbaşkanlığı görevini fiilen yürüten Sayın Gül’ün bu görevini hangi tarihe kadar sürdüreceğini, AKP kurmayları ve belki de ABD’de konu ile ilgilenenler dışında kimse bilmiyor. Görev süresi, büyük anayasa değişikliği yapıldığında belirlenmiş olacak. Dünyada eşibenzeri olmayan bir durum… İşin daha da kötü yanı, görev süresi AKP’nin takdirine kalmış olan Sayın Gül’ün tarafsızlığı da tartışma konusu olmaktan kurtulamıyor. Bu konu, NisanKasım 2007 ayları arasında toplumun gündeminden düşmedi; ama ne toplum, ne de AKP bundan bir kazanç sağladı. götürüldü; Danıştay genelgenin uygulanmasını durdurdu. Gündeme aynı ağırlıkta yeni konular girdiği için üniversitelerdeki uygulama artık basında ve TV’de yer almıyor. Bilindiği kadarı ile üniversitelerde türban konusunda farklı uygulamalar sürdürülüyor. Yani ülkede hukuk farklı şekilde uygulanıyor. Anayasada yapılan değişiklikle hukuk ve düzen yerine, bir önceki örnekte olduğu gibi ülkede hukuki kargaşa ortamı, düzensizlik ve keyfilik yaratıldı. Yine toplumun kazandığı bir şey yok. İYASİ PARTİLERİN KAPATILMASI Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın AKP’nin kapatılması için açtığı dava üzerine bu kez, anayasanın siyasi partilerle ilgili 68’inci ve 69’uncu maddelerinin ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun bu maddelerle ilgili kurallarının değiştirilmesi ve bu değişikliğin AKP ile ilgili kapatma davasına yansıtılması hususu gündeme getirildi. İktidar bu konuda hem destek hem de çözüm arayışı içine girdi. AKP’nin bu niyeti açıklanınca, kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti ilkelerine aykırı ve yasamanın yargı erkine ait bir yetkiyi kullanması sonucunu doğuracak olan bu girişime karşı haklı tepkiler gösterildi; Ergenekon soruşturmasının da yeniden gündeme getirilmesi ile toplum tekrar tartışma ortamına girdi. Bu sefer tartışmaya Avrupa Birliği yetkilileri de katıldı. Hatta AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn tartışmayı küstahlık derecesine getirerek hem Anayasa Mahkemesi’ne baskı yapmaya kalktı, hem de Türkiye ile AB arasındaki müzakerelerin askıya alınabileceği yolunda tehditte bulundu. Egemenlik hakkına ilişkin bu müessif müdahaleye tüm toplum olarak, ama özellikle ve öncelikle devlet yetkilileri tarafından karşı çıkılması gerekiyor. mumtazsoysal@gmail.com SONUÇ Bu anayasa taslağına hâkim olan düşünce, yargıyı siyasallaştırarak yürütmeye bağımlı hale getirmek; KHK’ler yoluyla yürütmeyi olabildiğince güçlendirmektir. Bunun sonucu ise AKP’nin bugünkü yapısı itibariyle, tek adam yönetimine kapı aralamaktır. Asıl tartışma, toplumsal tepki ve ayrışma, bu taslak TBMM’ye teklif edildiğinde başlayacaktır. Belli Anayasal konular üzerinde uzlaşma sağlansa bile bu uzlaşma kalıcı ve etkili olamaz; sınırlı ve tek konuya yönelik yeni anayasa değişikliklerinin TBMM’ye taşınmasıyla bozulur; yeniden başa dönülür. Rejimin rayına oturması, demokratik devlet yapısının güçlendirilmesi için kapsamlı anayasa değişikliğinde uzlaşılması gerekir. Kuşkusuz bunun ilk koşulu AKP’nin dayatmacı tutumundan vazgeçerek hazırlattığı anayasa taslağını geri çekmesi; tüm siyasi partilerin, anayasal kurum ve kuruluşların, sivil toplum örgütlerinin katılımı ve bilinen yöntemlerle yeni bir anayasanın veya anayasa değişikliğinin yürürlüğe konulmasıdır. Böyle bir anayasayı, oluşumuna katılan tüm siyasi partiler, kurum