07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 EVET/ HAYIR C olaylar ve görüşler 15 ŞUBAT 2008 CUMA Kuran ve Yaşam!.. edinci yüzyılın başlarında, insanların göçebe kabileler halinde yaşadığı Arabistan’da doğan İslam dini; toplum yaşamında eksiklik duyulan birçok konuda yeni kurallar koydu!.. Evlilikten ticarete, savaştan ibadete kadar yaşamı şekillendiren her alanda yeni esaslar oluşturdu!.. Bu yapılanların tümü, yaşamın gerçeklerinden kaynaklanıyordu. Kişilerin hak ve hukukunun korunması için aslında yeni düzenlemeler gerekiyordu. Böylece Kuran; ortaya çıkan yeni dinin kendine özgü hukuk sistemini oluşturdu!.. Zaman ilerledikçe kabile toplumundan tarım toplumuna geçiş; daha ileri evrelerde, göçebe geleneğinden vazgeçiş ve yerleşik düzene yöneliş; yeni ihtiyaçlar ortaya çıkardı. Diğer din mensuplarının varlığı “çoklu hukuk” sistemini yarattı!.. PENCERE İslamcılar Sahtecilik Yapıyorlar... uranıkerim’de ‘Talâk’ suresi varK dır... Talâk ne demek?.. Boşanma!.. Denebilir ki: Tanrı’nın kitabında boşanmanın yeri nedir?.. Herkesin bilmesi gerekir; Kuranıkerim aile, ceza, ticaret, kişi, kamu, miras, vb. hukukları içeren geniş bir anayasa kitabıdır; Arabistan’da bir büyük devrimi gerçekleştirmiştir... ? Kuranıkerim’in ‘Talâk suresi’nde ilgili ayet şöyle yazıyor: “ Kadınları boşayacağınızda, onları iddetlerini gözeterek boşayın...” Kuran kime buyuruyor?.. Erkeğe!.. Erkek karısına ‘boş ol’ dediği zaman evlilik bitmiştir. ? Yalnız boşanmada değil, kadın hukukunda Kuranıkerim’in kesin yasaları var... Kadın erkeğe göre mirasın yarısını alır... Kocanın hakkı ve yetkisidir, karısını dövebilir... İstediği an tek sözcükle boşayabilir... Erkek dört kadın alabilir... Cariye (köle) kadın bir “mal”dır... Zina yapan kadına ‘recm’ cezası (taşlanarak öldürme) uygulanır... Erkekkadın eşitliği yoktur; erkek egemendir... Yalansız dolansız bir Türkiye’de, bu kurallar bir referandumla Anadolu kadınına sunulsa... Sonuç ne olur?.. Türk kadını Kuranıkerim’in kadın için koyduğu sureleri ve ayetleri kabul edecek midir?.. ? Bugün İslamcı geçinen ve üniversite kapısındaki kızıyla karısının başına türban geçiren bütün erkek politikacılar, sahtekârlık yaparak, en başta kadınlar olmak üzere Anadolu insanını aldatmaktadırlar... Doğruyu söylemiyorlar... Yalanı dile getiriyorlar... ? Kuranıkerim’de kimi ayetin yürürlükten kaldırılmasına ‘neshetmek’ denir... Kuran’daki ayetler zamanla peyderpey indirildiğinden, daha sonra nazil olan ayet daha öncekini kaldırmıştır... Hazreti Peygamber’in kimi hadisleriyle kimi ayetler yürürlükten kaldırılmıştır... Zamanla kimi İslam devletlerindeki hukukla, kimi ayetler neshedilmiştir... Osmanlı dönemindeki uygulamalarla yürürlükten kaldırılan ayetler vardır... Atatürk devrimiyle de kimi ayetler neshedilmiştir... ? Çağdaş devlet olmak, İnsan Hakları Bildirisi’ne uymak ve AB’ye girebilmek için Kuran’ın sayısı kabarık ayetlerini neshetmekten başka çare yoktu... Bugün ‘Müslümanız’ diye iktidara tırmanan ikiyüzlüler, bu gerçekleri halktan gizleyerek türbancılık oynuyorlar.. Bu gerçekleri halka anlatmak için coşkulu ve güçlü bir seferberliğe gerek var... Peki, CHP nerede?.. OKTAY AKBAL Gökova’da Kış Yok! ir ağustos gününde sandım kendimi!.. Işıl ışıl bir doğa, tepede koskoca bir güneş!.. Zaman sessizce ilerlemiş, dakikalar, günler geçmiş, yeniden yaz günlerine dönmüşüz... Çıkıp dolaşmamak olmaz. Hiç değilse ormana kadar yürümeli! Açıksa, belediye kahvesinde mola vermeli, bir kahve içmeli... Şubat ayındayız. Hiç kuşku yok, geceler soğuk, sobalar, klimalar yanıyor. Kış geldi diyorsun.. sıkı giyin, sıkı örtün, sonra sabaha gözünü açtın mı, yazın ortasındasın... ??? İstanbul’a dönmek mi? Hiç istemiyorum. Kapanacaksın apartman katına, odana, uzaktan bakacaksın, doğa diye bir şey bırakmışlarsa!.. Sokağa çıksan bir türlü, kalkıp bir yere gitsen sıkıntılı! Bir Boğaz kıyısında kendini bulmak, bulabilmek düşlerde mi kaldı? Hele o güzelim vapurlarda kıyıları seyrederek eski günleri hayal etmek, çirkinleşen bir kenti belleğinden silmeye çalışarak... Ben ki, İstanbul dışında yaşayamam derdim, ne çabuk unuttum? Unutamadığım benim İstanbulumdu. Gökdelensiz, kabadayısız, soygunlar, vurgunlar, kırgınlıklar, çirkinlikler yaşanmayan bir İstanbul’du o... ??? Güneşte oturup kitabımı okusam, buraları anlatan bir kitap hem de... Akyaka Belediyesi’nin yayımladığı “Akyaka Sözlü Tarihi”... Muğla Üniversitesi’nden Dr. Ali Abbas Çınar’ın ilginç bir araştırması... Gökova havzasının fiziki coğrafyası, Gökova ve Akyaka’nın ilkçağdan Osmanlı’ya kadar uzanan tarihi, halk bilgisi, halk inanışları, gelenek ve görenekleri, folkloru, halkın anlattıkları vb... Sözlü kültür, yazılı kültürün ayrılmaz bir parçası, aynı zamanda da kaynağıdır. Dr. Ali Abbas Çınar’ın kitabının önsözünde yazıldığı gibi. “Çeşitli ulusların kültürlerinde var olan çok renkli dünyanın kaybolmaması için özellikle küreselleşme karşısında zayıflamaya başlayan halk kültürlerinin canlılığının devam ettirilmesi ve bunların yeni dünyada yer bulması...” Akyaka Belediye Başkanı Ahmet Çalca’nın “Akyaka Sözlü Tarihi”nin önsözünde dediği gibi, “Küreselleşmenin hızıyla insanların yaşam şekilleri değişime uğramaktadır. Bu dünyada var olan zenginliklerin yok olabileceği, unutulabileceği açıktır”. Dr. Ali Abbas Çınar’ın “Akyaka Sözlü Tarihi” bu alandaki yararlı çalışmaların önemli bir örneği... Y O. Doğu SİLÂHÇIOĞLU “Millet” egemenliği yerine “Allah” egemenliğinin geçerli olduğu bir ülkede; siyasal yönetim şekli “demokrasi” değil “teokrasi”dir!.. “Türkiye’de egemenlik Allah’ın değil, kayıtsız şartsız milletindir!..” “Atatürk Türkiyesi”nde “Kuran hükümleri” değil, yalnızca “yasalar” egemendir!.. Türkiye bir “teokrasi” ülkesi değil; bir “demokrasi” ülkesi olarak varlığını sürdürecektir!.. tırım yasaları vardı. Kuran böyle emrediyor diye günün koşullarına uymayan; insan yaşamını hiçe sayan; acı ve ıstırap yaratan bir ceza uygulanamazdı!.. Yeni arayışlar başlamıştı!.. İslam dinine göre; değişen zaman içinde yeni ihtiyaçlar ve yeni koşullar ortaya çıktığında, Kuran hükümleri yerine getirilemez ise yeni kurallar konabiliyordu!.. İslam dünyasında buna “içtihat kapısı” deniyordu!.. Kuran da buna izin veriyordu!.. Kutsal kitap; insanların inanmaları için akıllarını kullanmalarını öğütlüyordu!.. “Tanrı’nın izni olmadan hiç kimse inanamaz. O, akıllarını kullanmayanları murdar kılar” (Yunus/100) hükmünü getiriyordu!.. ratle değişir. Din kuralları, mutlaka ilerleyen hayatın karşısında şekilden ve ölü kelimelerden fazla bir kıymet, bir anlam ifade edemezler. Değişmemek, dinler için bir zorunluluktur. Bu yüzden dinlerin sadece bir vicdan işi olarak kalması günümüz uygarlığının esaslarındandır!..” hükümleri geçerli olamaz!.. Hiçbir yasa Kuran hükümleri esas