Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 Irak pastasından pay alacak Amerikan bankası JP Morgan’a başdanışman olması tepkiyle karşılandı C dış haberler ATİNA’DAN MURAT İLEM 18 OCAK 2008 CUMA ‘Blair kan parası alıyor’ Dış Haberler Servisi Irak’ın işgalinin mimarlarından, eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’in, ABD’nin üçüncü büyük bankası JPMorgan’a yılda 1 milyar dolar maaşla başdanışman olmasına tepki yağıyor. İngiltere’de yayımlanan Daily Mail gazetesine konuşan, 2003’te Irak’ta öldürülen İngiliz askeri Tom Keys’in babası Reg Keys, “Blair, kan parası alıyor” dedi. Keys, “Şuurlu ya da biraz duyarlı bir insan olsa bu işi kabul etmezdi. Bu kan parası almakla aynı şey” diye konuştu. İşçi Partisi’nin sözcülerinden Gerald Howarth da, eski liderleri Blair hakkında, “Savaşa yetersiz teçhizatla, eğitimsiz asker gönderirken mutlu olan Blair’in bu büyük meblağı kabul etmesi silahlı kuvvetler tarafından hoş karşılanmayacaktır” dedi. Yine İşçi Partisi milletvekillerinden Dr. Des Turner da “Milyonlarca insan hayatını büyük fedakârlıklar yaparak geçirip, sonunda küçük emekli maaşlarıyla geçinirken, ödüllendirilmiş olmuyor. Ancak Amerikan bankalarının, danışmanlık için insanlara büyük üc Doğru ve Yanlış daha az samimi politikalar uyguluyor. Aslında komşu ülkenin gazetecisi olarak içimden “keşke Dora iç politikadaki dürüst tüketimlerini sorunlu olduğu Türkiye’ye karşı da uygulasaydı” diye geçiyor. Gerçi zaman zaman uygulamıyor değil, ama genelde çok fazla samimi ve dürüst olduğu söylenemez. Özellikle Kıbrıs konusunda bir türlü Rumların dümen suyundan çıkamıyor. Tabii ki bunda Karamanlis’in çok fazla cesaretli olmayan politik karakterinin izleri kesinlikle var. İşte görüyoruz, AKP adada sözde çözüm için her türlü tezgahı çevirirken, Yunanistan’daki hükümetler illa da Rumların esiri olmuş vaziyetteler. Lefkoşa’da Papadopoulos ne zaman konuşursa, Atina’da eller havaya kalkıyor, yani teslim vaziyetindeler. Dora’ya biraz daha cesaretli politikalar izlemesi temennisinde bulunurken, bu noktada şunu da vurgulamalıyım: Hiçbir ülke, ikinci bir ülkenin kendileri hakkında izleyeceği politikaların resmi anlamda açıklanmasını isteyemez. Diplomaside böyle bir çizgi yoktur. Özellikle “ikili anlamda sorunlu olan ülkelerin karşılıklı tutum ve politikalarının gizliliğine saygı gösterilmesi gerektiği”, doğru görüştür. Her ülkenin kendi milli politikası vardır. Bu politikalar bazen karşılıklı dengeler gözetilerek, bazen tüm risklere karşın uygulanır. Yunanistan bugün artık Kardak ve hava sahası sorunlarını karşılıklı dengeler gözeterek, karasuları ve kıta sahanlığı sorunlarını ise coğrafi ve global dengeler çerçevesinde ele almaktadır. Kardak’ta ilk dönemde risk alınarak izlenen politikalar, Türkiye’nin kararlı tutumu sonucu büyük bir askeri ve diplomatik yenilgi ile sonuçlanmıştır. Dora Bakoyannis, “siyasi sistem kriz dönemlerinde küçümseniyor çünkü politikacılar açık konuşma cesaretini göstermiyor. Kamuoyu politikacıların söylediklerini dinlenmeye değmez buluyor. Çünkü hepsi yalan söylüyor. Politikacı ile vatandaş arasında güven ilişkisinin olması için tam bir dürüstlük gerekir. Politikacı ne yapmayı amaçladığını açıkça ve net bir şekilde söylemeli. Neye inandığını ne neye inanması gerektiğini kamuoyu bilmeli” diyor. Bu ifadeler dış politika için de geçerli olsaydı, altına on sefer imza atar ve Yunanlı bakanı binlerce kez tebrik ederdim. murilem@otenet.gr B ush’la birlikte Irak’ın işgalinde başrolü oynayan eski İngiltere Başbakanı Tony Blair şimşekleri üzerine çekti. Eski lideri olduğu İşçi Partisi bile Blair’i eleştiriyor. Oğlunu Irak’ta kaybeden Keys, tepkisini, “Bu, kan parası almakla aynı şey” diyerek dile getirdi. milyarlarca dolarlık petrol üretimiyle ilgili projelerden dev kârlar elde edecek. ORCUNU ÖDEMEK İÇİNMİŞ Blair ise birkaç şirkette daha benzeri görevler üstlenmeyi beklediğini, böylece, kendisi ve eşi Cherie’nin tahmini 5 milyon poundluk mortgage borcunu ödeyebileceklerini söyledi. Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra, ABD, Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler ve Rusya’nın oluşturduğu Ortadoğu Dörtlüsü Tem retler ödemesini önlemek için nasıl bir kural koyabiliriz bilmiyorum” diye konuştu. İngiltere parlamentosu izleme komiteleri de Blair’i, önümüzdeki 12 ay içinde, eski hükümet üyelerine yönelik lobi faaliyetlerine girmemesi için uyardı. Blair’in stratejik ve siyasi konularda kendilerine danışmanlık yapacağını açıklayan JPMorgan, Irak ekonomisinin iyileştirilmesi için oluşturulan ve milyarlarca dolarlık iş hacmine sahip konsorsiyumun öncüsü. JPMorgan, yeni kurulan Irak Ticaret Bankası’nı da yönetmekle görevlendirildi. Banka, B silciliği görevini yürüten 54 yaşındaki Blair’in, halen çeşitli toplantılarda yaptığı konuşmalardan yüz binlerce pound kazandığı belirtiliyor. Anılarını yazmak için 5 milyon sterlinlik (yaklaşık 11 milyon YTL) anlaşma yapan Blair’in, başbakanlık emeklilik maaşı da yılda 64 bin sterlin (145 bin YTL). Ayrıca, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Blair’in, başkanlık kurumu oluşturulduktan sonra Avrupa Birliği’nin ilk başkanı olması için kampanya yürütüyor. Blair’in, AB başkanı olursa yılda 200 bin sterlin (yaklaşık 455 bin YTL) maaş alması bekleniyor. Böylece Blair’in gelirini, eski ABD Başkanı Bill Clinton’ın yılda 20 milyon sterlinlik gelirini ikiye katlayıp, yılda 40 milyon sterlin (yaklaşık 91 milyon YTL) elde edebileceği tahmin ediliyor. Blair’in 2006’da halkın verdiği vergilerle California’ya yaptığı bir ziyarette, JPMorgan’ın Uluslararası Danışma Konseyi Başkanı George Schultz’un eşi Charlotte Schultz’un verdiği bir kokteyl partiye katıldığı da öğrenildi. İran’ın karşı kıyısındaki Abu Dabi’de yaptığı konuşmada Tahran’ı hedef gösterdi Bush gerilimi tırmandırıyor Dış Haberler Servisi Körfez ülkeleri turunu sürdüren ABD Başkanı George W. Bush, İran’ı bütün dünyayı tehdit eden, önde gelen terör destekçisi devlet ilan ederek, “çok geç olmadan” müttefikleriyle birlikte harekete geçme çağrısı yaptı. Kuveyt ve Bahreyn’in ardından, İran’ın karşı kıyısındaki Birleşik Arap Emirlikleri’ne geçen Bush, Tahran yönetiminin “terörü desteklediği, Lübnan’da barışı engellediği, Taliban hareketine silah gönderdiği, komşularına gözdağı verdiği, BM kararlarına karşı geldiği ve nükleer programıyla bölge istikrarını bozduğu” iddialarını yineledi. Bush, “İran’ın eylemleri bütün ülkelerin güvenliğini tehdit ediyor. Bu nedenle, ABD, Körfez’deki dostlarımızla uzun vadeli güvenlik taahhütlerini güçlendiriyor ve çok geç olmadan bu tehlikeye göğüs germek için dünyadaki dostlarımızı toparlıyoruz” diye konuştu. Bush’un, gezisinin Bahreyn durağında, 6 Ocak’ta Basra Körfezi’nin ABD Başkanı, İran’ın bütün dünyayı tehdit ettiğini öne sürerek, “Bu tehlikeye karşı, çok geç olmadan tüm dostlarını toparladıklarını” söyledi. Tahran ise ABD’nin, körfezde “İran fobisi yaymaya çalıştığını” savundu. Hürmüz Boğazı bölgesinde Amerikan donanmasıyla İran askeri botlarının karşı karşıya gelmesiyle ilgili olarak, ABD Donanması 5. Filo Komutanı Koramiral Kevin Cosgriff’ten bilgi aldığı bildirildi. Açıklamaya göre, Cosgriff, Bush’a, İran botlarının hareketini “en üst düzeyde ciddi bir olay olarak değerlendirdiğini” aktardı. Bölgede görevli USS Hopper destroyeri kaptanı Tuğamiral Jeffery James de, İran botlarının süratle üstlerine geldiği ve denize bazı nesneler bıraktıkları sırada tel sizden, “Size geliyoruz. Dakikalar içinde havaya uçacaksınız” tehdidi aldıklarını ve son anda İran botlarının geri döndüğünü anlattı. ‘ABD MACERA PEŞİNDE’ İran Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Muhammed Ali Hüseyni ise ABD’yi Körfez’de gerginlik çıkarmaya çalışmakla suçlayarak, “ABD’deki bazı siyasi grupların, Bush’un bölgede İran fobisi yaymasına yardımcı olmak için macera peşinde koştuğunu” söyledi. Sözcü, Amerikalı yetkililerin, Hürmüz Boğazı’ndaki gelişmelerle ilgili olarak özür dilemesi gerektiğini savundu. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) ise, İran’ın, atom bombası üretmeyi amaçlamadığını göstermek için 4 hafta içinde nükleer programıyla ilgili tüm soruları yanıtlamayı kabul ettiğini duyurdu. UAEK açıklamasında, Tahran yönetiminin, “yeni nesil santrifüjler” hakkında bilgi sunduğu belirtildi. slında bu yazımı kesinlikle Dora Bakoyannis’e ayırmayı düşünmüyordum. Ancak son dönemdeki gelişmeler adeta mecbur etti. Yunanistan Dışişleri Bakanı Dora Bakoyannis ile Başbakan Kostas Karamanlis’in aralarının hiçbir dönem çok da iyi olmadığını ben dahil herkes bilir. Karamanlis’in çekingen ve çok da fazla dengeli olmayan politikalarına karşılık, Bakoyannis her daim akılcı ve daha cesaretli politikalar izlenmesinden yanadır. Ayrıca Dora Bakoyannis kendilerini iktidara taşıyan seçmenlerine karşı çok daha doğru, net ve inandırıcı ifadeler kullanır. Kafalarda soru işaretleri yaratacak “yuvarlak” açıklamalar yapmaz. Kendisi ile ilgili olmayan hataları ve zayıflıkları kesinlikle üstlenmez. Lafları evirip çevirmez. Kurnazlığa kaçmaz. Kısaca halk deyimi ile “delikanlı” kadındır. İşte bu karakterinden dolayı zaman zaman da eleştirilir. Dora’nın başka bir ilginç yönü de Sarkozy’yi çok beğenmesidir. Beğenisi Sarko’nun da kendisi gibi sağcı olmasından kaynaklanmıyor. Yunanlı bakana göre Sarkozy son dönemde dünyadaki en doğru liderlerden biri. Aslında ilk bakışta ters gelse de düşünüldüğü zaman kısmen haklı olduğu ortaya çıkıyor. Türkiye’nin AB içinde yeri olmadığını söylediği zaman başta Türk aydınları (!) olmak üzere herkes Sarkozy’ye ateş püskürmüştü. O dönemde Türkiye’de “ağzı olan” konuştu. “Konuştular da ne oldu?” diye sorarsanız, hiçbir şey olmadı. Sarkozy yine aynı yolda devam ediyor. Eskiden Türkiye ile ilgili ne açıklama yaptıysa, bugün de aynı açıklamaları yapıyor. Kaldı ki Türkiye’nin AB içinde yeri olmadığı konusunda kullandığı tüm ifadeler, hiçbir yanlış anlaşılmaya yol açmayacak kadar net. Bugüne kadar önceki Fransız liderleri başta olmak üzere birçok AB ülkesi bakan ya da başbakanı, Türkiye ile adeta dalga geçercesine oynadı. Sonra Sarkozy ortaya çıktı ve Türkiye’nin gözüne gerçekleri net bir biçimde soktu. Onun bu tutumu aynı zamanda AB’nin diğer ikiyüzlü liderlerine bir mesajdı. Sarkozy bu noktada doğru olanı yaptı. İşte Yunanistan Dışişleri Bakanı, Sarkozy’i bu tutumundan dolayı seviyor. Sarkozy ile Dora’nın çelişkileri ise uyguladıkları politikalarda ortaya çıkıyor. Sarkozy dışarıda doğru, içerde ise samimiyetsiz politikalar uygularken, Dora içerde doğru, dışarıda ise biraz A HAÇLI SEFERLERİ’NİN BELGESİ BULUNDU MADRİD (AA) İspanya’daki Segoiva Katedrali’nde, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı savaş için vergi talep edilen Papalık fermanının 5 örneği bulundu. 1473 tarihli mührün bulunduğu Papalık fermanının bilinen tek kopyasının 2. Dünya Savaşı sırasında yıkımlarla ortadan kaybolduğunu belirten yetkililer, bulunan 5 örneğin “İspanya’da, matbaada basılan ilk Papalık fermanı” olmasından dolayı önem taşıdığını ifade ettiler. Uzmanlar, fermanların 1473’te Papa 4. Sixto adına diplomatik görevle İspanya’da bulunan, daha sonra 6. Alejandro adıyla papa olan Kardinal Rodrigo de Borja tarafından getirildiğini belirttiler. Söz konusu 5 örnek papalık fermanında, o dönemde Katolik kilisesinin Osmanlı devletine karşı Haçlı Seferleri’ne destek için farklı vergi taleplerinin olduğu bildirildi. Fotoğraf: REUTERS AŞIRI SAĞ KULLANIYOR arihte ilk parayı İÖ 7. yy’da, Salihli yakınında başkenti Sardes olan Lidya Krallığı, altıngümüşün doğal karışımı olan “elektrum”dan bastı. Dedesinin bastığı para ile yarattığı devrim sonucunda Kral Karun dünyanın en zengin adamı oldu. O tarihten bugüne değin, kendi adına para basabilmek için egemen “devlet” olmak gerekiyor. Anayasamızın 1. maddesinde “Türkiye devleti bir cumhuriyettir” denildikten sonra 3. maddenin son cümlesinde “Başkenti Ankara” olarak öngörülmüştür. TC’nin tek söz sahibi, başkenti Ankara’daki TBMM olan yasama organıdır. Anayasanın 