ve kuruluşlar korumak, onun ilkelerini benimsemek zorunda olacakları için tartışma bitecek, toplumdaki gerginlik ve huzursuzluğu gidermek mümkün olabilecektir. Uygulamaya ilişkin sorunların çözülmesi ise bu anayasa ile oluşturulacak bağımsız ve tarafsız Yargı’nın görevi içinde olacaktır. HUKUK NE DİYOR? “Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda, kanunun ilgili maddelerinde telefon dinlemeleri, delil toplamada son çare olarak öngörülmektedir. Ve bu durumda nasıl dinleneceği, hangi suçların dinleme kapsamında olduğu net bir şekilde yasada belirtilmektedir. Ayrıca dinleme süreleri ve şekilleri de açıkça yer almaktadır. Sorgulamada suç ile ilgili bölümlerin ayrılması gerekir. Ayrıca spekülasyona, sansasyona yol açacak suçla ilgili olmayan bölümlerin ayıklanması şarttır. Örneğin, bir cinayet davasında koca dinleniyorsa, eşini aldattığına ilişkin bir konuşma dinlemeye takıldıysa bu görüşmenin ayıklanması gereklidir. Suçla bağlantısı olacağı düşünülüyor ise, savcıya bu konuda ayrıca bilgi verilmesi doğrudur.” (Milliyet 6 Nisan 2008) Bu konuda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 12 Mart 2003’te TBMM’de yaptığı konuşmada şunları söylemişti: “Özgür, bağımsız, çoksesli bir yazılı ve görsel basın, demokratik rejimin önemli güvencelerinden biridir. Yazılı ve görsel basın sektöründe tekelleşme ve kartelleşmenin önlenmesi için ilgili mevzuat yeniden düzenlenecektir. Medyanın, toplumun ihtiyaçlarını ön planda tutan yayınlar yapması özendirilecektir. Özel hayatın ve özel haberleşmenin güvenliğiyle ilgili her türlü teknik ve yasal önlemler alınacaktır.” İyi haftalar... S TÜRBAN DÜZENLEMESİ Anayasanın 10’uncu ve 42’nci maddelerinde yapılan değişikliğin amacı, türbanbaşörtüsü takan kızlarımızın, yükseköğrenim kurumlarına bu kıyafetleri ile girmelerini sağlamaktı. İktidar partisi MHP’nin desteğini alarak bu değişikliği gerçekleştirdi. İlgili partiler arasında yapılan anlaşmaya göre Yükseköğretim Kanunu’nun Ek 17’nci maddesi de değiştirilecekti. Fakat 42’nci maddede yapılan düzenleme ile ilgili eleştiriler üzerine Ek 17’nci madde değişikliği ertelendi ve düzenleme uygulamanın sonucuna bırakıldı. Anayasa değişikliği Anayasa Mahkemesi’nin önüne götürüldü; karar bekleniyor… YÖK Başkanı’nın göreve başladıktan sonraki söylemleri ve özellikle türbanlıbaşörtülü öğrencilerin üniversitelere kabul edilmesi gerektiği yolundaki genelgesi üniversiteleri ayağa kaldırdı; sert tepkilere neden oldu. Uygulama konusunda YÖK kendi içinde de bölündü; huzursuzluk halen sürüyor. Genelge Yargıya SEÇİMİ CUMHURBAŞKANININ Cumhurbaşkanının seçimi ve görev süresi, TBMM’nin görev süresi ve toplantı yeter sayısı ile ilgili anayasa maddelerinde değişiklik yapılmasına ilişkin 31.05.2007 günlü, 5678 sayılı Kanun gerilimi tırmandıran ilk anayasal düzenleme oldu. Anayasa Mahkemesi’nin Cumhurbaşkanı seçiminde TBMM’nin toplantı yeter sayısıyla ilgili kararına tepki olarak ve duyulan öfke ile hazırlanan ve yürürlüğe konulan bu yasa, bünyesinde hem çelişkili kuralları, hem de birçok hukuki hatayı içeriyordu. Gümrük kapılarında oylama başladıktan sonra, yapılan eleştiriler üzerine bu kanunun metninde yer alan geçici 18’inci ve 19’uncu maddeler kaldırılarak bir hukuk skandalı yaratıldı. Sonuç ne oldu? 28 Ağustos 2007 tarihinde yürürlükte olan anayasa kurallarına uygun olarak Cum CUMHURİYET 02 CMYK