alınarak hazırlanamaz!.. Türkiye’de hiç kimse Kuran hükümlerinde var diye; yargı kararı olmaksızın eşini boşayamaz!.. Kimse oğullarına, kızlarından fazla “miras” bırakamaz!.. Hiçbir mahkeme, kadınların tanıklığına kısıtlama koyamaz! Hiçbir suçlu, “kısas” yoluyla cezalandırılamaz!.. Ne var ki, bugün Türkiye’de İslam inancını politik bir araç olarak kullanmak isteyenler; “siyasal İslam”ı ülkede egemen kılmayı düşleyenler; zorlayıcı yorumlarda bulunarak, Kuran’ın hiçbir şekilde uygulama olanağı kalmayan hükümlerini yasalara zemin yaparak, “şeriat kuralları”nı dolaylı yönden topluma dayatma peşindedirler!.. Bir yandan da ikiyüzlü bir tutumla, Kuran hükümlerine aykırı da olsa, işlerine gelen yasaların uygulanmasına “evet” demektedirler!.. Gariptir ki; kişisel çıkarları uğruna arka çıktıkları bu siyasal düşüncenin iktidarda olduğu bir yönetimde recmedilmeleri gereken kimileri de onlara destek vermektedirler!.. B YENİ ANLAYIŞ Dünyanın bilgi çağına ulaştığı; iletişim araçlarının sınırsız olanaklara kavuştuğu Yirmibirinci Yüzyıl’da, İslam dünyasında dinsel kuralların uygulanabilirliği bugün artık sorgulanmaya başlanmıştır!.. Temel sorun; “bilimsel anlayış” ile “dinsel anlayış” arasındaki farklılıktan; “İslam hukuku” ile “çağdaş hukuk” arasındaki uyuşmazlıktan kaynaklanmaktadır!.. Yasalar, dinsel temelli kuralları uygulanamaz nitelikte görmekte; İslam dini ise yasaların getirdiği uygulamaları Kuran’a aykırı bulmaktadır!.. “Bilgi Çağı”nın ya da “Bilişim Çağı”nın insanı, yaşamın her alanında bugün aklı egemen kılan bir din anlayışına doğru koşmaktadır!.. İnsanoğlu ve insankızı, İslam dünyasında yüzyıllar öncesinde toplum yaşamında geçerli olabilecek dinsel kuralların bugün için uygulama olanağının kalmadığını görerek toplum yaşamını dinsel hukuka göre değil, çağdaş hukuka göre oluşturma noktasına varmıştır!.. İslam dünyasında inananlar artık, Kuran hükümlerini sorgulamaktadırlar!.. Kuran’ı kendi başlarına okuyarak; kimsenin katkısına ihtiyaç duymadan yorumlayarak; yargıda bulunmaktadırlar!.. “Millet” egemenliği yerine “Allah” egemenliğinin geçerli olduğu bir ülkede; siyasal yönetim şekli “demokrasi” değil “teokrasi” dir!.. “Türkiye’de egemenlik Allah’ın değil, kayıtsız şartsız milletindir!..” “Atatürk Türkiyesi”nde Kuran’ın hükümleri değil, yalnızca yasalar egemendir!.. Türkiye bir “teokrasi” ülkesi değil; bir “demokrasi” ülkesi olarak varlığını sürdürecektir!.. Bugünün Türkiye’sinde yasaların var olduğu hiçbir alanda Kuran’ın DEĞİŞİM VE SONUÇLARI İslam kurallarının yaşamın her alanında geçerli olmasını isteyen toplumlar, “şeriat düzeni”ni kabul ettiler!.. Kişilerin kişilerle olan anlaşmazlıklarında tabi olacakları düzenlemeleri “dinsel hukuk”a göre oluşturdular!.. Daha sonra devlet olgusu ortaya çıkınca, kişilerle devlet arasındaki ilişkileri düzenleyen “yönetsel hukuk” anlayışı ortaya çıktı!.. Bu gelişme “ikili hukuk sistemi”ni yarattı!.. Osmanlı İmparatorluğu’nda olduğu gibi, bir yanda “dinsel kurallar” diğer yanda “hukuki kurallar” birlikte yaşatılmaya çalışıldı!.. Yirminci yüzyıl sonlarında İslam dünyasında az sayıda ülkede sanayi toplumuna yöneliş ve monarşiden demokrasiye geçiş; sosyal yaşamda değişimin ulaştığı yeni bir aşamaydı!.. Bu aşamada yeni koşullar yeni arayışlara yol açtı!.. Bu kez yeni bir tartışma başladı!.. Çünkü dinsel kurallar ile hukuk kuralları arasında aykırılıklar yaşanmaya başlamıştı!.. Dinin koyduğu kurallar ile yasaların öngördüğü uygulamalar birbirleriyle bağdaşmamaktaydı!.. Örneğin Kuran: “Allah ve Resulüne karşı savaşanların ve yeryüzünde ‘hak’ düzenini bozmaya çalışanların cezası, ya (acımadan) öldürülmeleri, ya asılmaları, yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut da bu bulundukları yerden sürülmeleridir.” (Maide/33) diyordu!.. 1400 yıl önce, toplum yaşamında hiçbir yasanın olmadığı bir dönemde konmuş bu gibi kuralların artık uygulama olanağı kalmamıştı. Çünkü toplumsal düzeni sağlamak için yap YAŞAM VE YASALAR Yirminci yüzyılın başlarında İslam dünyasında bir deha ortaya çıktı!.. Ülkesinde yüzyıllardır var olan “ikili hukuk sistemi”ni ortadan kaldırdı!.. Yaşamın her alanında dinsel hukuku geçersiz kıldı!.. Çağdaş hukuka dayalı yasaların egemen olduğu yeni bir hukuk sistemi yarattı!.. Bu deha “Atatürk”tü!.. Bu ülke “Türkiye” idi!.. Türk toplumu için aydınlık yarınlar arayışında olan Atatürk, sorgulanamaz, tartışılamaz hiçbir öğretinin “ilke” olarak benimsenemeyeceğini; yönetsel yaşamda hiçbir dinsel kuralın “yasa” yerine geçemeyeceğini; esas olanın yalnızca yaşam gerçeklerine uygun yasalar olduğunu; ilkelerin belirlenmesinde tek esin kaynağının yalnızca yaşam olduğunu söylüyordu!.. “Bizim prensiplerimiz; gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutulmamalıdır. Biz ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.” diyordu!.. Adalet Bakanı “Mahmut Esat Bozkurt”, 1926 tarihli “Türk Yurttaşlık Kanunu”nun önsözünde, bu gerçeği şöyle vurguluyordu: “Yasaları dine dayanan devletler, kısa bir zaman sonra ülkenin ve ulusun hak istemlerini karşılayamazlar. Çünkü dinler, değişmez hükümler taşırlar. Hayat yürür, gereksinim sü GELİNEN NOKTA Atatürk, siyasal İslam tehlikesini yıllar önce görmüş ve Türk ulusunu uyarmıştır: “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en tehlikeli düşmanı, siyasal düşünceye dönüşen, irtica, yobazlık ve şeriat bağnazlığıdır!..” Bugün “Laik Cumhuriyet”in yandaşları yasaların egemen olduğu bir Türkiye’de, dinsel kuralların yönetimde geçerli olamayacağını haykırmaktadırlar!.. Bu sesler ortaçağ karanlığı içine itilen Türkiye’de; doğudan batıya, kuzeyden güneye her yerde yankılanmaktadır!.. Karanlığı düşman bilen Atatürk’ün sesi kulaklarda çınlamaktadır: “Asıl düşman; insanlarımızı örten ortaçağ karanlığıdır. Ve aklımızın süngüleriyle ortadan kaldırılacaktır!.. Asıl savaş, halkı özgür direklerde sapasağlam tutan bir vatan için, yurdumun güneş girmemiş evlerinde karanlığa karşı kazanılacaktır!..” HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com Almanya’da Korku udwigshafen’da 9 kişinin hayatını kaybetmesi ve 60 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan yangın, Almanya´daki 2.7 milyon Türk’ü büyük bir korku içerisine itti. 2001 yılında gerçekleşen 11 Eylül saldırılarının ardından hız kazanan İslamofobi, 3.5 milyon Müslümanın yaşadığı Almanya’da, 2.7 milyon nüfusla en büyük grubu teşkil eden Türklere yönelmiş, başka bir deyişle “Türkofobi”ye dönüşmüş bulunuyor. Eski Doğu Almanya topraklarında yaşanan saldırılar ve geleneksel giyimli Türk kadınlarına kıyafetlerinden ötürü sataşmalar günden güne artıyor. Türklerin endişelerini körükleyen tek neden artan saldırılar değil, 90’ların başında yaşanan Mölln ve Solingen faciaları. Mölln’de üç Türk kadınının ve Solingen’de beş insanımızın NeoNazilerce yakılması hafızalarda tazeliğini korurken, bu tür gelişmelere karşı hassasiyeti arttırıyor. L Prof. Dr. Faruk ŞEN bir kez daha yaşanır mı soruları hemen hemen herkesin kafasını kurcalıyor. Ludwigshafen’da korkunç yangın daha tam anlamıyla kontrol altına dahi alınmamışken, Federal Alman Hükümeti’nin uyumdan sorumlu bakanı Maria Böhmer hemen Alman basınına demecini patlattı. Böhmer’in daha can kaybı dahi belirsizken, bu işte aşırı sağın parmağı yok açıklaması, ister istemez Türk toplumunun kafasında soru işaretleri yarattı. Acaba bayan Böhmer bunu özel bir haber alma kaynağından mı öğrenmişti ya da bu olayın üstü kapatılmak mı isteniyor sorusu kafalarda oluştu. Geçmişin ürpertici hatıraları hafızalarında taze Türk toplumunun korkuları ile beraber, hüznü ve tepkisi de yükseldi. Olayın üzerine ciddi biçimde giden Türk basını bu konuda başarılı bir sınav verdi. Türk televizyonları olay yerinden canlı yayınlar yaptılar. Büyükelçimiz İrtemçelik hemen olay yerine giderek Türklerin burada yanlız olmadığını gösterdi. Daha sonra gelen Devlet Bakanı Yazıcıoğlu ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın olayı yerinde incelemesi Türkiye’nin tüm kademeleriyle meselenin arkasında olduğunu ortaya koyması bakımından yüreklere su serpti. Son günlerde direktörlüğünü yaptığım Türkiye Araştırmalar Merkezi’nin kapısı Alman basın mensuplarınca aşındırılıyor. Soru, Türkler neden korku içinde, niçin Türkler böyle tepki gösteriyor oluyor. Kendilerine Türklerin bu konuda çok kötü tecrübeleri olduğunu ve Almanya’da her geçen gün artan Türk karşıtlığı ve bazı Türk kurumlarına karşı girişilen karalama kampanyalarının da bu konuda etkili olduğunu dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık. Almanya’da Türk olmak oldukça güç. Türkiye’nin tam üyeliğine her geçen gün daha fazla tepki gösteren Alman politikacıları, “Türkler uyum göstermiyor”, “Türkler Almanca öğrenmek istemiyor” sloganlarıyla Alman aşırı sağının ekmeğine yağ sürüyor. Türklerin tepkisini arttıran bir diğer etmen ise geçen ay Hessen’de yapılan eyalet seçimleri öncesinde Hıristiyan Demokrat başbakan adayı Roland Koch’un göçmenlerin suça eğilimli olduğu yönünde gerçekçi olmayan açıklamaları oldu. Hassasiyetin arttığı bir dönemde yaşanan yangın endişeleri körükledi. Tüm olanlara karşın Almanya’da yaşayan 2 milyon 700 bin insanımızın soğukkanlılığını yitirmemesi gerekiyor. Almanya’da yaşayan insanlarımız arasında işsizliğin yüzde 30’lara ulaşması, yüzde 43’ün fakirlik sınırının altında yaşaması tepkilerin sertleşmesinde bir diğer önemli etken. Her şeye rağmen Alman üniversitelerinde okuyan 37 bin gencimiz, Almanya’da mülk edinmiş 210 bin insanımız bulunuyor. Türkiye Araştırmalar Merkezi’nin Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu adına yaptığı bir araştırmanın sonuçlarına göre bu ülkede 70 bin işverenimiz bulunuyor. Barış içinde yan yana yaşayabilen iki toplumun bir arada yaşam konusunda adımları hızlandırmaları gerekiyor. Umarız ki, bu son olaylar, aşırı sağın gerçekleştirdiği, barışçı bir arada yaşamı zehirleyecek bir saldırı değil de, talihsiz bir kaza veya elektrik kontağı sonucudur. LMAN POLİTİKACILARI Ludwigshafen’daki yangın bu nedenle büyük yankı buldu. Ludwigshafen, Mölln ve Solingen’in tekrarı mıydı, acaba aynı olaylar A CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle