Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 Uluslararası barış ödülü, yasası olmadığı gerekçesiyle 8 yıldır verilemiyor C haberler BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ 15 ŞUBAT 2008 CUMA Atatürk ödülü unutuldu Fırat KOZOK ANKARA Sonuncusu 2000 yılında Rauf Denktaş’a verilen ve Türkiye’nin uluslararası alandaki prestiji olan Uluslararası Atatürk Barış Ödülü 8 yıldır verilemiyor. Gerekçe olarak da “ödüle dayanak oluşturacak bir yasanın bulunmaması” gösteriliyor. “Uluslararası Atatürk Barış Ödülü”, 1986 yılından itibaren bir kanun hükmünde kararnameye dayanılarak verilmeye başlandı. Ancak söz konusu kararname daha sonra Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi, yerine de bugüne kadar herhangi bir yasa çıkarılamadı. Yasa boşluğu olmasına karşın “jürinin mevcut olması” nedeniyle 2000 yılına kadar verilmeye devam edilen ödül bu tarihten itibaren aradan geçen 8 yıl boyunca verilmedi. Ödülü son olarak dönemin KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş almıştı. Önümüzdeki dönemde “Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurulu Yasası”nda değişiklik yapılacağı ve bu ödülün de tasarıya eklenecek bir maddeyle “yasal hale” getirileceği belirtiliyor. “Uluslararası Atatürk Barış Ödülü”, “Dünya barışına, uluslararası ilişkilerde dostluk, anlayış ve iyi niyetin geliştirilmesine katkı” amacıyla siyaset, bilim ve sanat alanlarındaki eserleri ve etkinlikleriyle Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesi doğrultusunda hizmetleri bulunan gerçek ve tüzelkişilere veriliyor. 1986 yılından günümüze kadar söz konusu ilke doğrultusunda çalışmalarda bulunan, aralarında devlet başkanları, akademisyenler, diplomatlar, uluslararası ve ulusal kuruluşların da yer aldığı 10 kişi ve kuruluş bu ödüle değer görüldü. Atatürk Uluslararası Barış Ödülü’nü bugüne kadar şunlar aldı: 1986 Joseph Luns (NATO Genel Sekreteri), 1987 Richard Von Weizsaecker (Federal Almanya Cumhurbaşkanı), 1989 Takahito Mikasa (Japon Prensi), 1990 Kenan Evren (7. Cumhurbaşkanı), 1995 Türkiye Kızılay Derneği, 1996 UNICEF, 1997 BosnaHersek Türk Barış Gücü Görev Kuvveti, 1998 Prof. Dr. Bernard Lewis (Princeton Üniversitesi Öğretim Üyesi), 1999 Haydar Aliyev (Azerbaycan Cumhurbaşkanı), 2000 Rauf Denktaş (KKTC Cumhurbaşkanı). 1988, 1991, 1993 ve 1994 yıllarında ödül verilmedi. Ey Halk ve Aydınlar Uyanın! ulaşabilmiştir henüz; akılcılar istisnadır. Öyle de olsa, örneğin Hindistan’da, Batı usulü yüksekeğitim uzun süreden beri yürürlüktedir ve kültürlü sınıflar İngiliz fikirlerinin derin etkisi altına girmiştir; 1920’de üniversite haline getirilen Aligarh Koleji, bu değişikliğin merkezlerinden biridir. Öte yandan, yine uzun süreden beri, din eğitimi ile modern bilimlerin incelenmesi atbaşı gitmektedir Hindistan’da ve modernizm Muhammed İkbal ile Ortadoğu’da olduğundan çok daha cesur bir durumdadır. İşte bu sıralarda Türkiye’de bir savaş başlamıştır ve devrime gidecektir... ? Yukarıdan beri anlattığımız gelişmelerin İslama olumlu katkıları açıktır. Ama 20’lerden sonra İslam coğrafyasında ortaya çıkan din akım ve tarikatlarının içinde, hemen hiçbirinin, insanları çağına, aydınlanmaya, çağdaşlığa çağırmaları söz konusu değil. Hepsinde cihat, biat ve itaat! Hepsinde ibadet, geçmişe kapanma ve çağına körlük! Müslüman Kardeşler’de, Nurculuk’ta, Süleymancılık’ta, Hizbullah’ta, Fethullahçılık’ta, geçmişten kalan örneğin Nakşibendilik’te gördüğümüz bu! İran’da Humeyni’nin yönlendirdiği İran devrimi, insanlarına felaketler yağdıran tam bir karşıdevrim değil mi? Bütün bunların sonucu, demokrasi de değil, baskı ve feodalitedir. Tarikatların bir özelliği, daha doğrusu baş özelliği de şu: Türkiye’de laik Cumhuriyet’e düşmanlık! Özellikle 1950’lerle, bir kırılma olmuş; kurulan siyasal partilerle de “muhabbet” başlamıştır. Nakşibendiliğin, Müslüman Kardeşler’in, arka arkaya kurulan Milli Selamet’le, Refah Partisi, Fazilet ve Saadet partileriyle hısımlığın bilinmez bir yanı yok artık! AKP’nin dinciliği ve onlarla akrabalığı da ortada! Bütün bu tarikat ve partilerin dışarıyla, özellikle Amerikan emperyalizmiyle ortaklığı da artık biliniyor; piyasadan onlar da paylarını alıyorlar. Türban, işte bu çerçeve içinde bir yerdedir: Bireysel bir hak ve özgürlük sorunu değildir. AKP’nin asıl amacı da başka bir şeydir. Hepsi bir arada, Türkiye’nin başına İslam şalını örtmek, laik ve demokratik Cumhuriyeti tasfiye etmektir. Ey halk ve aydınlar uyanın! ‘İslamofobi’ Hollanda’yı esir alıyor Dış Haberler Servisi Hollanda’da “İslamofobi”nin 2000 yılından bu yana hızla yayıldığı, ülkedeki Müslüman azınlığın giderek artan ırkçı şiddet ve ayrımcılıkla yüz yüze kaldığı bildirildi. Avrupa Konseyi’nin Irkçılık ve Hoşgörüsüzlükle Mücadele Komisyonu (ECRI) tarafından hazırlanan raporda, Hollanda’da İslam korkusunun giderek daha fazla taraftar bulduğuna dikkat çekilerek ülkedeki Müslümanların Hollanda’nın güvenlik politikalarının “orantısız hedefi” haline geldikleri ifade edildi. Raporda, 2000’den itibaren başta ABD’deki 11 Eylül 2001 saldırısı olmak üzere ulusaluluslararası düzeyde yaşanan şiddet olaylarının ve Hollanda’da sinemacı Teo van Gogh’un bir radikal Müslüman tarafından 2004’te öldürülmesinin bu ülkedeki tansiyonu yükselttiği belirtildi. Artan İslam korkuyla birlikte Müslümanlara yönelik saldırı ve şiddet olaylarının hızla tırmanışa geçtiği tespitine yer verildi. Hollandalı politikacıların tonlamalarının ve kamuoyu tartışmalarının seviyesinin giderek bozulduğu kaydedilen raporda bunun da ülkede çoğunluk ve azınlıklar arasında kutuplaşmayı beraberinde getireceği uyarısında bulunuldu. Hollanda’da yaşayan Müslümanların, ülkede yaygınlaşan İslamofobi nedeniyle parmakla gösterildikleri, açık biçimde ırkçı politik söylemlere maruz kaldıkları ve medya tarafından tarafsız ele alınmadıkları kaydedildi. Özellikle ülkedeki en büyük Müslüman grubu oluşturan Faslılar ve Türklerin önyargıların da etkisiyle sürekli kötülendiği görüşüne yer verildi. Aşırı sağın kuvvetlendiği, Müslümanlara karşı şiddet eylemlerine başladığı ve resmi makamların bu eylemlere çoğu zaman göz yumduğu kaydedilen raporda, Hollanda hükümetinden politikada Müslüman karşıtı söylemlere karşı mücade etmesi istendi. Raporda, özellikle genç kuşak Hollandalılar arasında Musevi düşmanlığının da arttığı belirtildi. Hollanda’da yaklaşık 1 milyon Müslüman yaşıyor. Üniversitelerde türbanın serbest bırakılmasını amaçlayan anayasa değişikliği tartışılırken dış basına kara çarşaflı kadınların bulunduğu Türkiye fotoğrafları yansıdı. Gazetelerde “Türkiye’nin imajı”nı zedeleyen fotoğraflarla birlikte kara çarşaflı kızların da üniversitelere girebileceği ifadeleri yer aldı. (Fotoğraf: AFP) DIŞ BASINDA TÜRKİYE Erdoğan’a ‘dar görüşlü’ suçlaması Baştarafı 1.Sayfada kanlığını da yürüten Başbakan Merkel’in, özellikle