Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 OKURLARA İBRAHİM YILDIZ C olaylar ve görüşler 4 OCAK 2008 CUMA Kürtler Kimin Yanında Yer Alacak? ürtler’ diye yazıyorum ak kâğıt üzerine. Sonra şöyle bir an durup irkiliyorum: KürtTürk, AleviSünni... Bu ayrı gayrılık nerden çıktı? Bütün insanları eşit ve kardeş bilen bizler için Kürtler yabancı mı? Kürtler için Türkler düşman mı? Emperyalizmin “böl, birbirine düşür, çatıştır ve yönet” politikasının kurbanı mı olacağız? Yüzyıllardır bu topraklarda iç içe yaşıyoruz. Küllerinin içinden yeniden doğup yedi düvele karşı devrimci bir cumhuriyeti ortak kurmuşuz... Bütün Anadolu’da, DicleFırat boylarında, Mezopotamya’da ortak bir yazgıyı paylaşmışız, paylaşıyoruz. Kız almışız, kız vermişiz, damat almışız, içgüveysi gitmişiz. Etle tırnak gibi kaynaşmışız. Musa Anter’in dediği gibi: “Kürt o kadar aptal mıdır ki Türkiye bölünsün de; İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa, Antalya, Adana Türk’e düşsün. Mardin, Siirt, Bitlis, Hakkâri, Bingöl; Urfa da Kürt’e kalsın… Oysa bütün Anadolu bugün bizimdir, Edirne’den Hakkâri’ye kadar. Ama Türkler patron, Kürtler kapıcı ve odacı; (işte bu) olmaz.” Hunharca bir cinayete kurban giden Musa Anter, TürkKürt kardeşliğini savunan bir bilge kişiydi. Diyarbakır’ın büyük evladı Ziya Gökalp diyordu ki: “Kürt’ü sevmeyen Türk, Türk değildir ve Türk’ü sevmeyen Kürt, Kürt değildir.” Elbette çok acı çekti Kürtler... Hele 12 Eylül’ün karanlığında kim acı çekmedi ki? On binlerce insan işkenceden geçirildi, zindanlara atıldı. Gerçi dönemin darbecileri şimdi hatalı olduklarını kabul ediyor. Ama yaptıklarının vicdani hesabını vermek bir yana, bir özür bile dilemediler 12 Eylül’ün mağdurlarından. PENCERE Mahalle Karısı... Umutlu Bir Yıla... ir yılı geride bıraktık.Ülkemizde ve dünyada geride kalan yılın bilançosu ağırdı. 2007’ye damgasını vuran olayların başında Cumhuriyet mitingleri yer aldı. Ankara, İstanbul ve İzmir’de bir araya gelen milyonlarca insan, “laik Cumhuriyete bağlılıklarını” dile getirdi. Mitingler yalnız Türkiye’de değil dünyada da yankı buldu. Geçen yılın en çok konuşulan konularından biri seçimlerdi. AKP, genel seçimleri beklenenin üzerinde elde ettiği bir oy oranı ile kazanarak iktidarını sürdürdü. Bir diğer tartışma ise Çankaya’ya kimin çıkacağıydı. Tartışmalar sonucunda Abdullah Gül yeni cumhurbaşkanı olarak Çankaya’ya çıktı. Bir anlamda türban iktidara gelmiş oldu. Bu gelişmelere askerin tepkisi dikkat çekiciydi. TBMM’deki milletvekili yemin törenine katılmayan Genelkurmay üst düzeyi bir ilke imza atarken, 29 Ekim resepsiyonunun konukları da farklıydı. Görüldüğü gibi,Türkiye oldukça tartışmalı siyasi gelişme ve çalkantılarla dolu bir yılı geride bırakmış oldu. Bunun yanı sıra terör ülke gündeminde ilk sıradaki yerini korudu. Art arda verilen şehitler ülke çapında yürüyüş ve mitinglere sahne oldu. Yılın son günlerinde K.Irak’a yapılan operasyonlar, TSK’nin terör yuvalarını dağıtmasıyla sonuçlandı. Ekonomide geçen yıl en çok özelleştirme haberleri ile yabancı sermayenin ülkemize gösterdiği ilgi dikkat çekti. ??? Bugün gazetemizle birlikte verdiğimiz “2007’nin İzleri” dergisi hem içte hem dıştaki gelişmeleri en detaylı biçimde sizlere aktarıyor. Servis ve bürolardaki arkadaşlarımızın titizlikle hazırladığı dergi, saklanabilecek bir başvuru belgeseli niteliğinde. Hakan Çelik arkadaşımızın çizgileriyle oluşan 2007 oyunu ise sizlere hoşça vakit geçirtmeyi amaçlıyor. ??? Geçen yıla baktığımızda, gazetemizin ülkenin önemli sorunlarını haberleştirdiğini, gündem yarattığını söyleyebiliriz. “Tehlikenin farkında mısınız?” başlıklı reklamlarımız kamuoyunda en çok konuşulan konuların başında yer alırken aldığı ödüllerle de başarısını kanıtladı. ??? Okurlarımızın yoğun ilgi gösterdiği bir başka çalışma da, ücretsiz olarak verdiğimiz belgesel filmler oldu. Özel günlerde verdiğimiz CD’ler gazetemizin satışını arttırdı. Yeni yılda da bu kampanyamızı sürdüreceğiz. Yeni yılın ilk belgeseli ise Sarıkamış ve Kars cumhuriyetini anlatan bir saatlik filmden oluşuyor. Önümüzdeki pazartesi günü vereceğimiz CD’yi şimdiden gazete satıcılarından ayırtın. ??? Geçen yıl Cumhuriyet Spor Servisi, Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi’nce verilen “Fair play büyük ödülü’’nün sahibi oldu. Spor sayfamızın bir önemli başarısı ise “Sporun Yıldızları” yarışmasıydı. Federasyon başkanları, sivil toplum örgütlerinin yöneticileri ve eski sporcularla duayen spor yazarlarının oluşturduğu Büyük Cumhuriyet Jürisi’nin belirlediği adaylar, siz okurlarımızın oyları ile kürsüye çıktılar. Cumhuriyet, 2008 yılında da Sporun Yıldızları yarışmasını yineliyor. İyi yıllar... ‘K Cavlı ÇULFAZ Ama hepsi bir yana... Bugün dünya halklarının başsorunu, ABD’nin gemi azıya almış zorbalığıdır. Bunun başlıca uygulama alanı ise Irak’ın işgaliyle başlayan Büyük Ortadoğu Projesi’dir. Irak’ta dört yılda 600 bin kişi öldü, dört milyon insan mülteci durumuna düştü. Kitle imha silahları var denilip ülke işgal edildi. Bunun koskoca bir yalan olduğu ortaya çıktı. Irak’ın altyapısı nerdeyse çökertildi; tarihi eserler hasara uğradı; toprağın altı mayınlarla döşendi. “Irak’a demokrasi götürüyoruz” denildi, El Kaide teröristleri ülkenin dört bir yanını sardı. Sünni Şii ayrımıyla kardeş kardeşi boğazlar hale geldi. Irak üçe bölündü. Kuzeyde ABDİsrail yanlısı, Arap halklarına ve çevre ülkelere karşı koçbaşı kukla bir devlet çırpıştırıldı. Oysa bu işin alfabesinde yazıyor: İşgalcilerin himayesinde devlet kurulmaz. Kurulsa da, o yapay devlet, bağımsız olmadığı gibi, kurduğunu sanana da yâr olmaz. Böyle bir onursuzluğu aklı başında kimse Kürtlere yakıştıramaz. Yıllardır üzerinde yaşadığı ülkenin işgalini fırsat bilip mandacılar eliyle kotarılan kukla bir devlet yaşar mı? Bir zamanlar ABD’nin kurdurduğu Güney Vietnam’daki kukla rejimin ömrü ne oldu ki? TürkKürt ayrımsız hepimiz Irak’ın işgalini sessizce içimize sindirip kabullenecek miyiz? Ne yapmalı? Kimin yanında, kime karşı yer alacağız? Kendisi de bir Mehmet olan Kürt, hainin iğvasına kapılıp dünyaahret kardeşi Mehmetçiğe kurşun mu sıkacak, yoksa emperyalist işgalciye karşı ortak mücadele içinde mi yer alacak? Kürt hem yolunu, hem de aklını mı şaşırdı? Eğer silaha sarılacaksa Mehmetçiğe karşı mı kullanacak, yoksa Irak’taki emperyalist işgal güçlerine karşı mı doğrultacak silahını? Yıllarca iç içe yaşadığımız Ermenilerin 1915’lerde mecliste milletvekilleri, hükümette bakanları vardı. Ama yanlış zamanda ve yanlış tarafta yer aldılar. Türkleri zor zamanlarında arkadan hançerlemeye kalkışınca yıllardır birlikte yaşadıkları yurtlarını, Anadolu’yu kaybettiler. Serüvenci liderlerin peşine takılan Rumlar, 19181922 arası emperyalistlerin kışkırtması sonucu Türklerle ortak yaşadıkları Ege’den, Anadolu’dan uzaklaşmak zorunda kaldılar. Kıbrıslı Rumların bir bölümü 1974’te Kissinger’ın ve Yunanistan’daki albaylar cuntasının kışkırtmasıyla Sampson darbesini tezgâhladılar. Türklerle ortak yaşadıkları Kıbrıs’ın yarısını kaybettiler. Talabani de, Barzani ve Zebari de içinde yaşadıkları ülkenin Arap, Kürt ve Türkmen halkına ihanet eden birer “caş”, birer işbirlikçiden başka nedirler ki? Kuruluşunun mayasında bağımsızlık ülküsü yoksa, nasıl bağımsız devlet olursun? Emperyalizmin mandası (yani himayesi, yani “koruyucu” kanatları) altında kim özgürlüğe kavuşmuş ki, Kürtler özgür olsun? Türk terörle, etnik milliyetçilikle cebelleşirken, Irak mezhep kavgasıyla birbirine girerken, Siyonist sevinçle elini ovuşturuyor, emperyalist işgalci bölgede petrolün kaymağını yiyor. 1920’lerde dünyada emekçi halkların umudu bir Sovyetler Birliği vardı. Bir de onu ilk tanıyan mazlum ulusların öncüsü Türkiye Cumhuriyeti... Bu genç cumhuriyete karşı emperyalistlerin kışkırtmasıyla Kürtleri ayaklandırmak kime ne kazandırdı? Kürtler yine yanlış zamanlarda, ters tarafta, doğru seçilmemiş feodal şeflerin kurbanı mı olacak? Yıllardır silahlı mücadele, barışçı olmayan geçiş yolu diye avazı çıktığı kadar bağıran, Kürtlerin yoğun yaşadığı yerlerin sömürge ya da iç sömürge olduğundan dem vuran hızlı devrimcilere ne oldu? Şimdi ezilen ulus diye kendi vicdanlarını temize çıkarmaya kalkışıp Kürtlere akıl hocalığına yeltenenleri ibretle izliyoruz. Bu yarı entel anarkonihilistlerin bir bölümü, 1970’li yıllarda silahlı ayaklanma adı altında gençleri kırlarda, dağlarda, Filistin kamplarında kırdırdı. Dün ‘foko’ teorisi, Carlos Marighella, silahlı mücadele, kırlardan kentleri kuşatmak diye mangalda kül bırakmayanlar, şimdi hem BOP’çu yobazlara, hem de ‘gerilla’ diye teröristlere alkış tutar oldular.Soru şudur? Güneydeki Kürtler emperyalistlere karşı direneceklerine, serüvenci liderlerin elinde işgalcilerin kuklası mı olacaklar? Kuzeydeki Kürtler ise Irak’ın işgalini fırsat bilip Türk kardeşlerine karşı silah mı çekecekler? Sözüm aynı zamanda bizdeki şoven milliyetçilere... Kendi halkını ezen bir ulus özgür olamaz. Türkiye mutlaka kendi Kürtlerini kazanmanın yolunu bulmalıdır. Kürtleri aşağılayıcı, hor görücü, düşmanlık güdücü davranışlardan kesinlikle kaçınılmalıdır. Etle tırnak gibi iç içe geçtiğimiz Kürt kardeşlerimizi emperyalistlerin saflarına itmemeliyiz. TürkKürt bu topraklarda yazgımız ortak... Bunca yıl birlikte yaşadığımız vatanımızdan mı olacağız? Coğrafyamızı yine başkasına cetvelle çizdirme aymazlığına mı kapılacağız? hetiyatrosu?mynet.com B HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN İslami Yaşam Biçimi Nasıl Uygulanıyor? ırsatı bir kere ele geçirince fanatik dincilerin dinsel konuları nasıl saptırdıklarını İslam ülkelerinde açıkça görüyoruz. Örneğin resmi dini İslam olan Malezya, son yıllara kadar Çin, Hint, İslam ve Hıristiyan dinlerini, ırk ve kültürlerini başarılı şekilde bir arada kaynaştırma ününe sahipti. Malezya devleti, 1980’den sonra; resmi kurumları İslamileştirmeye başladı. Son yıllarda yüzeyde Müslüman kadının örtünmesi etrafında toplanmış gibi görünen bir çatışma yaşanıyor. Kadın hakları savunucusu Marina Mahathir, yazarı olduğu dergide yeni bir yasayı şiddetle kınadı. Yeni yasa, erkeğin karısını daha kolay boşaması, dörde kadar sayıda kadınla evlenebilmesi ve karısının malları üzerinde daha fazla kontrole sahip olabilmesi gibi değişiklikleri öneriyor. Yazar, “Müslüman kadın ikinci sınıf insana dönüştürüldü. Kadının örtünmesi diyorlar; bu, kadının kendi seçimidir” demişti. Yazı Malezya’da çok ciddi eleştirilere uğradı: “Bu kadın önyargılı ve çok cahil, çünkü şeriatın amacını ve uygulama yollarını bilmiyor. Kadın hakları, cinsler arası eşitlik gibi kavramlar Batılı kadınların söylemidir. Bu kadın ülkemizde körü körüne Batılı feministleri taklit ediyor. Biz Müslüman kadınların, asla saldırgan Batılı kadınlar gibi olmasına izin vermeyeceğiz.’’ (11 Mart 2006, BBC radyosu) Bu söylemler Malezya için şaşırtıcı ve çok yeni bir oluşum. Bundan otuz yıl önce Müslüman kadın isterse başını örter, isterse örtmeyebilirdi. Gerçekte hükümet yetkilileri Malezya’nın bilim ve teknoloji üreten ülkeler düzeyine ulaşmasını istiyor, ülkedeki radikal İslamlaştırma çabalarını kınıyor ve yaratılan kargaşadan rahatsız. Ama PanMalaysian Islamic Parti’nin dini liderlerinin temel politik amacı, İslam devleti kurmak ve dini konuları ekonominin önüne koymaktır. Müslüman kadının başını örtmesini ve vücudu belli etmeyen bol elbiseler giymesini istiyor, onun evde oturmasını ve F Prof. Dr. Aysel EKŞİ çocuk bakmasını destekliyor. Kelantan’da süpermarket, tiyatro ve sinemalarda kadın ve erkek için ayrı para ödeme kasaları ayrılmış. Sinemada ışıkların gösteri sırasında da devamlı yanması, otel ve belediyelerin kadın ve erkek için ayrı yüzme havuzları inşa etmeleri isteniyor. (BBC, Kuala Lumpur, Jonathan Kent). AFİRLİKLE SUÇLANIYORLAR Bir başka sessiz yeşil devrim de Fas’ta yaşanıyor. Fransızca öğretmeni Sukayna “Ülkemi artık tanıyamıyorum” diyor. “Düşünceler de elbiseler de usul usul değişti. Hiçbir tartışma, miting ya da çatışma yaşanmadan. Sadece küçük küçük damlalar gün geçtikçe birikiyor. Sonra bir gün meslektaşlarından bile gelen gizli tepkiler, aşağılanma ve dışlanma öyle ağırlaşıyor ki artık taşıyamıyorsun” (Le Monde, 18 Mayıs 2007). Kazablanka Üniversitesi’nde başı açık olan son 5 kadın öğretim üyesinin posta kutularına örtünmeleri için mesajlar bırakılmış. Yazıişleri müdürü “Fas’ta ilk kez böyle şeyler oluyor. Hatta erkek öğretmenler de hedef alınıyor, düzenlediği faaliyet İslami bulunmadığı zaman kâfirlikle suçlanıyorlar” diyor. (Tel Quel dergisi). Afganistan’da köktendinci hükümetin iktidara gelmesinden sonra kadının oy kullanma, devlet dairelerinde, televizyon/radyolarda çalışma hakkının ellerinden alındığını biliyoruz. 1960’lı yıllarda mini etek giyen Afgan kadını, tepeden tırnağa örtünmek zorunda bırakıldı. Eylül 1992’de başkentin büyük parkında “İslama uygun davranışlarda bulunmadıkları için” toplu idamlar gerçekleştirildi. Bir başka haber de bir diğer İslam ülkesi olan Endonezya’dan: 2004 yılında deprem sonrası oluşan tsunamiden en çok zarar gören Banda Açe bölgesine uluslararası yardım paraları gönderilmiş, bu paraların felaket kurbanlarına dağıtılması gerekirken, milyonlarca dolarlık yardım parası ile kadınların iffetli giyim kuşam ve davranış içinde olup olmadığını takip eden ahlak zabıtası kurulmuş, şeriata uygun giyinmeyenler halk önünde kırbaçlanmış. (Hürriyet gazetesi, 18 Aralık 2006). di kimlik kartına sahip olabilmektir (Inter Press Service, 30/3/04). Azar azar artan dogmatik katılık ve insafsızlık büyük saçmalık boyutlarına ulaşmış, dini saptırma ve kötüye kullanma bir norm haline gelmiştir. (Inter Press Service 30/3/04). Hatta gazetelerimizde de yayımlanan bir habere göre Mekke’de gece yatılı okulda çıkan yangında alevler bir anda binayı sarmış, dışarı kaçmak için kapıya koşan genç kızlar karşılarında din polislerini bulmuştur. Din polisleri, İslami kurallara göre çarşaf giyinmedikleri için kızların binadan çıkmasına izin vermemiş, “namahrem” gerekçesiyle itfaiye ekiplerinin binaya girmelerini de engellemiş ve bütün kızlar yanarak ölmüştür (Hürriyet gazetesi, 17 Mart 2002). 23.4.2007 tarihli gazeteler, İran’da “erkeklerle eşit hak isteyen” kadınları ahlak polisinin coplatıp tutuklattıktan sonra, kadınlar üzerindeki baskının arttırıldığını yazıyordu. (Radikal internet 19 Kasım 2007 Pazartesi). Ancak sadece kadınların değil, örneğin kısa pantolonu ile evinin bahçesinde çim biçen erkeğin de kendini namus bekçisi olarak görenlerin saldırgan söz ve davranışlarına hedef olduğu anlaşılıyor. Bilindiği gibi erkekler, evde gizlice bira yapmasını, votka damıtmasını öğrendi, çünkü içki yasaktır. Bir gün geldi, açık renk takım elbise giyen, kravat takan erkekler kravatından tutulup yerlerde sürüklendi. Kısa kollu gömlek giymişse güvenlik güçlerince gözaltına alındı. Özetle, örnekler ortaya koyuyor ki, devletten büyük baskılar gelmemiş, hükümetler desteklememiş olsalar bile, aşırı dinci gruplar bir kere belli bir güce ulaşırsa, o ülkede Müslüman insanların doğumundan ölümüne kadar tüm yaşamlarına karışma hakkını kendilerinde görüyorlar. Sonuçta istedikleri baskıyı yapmakta, insanların yaşamını din adına istedikleri gibi saptırmakta engel tanımıyorlar. ahalle bizim toplumsal yaşamımızda önemli bir yer tutar... Edebiyatımıza renk vermiştir... Dilimizi zenginleştirmiştir.. Hayatımızı biçimlendirmiştir.. Kız, beraber yürüdükleri oğlanı mahalle sınırında uyarır: Mahallemize geldik, artık ayrılalım... ? Mahalle üstüne ne de çok deyiş vardır: Mahalle bekçisi.. Mahalle kabadayısı.. Mahalle mektebi.. Mahalle bakkalı.. Mahalle kahvesi.. Mahalle muhtarı.. Mahalle çapkını.. Mahalle üzerine kimisi olumlu, kimisi olumsuz çok yorum yapılır; ama son günlerde mahalle siyasete de girdi: Mahalle baskısı.. ? Koskoca Amerika’nın kendine özgü dünya siyasetiyle yönlendirdiği ve dayattığı sözümona “ılımlı İslamcılık” Türkiye’de tüm emperyalist göstergeleriyle iktidara oturunca bu marifet nasıl açıklandı: Mahalle baskısı... Yer misin, yemez misin?.. Köyleri, kasabaları, gökdelenleri, apartmanlarıyla ülkeyi koca bir mahalleye indirgemek belki çarpıcı bir uyarı olabilir... Üstelik mahallenin unutulmaz bir oyuncusu daha var: Mahalle karısı... ? Mahalle karısını salt apteshane ibriği pozunda, sağ eli belinde, sol eli yukarda, kavgacı bir edepsiz gibi düşünmeyin... Mahalle karısının kimliğini oluşturan, edepsizliğinin somutlaşmasından çok, hayata bakış açısıdır... Çoğu zaman tesettürü benimsemiştir mahalle karısı... İster çarşaf olsun.. İster başörtüsü.. İster türban.. Çarşafın cehaleti, başörtüsünün saygınlığı ve utangaçlığı bir yana; türbancının politikasındaki cüret, mahalle karısına daha çok yakışır... ? Kocasının yüksek makamlara tırmanması, siyasal yaşamdaki yetkili koltuklarda oturması, mahalle karısının gizli edepsizliğinin dışavurumu için birebirdir... Gerçekte türbanlı mahalle karısı, kocasını parmağında oynatır... Tören mi var, atama mı yapılacak, makam mı paylaşılacak, iş mi kotarılacak, çocuklara avanta mı sağlanacak; mahalle karısı türbanının hatırına kocasını çekip çevirmekte usta mı ustadır... ? Kim bilir, belki de Türkiye siyasetinin püf noktasını mahalle baskısına bağlayan Amerikancı profesör haklıdır... Belki de mahalle, ülkenin yazgısına egemendir... Bu durumda mahalle karısının edepsizliğine de şaşılmaz... Edep gereksinimi içinde kıvranan toplumda, edepsizliği ve terbiyesizliği başına türban gibi saran mahalle karısı karşısında müeddep olmak kolay değil... M K DİN ADINA YAPILANLAR Din adına yapılan sınırlama ve baskıları, insanların eğitim düzeyinin de engelleyemediğini görüyoruz. Suudi Arabistan’da üniversite mezunu kadın oranı erkekten çok daha fazladır; kadın hem daha iyi eğitim görmüştür, hem çalışmaya çok daha isteklidir. Ama kadın üniversitede istediği eğitim dalını seçemez, örneğin hukuk ve mühendislik gibi alanlar kadına kapalıdır, pek çok resmi dairede çalışamaz. Özel ofiste çalışanlar erkekten ayrı odalara konur. Üniversiteli kız öğrenciden sadece uygun şekilde giyinmesi beklenmez, pencereleri sıkı sıkıya örtülü otobüslerle gidip gelir veya babaları gelip alacağı zaman onu bekleme odasında bekler, dışarı çıkamazlar. Kampusta mobil telefonla konuşmak yasaktır, çünkü bu şüphe davet eder. Kadın seçimde oy kullanamaz; kocası veya babasının yazılı izni olmadan seyahat edemez, onların refakati olmadan yurtdışına çıkamaz, toplulukta diğer erkeklerle bir arada bulunamaz; arabanın ön koltuğunda oturamaz. (Inter Press Service, 30 Mart 2004, Seudi Arabistan, Peyman Pejman). Suudi kadın, topuklarına kadar uzanan siyah çarşaf giymek ve peçe takmak zorundadır. Bu giyim şeklini değiştirmenin mümkün olmayacağını Suudi kadın artık kabul etmiş görünüyor. Ama eğitimli kadınlar için en önemli olan şeyler serbestçe çalışabilmek, araba kullanma izni alabilmek, oy hakkına ve ken CUMHURİYET 02 CMYK