Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
11 NİSAN 2008 CUMA bilim/vaziyet İnsan: Mükemmel bir fabrika, evrimsel büyük hatalarla dolu Reyhan OKSAY Balık, muazzam bir değişim sürecinden geçerek, iki ayak üzerinde yürüyebilen, konuşabilen, düşünebilen ve parmaklarını hassas bir şekilde kullanabilen bir memeli haline dönüştü ve ortaya biz insanlar çıktık. Böyle köklü bir değişim geçiren organizmanın, en sonunda kusursuz bir yapıya sahip olması doğal olarak beklenemez. İşte evrim sonucu insan şekline dönüşen balık, bugün ne yazık ki vücuduyla ilgili pek çok sorun ile baş etmek zorunda. Balıktan insana dönüşüm sürecinde damarlar, sinirler, kaslar eğilip bükülerek şekilden şekle girerek bugünkü şeklini aldı. Bazı sinirlerin izlediği yolu incelediğiniz zaman, organların çevresinde tuhaf halkalar oluşturduğunu, tek bir yöne doğru ilerlerken, beklenmedik bir yerde sona erdiğini fark edip şaşırabilirsiniz. Dolambaçlı bir yol izleyen kan damarları veya sinirler işte bu uzun ve sancılı dönüşüm sürecinin ürünüdür. Kaldı ki adına evrim dediğimiz bu dönüşüm sürecinin izleri yalnızca bunlar değil; hıçkırık ve fıtık gibi bazı fizyolojik sorunlar, evrimin bize kazandırdığı üstün niteliklere karşılık olarak ödemek zorunda kaldığımız bedellerdir. Burada vereceğimiz örnekler, içimizdeki yaşam ağacının bazı dallarının –ilkel insanlardan amfibiklere, balıklara ve en sonunda mikroplara bugün bizlere kadar nasıl uzandığını gösteriyor. Bu örneklerden her birini, insanoğlunun akıllı bir tasarımın ürünü olmadığının somut bir kanıtı olarak değerlendirebiliriz. GEÇMİŞİMİZ: OBEZİTE, KALP HASTALIKLARI VE HEMOROİTLER Balık şeklindeyken eski denizlerde ve nehirlerde avının peşinde koşan aktif avcılardık. Daha sonra hem karada hem de suda amfibik olarak yaşadığımız dönemlere sıra geldi. Bunu sürüngen ve memeli olduğumuz dönemler izledi. Bu dönemlerde de böcek ve solucan gibi küçük hayvanları aktif bir şekilde avlayarak yaşamımızı sürdürdük. En son primat olarak ağaç tepelerinde aktif bir şekilde meyve ve yapraklarla beslendik. İlk insanlar aktif avcıtoplayıcılardı. Daha sonra aktif birer çiftçi oldular. Dikkat ederseniz bütün bu evrelerde ortak olan tek özellik “aktif” olmaktı. Çoğumuz günümüzün büyük bir kısmını hareketsiz bir şekilde oturarak veya yatarak geçiriyoruz. Oysa balıktan ilk insana geçiş süreci, bizleri bu hareketsiz yaşam tarzına uyum sağlayacak şekilde hazırlamadı. İnsanlarda ölüm nedenlerini sıralarsak, ilk on nedenin dördünün –kalp hastalıkları, diyabet, obezite ve inme bir çeşit genetik temele dayandığını görürüz. 1962 yılında antropolog James Neel bu görüşü yediğimiz yiyecekler açısından ele aldı. Neel, bugün “Tutumlu genotip” olarak bilinen bu varsayımı şöyle açıklıyor: “Bizim insan atalarımızın yaşamı bollukkıtlık (boombust) ekonomisi üzerine kuruluydu. Avcıtoplayıcı insanların yaşadığı tarihlerde avın çok bol olduğu dönemleri kıt dönemleri izliyordu”. Neel bu bolluk ve kıtlık döngüsünün, insanların genlerinde izler bıraktığını ileri sürüyordu. Başka bir deyişle Neel, atalarımızın vücutlarında bolluk zamanında depoladıkları kaynakları, kıtlık zamanında tükettiklerini varsayıyordu. Obezite ve aşırı şişmanlığın beraberinde getirdiği hastalıklar –yaşa bağlı şeker, yüksek tansiyon ve kalp hastalıkları günümüzün yaygın hastalıkları arasında. Tutumlu genotip varsayımı ayrıca yağlı gıdaları niçin sevdiğimizi de açıklıyor. Kalbimiz kanı pompalar; kan atardamarlar yoluyla organlara gider; toplardamarlar yoluyla kalbe geri döner. Atardamarlar pompaya daha yakın olduğu için bunların içindeki Yağmur Deniz C Cinayeti Gördüm ilerleme içinde! İşkenceli ifadeyi eline verdiklerinde üstüne balıklama atlayan ve kocasının gazetesinde yazı dizisi yapan Nazlı Ilıcak, İlhan Selçuk akrostişleri açıklayınca sanırım bunalıma girmişti. İlhan Selçuk’un son ifadesini bir çırpıda okuyan gazetecilerden Ruşen Çakır ise Nazlı Ilıcak’ın başına gelenlerden ders almış olmalı ki biraz daha temkinli davranmış ve ifadede okuduklarından anladığı kadarıyla İlhan Selçuk’a yönelik “AKP iktidarını devirmek üzere kurulan terör örgütünün fikri liderliği” iddiasının havada kaldığına karar verip “İlhan Selçuk’tan bir ‘demokrasi kahramanı’ çıkarmayı becerdiler” diye hayıflanmış. Nedense hep böyle oluyor! Kimilerine göre aslında bir “demokrasi düşmanı” olan İlhan AB ve diğerlerine “uzaktan şeriatın sesi hoş geliyor” anlaşılan! 17 Bush’la Putin “kalkan”da anlaşamamış... “Kılıç”ta anlaşırlar! I. AVCITOPLAYICI kan basıncı, toplardamarlarınkinden daha fazladır. Bu da, bacaklarımızdan gelen kanın kalbe dönmesi sırasında sorun yaratır. Bacaklardan gelen kan kalbe dönerken “yokuş çıkmak” zorunda kalır. Eğer kanın basıncı çok düşükse yukarıya çıkamaz. Sonuçta kan, yukarı doğru yol alabilmek için iki yöntemden yararlanır. İlki, kanın yukarı çıkmasına izin veren, ancak geri kaçmasını engelleyen küçük supaplardır. İkincisi bacaklardaki kaslardır. Yürüyüş sırasında biz bu kasları kasarız ve bu kasılma kanın yukarı doğru tırmanmasını kolaylaştırır. Bu sistem, bacaklarını yürümek, koşmak ve zıplamak için kullanan aktif hayvanlarda sorun çıkartmadan çalışır; ancak hareketsiz oturan kişilerde ayrı performansı göstermez. Eğer bacaklar az kullanılırsa, kanı toplardamarlara gönderemez; kanın toplardamarlarda havuzlanmasına ve varislerin oluşmasına yol açar. Toplardamarlar giderek genişler, şişer ve ağrılara yol açar. Ayrıca toplardamarların çalışma düzeni, zamanının büyük bir kısmını oturarak geçiren kamyon şoförleri gibi meslek sahiplerinde de sorun yaratır. Uzun oturmalar sonucu kan rektum bölgesinde ve o bölgedeki toplardamarlarda birikim yapar. Hemoroit denilen bu hastalık, hareketsiz yaşamın modern insana ödettiği bir başka bedeldir. PRİMAT GEÇMİŞİMİZ: KONUŞMANIN BEDELİ YÜKSEK Konuşma becerisine kavuşmak insana pahalıya mal oluyor. Konuşabilen insan bunun karşılığında uyku apnesi gibi sorunlarla baş etmek zorunda kalıyor. İnsanlar dil, gırtlak ve boğazın arkasındaki hareketleri kontrol altında tutarak