29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 Küba, önce Che, sonra Fidel ve biraz da yazar Ernest Hemingway demek C dizi 11 NİSAN 2008 CUMA Çek bir Hemingway K üba önce Che, ve birazda Fidel sonra Hemingway demek. Hemingway, dünya haritasını değiştiren beş içecekten ‘rom’a vurgun. Diğer dört içecek, şarap, viski (ateş suyu), çay (İngiliz sömürgeleri aklınıza gelsin) ve kahve. Bu beş içecek için, ne çok savaş çıkmış, ne çok insan ölmüş. Biraz Küba’nın milli içkisi romdan söz edelim. Rom, şekerkamışından yapıldığı, enerjisi yoğun ve alkol oranı çok yüksek olduğu için de bir çeşit antibiyotik. 16. yüzyıldan itibaren uzun yola giden gemiciler, romsuz yola çıkmazlarmış. Bu, bir çeşit kanunmuş. Her gemicinin bir gün içinde içmesi gereken belli bir rom miktarı varmış. Gemicileri bilmem ama romu çok seven, Küba’daki lakabıyla Papa Hemingway’e saygıma rağmen ben romu pek sevmedim, çok şekerli geldi; bir gece otel barında şaşırıp barmenden şekersiz bir rom istedim. Arkadaşlarım ve barmen bu işe çok güldüler. Neyse Havana küçük bir yer ve kolay bir kent. Özellikle rıhtımı sürekli döven okyanus dalgalarını seyretmek insanı etkiliyor. Okyanuslar bizim bildiğimiz denizlerden farklı denizler. Biraz korkutucu ama insanı maceraya davet ediyor. Büyük coğrafi keşiflerin asıl nedeni bu macera duygusu olsa gerek. Ötelerde ne var?.. Rıhtım boyunca içlerinde kolonyel tarzın en güzel örnekleri bulunan yüzlerce bina var. Ama büyük çoğunluğu çökmek üzere; boyalar gitmiş, pencereler kırık, balkonlar tahtalarla tutturulmuş; UNESCO 1982 yılında Eski Havana’yı şehir surlarıyla birlikte Dünya Kültür Mirası listesine katmış. Binalar sırayla onarılıyor. Bütün o harap olmuş evlerin, binaların önünden 50 model Chevrolet ve Plymouth marka arabalar geçiyor, bu arabaların nasıl çalıştığı bir bilmece? Yerel rehberimiz bizi sürekli uyarıyor: “Aman ha karşıdan karşıya geçerken çok dikkat edin, Küba’da en pahalı şey fren balata sistemidir, bu nedenle arabalar hemen fren yapamaz, usul usul dururlar.” Zaten bu arabalar nasıl işliyor, bilmek mümkün değil ama çok güzeller, hele de renkleri... Standart araba boyası çok pahalı olduğundan hemen hepsi sanıyorum duvar boyasıyla boyanmış, bu nedenle dünyanın hiçbir yerinde böyle pembe, böyle sarı, böyle yeşil yok. Bar duvarlarında yaşayan ünlüler H Ülkeye gelen yabancılara bir peso bir dolar Turistlere farklı kur Devrim Müzesi çocuklaştırıyor B ir Küba hayranı olan Hemingway’in mekânlarını yani barlarını ziyaret etmek için daha çok vakit var, en iyisi benim yolum Devrim Müzesi’ne düşer. Müze, devrimi gerçekleştiren insanların pasaportlarıyla, el yazısı şiirleriyle dolu. Nerede dövüşmüşler,nerede ölmüşler/ Devrim nerede, hangi evde planlanmış, o evin içinde hangi eşyalar varmış? İşte Batista zindanlarında yapılan işkencelerin fotoğrafları, o dönemde fahişelik yapan kadınların fotoğrafları (arkadan), işkence aletleri ve tam orta yerde Che ve devrimin önemli adlarından Camilo’nun çalılıklar içinde gerilla kıyafetleriyle yapılmış tam boy heykelleri. Çok çocukça bir şey ama çocukluk Küba’ya yakışıyor, hemen Che şapkamı takıp onların yanında yerimi alıyorum ve arkadaşlarım fotoğraf makinesinin deklanşörüne basarak bu çocuk ama güzel anı ölümsüzleştiriyorlar. Daha sonra müzenin bahçesinde duran Fidel, Che ve arkadaşları 81 gerillayı Meksika’dan Küba’ya getiren küçük yata bakıyorum. Bu devrimcilerin sadece 15’i Sierra