87. maddesinde TBMM’ye verilen görevler arasında “...para basılmasına ve savaş ilanına karar vermek...” kuralı yer alır. Anayasaya göre “para basma” yetkisi “savaş ilanı kararından” bile önde gelir. TC adına TBMM kararı ile parayı kim basar? Merkezi, başkent Ankara’da olan “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB)” basar. Bu kurumun adı “Merkez Bankası” değil “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası”dır. TCMB, 15 Haziran 1930 tarih ve 1715 sayılı yasa ile başkent Ankara’da kurulmuştur. İki yıl önce, Devlet Bakanı Ali (gençliğinden dolayı Bebecan olarak da anılan) Babacan “Türkiye finans merkezi oluşturmak amacıyla Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınacağını” söyledi. Üstelik, Bebecan’ın Ankara milletvekili olduğunu da unutmayın! Öneriye şiddetle karşı çıkıldı. Tasarı önlendi sanıldı. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in vetolarından dolayı geçici olarak hasır altı edildiği şimdi daha iyi anlaşılıyor. O tarihte Ankara Sanayi Odası (ASO) Başkanı ve bugünkü hükümette Sanayi ve Ticaret Bakanı olan Zafer Çağlayan Bebecan’ın açıklamasını “şaka olarak” karşılamıştı! Bugün aynı koltuktaki bir başka genç bakan Mehmet Şimşek dosyayı aralık ayında hasır altından çıkardı. Ankara’da ABD Büyükelçilik müstahdemi, İngiliz vatandaşı, TCMB’ye atanması konusunda Sezer’den vetolu Şimşek’ten başka ne beklenir? İşin artık “şaka” değil, “kaka” olduğunu acaba sayın Çağlayan algıladı mı? Bugünkü ardılı Nurettin Özdebir, “Şim T KAVŞAK ÖZGEN ACAR şek’i önce Londra’dan Ankara’ya taşımak gerekiyor” diyor. “Cumhuriyet, başkent, bayrak, para basma” gibi kavramları bir çırpıda dışlayan bu girişim hakkında TC Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ne diyor: “Merkez gidecek. Kimseye danışmaya ihtiyacımız yok!” Erdoğan’ın TC Anayasası’ndan bile haberi yok. TBMM’deki milletvekilleri kim oluyor ki? Erdoğan’a göre onlar “Elinizi kaldırın deyince el kaldıran birer kukla” olmalılar. Bugün, Almanya, Avustralya, Hindistan dışında AB’nin tüm üye ülkelerinde, ABD’de, dünyanın finans merkezi İsviçre’de, merkez bankaları hep başkentlerdedir. 2. Dünya Savaşı sonrasında ikiye bölünen Almanya’da Bonn, Batı’nın başkenti olurken, Merkez Bankası da Frankfurt’ta özellikle bırakılmıştı. Avustralya ve Hindistan’ın federal yapıları, kıtasal büyüklükleri dikkate alınarak, bölgesel dengeleri korumak amacıyla böyle bir düzenlemeye gidilmişti. Erdoğan, TCMB’nin önerisi ve TBMM’nin oluru olmadan, İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş’a aralık ortasında “Merkez’e yer bulun” talimatı vermiş. O da yememiş içmemiş, Merkez Bankası gibi kaymaklı kadayıfı lüplemek için yer bulmuş. Ankaralı işadamlarından tepkiler yoğunlaşınca geleceğin diktatör adayı Erdoğan “Tartışmaya gerek yok, yasa çıkartır, Merkez’i İstanbul’a taşırız. Yeri bile hazır” demiş. Anlaşılan Erdoğan’ın TBMM’deki kuklaları ellerini kaldırmaya çoktan kurgulanmışlar. TCMB’nin ardından sırayla Ziraat, Halk, Vakıf bankaları ile BDDK ve SPK de İstanbul’a taşınacakmış! Her halde ikinci aşamada, Hazine Müsteşarlığı, Maliye Bakanlığı da İstanbul’a göç Kral Karun’dan Diktatör Adayına! ettirilerek TC’nin içine edilecek demektir. Ondan sonra sıra, paralarda Atatürk’ün resimlerinin kaldırılmasına, Erdoğan’ın resimlerinin basılmasına gelecektir. Ardından Erdoğan, Doğu’da, Güneydoğu’da, Orta Anadolu’da, işsizlikten, terörden kaçanların İstanbul’a gelmelerinde “vize” uygulamasına da başlayacaktır. Ne demişti Erdoğan: “İstanbul’a parası olan gelsin...” Ha AB, Türk vatandaşlarına bunu söylemiş, ha Erdoğan demiş! Yoksul Doğulum terörü çeksin, zengin TCMB’si İstanbul’a gelsin... Başbakanımızın “toplumsal adalet” anlayışını bundan güzel başka ne anlatabilir ki? Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün, göç hakkında “İstanbul’a bir kalori katkı yaratmaz, Ankara’yı bir deri kemik bırakır.” diyor. İstanbul Ticaret Odası ile yeşil sermayenin karargâhı MÜSİAD başkanları göçü destekliyorlarmış. Bu göç ile Ankara’nın yıllık kaybı 1.5 milyar dolar olacakmış; kimin umurunda? Anayasal olgular dışında, pratikte de önemli sorunların yaşanacağını TCMB’nin eski başkanları Cafer Tayyar Sadıklar, Süreyya Serdengeçti, bugünkü başkan Durmuş Yılmaz da açık seçik söylüyorlar. 1500 dönüm üzerine Anadolu yakasında kurulacak finans merkezinin faturası 1 milyar dolar olarak öngörülüyor. Bu parayı kim bulacak? Hangi bütçeden karşılanacak? Her yıl Türkiye’ye borç vermekten bıkan IMF, bu parayı karşılayacak mı? Borsanın yüzde 70’ine egemen olan yabancı yatırımcılar, bu olayı “TCMB’nin bağımsızlığına gölge düşüren, banka içinde anlaşmazlığı gösteren bir güvensizlik olarak” kabul ediyorlar. Bu parayla Doğu’da, Güneydo ğu’da yatırımlar yapılsa, işsizlik önlenip kalkınma sağlansa, göç önlense, orada terör diye bir bela kalır mı? Bu kurumlarda çalışan 6 bin görevli, tıpkı Doğu Anadolu’da zorunlu göçle yurtlarından olan köylüler gibi perişan olmayacaklar mı? Aileleri ile birlikte 20 bini aşan insanın kurulu düzenleri, üniversitedeki çocukları ne olacak? Çalışan eşlerin bölünmüşlükleri toplumsal ve ekonomik sorunlar yaratmayacak mı? Bazı görevliler İstanbul’a gitmeyip istifa edince, her halde onların yerine 2001’de siyasadan arıtılmış Merkez Bankası’na AKP kadroları yamanacak. Her ekonomist, her maliyeci; para ekonomisinden, emisyondan anlar mı? Yeni kadrolar, BebecanŞimşek ikilisinin kararları ile allak bullak etmek istedikleri bu kurulu bağımsız düzeni daha da bozmayacaklar mı? Trafiği felç 15 milyon nüfuslu İstanbul’a bu göç kambur üstüne kambur yüklemeyecek mi? Ankara’da bankanın binasının altındaki milyarlarca dolar değerindeki altın, döviz rezervleri ile değerli belgelerin güvenlik içinde İstanbul’a taşınmaları sorun yaratmayacak mı? Bu güvenlik için sigortanın faturasını Erdoğan mı, Bebecan mı, Şimşek mi ödeyecek? Bazı ekonomi yazarları, “TCMB’nin İstanbul’a taşınmasına bankanın kendisi karar vermelidir” diyorlar. Atamalar yapılmadığı için 7 kişi yerine 5 kişiyle toplanan Para Kurulu kararları ekonomiye gölge düşürüyor. Bankanın başkanı Yılmaz’ın istifa edeceği söyleniyor. İki yıl önce başlayan TCMB tezgâhını Sezer’in ileri görüşünün önlediği şimdi daha iyi anlaşılmıyor mu? Kuşkunuz olmasın... Yılmaz istifa eder, yerine bir günde atama yapılır, Çankaya yokuşunun sonuna ulaşmadan Cumhurbaşkanı kararı onayladığını açıklar. Ardından banka kararı alır, her şey kılıfına uydurulur. Sorun bankanın karar alması değildir. Sorun, TC’nin geleceği için TBMM’nin vereceği karardır. Bu konuda Ankara milletvekillerine önemli sorumluluk düşüyor. Tanrının laneti bu göçe “evet” diyen milletvekillerinin üzerinde olacaktır. Alman siyaseti Türklere endeksli Osman ÇUTSAY FRANKFURT Türkler ve Türkiye, Alman siyasetinin merkezinde yer almayı yeni seçim döneminde de sürdürüyor. Bu merkezi rol, yerel veya federal düzeydeki seçimlerde sürekli en önemli tartışma noktasına dönüşüyor. 27 Ocak 2008’de Hessen eyaletinde yapılacak yerel seçimler öncesinde, aynı koltuğa yeniden oturma olasılığı kamuoyu araştırmalarında sürekli düşen Eyalet Başbakanı Roland Koch’un yeni atılımları ortamı iyice gerginleştirdi. Partisi Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU) içinde bile zaman zaman neonazizmi anımsatan çıkışlarıyla “sağ kanat temsilcisi” kabul edilen Roland Koch’un, yabancı gençlerin ve bunlar içinde de özellikle Türklerin suç işleme oranının Almanlardan yüksek olduğunu savunarak bu kesimin üzerine gidilmesini ve yasaların sertleştirilmesini istemesi, tepkilere neden oldu. Birçok çevre, ırkçılık kokan tezlerle seçmen avına çıkan ve başbakanlığı kaybetme korkusu yaşayan Roland Koch’un, Alman siyaseti için ciddi bir tehdide dönüştüğünü ileri sürdü. Geçen yıl sonunda biri Türk diğeri Yunan iki gencin 76 yaşındaki bir Alman’ı Münih metrosunda dövmesi, medyada ve özellikle de Avrupa’nın en büyük bulvar gazetesi günlük 4.5 milyon satışlı Bild’de günlerce manşetten işlenmiş, özellikle Türk genci Serkan A. ile ilgili adeta bir “sürek avı” başlatılmıştı. SPD Genel Başkanı Kurt Beck, “Koch’un seçimleri kaybetmesi Almanya için ilahi bir lütuf olurdu” dedi. SPD Meclis Grubu Başkanı Peter Struck, Roland Koch’un Münih metrosunda yaşanan korkunç olay nedeniyle çok mutlu olduğunu belirterek, “Acaba Hessen Başbakanı bu saldırganlar iki Alman genci olsaydı konuyu bu kadar öne çıkarır mıydı, diye soruyorum” dedi. Sol Parti milletvekilleri Prof. Dr. Hakkı Keskin ve Sevim Dağdelen, Türklerin seçim sandığında bu yaklaşıma gereken yanıtı vereceğini belirttiler. ‘EĞİTİM KAMPI’ PLANI CDU’nun yönetiminde olduğu eyaletlerin içişleri bakanları cuma günü yaptıkları olağanüstü bir toplantı sonrasında yasaların sertleştirilmesi ve suç işleyen yabancıların daha kolay sınır dışı edilmesine yönelik önlemler alınması talebinde bulundular. Suç işleyen gençler için “Eğitim Kampları” kurulması ve kamuya açık alanların video kameralarla daha yoğun izlenmesi de talepler arasında dikkat çekiyor. oacar?superonline.com