Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
18 OCAK 2008 CUMA müzik YORUMLAR OSMAN ÇUTSAY İnsanlığın göç hikâyesi şarkılarda Hatice TUNCER Övül Avkıran ve Mustafa Avkıran’ın kurucusu olduğu 5. Sokak Tiyatrosu’nun Garajistanbul’da sergilediği “Ashura” oyunu, insanlığın göç hikâyelerini halk şarkılarıyla ve beden diliyle anlatıyor. 9 Ocak Çarşamba akşamı, yani muharrem ayının ilk günü gösterimi başlayan Ashura oyunu, 24 Ocak’a kadar her akşam sahnelenecek. Ashura’nın yönetmenleri Övül Avkıran, Mustafa Avkıran, şarkıları yorumlayan Sema, İhsan Kılavuz ve Harun Ateş ile Garajistanbul’da son provaları sırasında görüştük. Mustafa Avkıran, muharrem ayında Ashura’yı oynamalarının kendileri açısından çok önemli olduğunu anlattı: “Göçleri 12 dildeki şarkılarla anlatırken kendi kişisel hikâyemizden başlayıp zorunlu göç, öteki olmak, kaybolan kültürler gibi evrensel bir tema içinde dolaşıyoruz. Muharrem ayında bu topraklardaki en büyük öteki olan Aleviler için çok büyük bir zaman başlıyor. Oruç tutuyorlar, yemiyorlar, içmiyorlar. Kerbela’nın yasını tutuyorlar. Ashura aslında insanların birlikte yaşamaları için yapılan bir ütopya. Ashura bir yandan da ötekilere bir taziye. ‘İnsanlar, ne olur birbirinizi anlayın. Ne olur dinleyin ve birlikte yaşarsanız zenginleştiğinizi fark edeceksiniz’ diye bağıra bağıra söylemek istediğimiz çığlıktır Ashura oyunu aslında.” C 7 Şikenin Adı Garajistanbul’da 24 Ocak’a kadar her gün sunulacak olan Aşhura oyununda tüm insanlığın dramı müziğin diliyle anlatılıyor. “Mübadele meselesinden başladığımızda dünya üzerinde milyonlarca insanın dilleri, dinleri, kültürleri yüzünden, öteki olmaları yüzünden zorunlu göçe uğradıklarını gördük. Gidenler hiçbir zaman da geri dönmüyorlar. Hikâyeyi şarkılarla anlatıyoruz, çünkü müzik, insanları birbirlerine birleştiren en güçlü sanat dalı. İnsanlar gülerken, ağlarken de, evlendiklerinde de şarkı söylüyorlar. Şarkı çok önemli bir şey ve göçün şarkılarla ne kadar da diri tutulduğunu gördük. İnandığımız tiyatro formunda şarkı söylemek, hikâye anlatmanın en güçlü, temsil yollarından biri bizim için.” GÖÇLERİN TÜRKÜSÜ Ashura ilk kez 2004 yılında İstanbul Uluslararası Tiyatro Festivali’nde oynanmasına karşın hazırlıkları 2000 yılında başlamış. Mustafa Avkıran, Türkiye ile Yunanistan arasındaki mübadelenin yarattığı kültürel ve sivil dönüşüm üzerine yaptıkları çalışmalar sonucu Ashura’nın “Neos Kosmos Rembetika” ve “Neos Cosmos 3+3+963” oyunlarıyla bir üçlemenin son halkası olarak değerlendirilebileceğini söyledi: Sema Övül ve Mustafa Avkıran ‘İngilizce bilmeyen A cahil’ sayılıyor T Solist göçmen ailenin çocuğu olistlerden Harun Ateş, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda opera eğitimi görüyor. Ateş, kontrtenor sesiyle sahnede farklı yorumlarıyla göçün hüznünü yaşatıyor: “Ben de bir göçmen ailenin çocuğuyum. Baba tarafım Selanik, anne tarafım Girit göçmeni. Oyunun anlatmak istediği, tam da benim anlatmak istediğim şey. Kendi sanat sesimin dışına çıkmadan böyle bir projede var olabilmek büyük bir şans benim için.” S shura oyununda şarkıları Sema, İhsan Kılavuz ve Harun Ateş, perküsyon, klarnet, viyolonsel ve tambur eşliğinde okuyorlar. Oyunun şarkılarından oluşan albüm, ağustos ayında Kalan Müzik tarafından yayımlanmıştı. Şarkıların seçimini Mustafa Avkıran, İhsan Kılavuz ve Seürkçenin yanı sıra ma birlikte yapmışlar. DüzenAnadolu’da konuşulan 12 lemeleri ise Cumhur Bakışkan üstlenmiş. Eşsiz ve güçlü sedilde 25 siyle Türkiye’nin en özel solistşarkının söylendiği lerinden biri olan Sema, yooyunun ardından oyuncular rumladığı şarkılarla Ashura izleyicilere aşure sunuyor. oyununu müzikal bir ziyafete dönüştürüyor: “Nuh’un gemisinden bu yana bilinen bir öykü” diye söze başlıyor Sema: “Birbiriyle hiç uyumlu olmadığını düşündüğümüz baklagiller bir araya geliyorlar ve çok lezzetli bir tatlı ortaya çıkıyor. Bu oyun çok kenarları ve köşelerinin yüzde yüzü belirlenmiş bir oyun değil. Bazen küçücük bir mekânda oynuyoruz, bazen de Rotterdam’daki gibi bin kişilik bir salonda oynuyoruz. Göç top lumları olarak oradan oraya gidiyoruz. Hep uyum sağlamaya, oranın havasına, suyuna, toprağına alışmaya başlıyoruz. Benim bu oyunda olmamdaki en önemli neden, ben dünyadaki dillerin yavaş yavaş yok olduğunu görüyorum. Neredeyse artık İngilizce konuşmayan, cahil ve aptal sayılıyor.” Oyunu izleyen bir arkadaşının “Toprağın kokusu geldi” yorumu Sema’yı çok etkilemiş. Sayısız göç şarkı ve türküsü arasından güçlükle seçim yapıp oyunu bugünlere taşımışlar: “Demek ki biz doğru bir yere doğru gidiyoruz. Eleştirileri kör kör parmağım gözüne değil, estetiği çok doğru belirlenmiş bir öykü bu. Aslında bu bir müzikli beden dili gösterisi. Biz müzisyenler sahnede 9 kişi müzik dili ile göçü anlatıyoruz. Övül ve Mustafa Avkıran da asla konuşmadan kendi beden dillerinde olayı anlatıyorlar. Aşurenin içine biraz fazla şeker koyarsanız çok tatlı olur, yenmez, az şekerli olursa da yenmez. Ajite etmiyoruz, kendi disiplinlerimizden yola çıkarak bir aşure pişirdik ve kıvamı için çok uzun çalıştık.” akkını yemeyelim. Çok işe yarıyor ve galiba her sistemin böyle adamlara ihtiyacı var: Roland Koch, neredeyse tescilli “kötü adam”, Lee van Cleef, Klaus Kinski, 60’ların Türk sinemasındaki kötü adamı Erol Taş, 70’lerin ve biraz da 80’lerin ünlü “Tecavüzcü Coşkun”u gibi bir şey oldu. Sürekli tepki topluyor. Hessen Eyalet Başbakanı Roland Koch’un her açıklaması, ortalığı karıştırıyor, tamam ama, galiba ortalık da karışmaya müsait. Ne dese karışıyor. Peki ne oluyor? Koch, çok mu kötü işler yapıyor? Koch olmasa, her şey yolunda mı gidecekti? Bu soruların yanıtı yok. Ama ortada bir ihtiyaç var. Herkes rahatlamış görünüyor. ??? Almanya’nın böyle bir politikacı tipine ihtiyacı olmadığını düşünenler varsa, fena yanılıyorlar. Roland Koch olmasa bir başkasını bulmak zaten zor olmazdı. Fakat bir şey doğrudur: Koch, kendi partisinde bile kariyer şansı kısıtlı bir kavgacıdır. Çünkü sağın sınırlarını insana nazizmi anımsatan çizgilere kadar zorlamaktan çekinmeyeceği mesajını veren bir hırsa sahip. İnsanlar bu tipten hoşlanmıyor. Koch’un bir türlü anlayamadığı şey, işte bu sınırlarıdır: Çok yararlı olduğu, ama bu yararına rağmen, daha doğrusu tam da bu yararı nedeniyle, ne partisi içinde ne de Almanya’nın federal düzeydeki politikalarında herhangi bir şansı bulunmadığını fark edemeyecek kadar miyop; öyle görünüyor. “Sistemin Koch’a ihtiyacı var”, dedik. Bu gerçekten acımasız ve tehlikeli sağcının, ihracata kilitlenmiş bir ülke ekonomisi ve politikası için ne kadar yararı veya zararı olduğu tartışmalıdır. Koch çizgisi yerleşirse, Alman mallarının ve sermayesinin yakın bir gelecekte dış pazarlara ve hammadde kaynaklarına girişi zorlaşır. Belki “tavşana kaç, tazıya tut” oyunu oynanıyor. Koch’u sahneye itenler, onun olmayacak taleplerde bulunmasını sağlıyorlar, sonra da bu taleplerin bir adım gerisinde kalan ama her halükarda sistemi rahatlatacak önlemler alınıyor. “Tavşana kaç, tazıya tut” gibi bir şike, böyle tezgahlanıyor. En azından insanın içinde böyle duygular büyüyor. Yanlış mı? ??? Neler oluyor? Yabancılar karşısında acımasız bir resim veren Koch’a, 14 yaşından küçük ve suç işleyen çocuk H ların bile cezaevine girebileceği yolunda demeçler verdiren sistem, diğer politikacılar eliyle sert şamarlar indirince, hep birlikte ne kazanmış oluyoruz? Hıristiyan demokratların ve hükümetin başı, Angela Merkel, “tabu konu yok” açıklamasında bulunurken, Almanya tarihinin “şaibeli” bir bölümünü serbest mi bırakmış oluyor? “Tabu konular” nelerdir? İsteyen istediği gibi düşünebilir: Ama tabu konular olmaması yolundaki bir çağrı, Koch gibi sağın sınırlarını gerekirse faşizme doğru zorlamaktan çekinmeyen, bunun için de fazla düşünmeyen bir politikacı açısından değil, seçmenler açısından önemlidir. Aslında Sarkozy ile yarışıyor. Ama Sarkozy’nin Fransa’da yakaladığı şansı, Koch’un Almanya’da yakalaması, normal şartlar altında, kesinlikle mümkün değil. Ülkenin ve Alman halkının tarihi, ABD ile Avrupa Almanyası arasındaki değişken mesafe, bu tür tehlikeli sulara çok sık girip çıkan politikacılara Berlin’de fazla yükselme şansı tanımıyor. Ama Koch, amacına ulaşmış sayılıyor. Önce yabancılara karşı Almanları kışkırtıyor, sonra da ne kadar gözü kara bir Soğuk Savaş cengaveri olduğunu kanıtlamak için “Hessen’de DDR kuracaklar!” bağrışları arasında antikomünizmin en bayağısıyla sahneyi dolduruyor. Alman geleneksel sağı gerçek yuvasına bu sayede dönmüş oluyor. Adenauer döneminin karanlık, ABD’nin her kirli işinde yardımcı, Soğuk Savaş’ın en önünde savaşan “mücahit bir ruh” yeniden canlanıyor. Sivriliği nedeniyle bu ülkede daha fazla yükselme şansı olmayan Koch tipi bir politikacı, herkes için kestaneleri ateşten alan adam rolüne yerleşiyor. Gözler, Sol Parti üzerindedir. Oskar Lafontaine’in SPD’ye çeki düzen veren politikaların dışarıdan ve ısrarlı takipçisi olduğunu bir de böyle gözlüyoruz. O olmasa, belki Hessen’de bir SPD’den söz etmek bile mümkün olmazdı. Hessen’de 27 Ocak’ta yapılacak eyalet meclisi seçimlerinden Koch ve partisi CDU’nun yenilgiyle çıkması halinde, Almanya’da çeşitli versiyonlarıyla sağ, yani CDU, CSU, FDP, Yeşiller ve SPD ile gerçek sol, kendisini bir kez daha gözden geçirmek zorunda kalabilir. Koch, anlaşılan, bir de bu işe yarıyor. Ama onu gereğinden fazla önemsemek, işsiz güçsüzlere ve filler arasındaki sanal tepişmeyi gerçek sanan politika düşkünlerine özgü bir kolaycılıktır. cutsay?gmx.net 15. TRUVA KÜLTÜRSANAT stanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın (İKSV) ortak yapımcılarından olduğu Ashura oyunu, 2004 yılından bu yana sahnelendiği Avrupa kentlerinde büyük ilgi gördü. Ashura ekibi, önümüzdeki günlerde 15 günlük İsveç turuna çıkacak. Övül Avkıran, yurtdışında büyük ilgi görmelerini, sanatlarının ülkemiz topraklarından beslenmesine karşın dünyanın her yerinde karşılığını bulabilecek sorunlarla ilgilenmelerinden kaynaklandığını düşünüyor. Yönetmenliğinin yanı sıra Ashura proje İ Teatral seçim sinin gerçekleşmesinde koreografisi ve oyunuyla büyük emek harcayan Övül Avkıran, oyunu hazırlarken sözlü ve yazılı tarih üzerinden iki yol takip ettiklerini anlattı: “Bizim burada söylediğimiz evrensel bir sözdür. Sadece kendi topraklarımıza ait bir söz değildir. Ve bu yüzden Ashura dünyanın her yerinde çok büyük ilgi görüyor. Söz lü tarihin de aslında türkülerden geçtiğini gördük. Türkülerle anlatıyorlar, hikâyeler ağızdan ağıza, nesilden nesile türkülerle geçiyor. Resmi tarihle sözlü tarihin karşılaştırılması Ashura. Bir yandan da bizim teatral bir seçimimiz bu. Bu tiyatro da bütüncül ve farklı disiplinlerin yan yana geldiği bir süreçtir. Yaptığımız işlerde farklı anlatım yollarını arıyoruz. Ashura’da ağır basan kısım müzikler, şarkılar oldu. Ama bir başka oyunda görsel olabilir, bir başkasında hareket olabilir.” Özel Ödül Kuban ve Mirşan’a verildi Kültür Servisi Truva Kültür ve Sanat Ödülleri Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Yerleşkesi’nde yapılan törenle verildi. Bu yıl Truva Kültür ve Sanat Ödülleri’nin 15. yılı olması dolayısıyla ödül töreni “Sayıların Dili” adlı folklor gösterisiyle başladı. Truva Folklor Derneği ekiplerinin sunduğu değişik yörelerden halk oyunlarının ardından ödül törenine geçildi. “Atatürkçülük” ödülünü Ulusal Sivil Toplum Kuruluşları Birliği, “Çağdaş Halk Müziği” ödülünü Moğollar adına Cahit Berkay, “Edebiyat” ödülünü Adnan Özyalçıner, “Fotoğraf” ödülünü Antartist Yayıncılık’tan Ersin Alok, “P. N. Boratav Halk Bilimi” ödülünü Sabiha Tansuğ, “Halk Müziği” ödülünü Musa Eroğlu, “Halk Oyunları” ödülünü Oyun Gençlik ve Spor Kulübü, “Plastik Sanatlar” ödülünü Hüsamettin Koçan, “Sinema” ödülünü Engin Ayça, “Şiir” ödülünü Sennur Sezer, “Tiyatro” ödülünü Sevda Şener, “Kültürel Mirasın Korunması” ödülünü “Allianoi Sular Altında Kalmasın” kampanyası için Allianoi Kazı Başkanı Doç. Dr. Ahmet Yaraş, “Truva Özel Ödülü”nü ise Doğan Kuban ve Kazım Mirşan adına oğlu aldı. Gece, ödül alanlarla folklor ekiplerindeki gençlerin toplu fotoğraf çektirmesiyle sona erdi. ek çok genç arkadaşım, öğrencim var ve çoğu tedirgin, mutlu değil; nedeni çok basit, hepsinde bir gelecek korkusu. Haklılar, işler çok zorlaştı, yapılan çalışmalar gösteriyor, Türkiye’de yaşları 15 ile 24 arasındaki her genç insandan biri işsiz ve bu grup içinde de en yüksek işsizlik oranı üniversite mezunları arasında. Çevrenize şöyle bir bakın, genç adam kimya mühendisi olmuş, gece takside çalışıyor. Genç kız halkla ilişkiler okumuş, bir kafede yarım gün yemek dağıtıyor, gene biri felsefe okumuş evden dışarı çıkmak istemiyor, çünkü evden dışarı çıkmak demek, para demek, kız arkadaşı yok, nasıl olsun, onu sinemaya bile götürecek parası yok. Öyle bütün gün pencereden dışarıyı seyrediyor. Peki, neden bu üniversite okumuş insanlar işsiz? Pek çok nedeni var, birincil neden rekabetin çok güçlendiği günümüzde iş piyasası birkaç köklü, iyi eğitim verdiği bilinen üniversite dışında okumuşları pek istemiyor. İş piyasası haklı, çünkü hesapsız kitapsız açılan pek çok Anadolu üniversitesinde kadro yetersizliği ve başka bazı nedenlerle iyi eğitim verilmiyor. Anadolu’da P AL GÖZÜM SEYREYLE IŞIL ÖZGENTÜRK Genç Olmanın Dayanılmaz Hafifliği lerinde kurulan her üniversitenin en azından o yörenin koşullarını dikkatle incelemesi ve ona göre bölümler açması gerekir. Örneğin Konya, Afyon,Van gibi kentlerde en itibarlı bölümler gıda mühendisliği, genetik mühendisliği, veterinerlik ve ziraat fakülteleri olmalı. Oradan mezun insanlar, o yörede bu işleri yapabilirler, böylece büyük kentlere yığılma da önlenebilir. Örneğin Muğla’da mutlaka ama mutlaka bir gurmelik bölümü açılmalı. Elazığ’da şarapçılık. Bu arada piyasalara da hak vermek gerekir, yüzlerce hastane açıldı ve gerçekten iş ticarete döküldü, bu nedenle hastalar muayene oldukları doktorun hangi üniversiteden mezun olduğunu titizlikle incelemeye başladılar. Bu durumda hasta, kadavra üzerinde çalışma bile gerçekleştirmeyen herhangi bir açılan üniversitelerin o kentlerin yapısını olumlu biçimde değiştirdiğini söylemek mümkün, ama verilen eğitimin ne denli kaliteli olduğu tartışmalı. Şöyle bir tablo çıkıyor ortaya; çok değil, otuz yıl önce orta halli bir ailenin üniversitede okumayı başaran kızı ya da oğlu için başarı şansı vardı, ama artık yok. Gelir düzeyindeki büyüyen uçurum burada da kendini gösteriyor, artık sadece parası olanın şansı yüksek. Öte yandan her şeyde olduğu gibi bu işte de plansızlık, işsizliği arttıran bir neden olarak karşımıza çıkıyor. Örneğin, hemen her üniversitede bir halkla ilişkiler bölümü var, ama onları istihdam edecek kadar büyük bir piyasa yok. Ya da her üniversitede bir gazetecilik bölümü var, ama onları istihdam edecek alan yok. Oysa Anadolu kent tıp fakültesinden mezun doktoru istemiyor. Güveni yok. Bu nedenle en işsiz kalmayacaklar arasında yer alan pek çok doktor da işsiz. En kötüsü genel kalite düşüklüğü, bu durum ülke genelinde kalitenin düşmesine neden oluyor, bunun adı da azgelişmişlik. Bu durumu düzeltmenin en birinci yolu, meslek okullarının, gerçek birer meslek okulu haline getirilmesi ve özellikle ülkemizde sıkıntısı çekilen ara eleman sayısını arttırmaktan geçiyor. İyi bir elektrik teknisyeni, iyi bir montajcı, iyi bir kuaför emin olun bir mühendisten, bir doktordan daha iyi para kazanıyor. Bunu teşvik etmek gerekir, annelere babalara ve genç insanlara bu umudu yaymak gerekir. Liselerdeki yığılma, aynı biçimde üniversitelerde de devam ediyor sonuçta gelecek kaygısı içinde gerçekten en güzel zamanlarını derin bir ağırlıkla yaşayan çocuklarımıza olan oluyor. Gençlik coşku ve aşk zamanıdır. Gelin onların hayatlarını hafifletelim, eğitim ve kalitesini ana meselelerimizden biri yapalım. Sadaka dağıtmayan, umut dağıtan bir düzen hepimizin geleceğini aydınlatabilir. isilozgenturk@gmail.com Gençlerin büyük başarısı İstanbul Haber Servisi Dünya Üniversiteleri Münazara Şampiyonası’nda yarı finale çıkan Koç Üniversitesi Münazara Kulübü, 2010 Dünya Münazara Şampiyonası’na ev sahipliği yapmaya hak kazandı. Koç Üniversitesi Münazara Kulübü’nden verilen bilgiye göre, 27 Aralık 2009 ile 5 Ocak 2010 tarihleri arasında gerçekleştirilecek şampiyonaya dünyanın farklı ülkelerinden bin 500 yarışmacı katılacak. Geçtiğimiz hafta Tayland’ın başkenti Bangkok’ta düzenlenen şampiyonada yarı finale çıkan takım, yarışmada, “Birleşmiş Milletler’in (BM) paralı asker kullanması desteklenmelidir”, “Tayvan bağımsızlığını ilan etmelidir”, “Yetersiz medikal kaynaklar ölümcül hastalar için kullanılmamalıdır” adlı tartışma başlıklarında yarıştı.