Maestra Dağları’na ulaşabildi. Ve sonra devrim ateşi ülkenin dört bir yerinde yanmaya başladı . Ve 6 Ocak 1959... Küba artık kurtarılmış bir ülkeydi. Ne büyük bir macera! avana’nın en güzel, en görkemli meydanı Katedral Meydanı. Meydana adını veren ve 18. yüzyılda Cizvitler tarafından yapımına başlanan Katedral gerçekten çok görkemli. Meydanda yok yok. Küba müziğinin ritmine ayak uydurup mojitolarını yudumlayan turistler, turistlerle bir peso karşılığı fotoğraf çektiren purolu yaşlı teyzeler, gelin kıyafeti giymiş genç kadınlar, vudu (kara büyü) yapan büyücüler, hiç durmadan müzik yapan belki dört, belki beş müzik grubu, meydanı temiz tutmaya çalışan işçiler ve koşarak geçen okul çocukları. Meydanın hemen başlangıcında, eski günlerden kalma Cafe del Oriente restoranı bulunuyor. Biraz bizim Pera görüntüsünde, kadife perdeler, şık tabak H lar, iyi bir müzik ve belli ki devrim öncesinden kalmış garsonlar. Şimdi burayı devlet işletiyor, muhteşem bir deniz ürünleri ızgarası ısmarlayıp nefis bir Şili şarabında karar kılıyorum. Hiç olmazsa burada kredi kartım geçer umudundayım. Kitapçılar dahil şimdilik hiçbir yerde kredi kartımı kullanamadım. TURİSTLERE PAHALI Ve üstüne üstlük Küba turistler için pahalı bir ülke. Turistler için bir peso bir dolar. Bir de halkın kullandığı pesolar var. Onların alım gücü turist pesosunun kırk katı fazla. Yani şunu söylemek istiyorum, Kübada asgari ücret 16 dolar olarak belirtiliyor ya, bu sizi yanıltmasın, bu rakam yaklaşık 600 dolara geliyor. Fidel, turist pesosunu dolara eşit kılmış; “Madem,” demiş, “bir risk alıp turizme kapılarımızı açıyoruz, öyleyse gelen turist bir işe yarasın!” Haklı, devrim öncesi buranın sahibi olduğunu düşündüğüm yaşlı garson deniz mahsulleri ızgarasını getiriyor. Gönlüm rahat, canım burası lüks bir yer mutlaka kredi kartı geçiyordur. Yemeği bitirip hesabı istiyorum. Hesap geliyor, şık bir şekilde kredi kartımı uzatıyorum, garson kredi kartı makinesinin çok yavaş çalıştığını ve çok bekleyeceğimi söylüyor. Nakit ödeme bana vakit kazandıracakmış. İyi numara, kurt garson, turist kısmının her zaman acelesi olduğunu biliyor ve ben de numarayı yutup nakit ödüyorum, eyvah param iyice suyunu çekti, oysa henüz hiç kimseye Che şapkası almadım. avana’da bütün taksicilerin ilk öğrendikleri adresler, yıllarca Küba’da yaşamış, “İhtiyar Balıkçı ve Deniz ,” ve “Çanlar Kimin İçin Çalıyor,” romanlarını burada yazmış, av ve yaşam meraklısı ve Küba hayranı Hemingway’in kutsal mekânları . Önce onun, namı diğer Papa’ın, akşamüzeri barına gidiyoruz. La Bodeguita del Meido. Bar ağzına kadar dolu, içeri giriyoruz, önde bar kısmı arkada restoran bölümü. Duvarda kocaman bir Hemingway fotoğrafı. Bar daha çok yerlilerle dolu, turistler restoran kısmında oturuyorlar. Restoran kısmında duvarlar silme fotoğraf dolu. Bunlar barı ziyaret eden ünlülerin fotoğrafları. Liste çok uzun, Frank Sinatra’dan başlıyor, top model Naomi Campbeel’la devam ediyor. Ava Gardner’la bitiyor, ünlü bir otomobil yarışçısı kaskıyla arzı endam ediyor. Ne çok Amerikalı ünlü buraya gelmiş. Milli içki mojitolarımızı söyleyip barda oturuyoruz. Herkes neşeli, özellikle de yerliler; kendi aralarında bir şeyler konuşup hiç durmadan gülüyorlar, burayı ziyaret eden herkes, kendinden bir parça bırakmış, barın duvarları ziyaretçilerin imzalarıyla tıka basa dolmuş, hadi adımızı yazalım, diyoruz ama boy yetişen her yer kapılmış. Dünyanın her yerinde (Türkiye dışında) ünlü yazarların, ressamların, devlet adamlarının gittiği barlar, restoranlar insanların ilgisini çeker. Örneğin ben, Lenin dahil pek çok ünlü kişinin gittiği Paris’teki La Closerie Des Lilas restoranında inatla Lenin’in yerine oturmak istemiş, bunun için bir saat barda beklemiştim. Sonunda oturdum, küçücük bir plaket vardı. Vlamidir İliç Lenin. Çok mutlu olmuştum, burada da mutluyum. Ernest Hemingway’in sevgili barında ikinci mojitolarımızı yudumlarken bunları düşünüyorum. İlk kez bu yolculuğumda ülkemi özlemediğimi hissediyorum. Oysa bende daha üçüncü gün hasret başlar. Burada şu barda sanki sonsuza dek kalabilirim. Hiç yaşlanmadan. Küba’nın bana yaşattığı en güzel şey bu, yaş duygumu yitirdim. Devrim karargâhı OTEL LİBRE ibre” İspanyolca “özgürlük” demek, ‘L ben Hotel Libre’de kalıyorum. 1960 yılında Nâzım Hikmet’in kaldığı otelde. Otelin devrim öncesi adı Hilton. Devrim öncesi mafya toplantılarının, kokain partilerinin yapıldığı bir otel. Nâzım şiirinde şöyle söz ediyor Hotel Libre’den. “…otelin 24’üncü katından dinliyorum şehri gece vakti/şehir türkülere gömülü/toprağın taşın yaprağın içinde türküler/havanın içinde azot filan gibi türküler/türküler yemişlerin kabuğu eti çekirdeği/çiçeklerin korkusu türküler/türküler İspanya Arabistan Afrika/türküler gözlerinde ve kalçalarında kadınların/türküler erkeklerin sıcak elleri/türküler oyunların ayakları belleri omuzları/asansörle iniyorum hole/asansörde köylü kızlar Oriente ilinden Bayamo koylüklerinden/şehre dikiş öğrenmeye gelmişler/Habana Libre (Hür Havana) otelinde duvarlarında milyonerlerden/gölgeler kalmış apartımanlarda oturuyorlar/otelin eski adı Hilton/24 milyara çıkmış/asansörde köylü kızlar Bursa ilinden Ankara köylülerinden/ kızlar İstanbul’da işiniz ne kızlar sizi nasıl bıraktılar Hilton’a/Hilton değil gayrı diyorlar Hür İstanbul’a çevrildi adı çoktan/ve gülüyorlar ağızlarını örtüp kınalı elleriyle/ağalar da kaçtı Amerikanla birlikte/ya toprak/bölüştük…” Otel Libre’nin geniş lobisinin bir duvarında fotoğraflar var. Devrim sırasında otel karargâh olarak kullanılmış. Fotoğraflara bakıyorum, devrimi gerçekleştiren insanların gencecik yüzlerindeki mutluluğu hep yanımda taşımak isterdim. ‘ALIN TEPE TEPE KULLANIN’ 195962 yılları arasında içlerinde zenginlerin, toprak sahiplerinin, gangsterlerin bulunduğu 200 bin Kübalı ülkeyi terk etti. 19651971 yılları içindeyse “Özgürlük Uçuşları Programı” dahilinde bir 200 bin Kübalı daha ülkeyi terk etti. En son 1980’de Fidel, bütün suçluları ve Küba karşıtlarını toplayıp tam 125 bin Kübalıyı Amerika’ya yolluyor: “Alın tepe tepe kullanın!” “Sigortasız, işsiz hastane kapılarında sürünün!” “Çocuklarınız uyuşturucu çetelerinin kuryesi olsun!” Bugün ülkenin bazı evlerinin kapısında küçük işaretler var, bunlar devrim sırasında evlerini ve yurtlarını terk etmeyen vatandaşları onurlandırmak için konulmuş; şöyle demeye geliyor “Onlar evlerini terk etmediler ve yaşamlarını burada sürdürüyorlar”. Evsizlere de ülkeyi terk edenlerin evleri verilmiş. En güzel evler ve en itibarlı kırmızı plaka ise sanatçılara, uzmanlara, bilim adamlarına ayrılmış. Ben şimdi Kübada kalmayıp da ne yapayım. UNESCO 1982 yılında Eski Havana’yı Dünya Kültür Mirası listesine katmış. Binalar sırayla onarılıyor. Bütün o harap olmuş evlerin, binaların önünden 50 model Chevrolet ve Plymouth marka arabalar geçiyor, bu arabaların nasıl çalıştığı bir bilmece? Fidel’in heykelini hiçbir yerde göremedik emingway’in intiharı beni hep etkilemiştir. Onun gibi yemeyi, içmeyi, kadınları çok seven, ülke ülke dolaşan, her haberin peşinde koşturan ve Küba’yı, Amerikalı okurlarını, dostlarını kırmak, yitirmek pahasına mekân tutan, öyle dev bir adamın intihar edeceği, herhalde kimsenin aklının ucundan bile geçmezdi. Bir gün baktı ki, artık yazı yazamıyor, tüfeğini eline aldı ve BUM! Şimdi onun Havana’daki başka bir mekânındayız. El Floridita adlı barda. Geniş, havalı bir bar, barın tam köşesinde üstadın bire bir bir heykeli tezgâha dayanmış öylece duruyor. Küçük bir grup müzik yapıyor, şarkıcı kadının sesinde belli belirsiz bir hüzün var ya da bana öyle geliyor. Turistler tezgâh kenaCastro’nun büyük yürüyüşünün kare kare rındaki Papa heykelinin yanına gidip fofotoğrafları kitap haline getirilip yeni kuşak toğraf çektiriyorlar. Biz de çektiriyoruz, turist olmak da çok matrak bir iş. Norlara öğretiliyor. DOMUZLAR KÖRFEZİ ÇIKARMASI Fidel’in sevdiğim bir hikâyesi daha var. Adını herkesin bildiği Domuzlar Körfezi Çıkarması ve sonrasıyla ilgili. 17 Nisan 1961’de 1297 Kübalı sürgünden oluşmuş bir birlik Playa Giron’dan karaya çıkar. CIA uzmanları tarafından eğitilmiş birliği, adaya ABD gemileriyle getirir. Başkan Kennedy Amerikan birliklerinin karaya çıkmasından ya da Amerikan uçaklarının yapacağı bir hava saldırısından yana değildir. Biraz da Sovyetler’in korkusuyla Fidel’i yıkma işinde taşeron kullanmaya karar vermiştir. Tanklarla ve toplarla desteklenen 20 bin kişilik Küba ordusu 65 saat içinde saldırıyı püskürtür ve 1180 sürgün esir alınır. Fidel esirleri 53 milyon dolar karşılığı gıda ve ilaç malzemesi karşılığı Amerika’ya geri verir. Amerika için tam bir hezimet, bu olay Küba’nın Fidel’e olan güvenini pekiştiriyor ve ada halkı için tam bir moral destek oluyor. H malde yapmayacağın her şeyi yapıyorsun. Sonra bir mutluluk duygusu, bir mutluluk duygusu. Evet fotoğrafımızı da çektirdik, Hemingway turumuz tamam. Eksik bir şey var, Fidel’i göremedik. Hiçbir yerde de heykeli yok. Sadece Devrim Müzesi’nde dağlara tırmanırken çekilmiş bir fotoğrafı var. DEVRİM ÇİZGİ ROMANLI ANLATILIYOR Fotoğraf deyince bir şey aklıma geldi, devrim yürüyüşü ve sonrasıyla ilgili çekilmiş çok fotoğraf var. Örneğin büyük yürüyüş neredeyse kare kare fotoğraflanmış .Daha sonra bu fotoğraflar bir araya getirilip onlarca kitap yapılmış. Yeni kuşaklar devrimi bu kitaplardan öğreniyorlar. Çizgi romanı bile var. Yani efsane hiç durmadan anımsatılıyor, öğretiliyor. Ve Kübalılar artık biliyorlar ki, kanser çalışmalarındaki ilerlemeler, cep telefonundan daha önemlidir. Ve insanın karnı dört çeşit peynirle de doyar. Öyle sabahtan akşama kadar televizyon izleyip sanal dünyada dolaşmak sağlığa zararlıdır, onun yerine çık meydanlarda dans et! Güzel şeylerin sonu çabuk geliyor. Dönüş yolundayım. Uçaktan iner inmez arkadaşlarla Kadıköy’deki Çiya’ya gitmeye karar veriyoruz. Çiya’ya giderken Kadıköy meydanında bir kitapçı dükkânından sokağa yayılan müzik, ansızın bana ülkeme geldiğimi anımsatıyor. O sırada sinema yazarı bir arkadaşımı görüyorum, hemen yanına gidip “Bil bakalım nereden geliyorum” diye çok amaçlı bir soru soruyorum. Sorunun yanıtı gene benden geliyor: “Küba’dan. Uçaktan az önce indim.” O şaşırıyor, “Bu şaka mı?” diyor. Adios amigos. BİTTİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle