03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

21 EYLÜL 2007 CUMA ekonomi PARİS’TEN UĞUR HÜKÜM Avrupalılar borca battı merkez bankaları çaresiz İngilizler çarşıpazara çıkmaz oldu. Kredi kartı ve kredilere çok yüklenen halk, artan mortgage faizlerinin de etkisiyle tasarrufa yöneldi. İngiliz halkının toplam borcu 7 trilyon dolara yaklaştı. Ekonomi Servisi İngiltere’de ekonomistler tüketicinin çarşıpazarı terk etmesiyle ortaya çıkan ekonomik durgunluğa dikkat çekerken ülkede halkın toplam borcunun 3 trilyon 345 milyar sterline (6 trilyon 774 milyar dolar) ulaştığı bildirildi. Sürekli tüketimle geçen uzun bir dönemin ardından İngiltere’de tüketicinin kredi kartına yükledikleri ve ferdi kredilerle elde ettikleri büyük borçların etkisiyle alışverişten uzaklaştığına dikkat çeken uzmanlar, özellikle artan tutsat (mortgage) faizleriyle başa çıkabilme çabasının halkı tutumlu olmaya zorladığını ifade ettiler. Ev fiyatlarında iki yılda ilk kez düşüş sinyalleri görüldüğüne de dikkat çeken Bizde tüketici ekonomistborcu 82 milyar ler, artışın halen sürdüğü YTL tek yerin başkent Bankaların Londra olduğunu tüketicilerden kredi belirtti. Vatandaş kullanımı ve kredi kartı Danışma Bürolaharcamalarından rı’na borçları ile kaynaklanan alacakları ilgili danışmak isteyenlerin eylül ayının ilk oranında son haftasında 736 milyon bir yılda yüzde YTL artışla 82 milyar 3.4 20’lik artış yaşanmilyon YTL’ye ulaştı. dığı da belirtilirken Merkez Bankası’nın televizyon, buzdolabı, verilerine göre, anılan otomobil gibi sanayi ürünlerine hafta bankaların konut olan ilginin düştüğü dönemde, kredisi alacakları 171 ulaşım, sağlık gibi alanlardaki zomilyon YTL’lik artışla runlu harcamaların ise normal 27.5 milyar YTL oldu. seyrinde sürdüğüne işaret edildi. “DNA’sındansan Gel!” lardaki uygulamaları araştıracak, karşılaştıracak vaktimiz yok, ama bildiğimiz bir şey varsa o da buraların adı Fransa! Gözüne gözüne “modern ayrımcılık”ın da bir haddi var. “Kaçak göçleri denetim altına almak, suiistimali önlemek” adına en basit bireysel özgürlüklere darbe vurmak, insanı sevdiklerinden, en yakınlarından ayırmağa, onlardan uzakta yaşamağa mahkum etmeye kimsenin hakkı olamaz, diyenlerin sesi şimdilik yeterince güçlü çıktı ve duyuldu. ??? Bilinen rakamlarıyla 1947’den beri sayılan “aile birleşmeleri” 1970’li yıllarda ortalama 80 bini aşıyor. 1974’de durdurulan kitlesel göçlerin ardından, 1976’da “göç hareketlerini” denetime alabilmek amacıyla ilk kez yasal bir düzenleme getiriliyor. O tarihten itibaren hızla azalan aile bütünleşmeleri sayısı 19951996’da 10 binlere düşüyor. 199798’de dönemin sosyalist İçişleri Bakanı JeanPierre Chevenement’ın “Kaçakların Yasallaşması” operasyonu çoğunluğunu aile birleştirmeleri oluşturuyor. Bu arada 1987’den beri sayılmaya başlanan yabancılarla evlilik sayıları hızla yükseliyor. Doğaldır ki bu arada “Beyaz (Sahte) Evlilikler” olgusu devreye giriyor. Benzeri suiistimaller de gözüne alınınca sol olsun, sağ olsun iktidarlar yasalara sürekli yeni düzenlemeler getirmek zorunluluğunu hissediyorlar. 1976’dan beri 14 farklı yasal değişiklik yapılıyor. Özellikle Charles Pasqua (1986) ve Sarkozy’nin içişleri bakanı olduğu son dönemlerde, yani 2002’den bu yana, AB dışı göçmenleri ilgilendiren ve de Aile Birleştirmelerini içeren yasalar 4 defa baştan düzenleniyor. Baskı, kısıtlama ve keyfiyetin arttığı bu değişiklikler siyasi iktidarlar ve sağ, aşırı sağ muhalefet tarafından çoğu zaman ikiyüzlü ve popülist söylemlerinin aracı haline getiriliyor. Bu beşinci ve yeni girişim de, şimdiki Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy seçim öncesi verdiği sözlerden birini oluşturuyor. Elbette ki ayrıntısı daha önceden bilinmeyen sözler... Bu hafta yeniden ele alınacak yasal düzenlemeyi ayrıntılarıyla gelecek hafta tamamlayacağız... [email protected] C 9 sındansan “DNA’ gel!” ifadesini tırnak içine aldık ki, uzaktan bile olsa görebilecek “ırkçı” hassasiyetliler açık açık, ılımlı (!) “tarikatçılar” da için için sevinemesinler, hiç olmazsa “bu sözlerde bir bit yeniği var!” şeklinde düşünsünler diye. Aslında başlık ilk bakışta daha da vahim olabilirdi; örneğin, “Soyunda(m)nsan bizdensin” veya “Kanı(m)ndansan milletimdensin...!” Belki de anlatmak istediğimizi en iyi özetleyecek sözler, “DNA’nı kanıtla da gel!” olabilirdi... Çağdaş ayrımcılık, çağdaş ırkçılık doğaldır ki kendine çağdaş kılıflar, çözümler bulmak zorunda... İşte Deoksiribo Nükleik Asit, namı diğer DNA isimli kalıtım molekülü harikalar yaratmağa devam ediyor. “Öteki”ni eskiden kanının “asilliğine”, “bozukluğuna”, sınıfına; soysopunun adına, derisinin rengine, dişine, kafatasının boyutlarına; putu, tapınağı, Tanrı, piri, şahı, şeyhi, ağasına göre belirlerken, şimdilerde bir de DNA çıkardılar. Halbuki insana bakışa biyolojik, fizyolojik engeller eklendiği oranda ortaya çıkan sonuçlar insanlığa en kara tarihleri yazdırıyor. Özellikle 20’NCİ yüzyılda hangi vesileyle, hangi dava adına olursa olsun baskı ve denetim yöntemleri mutlaklaştığı, “tek boyutlu” bilimselleştiği (!) oranda varılan noktaların fecaati gün gibi açıkken, dün gibi canlıyken bu israr niye? Hele de Fransa’da... Böyle bir girişi cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin “sağ yumruğu” (!), kestirme adıyla “2. Sınıf Göçmenler Bakanı” Brice Hortefeux’nün “Aile Birleştirmesi” yönetmenliğine getirmek istediği yeni yasal düzenlemelerin çerçevesini, yol açabileceği olası tehlikelerin altını çizmek amacıyla seçtik. Biraz ağır olduğunun bilincindeyiz. Fakat Hortefeux’nün geçtiğimiz Salı günü (18 Eylül 2007) Millet Meclisi’nin özel bir oturumunda ele alınan tasarı, bırakın parlamento içidışı sol cenah veya İnsan Hakları hassasiyetli çevreler, bizzat iktidar partisi UMP içinden, Fransız Katolik Kilisesi, hatta Vatikan’dan bile öyle tepkiler aldı ki, hükümet kararı ertelemek zorunda kaldı. Neymiş efendim, benzeri yönetmelikler Almanya, Belçika, Danimarka, Finlandiya, Hollanda, İtalya dahil 11 AB ülkesinde uygulanıyormuş. Ora BU CARİ AÇIK ABD İÇİN BİLE FAZLA 18 Eylül’de yapacağı toplantıda faiz indirimi kararı alması beklenen ABD Merkez Bankası’nın (FED) Başkanı Ben Bernanke, ABD ödemeler dengesindeki açığın sürdürülebilir olmadığını söyledi. Bernanke, açığın şu an ABD ekonomisi için büyük bir sorun oluşturmadığını, ancak ilelebet sürmesinin de söz konusu olamayacağını vurguladı. FED Başkanı Almanya’nın başkenti Berlin’de yaptığı konuşmada, ABD’nin borç ödeme kapasitesinin de yabancıların Amerikan varlıklarını portföylerinde tutma niyetinin de sınırlı olduğunu, bu nedenle ödemeler dengesindeki büyük açığın kapatılması gerektiğini belirtti. ABD dış ticaret açığı yılın ilk 7 ayında 414.5 milyar dolar olarak açıklandı. PARA OTORİTELERİNİN BAŞI DERTTE Dünyanın önde gelen merkez bankalarının, geri ödenemeyen kredilerden kaynaklanan sorunlarla nasıl mücadele edileceği konusunda görüş ayrılığı içinde olduğu bildiriliyor. Merkez bankalarının kredi borçlarını fonlamayı daha ne kadar sürdürebileceklerini tartıştıkları belirtiliyor. Financial Times’ın haberine göre, İngiltere Merkez Bankası Başkanı Mervyn King’in Avrupa Merkez Bankası’nın aldığı önlemleri etkisiz olarak nitelemesi de tartışmaları alevlendirdi. İngiltere Maliye Bakanı Alistair Darling de bankaların krediler konusunda fazla rahat davranması ve borçların büyümesine neden olmalarından şikâyetçi. İngiltere’de 9 milyar dolarlık müdahale İngiltere’deki kriz büyüyor En yüksek faiz bizde ngiltere’de hükümet ve Merkez Bankası, 3 gün içinde 2 milyar sterlinin üzerinde mevduatın hesaplardan çekildiği ve borsadaki hisseleri büyük değer kaybına uğrayan Northern Rock adlı mortgage ve finans kuruluşunun bütün müşterilerine “mevduat garantisi” verdi. Krizin tüm sektöre yayılmasının önüne geçmek isteyen İngiltere Merkez Bankası (BOE), faiz oranlarını düşürmek için para piyasalarına 4.4 milyar sterlinlik (yaklaşık 9 milyar dolar) fon sağladı. BOE’nin yüzde 6.5’e ulaşan gecelik faizleri düşürmek için açtığı ihaleyle piyasaya sürdüğü 4.4 milyar sterline yüzde 5.75 faiz uyguladığı, taze paranın etkisiyle gecelik faizlerin düşmeye başladığı bildirildi. İngiltere’de normalde İ T ürkiye’de de Merkez Bankası’nın yaptığı 0.25’lik indirime karşın Türkiye’nin yüzde 17.25’le dünyada merkez bankalarının uyguladığı gecelik faiz oranı en yüksek ülke olduğu belirlendi. Türkiye bu faiz düzeyiyle, düşük faizli piyasalardan borçlanıp yüksek faiz veren piyasalarda değerlendirmek anlamına gelen “carry trade”de en çok sermaye getirilen ülke konumunda. bankalardaki mevduatın ilk 2 bin sterlininin yüzde 100’üne, sonraki 33 bin sterlinin de yüzde 90’ına devlet güvencesi veriliyor. Ancak hükümetin piyasaya yaptığı son müdahalenin ardından güvence miktarını tekrar gözden geçirmesi de gündemde. Banka yönetimi İngiltere’deki tüm ulusal gazetelere tam sayfa ilanlar vererek yeniden güven tazeleme çabasına girdi. İlanlarda Yönetim Kurulu Başkanı Adam Applegarth’ın imzasıyla yer alan metinde müşterilere, paralarının güvencede olduğu ve bankanın bu krizi atlatacak kadar iyi yönetildiği mesajı verildi. Krizin önlenmesinde geç kalındığına yönelik yorumlar gittikçe artarken, İngiltere Başbakanı Gordon Brown’un da siyasi geleceği sorgulanmaya başlandı. Hat ta uzmanlar, İngiltere’de yaşanan bu krizin Merkez Bankası Başkanı’nın işine bile mal olabileceğini savunuyorlar. İSSELER ASANSÖRE DÖNDÜ Haftanın ilk gününde yüzde 35 değer kaybeden Northern Rock’ın Londra Borsası’nda işlem gören hisseleri, Merkez Bankası’nın piyasalara yaptığı 4.4 milyar sterlinlik müdahalenin ardından yüzde 8 yükseldi. Bir diğer finans kuruluşu Alliance & Leicester, yüzde 31’lik düşüşü, yüzde 32’lik artışla telafi etmeye çalıştı. Ancak İngiltere’deki son 30 yılın en büyük mali operasyonu da bankanın müşterilerinin endişelerini gideremedi. Hesaplarındaki paralarını çekmek isteyenle rin oluşturduğu uzun kuyruklar sürdü. İNLERCE ÇALIŞAN TEHLİKEDE BBC’nin haberine göre, ulusal oyuncumuz Emre Belözoğlu’nun da forma giydiği Premier Lig’in köklü kulüplerinden Newcastle’ın ana sponsoru Northern Rock’ın Lloyds TSB veya Barclays tarafından satın alınması gündemde. Uzmanlar, Northern Rock’ın yaşanan kriz nedeniyle hisse fiyatının düşmüş olmasının, bankayı almak isteyenler