Erdoğan’ın “aşırı uyuma karşı” vurgularından rahatsız olduğunu gizlememesi dikkat çekti. Merkel, “Uyum, bir ülkenin yaşam biçimine uyum sağlamaktır. Ancak Alman vatandaşlığına sahip olan herkes, eksiksiz bir vatandaştır. Tabii sadakati de Alman devletine oluyor” diye konuştu. Merkel’in özellikle Almanya’da Türk okulları açılması ve buralara Türkiye’den öğretmen gönderilmesi görüşlerine tepki gösterdiği gözlendi. Böyle bir tutumun Almanya’daki Türk toplumunun uyumunu teşvik etmeyeceğini belirten Merkel, bu ülkede büyüyen Türk kökenli gençler için de “Onların başbakanı benim” hatırlatmasında bulundu. Alman hükümetinin göç ve uyumdan sorumlu Devlet Bakanı Maria Böhmer, ikinci televizyon kanalı ZDF’ye yaptığı açıklamada, Başbakan Erdoğan’ın, “Ludwigshafen kentinde önyargıları bastırdığını, ancak Köln kentinde korkuları yeniden canlandırdığını” belirterek “Konumuz asimilasyon değil. Bu geçmişteki bir tartışma. Şimdi söz konusu olan uyum” dedi. Berlin’deki federal hükümetin ortağı Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) üst düzey yöneticileri, Türk toplumunun da uyum çabalarını arttırmasını isterken “sadece Türkçe eğitim verecek okullara karşı olduklarını” belirttiler. Berlin’deki koalisyonun ortaklarından Hıristiyan Sosyal Birlik (CSU) Genel Başkanı Erwin Huber de, Ankara’nın AB adaylığının gözden geçirilmesini istedi. Birlik partilerinin (CDU/CSU) Federal Meclis Grubu Başkanı Volker Kauder ise “Başbakan Merkel bu konuda haklı. O, bu ülkede yaşayan herkesin başbakanı. Çoğu Türk ülkesine dönmek istemiyor, burada yaşıyor ve geleceğini burada planlıyor. Erdoğan bu konuda doğru kelimeleri bulamadı” dedi. CDU Meclis Grubu Başkan Yardımcısı Wolfgang Bosbach da, Türk hükümetini, Alman iç politikasına müdahale etmemesi için uyardı. Alman Sol Parti Federal Meclis üyesi Sevim Dağdelen de, “sorumsuzca ve siyasi açıdan da bir dar görüşlülük içinde lobi çalışmaları yapmakla” eleştirdiği Erdoğan’ın esas çözmesi gereken sorunlara değinmediğine dikkat çekti. umhuriyet devriminin, Türkiye’yi, 1920 yıllarından başlayarak, laik çığırın içine katması, bize onur veriyor. Ne var ki, İslam dünyası, içinde çırpındığı cendereyi hâlâ parçalayıp atmış değildir ve Türkiye’deki deneyimi de zorluyor. İslam dünyası, yaşadığı zilleti de hak etmiyor; çünkü onun, Batı’dan önce Aydınlanma devrimini yaşamış bir uygarlığı oldu; 9. yüzyıldan başlayarak birkaç yüzyıl, aklın meyvelerini devşirdi ve Batı’ya aktardı. Yaşanan tarihin düzeyini belirtmek üzere bir örnek de vereceğiz. ? Dönemin aydın kentlerinden biri Bağdat’tı. Her bakımdan görkemli kentte, büyük bir kültür ve özgürlük yaşanıyordu. Bu arada yığınla fikir kulübü kurulmuştu ve özgürce tartışılıyordu. İlginçtir, o kulüplerin kapılarında, gireceklere hitapla bir duyuru asılıydı ve üstünde de şu yazı: “Hiç kimse, içerdeki tartışmalarda, inandığı dinin kitabından kanıt getiremez!” Fikir özgürlüğünün düzeyi işte böyleydi... Ne var ki, İslam uygarlığının grafiği 1617. yüzyıllardan başlayarak düşüşe girer; o sırada da Batı, kendi Aydınlanmasının temellerini hazırlıyordu. Ama büyük bir gecikmeyle, 19. yüzyılda İslamda da bir uyanış başlar... Gerçekten, 19. yüzyılın son çeyreğinde, Cemalettin Afgani (18381897) ile çömezi Mısırlı Muhammed Abduh ve Mustafa Kâmil’in etkisi altında bir “İslam Rönesansı” gerçekleşir: İslamı yenileştirme ve çağdaşlaştırma yolunda büyük bir çabaya girişilir. Söz konusu reformcular, ilahiyat kadar Avrupalı bilimlerin ve tarihteki dinlerin de okutulduğu bir yüksek eğitim reformu da isterler. İsterler ama, gelenekçi ve tutucu ulema’nın hırslı muhalefetiyle karşılaşırlar; nitekim o ulema, toplum işlerinin dinden ayrılması üstüne bir eser yazmış olan Şeyh Abdül Razik’in ve 1930’da, doğacı bir anlayışla yorumlanmış bir Kuran yayımlayan Şeyh Muhammed Abu Zaid’in görevlerine son verdirirler; Avrupa’da yayımlanmış ünlü İslam Ansiklopedisi’nin çevrilip yayımlanmasını, “günaha itiyor” deyip yarıda keserler. Yeniliğe karşı çıkanların başında köhnemiş ElEzher Üniversitesi vardır. Yeni fikirler, bir avuç seçkine C BELÇİKA MAHKEMESİ Fehriye Erdal’a 2 yıl tecilli hapis Dış Haberler Servisi Belçika’da Anvers Temyiz Mahkemesi, uzun yıllar süren yargılama sürecinin ardından geçen yıl ağır hapis cezalarına çarptırılan ancak adli bir hata nedeniyle serbest bırakılan terör örgütü DHKPC üyelerini serbest bıraktı. DHKPC’yi terör örgütü olarak nitelemeyi reddeden mahkeme, sanıkların Belçika dışındaki eylemlerini de dikkate almadı. Mahkeme örgüt lideri Dursun Karataş ile Zerrin Sarı, Şükriye Akara ve Bahar Kimyongür hakkında beraat, Sabancı cinayeti sanığı firari Fehriye Erdal’a 2 yıl tecilli hapis cezası verdi. Belçika’da Bruges Ceza Mahkemesi’nin, 28 Şubat 2006’da, Fehriye Erdal’a 4, Dursun Karataş’a 5, sözcüsü Musa Asoğlu’na 6, Kaya Saz, Bahar Kimyongür, Zerrin Sarı ve Şükriye Akar’a 4’er yıl hapis cezası verdiği, Gent Temyiz Mahkemesi’nin de 7 Kasım 2006’da onayladığı kararının ardından Anvers Temyiz Mahkemesi yeni bir karara imza attı. Sanıkların Belçika dışındaki eylemlerini dikkate almayı reddeden mahkeme, daha önceki kararların aksine, DHKPC’yi “terör örgütü’’ olarak nitelendirmeyi de reddetti. Anvers Temyiz Mahkemesi, gıyabında yargılanan Karataş, Sarı, Akar ve Kimyongür hakkında beraat kararı verdi. lmanya’nın Ludwigshafen kentindeki yangın sırasında Almanya’daydım. İç karartıcı, yürek yakıcı görüntüleri izlerken değişik duygulara kapıldım. 30 yıla yakın bir süredir Almanya’da yaşayan ve orada gazetecilik yapan bir arkadaşımdan uçağa binerken bir mesaj aldım: “Görüyorsun işte. Bu ülkede yaşamak bir zulüm. Yaktılar insanları…” Bu mesajı yollayan arkadaşım, Almancayı mükemmel kullanabilen, bu ülkenin kültürüne vakıf, Alman entelektüel çevrelerinden çok sayıda dostu olan birisi. Yani orada yaşayan sıradan bir Türk değil. Alman kültürü ve diliyle Alman Lisesi’nde başladığı çocukluk yıllarından bu yana iç içe. Ondan gelen bu kısa mesaj, bir ülkede azınlık olmanın, “öteki” olmanın ne menem bir duygu olduğunu çok çarpıcı şekilde özetliyordu. 30 yıl yaşamasına, yüzlerce Alman dostu bulunmasına rağmen, o hâlâ bir “yabancı”ydı. Kendini sürekli yabancı hissediyordu. ??? Almanya, İkinci Dünya Savaşı’nın bedelini en acı şekilde ödeyen ülkelerden. Irkçılığın yükselişe geçtiği yılların ürünü olan Nazi Partisi, yıllarca farklı olan her eğilimi şiddet yoluyla bastırmıştı. Bu bastırma eylemini ise kitleleri kendi peşine takacak bir atmosfer yaratarak ger A SIFIR NOKTASI ORAL ÇALIŞLAR çekleştirmişti. Naziler önce farklı olana acı çektirdiler, sonra da peşlerine taktıkları Alman halkı ırkçılığın bedelini ödedi. Saldırgan Alman ırkçılığı sonunda yenildi ve Almanya bombalarla yerle bir edildi. ??? İkinci Dünya Savaşı deneyi Almanlar için bir büyük travmadır. Irkçılığın peşine takılmanın ne gibi sonuçlar vereceğini yaşayarak gördüler. Bu nedenle, Almanya’da ırkçılık suçtur, ırkçı parti kurmak yasaktır. Tabii ırkçılığın suç olması, ırkçı saldırganlığın toplumdan tamamen yok olmasını sağlamıyor. Almanya’da siyasi ve ideolojik anlamda ırkçılar varlıklarını koruyorlar. Bu eğilimde siyasi partiler örgütlendi. Bu siyasi akımlar zaman zaman yasaklandı, ırkçı olduğu belirlenen partiler kapatıldı. Fransa ile mukayese edildiğinde ırkçı partilerin gücü Almanya’da çok fazla değildir. Bazı dönemler yükselişe geçseler Almanya’daki Yangın ve ‘Azınlık Olmak’ de, hiçbir zaman ciddi bir orana ulaşamadılar. ??? Bir ülkede ırkçılık, yabancı düşmanlığı, yabancıyı, “öteki”ni hor gören anlayış yalnızca ırkçı siyasi partilerle sınırlı değil. Almanya’da da ırkçılığı, yabancı düşmanlığını bu partilerle sınırlı görmemek gerekiyor. Gündelik hayatta, aydın diye bilinen Almanların da yabancıları küçümseyen, özellikle Türkleri horlayan tutumlarına sık sık tanık olabilirsiniz. Örneğin Almanlardan sıkça olarak şöyle bir cümle duyarsınız: “Siz hiç Türk’e benzemiyorsunuz.” Bu cümlenin ne anlama geldiğini size söyledikleri an anlar ve bir ikilem içinde kalırsınız. Alman demek istiyor ki, “Sen okumuş yazmış, gelişmiş bir insansın. Bu özelliklerinle bizim Türk diye bildiğimiz kimselere benzemiyorsun.” Onun Türk diye bildiği, cahil, kaba saba insanlardır. “Sen öyle bir millettensin ama, onlardan farklısın” demek istiyor. Tabii, bu konuda Almanlar tek örnek değil. Bir ülkede “azınlık” olmak her zaman sorundur. Bu ülkenin gelişmiş ya da geri kalmış olması esasta fark etmiyor. Geri ülkelerde, “azınlık” olmak Batı ülkeleriyle kıyaslandığında daha tehlikeli olabilir. Nitekim, demokrasinin gelişmediği yoksul ülkelerde, dinsel, mezhepsel, etnik farklılık yüzünden büyük katliamlar gerçekleştiriliyor. Bu tür ülkelerden birçok kez “toplu katliam” haberleri geliyor. Almanya’daki yabancı düşmanlığı hepimizi haklı olarak kaygılandırıyor ve buna tepki göstermemiz gerektiğini düşünüyoruz. Böyle düşünmekte de yaşananlara bakınca çok haklı olduğumuzu söyleyebiliriz. Ancak unutmayalım ki, bizim ülkemizde de “öteki”ler yaşıyor. Malatya’da boğazları vahşice kesilerek öldürülenler “öteki”lerdi. Üstelik bu vahşi cinayeti destekleyen, haklı gören bir anlayışın belli bir kitle temeline sahip olduğunu da görüyoruz. Devlet içindeki bağlantıları hepimiz ürkütüyor. ??? Almanya’da “öteki” olanlar bizim yurttaşlarımız. “Öteki” olmak Almanya’da zor ama, unutmayalım bu ülkenin de “öteki”leri var… oralcalislar?cumhuriyet.com.tr SİLAH VE SAHTE BELGE BULUNDURMA Mahkeme, firarda bulunan terörist Fehriye Erdal’ı 2 yıl tecilli hapis ve 1230, Musa Asoğlu’nu 3 yıl tecilli hapis ve 1230, Kaya Saz’ı da 21 ay tecilli hapis ve 1230 Avro para cezalarına çarptırdı. Hapis cezası alan sanıkların daha önce tutuklu bulundukları süreler dikkate alındığından, tutuklanmalarına gerek görülmedi. Cezaya çarptırılan sanıklara yönelik ithamlar arasında, sadece silah ve sahte belge bulundurmakla kullanmak yer alıyor. Gerekçeli kararda savcılığın, DHKPC’nin bir terör örgütü, sanıklarınsa terör örgütü üyesi olduklarını, bir çete veya suç örgütünün söz konusu olduğunu somut verilerle kanıtlayamadığı belirtildi. Müdahil taraf olan Türk devletinin de iddia ve kanıtları yetersiz bulundu. Mahkeme, örgüte ve üyelerine ilişkin başka ülkelerde alınan kararların Belçika adaletini bağlamadığı görüşünü ön plana çıkardı.