konuşur. Bütün bunlar görece olarak basit modifikasyonlardır. İnsan gırtlağı solungaç kemeri kıkırdağından evrilmiştir. Gırtlağın arkası, açılırkapanır esnek duvarlara sahiptir. İnsanlar dili hareket ettirerek, ağzın şeklini değiştirerek ve bu duvarların esnekliğini II. rülmesidir. Kedilerin beyin kökündeki küçük bir doku parçasına, elektrik impulsu gönderildiği zaman hıçkırmaya başlar. Beyin sapındaki bu bölgenin hıçkırık dediğimiz karmaşık refleksi kontrol eden merkez olduğu düşünülüyor. Hıçkırık refleksi, diyafram, boyun ve boğazdaki kaslarla ilgilidir. Soluk almayı kontrol eden bir veya iki ana sinirdeki spazm bu kasların kasılmasına neden olur. Kasılma sonucu içeri giren havanın keskinleşince yaklaşık 35 milisaniye sonra boğazın arkasındaki bir doku kapağı (glottis), hava girişinin üstünü kapatır. Hızla alınan bu soluğu, boğaz tüpün kısa süreli kapanması izler ve sonuçta ortaya “hıçk” sesi çıkar. Ancak hıçkırık bir kerede bitmez. Hıçkırığı kesmek için karbon dioksit solumak (kesekağıdı içine solumak), diyaframı germek (derin bir soluk alıp tutarak) yararlıdır. Ne var ki patalojik boyuta ulaşan hıçkırıklarda bu yöntemler işe yaramaz. Hıçkırık da geçmişimizden bize kalan bir mirastır. Bu rahatsızlık iki etmenden kaynaklanır. Birincisi sinirlerdeki spazma neyin yol açtığı ile ilgilidir. İkincisi ise glottis’in aniden kapanmasını neyin tetiklediğidir. Soluk alıp vermeği kontrol eden sinirler beyin kökünden çıkar. Bu düzen balıklarda sorunsuz çalışır, çünkü balıklarda bu sinirin beyin kökünden çok uzaklara gitmesine gerek kalmaz. Ancak memelilerde soluk alıp verme göğüs duvarındaki kaslar ve diyafram tarafından kontrol edilir. İnsanlarda diyaframı kontrol eden sinirler beyin kökünden, boynumuza yakın bir bölgeden çıkar. Bu sinirler göğüs boşluğunu kat ederek diyaframa ulaşır. Sinirin böyle dolambaçlı bir yol izlemesi sorunları da beraberinde getirir. Daha rasyonel bir çözüm bu sinirin boyundan değil, diyaframın yakınlarındaki bir bölgeden çıkmasıdır. Bu koşullarda sinirlerden birinin yolu üzerinde bir sorun olduğu zaman işlevlerini yapamazlar ve spazm meydana gelir. Hıçkırığın meydana gelmesi ise amfibik atalarımızdan bize kalan bir mirastır. Ancak bu izlemesine yol açar. Bu absürd rotanın nedeni gelişimsel ve evrimsel geçmişimizdir. İnsan yumurtalıkları gelişme evresinde balıklarda olduğu gibi karaciğerin çevresinde yer alıyordu. Evrim süreci içerisinde bunlar dişilerde aşağı inerek rahim ve fallup tüpleri yakınlarına yerleşti. Böylece yumurtanın döllenmek için çok uzağa gitmesine gerek kalmadı. Erkeklerde ise üreme organları dişilere göre daha da aşağılara indi. Üreme organlarının aşağı inişi, özellikle erkeklerde, vücut duvarında zayıf bir nokta yarattı. Bu noktalarda kasık yırtıklarının oluşma riski oluştu. Bazı kasık fıtıkları doğuştandır. Bazıları ise sonradan, karın kaslarının aşırı kasılmasıyla, bağırsakların vücut duvarına baskı yapması sonucu ve vücut duvarındaki zayıf noktadan dışarı kaçmasıyla oluşur. Dişilerin vücutlarının bu bölgesi, erkeklerinkinden daha sağlamdır. Bu olumlu bir özelliktir; çünkü hamilelik sırasında dişinin vücudunun karşı karşıya kaldığı basınç, tamiri imkânsız fıtıklara yol açabilirdi. MİTO KONDRİYANIN BAKTERİYEL MİRASI Mitokondriya vücudumuzdaki tüm hücrelerin içinde bulunur ve bunların çok sayıda işlevi vardır. En önemli işlevi oksijeni ve şekeri, hücrenin içinde kullanacağımız bir enerji haline dönüştürmesidir. Diğer işlevlerinin arasında toksinlerin karaciğerde metabolize etmek ve hücre fonksiyonlarının değişik kısımlarını düzene sokmaktır. Ancak işler yolunda gitmediği zamanlarda insanların aklına mitokondriya gelir. Ne yazık ki mitokondriyanın yol açtığı hastalık listesi buraya sığmayacak kadar uzun ve karmaşıktır. Oksijenin tüketildiği kimyasal reaksiyonlarda bir sorun oluşursa, enerji üretimi durur. Bu bozukluk tek bir doku ile sınırlı kalabilirken –örneğin gözler vücuttaki tüm sistemleri etkileyebilir. Hayatta kalmak için yararlandığımız pek çok süreç mitokondriyamızın geçmişini yansıtır. Şeker ve oksijeni yararlanılabilir enerji ve karbon dioksit şekline dönüştüren kimyasal olayların zincirleme reaksiyonu, milyarlarca yıl önce meydana gelmişti ve bunların bazı versiyonları hâlâ birtakım mikroplarda görülüyor. Mitokondriya işte bu bakteriyel geçmişi içinde barındırıyor. Bakteriye benzer genetik yapısı ve hücresel mikroyapısı ile bir milyar yıl önce serbest yaşayan mikroplardan oluştuğu düşünülüyor. Aslında mitokondriyamızın enerji üreten tüm mekanizması bu eski bakterilerden birinde başlamıştı. Bu bakteriyel geçmiş mitokondriyal hastalıkların incelenmesinde çok büyük yarar sağlar, çünkü insan hücreleri üzerinde yapamadığımız pek çok deneyi bakteriler üzerinde gerçekleştirebiliriz. Bu konuda en can alıcı çalışmalar İtalya ve Almanya’da çocuk ölümlerine yol açan “Kardiyoensefalomiyopati” adı verilen bir hastalık üzerinde yapıldı . Bu hastalık mitokondriyanın normal metabolik işlevini engelleyen genetik bir değişiklikten kaynaklanır. Hastalık üzerinde araştırma yapan bilim adamları, genleri ve kimyasal yolları mitokondriyaya benzeyen hastalık mikrobunu incelediler. Çalışmanın sonucunda hastada görülen değişikliğin benzerini bakterinin genlerinde gerçekleştirdiler. Mitokondriyanın geçmişini bildikleri için bu verilerden büyük yarar sağladılar. Kaynak: University of Chicago Magazine, OcakŞubat 2008 İR gazetede kendisine verilen köşede oturup yazı yazan ve televizyonları dolaşarak “uzman” sıfatıyla “analiz” konuşmaları yapan kişi aynen şöyle diyor: “İlhan Selçuk’un 22 Mart’ta poliste verdiği 70 sayfalık ifadeyi edindim ve bir çırpıda okudum.” Türkiye çok gelişti. İlhan Selçuk’un 22 Mart 2008’de polise verdiği ifade, aynı yıl Nisan ayının ilk haftası içinde piyasaya sürülebiliyor. Oysa İlhan Selçuk’un 12 Mart faşizminin işkence köşklerindeki sorgusunda verdiği ifadenin piyasaya sürülebilmesi için 12 Eylül faşizminin peşine takılan Nazlı Ilıcak gibi “demokrat”ların görevlendirilmesi gerekmişti. İlhan Selçuk’un akrostiş yöntemiyle işkenceyi belgeleyen ifadesi 16 yılda piyasaya sürülmüştü; son ifadesi 16 gün bile geçmeden piyasaya çıktı! Türkiye gerçekten büyük B Selçuk her sorgusundan sonra “demokrasi kahramanı”na dönüşüyor. Ve her defasında da kendilerini demokrasiye adamış zavallıların maskesini düşürüyor. Şu sıra “Polis Haftası” kutlanıyor. Polisten servis alan demokratların haftası kutlu olsun! Bu arada, İlhan Selçuk, sabaha karşı gözaltına alınma süreciyle başlayan polis operasyonunun sonunda serbest bırakıldı ama birileri “demokrasi kahramanı” olmasına hayıflansa da yaşadıkları yanına kâr kalmadı; hastaneye kaldırıldı, yoğun bakıma yatırıldı; 83 yaşında kalp ameliyatına alındı, alınacak. Anımsayacaksınız 1966’da çekilen İngilizİtalyan ortak yapımı bir film vardı; BlowUp. Türkiye’de “Cinayeti Gördüm” adıyla gösterilmişti. 40 yılda Türkiye çok ilerledi; Gördüğünüz gibi artık cinayeti görmekle kalmıyor katili de görüyoruz. Yüksek Yerilim Hattı erdincutku?yahoo.com Panik Kemal Öncü: “Yüksek mahkeme yargıçları, cahil çoğunluğa yutturulan mavalları yutmaz. Paniğin nedeni budur.” Babalananlar RTE’NİN yaşı kadar hukuk geçmişi olan Prof. Dr. Aydın Aybay, son günlerde görülen lüzum üzerine ders vermeye devam ediyor: “Anayasa Mahkemesi’nde, yargısal deyimle ‘derdest’ bulunan parti kapatma davası dolayısıyla, ağzı olan herkes konuşup duruyor. Davalı partinin son seçimde aldığı oy oranının ‘heybet’inden başlayıp anayasa ile kendisine verilmiş olan görev ve yetkiyi kullanmaktan başka bir şey yapmayan Başsavcıya ‘vay sen kim oluyorsun’ diye babalananlara kadar bir yığın ‘avanak’, akılları sıra bu şirretlikleriyle yargıçları baskı altında bırakıp, korkutacaklarını sanıyor. Son zamanlarda bu ‘kakafoni’ye ‘demokrasinin beşiği’ni temsilen Avrupa’nın kimi aklıevvelleri de katıldı: Böyle dava görülmemiş bir şeymiş, davayı açan savcı hukuku ayaklar altına alıyormuş, adalet kavramı böyle davalarla zedeleniyormuş ve saire. Tabii onlara verilecek bir sürü yanıt var. İlkin, ‘parti kapatma sizin oralarda hiç olmadı mı’dan başlayıp kendi icatları olan ‘kanunsuz suç olmaz’ ilkesini paspas edip kurdukları özel mahkeme kararı ile devlet adamı asmaya kadar uzanan bir yığın örnekle yanıt verilebilir. Hele cezaevinde, yani devletin V: güvencesinde olan yerde, cezalarını çeken insanları ‘terörist bunlar’ diye dünyanın gözü önünde katleden bir devletin politikasının babalanmasına ne demeli? Şunu da anımsamak gerek: Bu takım, kendilerinden başka memleketlerin adil yargılama yayıp karar vereceğine güvenmezler! Aslında bu güvensizlik, kendilerine mensup kişi ve kuruluşların yargısına güvenmedikleri memlekette işledikleri haksız ve kanunsuz işlem ve eylemlerin hesabını vermekten kaçınmanın bahanesidir. Daha Lozan barış müzakerelerinde, her şeye evet deyip de adli kapitülasyonların devamında ayak diremeleri de bundandır. Birkaç yıl önce Türk kamu kuruluşları ile kendi kurum ve şirketlerinin aralarındaki sözleşmelerden doğan ihtilafların yerel yargıda yargılanmasına, açıkça ‘Türk mahkemelerinin adaletine güvenmiyoruz’ diyenler de bunlardır. Ne hazindir ki Türkiye’de iktidarda olan yöneticiler, bu çirkin ithamı hazmedip, onların istedikleri gibi bu tür davaların kendilerinin ‘denetimi’nde olan uluslararası hakem kuruluşlarınca teşkil edilecek hakem kurulları tarafından görülmesini sağlayan iç mevzuat değişikliğini kısa sürede yapmışlardır! Böyle olduğu içindir ki, bugün pervasızca ahkâm kesip Türk yargısını küçümseyen sözleri söyleyebilmektedirler.” Korku Necati Cebe: “Platon sanki bugünleri görüp söylemiş: “Karanlıktan korkan çocuğu kolaylıkla hoş görebiliriz. Asıl trajedi, ülke yönetimindeki yetişkinlerin aydınlıktan korkmalarıdır.” Çiftlik M. Ali Kılınç: “Necmettin Erbakan, ev hapsi cezasını Feto gibi ABD’de kendisine tahsis edilecek çiftlik evinde çekmelidir!” Rüşvetçi Müberra Şimşek: “RTE benzin alabilmek için rüşvet vermiş. Yasalara göre güya rüşvet alan da veren de suçlu!” Isınma sağlığımızı bozacak DSÖ iklim değişikliğinin bütün ülkelerin sağlık sistemini olumsuz etkileyeceğini açıkladı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Bu yıl kutlanan “Dünya Sağlık Günü”nün teması “İklim Değişikliği Sağlık Sektörü İçin Bir Sorun’’ olarak belirlendi. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), “iklim değişikliğinin, doğrudan ya da dolaylı olarak sağlığı derinden etkileyerek, sağlık sistemleri üzerinde önemli bir yüke neden olduğu, hiçbir ülkenin bunun dışında kalamayacağını’’ bildirdi. DSÖ’nün Avrupa Bölge Ofisi’nden konuyla ilgili yapılan açıklamada, son 3 yıl içinde DSÖ Avrupa Bölgesi’de 1000’in üzerinde hava olayı gerçekleştiği, iklim değişikliğinin bu olayların sıklık ve şiddetini arttırdığı belirtilerek, küresel ısınmanın engellenememesi durumunda sıcak dalgaları, sel ve kuraklıklar, giderek kötüleşen hava kirliliğiyle vektör (bazı canlı organizmalar) ve bitki dağılımındaki değişikliklerin milyonlarca insanın sağlığına zarar verebileceği kaydedildi. kontrol eden kasları kasarak ses çıkartır. Uyku apnesi konuşabilme yeteneğini kazanmanın karşılığında insanın baş etmek zorunda kaldığı bir sistem arızasıdır. Uyku sırasında boğaz kasları gevşer. Pek çok insanda bu sorun yaratmaz. Ancak bazılarında havanın geçtiği pasaj çöker ve sonuçta insan göreceli olarak uzun süre soluksuz kalır. Bu tasarımın bize ödettiği bir diğer bedel de boğulma riskidir. Ağzımız bir yandan soluk aldığımız nefes borusuna, diğer yandan da yemek borusuna açılır. Dolayısıyla aynı geçidi kullanarak yediklerimizi yutarız, soluk alırız ve konuşuruz. Bu üç fonksiyon bazen birbirine karışarak sorun yaratır. Örneğin bir parça yiyeceğin soluk borusuna kaçması boğulma riskini doğurur. KURBAĞA GEÇMİŞİMİZ: HIÇKIRIK Hıçkırığın kökleri kurbağa (iribaşlar) ve balıklarla paylaştığımız geçmişimizden kaynaklanır. Hıçkırık konusunda tek tesellimiz bu sorunun diğer memelilerde de sıkça gö herhangi bir amfibik değil, iribaşlardır. Çünkü iribaşlar soluk almak için hem akciğerlerini hem de solungaçlarını kullanır. BALIK GEÇMİŞİMİZ: FITIK Fıtık olma riski, özellikle kasık bölgesinde olanlar, balık vücudunun memeliye dönüşmesinin bir sonucudur. Balıklarda yumurtalıklar göğüste, kalbe yakın bir bölgede yer alır. Oysa insanlarda üreme organları kalbe yakın olsaydı, bebek sahibi olma şansımız sıfırlanırdı. İnsanlarda erkekler yaşamları boyunca sperm üretir. Bunların üç ay boyunca hayatta kalabilmeleri için hep aynı sıcaklıkta kalmaları gerekir. Erkek memelilerde bu sıcaklığı belirli bir düzeyde tutabilmek için skrotum (erbezi torbası) denilen özel bir kontrol mekanizması vardır. Bu mekanizma soğuğa maruz kalınca kasılarak küçülür, sıcakta genişler. Böylece spermler kontrollü bir sıcaklıkta muhafaza edilir. Ancak bu mekanizmanın varlığı spermin dışarı çıkarken çok dolambaçlı bir yol Bu yıl düzenlenen “Dünya Sağlık Günü”nün teması ‘’İklim Değişikliği Sağlık Sektörü İçin Bir Sorun’’ olarak belirlendi. DSÖ’nün Avrupa Bölge Ofisi küresel ısınmanın engellenememesi durumunda sıcak dalgaları, sel ve kuraklıklar, giderek kötüleşen hava kirliliğiyle bazı canlı organizmalar ve bitki dağılımındaki değişikliklerin milyonlarca insanın sağlığına zarar verebileceği kaydedildi. Kırsal bölgelerde yaşayan yoksulların, yaşlıların ve/veya hasta yaşlıların, aşırı hava şartlarına maruz kalan işçilerin en yüksek risk altında kalacak nüfus grupları olacağı belirtilen açıklamada, iklim değişikliğinin, sağlık eşitsizliklerini daha da kötüleştirerek yoksul gruplar üzerindeki baskıyı arttırabileceğine işaret edildi. DSÖ, ülkelere “sağlık sistemlerine iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden korunma konusunda önemli, yeni ve öngörüye dayalı bir yol izlemeleri’’ çağrısında bulundu. DSÖ Avrupa Bölge Ofisi Direktörü Dr. Marc Danzon da “iklim değişikliğinin sağlığı riske attığını, mevcut eğilimin devam etmesi durumunda gelecek nesillerin de bunun olumsuz sonuçlarına katlanmak zorunda kalacaklarını’’ söyledi.DSÖ Avrupa Bölge Ofisi, sorunların neden acilen ele alınması gerektiğine dikkat çekmek için gün dolayısıyla “Avrupa’da Sağlığın İklim Değişikliğinden Korunması’’ adlı yeni bir yayın çıkaracak. Yayında, iklim değişikliğinin sağlık üzerindeki mevcut ve tahmin edilen etkileriyle bunların Avrupa bölgesindeki sağlık sistemlerine getireceği güçlükler açıklanacak. IV. III. Havacılıkta önemli adım ESKİŞEHİR (Cumhuriyet) Türkiye’nin ve dünyanın havacılık konusunda en önemli kuruluşlarından biri olan TEI tarafından geliştirilen özgün turboprop motoru TEITP1X, ilk test uçuşunu Türk Havacılık ve Uzay Sanayii AŞ (TAI) tesislerinde başarıyla tamamladı. İnsansız hava araçları için yapılan motor, TUSAŞ tarafından geliştirilen özgün “Hedef Uçak Platformu Turna” üzerinde test edildi. Tamamen Türk yapımı bir ürün olan motorun Turna’nın standart motoru olmasının planlandığı belirtildi. TEI ve TUSAŞ arasındaki işbirliği, Türkiye’nin havacılık ve uzay sanayii gereksinimlerinin ülke içinden karşılanması hedefinde atılan önemli bir adım olarak değerlendirildi.