için iyi bir fırsat olduğunu belirtiyorlar. Öte yandan Daily Telegraph’a göre, Northern Rock’ta çalışan 6 bin 500 kişi de işini kaybetme korkusuyla karşı karşıya kalabilir. B H Açılışa Bakan Özak, üst düzey Yönetici Bilmann ve Uşak’ın önde gelen isimleri katıldı. Eylül 2007’de Rauf Denktaş’la, A.Gül’ün eski ve yeni kimliğini Girne’deki evinde konuşuyorduk: Tamıtamına 13 Temmuz 1996 idi. Size, çiçeği burnunda Başbakan Necmetin Erbakan’ı 20 Temmuz kutlamaları için davet edip etmediğinizi sordum. Bana “Yahu adamcağız daha birkaç günlük başbakan; çağırmak aklıma gelmedi” demiştiniz... Benim ısrarım üzerine yine yemekte telefonla yaptığınız daveti Erbakan, inşallah diye geçiştirdi. Sonra ben, Kıbrıs’tan sorumlu Devlet Bakanı Abdullah Gül’ü yanınızda telefonla arayıp başbakanı getirmeye çalışması için ricada bulunmuştum. Eski hocasının ricasını kırmadı ve canını dişine takarak Başbakan Erbakan’ı KKTC kutlamalarına getirmeyi başardı; Denktaşçı ve KKTC’nin bağımsızlığını savunan bir Gül vardı... O zaman için, bir kaktüsten farksızdı!.. ABD ve AB için tabii... Gül şimdi KKTC’ye gidiyor, Cumhurbaşkanı olarak 1996’daki Kıbrıs’tan sorumlu Devlet Bakanı Gül ile 2007’deki Cumhurbaşkanı Gül arasında ne fark var? Başbakanları dışında tabii... O zamanki Erbakan, şimdiki Tayyip Erdoğan dışında!.. Arada neler olmuştu neler... 1) O zamanki Gül, bugün Türk halkının yüzde 90’ının düşündüğü gibi düşünüyordu. ABD’nin Ortadoğu (ve Kıbrıs) politikalarına o da karşıydı. Daha da ötesi antiemperyalist (ve milliyetçi) bir A.Gül kimliği sergiliyordu. Şimdi ise ABD (ve AB) ile “olağanüstü yakın ilişkiler içinde”; ABD’nin BOP’sini desteklediği gibi 2003’te Colin Powell ile çok özel anlaşmalar bile yaptı. Zaten Köşk’e 5 BIÇAK SIRTI EROL MANİSALI çıkışında Washington’ın mutluluğu ve desteği göz önüne alınırsa bu yakınlığın adeta, “stratejik bir işbirliği” sonucu olduğu kolayca söylenebilir. İşin ilginç yanı Türk halkının 1996’da sadece yüzde 60’ı ABD’nin Ortadoğu politikasına karşı çıkarken bugün oran yüzde 90’a ulaşmış. Buna karşın A.Gül yüzde 10’a düşen azınlık görüşün yanında yer almış. Çoğunluğun tarafındayken azınlığın yanına geçmiş. 2) 1996’da Denktaş’ın yanında ve KKTC’nin mutlak bağımsızlığına destek veren bir Gül vardı. KKTC ebediyen yaşamalı diyordu. Oysa aynı kişi AKP iktidara gelince Annan Planı’na ve M.A.Talat’a destek verdi. Her iki proje de Washington ve Londra’nın ürünleriydi. KKTC’yi yavaş yavaş eriten bir altyapı hazırlıyorlardı. 3) Bu da yetmedi, 1 Mayıs 2004’te Selanik’e giderek kutlamalara katıldı. Selanik’te, Rumların, Kıbrıs Cumhuriyeti olarak AB’ye tam üyeliğine girişinin şenlikleri yapılıyordu. İkinci Helen devletinin AB’ye girişine A. Gül Selanik’te alkış tuttu. 4) Bunlar da yetmedi, AKP hükümeti AB Kıbrıs’a Giden Gül Hangisi? ile öyle anlaşmalar imzaladı ki Türkiye 9 yeni üyeyle birlikte Rumlara karşı da yükümlülük altına girdi. AKP hükümetinin 2005 yılında Brüksel’le imzaladığı anlaşmalarla, “hükümet Rumları, Kıbrıs adasının tek egemen gücü olarak tanıdığını kabul ediyordu”... 