Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
18 OCAK 2008 CUMA söyleşi Demokratik ülkelerde anayasalar iktidarlar, çoğunluk partileri için değil tüm halk için yapılır C R T R E 11 Dayatma demokrasiye uymaz SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU AKP hükümetinin, sipariş üzerine, her türlü hukuk ilkesi göz ardı edilerek hazırlattığı Özbudun anayasası Türkiye’yi içinden çıkılması olanaksız bir yola sokacak. Bunun değerlendirmesini Bahçeşehir Üniversitesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Süheyl Batum’la konuşuyoruz. Süheyl Hoca aynı zamanda Marmara Grubu’nun bir anayasa ilkeler paketi çalışması için oluşturduğu Anayasa Platformu’nun da başkanı. Süheyl Hoca, AKP anayasasını fena halde topa tutuyor. Bunu şakşaklayan sözüm ona aydınlarla inceden alay ediyor. “Bu faşist bir anayasa taslağıdır” diye tepkisini ortaya koyuyor. Bir anayasa hukukçusu olarak, sizce her isteyen hükümet aklına estiğinde kendi anayasasını yapabilir mi? BATUM Kesinlikle yapamaz. Liberal anayasalar yapma geleneği 1787’de ABD Anayasası’yla başladı. Bu çerçeveden baktığımız zaman yapılan anayasalarda şöyle bir anayasa kuruculuk işlevi ortaya çıkmış: Anayasaları ya sıfırdan yeni baştan yapıyorsunuz, buna asli kuruculuk deniyor ya da mevcut anayasanın üzerinde birtakım değişiklikler yapıyorsunuz, buna da tali kuruculuk deniyor. Bu ikisinin işlevi ve uygulamalarına baktığınızda her hükümet yüzde 45, yüzde 50, yüzde 55 aldım düşüncesiyle kendi anayasasını yapamasın diye, anayasaların, belli dönemlerde seçimlerle gelen siyasal iktidarlara üstünlüğünü belirlemek için çıkarılmıştır. Mademki anayasa bir toplum sözleşmesidir, belirli bir dönemde gelen iktidarlardan da bu iktidarların oluşturduğu kurallardan da üstün olsun, demiş. Bunun için anayasa kuruculuğu diye bir kavram ortaya çıkarılmış. Bu, her iktidarın “Ben bugün iktidarım. İstediğim anayasayı getireyim. Bir daha fırsatım olmaz” demesini engellemek için yapılmıştır. İyi de, bizdeki iktidar bunun tam tersini yapmıyor mu? Türkiye’de bunu söylediğimiz zaman şu sanılıyor: “Ben şu kadar oy aldım. O halde ben kendi anayasamı yapamayacak mıyım?” Tabii ki anayasa değiştireceksiniz. Bunun kuralları var. Ama her iktidar, şu kadar oy aldığı ve kendi kurallarını da koyduğu için anayasasını da yapabileceğini düşünemesin diye bu kural getirilmiş. Bir ülkenin siyasal sistemini çatan bir anayasayla daha sonra yapılan anayasa değişikliklerinin bile belli bir dönemde yapılmış olduğu için aynı olmayacağı, aralarında bir hiyerarşi bulunup bulunmayacağı bile anayasa hukuku teorisinde çok ciddi biçimde tartışılmıştır. Her siyasal iktidar kendi anayasasını yapmamalıdır. Eğer yapacaksa mutlaka anayasayı yapmakla görevli bir meclis oluşturmalıdır. Bu hem teorik açıdan böyledir, hem uygulamada da böyle olması gerektiği görülmüştür. Bu konuda dünyadan örnek verebilir misiniz? ABD’den Belçika’ya, Danimarka’ya, İspanya’ya, Finlandiya’ya, Yunanistan’a, Hollanda’ya, Portekiz’e, İsviçre’ye kadar bütün demokratik ülkele rin anayasalarına bakın; hep şunu söylüyorlar: Sen bir gün çoğunluğu elde ettin. Anayasa yapmak istiyorsun. O zaman meclisi feshedersin. Halka gidilir. Bir meclis oluşturulur. Ancak o meclis o anayasayı yapar. HER SİVİL DEMOKRAT DEĞİLDİR 22 Temmuz seçimlerinden önce haziranda Tayyip Erdoğan’ın Prof. Ergun Özbudun’a yeni anayasa yapma siparişini verdiğini biliyoruz. Sözüm ona demokratik ve AB’ye üye olmak isteyen bir ülkede uluslararası hukuka aykırı böyle bir uygulama nasıl yapılır? Bana göre bu sorduğunuz soru esas Türkiye’deki teknik ve bir anlamda kafa karıştıran birçok kavramın yeniden gözden geçirilmesinin zorunlu olduğunu gösteriyor. Türkiye’de bir kesim, “İktidar demokrasi getirmek istiyor. Ama bu demokrasiye karşı direnen güçler, asker, ulusalcılar, liberal olmayan anayasacılar var. Oysa bizim iktidarımız son derece demokratik reformlar yapmak istiyor” diyorlar. Ülkede birtakım “aydınlar” da buna ‘ Her siyasal iktidar kendi anayasasını yapmamalıdır. Eğer yapacaksa mutlaka anayasayı yapmakla görevli bir meclis oluşturmalıdır. ’ temsil edilirdi. O meclis de anayasayı yapardı. Ayrıca 22 Temmuz seçimlerinde bunların bu kadar büyük oy oranıyla iktidara geleceklerini haziran ayında kestirmek mümkün müydü? Öyle bir şey tabii ki belli değildi. Biz çok demokratiğiz ya. Bir baktık çoktan anayasa siparişi verilmiş. Metni hazırlanmış ve sunulmuş. Demokratik olduğu söylenen Türkiye’de 2007 yılında bunu yapıyoruz. Biz anayasacılar olarak neden buna karşıyız? Çünkü karşımıza bir anda bir anayasa çıkıyor. Sayın Ergun Özbudun bir televizyon programına çıkarak anayasayı açıkladı. Daha sonra bu anayasa için AKP’nin ileri gelenleri ve hukukçularının Abant’ta bir toplantı yapacağı duyuruldu. Bu toplantının görüntüleri televizyonlarda yayımlandı. Daha sonra AKP’nin Grup Başkanvekili çıktı, “Anlaştık. İkiüç konu kaldı. Onu da Sayın Başbakan’a sunacağız. O karar verecek” dedi. Bunları biz uydurmuyoruz. Somut olarak gözümüzün önünde cereyan etti. AYDIN YANILGISI O kadar demokratikler ki ne muha rini ulaştırabilecek” dedi. Biz de buna inanarak ve güvenerek Türkiye Barolar Birliği (TBB) olarak bir taslak öneri hazırladık. Ve demokratik katılımdan ne anladığını Sayın Dengir Mir Mehmet Fırat, “Ben bu taslağı dikkate dahi almıyorum” diyerek açıkladı. Ardından Sayın Başbakan, “Bu kale almaya bile değmez” dedi. Demokratik bir ülkede demokratik bir anayasa yapıyoruz. Ve hangi taslağın kale alınıp alınmayacağını iktidar partisinin başkanı ve bakanı belirleyebiliyor. Ondan sonra da buna inanmamızı bekliyorlar. “Biz bu işi çok demokratik yapıyoruz. Ama hazırlama yetkisi bizde. Kale alınıp alınmaması gerektiği yetkisi de bizde. Biz bu konularda tek yetkiliyiz. Ama bu işi çok demokratik yapıyoruz” diyorlar. Asıl tartışılması gereken, bazı iyi niyetli, saf aydınlardır. Herhalde başka bir şey değillerdir. Bu saf aydınlar, bunun son derece makul bir anayasa hazırlama yöntemi olduğunu sanıyorlar. Bu ülkenin aydınları, “İktidarımız ne eylerse doğru eyler. Çünkü biz iktidarla yan yana durursak bunun çok güzel sonuçları vardır” demez. Demesi gereken şudur: “Böyle bir şey olamaz. Hem anayasayı siz yapacaksınız. Oysa anayasa teori pılan hiçbir anayasa yok. İktidar partisi tek başına gelecek, “Anayasa yapmaya ben karar veririm” diyecek, sonra da kendini demokratik ilan edecek. Bugün bunun başka bir örneğini gösteremezsiniz. Faşist diktatörlükten çıkan İspanya’da, Yunanistan’da, dünyanın en kötü rejimlerinden birisi olan apartheid’dan çıkan Güney Afrika’da böyle yapılmadı. Türkiye’de iktidar çok demokratik bir iş yaptığına inanmak isteyebilir. Kandırmayı da öngörebilir. Çünkü bu, iktidarların hakkıdır. Ama Türkiye’nin aydınlarının bir bölümü, “Ne güzel, demokratik anayasa yapmak istiyorlar. Ama bir kesim de demokratik anayasa yapılmasını engellemeye çalışıyor. Bunlar sadece darbeyle anayasa yapmak istiyorlar” derse burada ciddi, temel bir sorun var demektir. REFERANDUM YOL AYRIMINDA YAPILIR Peki, demokratik bir ülkede her aklınıza estiği zaman referanduma gidebilir misiniz? Referandumların pek de demokratik olmayan yöntemler olduğu bilinmiyor mu? Birinci sorunuza cevap: Gidilmez. P O PROF. DR. SÜHEYL BATUM İstanbul, 1955 doğumlu. Ortaöğrenimini Galatasaray Lisesi, yükseköğrenimini Paris UnSorbonne Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde yaptı. 1980’de İÜ Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Kürsüsü’ne asistan olarak girdi. 1986’da “Siyasal katılma aracı olarak referandum” konulu teziyle doktorasını aldı. 1996’da Galatasaray Üniversitesi’ne geçti. 2000’e kadar İletişim Fakültesi Dekanlığı da dahil olmak üzere görev yaptı. 20002003 arası Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanlığı, 20032007 arası aynı üniversitenin rektörlüğü görevlerini yürüttü. 2007 Temmuz ayından beri de üniversitenin Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı’nda ders veriyor. inanmış görünüyor. Diyorlar ki: “İktidarımız çok demokratik. Zavallılar sivil bir anayasa yapacaklar. Ama bunu istemeyen bir kesim var.” Bir kere bu önyargıları tartmamız lazım. Seçimlerden önce hiç kimse bize, “Haberiniz olsun. Bu Meclis anayasa yapacaktır” demedi. Öyle deselerdi şu olacaktı: Ülkeyi yönetmek için istikrar gerekçesiyle baraj koyabilirsiniz. Ama anayasa yapmak için istikrar gerekçesini kullanmanız mümkün değildir. Yani yüzde 10’un altındaki kesimler anayasa yapmaya katılmasın mı diyeceksiniz? “Bu yönetmek için değildir. İstikrara gerek yoktur. İlk meclis anayasa yapsın” deselerdi örneğin barajı kaldırıp bir seçim yapılırdı, herkes o mecliste lefete ne de kendilerinin dışındaki hukukçulara danışılıyor… Çok demokratikler. O sırada Sayın Başbakan çıktı, “Merak etmeyin, anayasayı sizin için yapıyoruz” dedi. Sanki demokratik bir sistemde iktidar partileri kendileri için anayasa yapabilirlermiş gibi, bir fazlalık olarak bunları söyledi. sinde asli kuruculuk, tali kuruculuk diye kavramlar var. Onları göz ardı edeceksiniz. Hem de hangi katkıların dikkate alınıp alınmayacağına yine siz karar vereceksiniz. Böyle bir anayasa demokratik olabilir mi?” İşte, Türkiye’nin sorunu budur. Peki, yakın tarihte yeniden birtakım anayasalar yapıldı. Bunlar, AKP’nin sipariş anayasası gibi mi hazırlandı? Anayasa yapma geleneğini kapsayan 220 yıllık süreçte demokrasi dalgaları gibi anayasa yapma dalgaları da var. Son dalga, konjonktür olarak bundan 2530 yıl önce başladı. Dünyayı demokratikleşme dalgası sarmıştı. Bunların hepsine bakıyoruz. Böyle yaİkinci sorunuza cevap: Dünyada bir referandumlar tarihi, genel teorisi var. Referandumlar, bir yol ayrımında, halka ne yapılması gerektiğini sormak için getirilmiş bir yöntemdir. Ama referandumlar bazen referanduma çok benzeyen ama işlevsel yönden tam tersine dönen bir şekilde uygulanır. Geçmişten bugüne baktığımızda biz Türkiye’de referandum yapmıyoruz. Referandum görüntüsünde, antidemokratik olan plebisit yapıyoruz. İnsanlar, Türkiye’de yapılan kimi referandumun askeri dönemlerde yapıldıkları için bunlara plebisit denebileceğini, Ama Özal’ın ve şimdiki hükümetin yaptığı referandumların plebisit sayılamayacağını söyleyebilirler. ‘ Cumhuriyetin temelinde, bireyin cumhuriyetin bireyi olması esası vardır. Bireyin üzerinde devlet, tarikat, şeyh, şıh, ağa baskısı olmamalıdır. ’ ‘ TARTIŞMA YOK O arada da Başbakan, herkesin görüşlerini alacaklarını söyledi. Buna söz de verdi. Sonra nasıl oluyor da o sözünden döndü? O çok önemli. “Herkes bize görüşle Türkiye’de katılım yok. Yüzde 10 baraja dayalı bir seçim, sistemi demokrasi oluyor. Ama aydınlarımızın bir bölümü bu düzenden çok memnun. Referandum dikta için de kullanılabilir Ama özellikle üç ay önceki referandumda halk neye oy verdiğini biliyor muydu? Referandum tek konu için tek soruyla yapılmaz mı? Evet. Referandumu plebisitten ayırmanın üç yöntemi vardır. Birincisi, metnin nasıl hazırlandığıdır. Son referanduma bakalım. Dörtbeş soruyu halka bir anda sordular. Halk hangisine “Evet” dedi, hangisine “Hayır” diyecekti? Referandumun birinci özelliği, halka tek soru sormaktır. Ya da yirmi soru sorarsınız, öbürleri arada kaynar, halkın kafası da iyice karışır. Bir kere kafayı karıştırmayacak ve karışmaması için gerekli önlemleri alacaksınız. Bu, son referandumda yoktu. Çok demokratiğiz ya... İkincisi, halk eveti de, hayırı da dinleyecek. O sırada iktidar ne evetin ne de hayırın yanında duracak ki halk rahat karar verebilsin. Oysa bizim son referandumda halk neye karar vereceğini bilmiyordu. Ayrıca o referandum, referandum tezi yazan birisi için Türkiye referandumunu iki yönden dünyada tek örnek olarak gösterecektir. Çünkü referandum uygulamasına gidildi, sınır kapılarında oylamaya başlandı, neye karar verileceği belli değil. Tam üç gün kala referandumun metni değiştirildi. Bu uygulamanın dünyadaki tek örneği Türkiye’de oldu. İkinci olarak da referandum bitti. TBMM Başkanı çıktı, “Bana göre cumhurbaşkanının süresi beş yıldır” dedi. Ama Anayasa Komisyonu Başkanı Sayın Burhan Kuzu da “Hayır, yedi yıldır” dedi. Referanduma giden iktidar partisinin iki temel kişisi, daha referandumun ne getirdiğini bilmiyordu. Dünyada pek çok dikta rejimi de referandumla halkın başına bela olmadı mı? Napolyon da bunu yaptı, kendini demokratik yoldan imparator yaptı. İktidarlar bunu yapabilir. Ama Türkiye’de aydınların bir bölümü buna ağzını açamıyor, korkuyor, çekiniyorsa orada bir sorun vardır. Bugün Türkiye Nakşibendi ve Nur tarikatlarının yönetimi altına girmiş durumda. Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgeleri şeyhler, şıhlar, ağaların egemenliği altında. Böyle bir düzende demokrasi olur mu? Bir zamanlar Türkiye’de “gardırop cumhuriyeti” diye alay edilirdi. Şimdi takkeli liboşlar cumhuriyeti olmadı mı? Aynen böyle oldu. Oysa cumhuriyetin temelinde, bireyin cumhuriyetin bireyi olması esası vardır. Cumhuriyetin bireyinin fikri ne olursa olsun üzerindeki baskı en aza inmiştir. Bireyin üzerinde devlet, tarikat, şeyh, şıh, ağa baskısı olmamalıdır. Osmanlı ilerlemek istedi, olmadı. Cumhuriyeti kuranlar baktılar. Kadınerkek eşitliğinin olmadığı yerde ilerleme olamayacağını gördüler. Bireylere eşitlik getirmeyen hukuk düzeninde de olmaz. Eğitimin birliğinin olmadığı bir ülkede cumhuriyetin bireyi de olunmaz. Bugün ise kızların, din emrediyor diye başlarını örtmeleri, bize özgürlük olarak telkin edilmek isteniyor. Biz, “Din emrediyor diye başını örtmek özgürlüktür” diyoruz. Yarın devlet emrederse ne olacak? Ben de “Onun özgürlüğü. Uymak zorundayım” diyeceğim. Faşist özgürlüktür bu. Dinin buyruğunun özgürlük olarak adlandırıldığı bir ülkede yaşıyoruz. Tarikatları bize STK olarak kabul ettirmeye çalışıyorlar. Oysa STK’lerin en önemli özelliklerinden birisi, katılımın,bireyin özgür olmasıdır. Bir de bugün bize sandırılmak istenen, varmış gibi yapılan bir düzenin içinde yaşıyoruz. Bu düzen bize demokratikmiş gibi algılattırılmaya çalışılıyor. ’ Yargı bağımsız olmadan tarafsız olmaz Bu şekilde toplum kamplara bölünmüyor mu? Bölünmez olur mu? O AB’ci, bu darbeci, öbürü düşmancı, falanca Kürt, filanca ABD düşmanı gibi olmayan birtakım yaftalar yapıştırılmak isteniyor. İnsanlar da çok demokratik bir düzen içinde yaşadıkları sanısı içindeler. Türkiye’nin aydın olarak tanınan kişileri şunu söylüyorlar: “Demokrasi halkın bir iktidarı seçmesidir. Bizim iktidarımız da seçimlerle geldi. Demokrasinin bundan güzeli olur mu?” Bu sözlerle de insanları kandırmaya çalışıyorlar. Oysa demokrasi çeşitli evrelerden geçmiştir. Örneğin Atina, kölelerin bulunduğu, kadınların oy hakkının olmadığı bir demokrasiydi. Bugün biri çıkıp buraya gelse şunu sorar: “Bu ne biçim demokrasi? 550 kişi, başlarında bir adam, karar iki dudağının arasında. Yetmiş milyonu bu yönetiyor.” Bugünkü çağdaş demokrasi katılımcıdır, paylaşımcıdır, çoğulcudur, özgürlükçüdür. Bugün demokrasi birtakım kurallara, kurumlara dayalı bir yönetim biçimidir. Bugün Türkiye’de katılım yok. Yüzde 10 baraja dayalı bir seçim, tek lidere dayalı partiler sistemi demokrasi oluyor. Ama aydınlarımızın bir bölümü bu düzenden çok memnun. Bu hükümetin yargı bağımsızlığını da yok ederek kuvvetler ayrılığı ilkesini bitirmek istemesini nasıl görüyorsunuz? Beğenmediğiniz Sovyet sonrası kurulan Orta Avrupa ülkelerinin anayasalarına bakın. Hepsinde denge ve fren mekanizmalarını yerleştirmişlerdir. Bunu da “Ben yüzde 47 oy aldım. Bütün kurumları ben yönetirim” diyemesin diye. Oysa burada Sayın Ergun Özbudun ve arkadaşları yeni anayasa yapıyor. Bakıyorsunuz, özerk kuruluşların tamamını anayasa taslağı metninden kaldırmışlar. “Neden” diye soruyoruz. “Yüzde 47 alan iktidar her şeyi yönetmeli. Başkaları denetlerse olmaz” yanıtını alıyorsunuz. O zaman kuvvetler ayrılığı nerede kaldı? Liberal anayasa teorisinde Montesquieu 250 yıl önce, “Elinde kuvvet bulunduran, bunu kötüye kullanmaya meyleder. Kuvvet kuvveti durdursun” sözünü boşuna mı söylemişti? Bunu hatırlattığınızda, “Aman şimdi bunu söyleme. İktidar kızar. Onlar yok. İktidar yüzde 47’yi aldıysa her şeyi o yönetmeli” diyorlar. Peki, tarafsız yargı söylemlerine ne diyorsunuz? Yargının kendisi zaten taraf değil mi? “Şu anda yargı taraf. Çünkü 367’de, türbanda bana karşı karar verdi. Tarafsız olması lazım. Ben yüzde 47 oy aldıysam harbe, darbe, ekonominin gidişatına ben karar veriyorsam yargının üyelerini de ben belirlerim” diyor. Ayrıca yargının bağımsızlığını savunanlara da “Jacobin” anlayış nitelemesini yapıyor. Bu aydınlarımız aynı zamanda, “Çok demokratiğiz” diyorlar. Oysa demokrasinin temelinde çoğulculuk, katılımcılık, hak ve özgürlükler, yargı bağımsızlığı ve laik hukuk sistemini de içeren hukukun üstünlüğü olacak. Nerede bu? “O yok. Olmaz. Tarafsız yargı olacak” diyor. AİHM’nin bütün kararlarını tek tek okuyun. Bunların anladığı gibi tarafsız yargıyı anlayan tek bir karar yok. Yargı tarafsızlığı adil yargılanmanın sadece bir boyutudur. Yargı bağımsız olmadan tarafsız olmaz. ‘ O AB’ci, bu darbeci, öbürü düşmancı, falanca Kürt, filanca ABD düşmanı gibi olmayan birtakım yaftalar yapıştırılmak isteniyor. İnsanlar da çok demokratik bir düzen içinde yaşadıkları sanısı içindeler. ’