5) Sayın Gül AB ile, beni şahsen de çok yakından ilgilendiren bir konuda inanılması güç anlaşmalara imza attı. Oysa 10 yıl önce bu tür yükümlülüklerin Türkiye’nin ulusal çıkarları ile taban tabana zıt olduklarını çok haklı olarak kendisi, Meclis kürsüsünden Türk ve dünya kamuoyuna ilan ediyordu. Türkiye’nin AB boyunduruğuna alınmasına 1995 ve 1996 yıllarında karşı çıkan Gül, AKP iktidarında tamamen farklı bir çizgiye gelmişti. Bu ödünler içinde KKTC baş köşede duruyordu. Cumhurbaşkanı Gül şimdi KKTC’nin Cumhurbaşkanı Talat’ı ziyarete gidiyor. Aslında ortak bir kaderleri var. Talat da, Gül de ABD ve AB’nin çok sevdiği siyasiler. Her ikisi de BOP’ye destek veriyorlar. Biri İslamcı diğeri solcu(!) zemininden gelmiş olsalar da ABD ve AB’nin projelerinde birleşiyorlar. 2004’te Annan Planı KKTC’de halkoylamasına sunulurken her ikisi de varlarını yoklarını ortaya koydular. “Yes be annem”e birlikte destek verdiler. KKTC’nin siyasal egemenliğine Talat da, AKP de destek vermiyorlar. Talat’ın CTP’si iktidara gelirken, Talat cumhurbaşkanlığına getirilirken AKP (ve Gül) en büyük desteği sağladılar. Her ikisi de soğuk savaş sonrasında ülkelerinde Batı taleplerine en olumlu biçimde yanıt verdiler ve veriyorlar. Bu anlamda soğuk savaş sonrasının tipik Batıcı siyasal figürlerini birlikte oluşturuyorlar. Bütün bunlar göz önüne alındığında her ikisinin de ortak bir kaderi paylaştıkları ortaya çıkar. Birinin soldan, diğerinin İslamcı kesimden gelmeleri hiç önemli değil. Onları yakınlaştıran ve ortak bir kaderde bütünleştiren en önemli öğeler Washington, Londra ve Brüksel’le olan çok yakın ve özel ilişkileridir. 20 Temmuz 1996’da benim yanımda, Denktaş’a bakarken gözleri parlayan mahcup ve saygılı Gül, şimdi M.A.Talat’a destek için Kıbrıs’ta... Kıbrıs BOP’nin ön karakolu. Buna karşı çıkan “Türkiyeci Denktaş” tasfiye edildi. Yerine Amerikancı ve AB’ci Talat getirildi. 1996’da Denktaş’a destek sağlamak için Erbakan’ı ite kaka Kıbrıs’a götüren Gül, şimdi Talat’a destek için adaya gidiyor... Soğuk savaş sonrasında Amerikan emperyalizminin Kıbrıs’taki zaferi kutlanıyor sanki... www.istanbul.edu.tr/iktisat/ emanisali Belçikalılar dünyaya Uşak’tan halı satacak Belçikalı Balta Grup, Uşak’ta iplik dokuma fabrikasından sonra şimdi de halı fabrikası kurdu. 11 milyon Avro’ya mal olan tesisle grubun Türkiye’deki yatırım miktarı da 23 milyon Avro’ya yükseldi. Murat GÜLDEREN UŞAK Belçika kökenli halı üreticisi Balta Grup, Uşak’taki orgazine sanayi bölgesindeki yatırımlarına bir yenisini daha ekledi. İplik üretim fabrikası dışında şimdi de halı dokuma fabrikasını faaliyete geçiren Balta, yılda 1 milyon metrekare halı üretip tamamını ihraç edecek. Balta Grup’un Uşak Organize Sanayi Bölgesi’ndeki yeni yatırımlarının açılışı Bayındırlık ve İskân Bakanı Faruk Nafiz Özak’ın katılımıyla gerçekleştirildi. Balta Grup Üst Düzey Yöneticisi Marcus Bilmann Türkiye’de yatırımlarına ara vermeden devam edeceklerini söyleyerek “Ülkede ekonomik anlamda risk görmüyoruz. Türkiye’de yabancı yatırımcılara verilen destek üretim için isteğimizi artırıyor ve güven veriyor” dedi. Bilmann, Uşak yerine neden Çin’de fabrika kurmadınız şeklindeki bir soruya, “Çünkü orada insanlar hem çalışmayı sevmiyor hem de güven vermiyorlar, ancak Türk işçisi kaliteli hizmet edip stikrar sağlıyor; girişimcilik ruhuna sahipler” şeklinde cevap verdi. Bilmann şöyle konuştu: “Uşak’ta kurduğumuz yeni yatırımımızla Türkiye’deki 10 milyon Avro’luk ciromuzu 25 milyon Avro’ya, işçi sayımızı da 180’den 700’e çıkarmayı hedefliyoruz.” Uşak OSB Yönetim Kurulu ve Türkiye Genç İşadamları Konfederasyonu Başkanı Hazim Sesli de hükümete makro reformların mikro reformlarla desteklenmesi çağrısında bulundu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle