03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 Dünya nüfusunun yüzde 5’ine su satışı yapan ulusötesi şirketler petrol şirketlerinin yıllık gelirinin yarısına ulaşabiliyor C dizi 21 EYLÜL 2007 CUMA Su üzerine küresel politikalar S u yönetimi gelişmiş ülkeler ile küresel şirketler için 1990’lı yılların başlıca gündem maddelerinden biri olmuştur. 20. yüzyılın son çeyreği içerisinde gelişen ve suyu metalaştıran yaklaşım sonucunda dünya nüfusunun yaklaşık olarak yüzde 5’inin kullandığı suyun yönetimi artık ulusötesi şirketler tarafından yapılmaktadır. Dünyada 2000 yılına kadar 100 ülkede özel su şirketleri işletmeye girmiş ve su hizmetlerinin bir bölümü özelleştirilmiştir. Bu nedenle 21. yüzyıl, dünya genelinde ve özellikle azgelişmiş ülkelerde su kaynaklarının nasıl yönetileceği üzerine uzun erimli strateji belirleme çabaları ile açılmıştır. 2002 yılı Eylül ayında Birleşmiş Milletler (BM) Rio+10 Zirve Konferansı ile 2005 Sürdürülebilir Kalkınma Komisyonu Konferansı’nın önemli konularından biri azgelişmiş ülkeleri doğrudan etkisi altına alacak biçimde su yönetimi konusu olmuştur. Gelişmiş ülkeler ile küresel su şirketleri uluslararası ölçekteki bu ve benzeri toplantılardan kendi çıkarları doğrultusunda kararlar çıkarabilmek amacıyla çeşitli toplantılar düzenlemiş ve teknolojilerinin tanıtımını yapmıştır. 2000 yılında Den Haag’da yapılan İkinci Dünya Su Forumu’nda ise BM, Dünya Bankası ve bazı su şirketleri tarafından küresel ölçekte su hizmetlerinin özelleştirilmesi hızının artırılması önerisi yapılmıştır. Özetle bu politikalar çerçevesinde su kaynakları, ekonomik değer olarak tanımlanan piyasa malı haline getirilerek küresel ticarete konu edilmektedir. Ancak hızla yaygınlaşan küresel su politikalarına karşın, özellikle gelişmekte olan ülkeler suyun hâlâ sosyal değerini vurgulamakta, gerçek su fiyatlamasına ve tam maliyetli sisteme sosyal gerekçelerle karşı çıkmaktadır. 1992 DUBLIN VE RİO KONFERANSLARI ‘Dünya Su Vizyonu ve Eylem Planı’ İ Yaşanan bu gelişmeler, insan yaşamının vazgeçilmez unsuru olarak toplumsal bir değer olan suyun artık ekonomik bir değer ve kâr alanı olarak tanımlanmakta olduğunu ortaya koymaktadır. Suyun küresel ticareti ulusötesi şirketlerce su kaynakları üzerinde serbestçe yatırım ve işletme yapılabilmesi için ‘yatırımcı hakları’ GATT (Hizmet Ticareti Genel Anlaşması) ve uluslararası anlaşmalarda güvence altına alınmaktadır. Su kaynaklarının ulusötesi şirketlerin doğrudan yatırım işletme alanı olması ve suyun serbestçe küresel ticarete konu edilmesi, her ülkede öncelikle su yönetiminde kamunun etkisinin azaltılması anlamına gelmektedir. Günümüzde, dünyanın pek çok yerinde su, mülkiyeti ve işletmeciliği ile birlikte kamu yönetiminin tekelindedir. Suyun yönetimi ‘arzyönlü’ yapılmaktadır. Bir başka deyişle, su düşük maliyetle sübvanse edilerek ödeme gücüne bakılmaksızın toplumsal yaşamın gereksinmelerini koşulsuz karşılama ilkesine göre sunulmaktadır. Ulusötesi şirketler bu yönetim modelinin kaldırılmasını ve yerine ‘talep yönlü’ yönetim modeli getirilmesini istemektedirler. Bunun anlamı, suyun tüm maliyeti hesaba katılarak, piyasa fiyatlama sistemi üzerinden sunulmasıdır. Böyle bir işleyişi en iyi yapacak olan yönetim modelinin kamuda değil piyasada; kamu işletmelerince değil özel şirketlerce yürütüleceği ileri sürülmektedir. çme, kullanma ve tarımsal sulama amacıyla kullanılan, insan yaşamının vazgeçilmez unsuru olan tatlı su kaynakları ile ilgili küresel politikalar belirleme çabası 1992 Dublin Su ve Çevre Konferansı ile 1992 Rio Kalkınma ve Çevre Konferansı’na kadar uzanmaktadır. Su kaynakları sorunu, asıl olarak Rio’dan sonra dikkat çekmiş, 1997’de BM Genel Asamblesi Özel Oturumu, “Gündem 21 Uygulamaları İçin Program Oluşturma” çağrısı yapmış, bu kapsamda tatlı su kaynaklarına ilişkin bir strateji çizmek üzere, 19982002 yıllarında çalışacak bir çalışma grubu oluşturmuştur. 2000 yılı başlarında Hollanda’da Dünya Su Forumu II (WWC 2000) toplanmış ve “Dünya Su Vizyonu ve Eylem Planı” geliştirilmiş, ancak sonuçlar küresel şirketler tarafından doyurucu bulunmamıştır. 2001 yılı sonlarında Almanya’nın ev sahipliğinde toplanan “Tatlısu Konferansı”ndaki yaklaşım yaklaşım, program ve eylem planlarının nasıl uygulanabileceği üzerine odaklanmıştır. BM Çalışma Grubu, Dünya Su Forumları ve Almanya Konferansı, diğer irili ufaklı çok sayıda toplantı ile birlikte, 2002 yılı Eylül ayında yapılan Rio+10 dünya toplantısında alınan kararlar, ulusal devletlerin önlerine su yönetimi ve örgütlenmesine ilişkin açık ve yaptırıma kavuşturulmuş kararlar olarak konulmuştur. Küresel su politikalarını belirleme toplantılarında Birleşmiş Milletler’in çevre birimi UNEP, diğer birimleri UNDP, UNESCO yer almakta, Dünya Bankası ve çeşitli bölgesel bankalar bulunmaktadır. Suez Lyonnaise gibi dünyanın büyük özel su şirketleri sponsor, yönetici ve katılımcı olarak ağırlıklı bir konuma sahip roller üstlenmektedir. Bu uluslararası konferanslarda ülkelerin çevre ve su işlerini yöneten bakanlık ve kurum temsilcileri ile su sektöründe etkinlik gösteren hükümet dışı küresel örgütler (NGO’lar) bulunmaktadırlar. 1990’lı yıllarda geliştirilen ‘governance’, yani “yönetişim tarzı iktidar yapısı”nda karar verme gücü; 1) devletuluslararası bürokrasi, 2) şirketler, 3) NGO adı verilen ve büyük bir bölümü şirketler tarafından kurulmuş ya da SUYUN KÜRESEL TİCARETİ Suyun sermaye tarafından küresel düzeyde kontrol altına alınması için imzalanan en önemli anlaşma ise 1994 yılında DTÖ’yü oluşturan anlaşmalardan biri olarak imzalanan ilk çok taraflı olma özelliğindeki GATSHizmet Ticareti Genel Anlaşması’dır. GATS Anlaşması’nın 2000 yılı Ocak ayından bu yana sürdürülen genişletilme ve derinleştirme müzakerelerinin 11 ana gündem maddesinden biri “Su iletim sistemleri, enerji ve atık su işleme” olmuştur. GATS Anlaşması ile suyun çıkarımı, işlenmesi, iletimi hizmetlerinin serbest piyasa koşullarında gerçekleştirilmesi kabul edilmiş ve su Dünya Ticaret Örgütü sistemi ve hukukunun güvencesinde en önemli ticari kâr alanlarından biri yapılmıştır. Bugün dünya nüfusunun yalnızca yüzde 5’i suyu ulusötesi şirketlerden satın aldığı halde, bu şirketlerin yıllık gelirleri dünya petrol ticaretinin yıllık gelirinin yarısına ulaşmış durumdadır. Bu büyük kârlılık potansiyeli, ulusötesi şirketlerin suyu WTOGATS Anlaşması üzerinden ticarileştirme çabalarını daha anlaşılır kılmaktadır. Dünyaca ünlü Fortune dergisinin Mayıs 2000 sayısında, su endüstrisinin küresel trendi ile ilgili olarak “20. yüzyılda petrol, devletler ve şirketler için ne ifade ettiyse, 21. yüzyılda da ulusların varlık düzeyini belirleyecek değerli bir meta olan SU aynı değerde olacaktır” öngörüsü yapılarak şirketler bu alana davet edilmiştir. Aynı tarihte uzmanların su endüstrisi için yaptıkları yıllık gelir tahminleri ise 400 milyar dolar ile petrol gelirlerinin yüzde 40’ı ya da dünya ilaç sanayiinin üçte biri düzeyindeydi. Ancak dikkat edilmesi gereken ve ayırt edici özelliğe sahip olan en önemli husus, suyun satışından elde edilen bu devasa gelirin dünya nüfusunun yalnızca yüzde 5’inden sağlandığı gerçeği. 1998 yılında, bu kez Dünya Bankası’nca hazırlanan bir raporda ise su piyasasının 800 milyar dolara yükselmesinin beklendiği açıklandı. Fakat Dünya Bankası, 2005 yılında su piyasasının büyüme hedefini revize ettiklerini ve yeni tahminlerin 1 trilyon doları aştığını açıklamıştır. Hızla kirletilen su kaynakları ve küresel ısınma su sorununu gündemin zirvesine taşıyor. şirketler ile birlikte çalışan sivil toplum örgütlerinin tekeline verilmiştir. Bir başka deyişle, politika üretme tekeli geniş toplumsal kesimlerin ve temsilcilerinin dışlandığı, buna karşılık sermaye kesiminin ağırlıklı ve açık iktidar sahibi yapıldığı bir sisteme verilmiştir. Bu sistemin temel boyutları bir sonraki bölümde ele alınmaktadır. Liberalizasyonun kirlenmedeki olumsuz etkisi azgelişmiş ülkelerde daha net görünüyor KÜRESEL POLİTİKALARIN TEMEL BOYUTLARI Günümüzde varılan aşama itibarıyla küresel su politikasının başlıca üç özelliği vardır: Birincisi sınır aşan nehir havzalarında havza yönetimi sisteminin kurulması, ikincisi suyun arza göre kamu eliyle değil talebe göre sermaye eliyle yönetimi, üçüncüsü ise su ve su kaynaklarının küresel serbest ticaret kapsamına alınmasıdır. Havza yönetimi oluşturmak bakımından, kurumsal altyapı hazırlama çalışmalarına, Avrupa Birliği’nin (AB) Uluslararası Nehir Havzası Bölgeleri oluşturulmasını ve bu bölgelerde uluslararası bir plana dayalı yönetim gerçekleştirilmesini emreden “Su Çerçeve Direktifi” iyi bir örnek oluşturmaktadır. Bu kapsamda AB ilerleme raporlarında Fırat ve Dicle’deki su yönetiminin İsrail ve komşuları ile birlikte ele alınarak gerçekleştirilmesi yönünde ülkemize öneri yapılmıştır. Küresel su politikası, su kaynaklarının yönetiminde ‘arz yönetimi’ yerine daha verimli su kullanımını teşvik ettiği ileri sürülerek ‘talep yönetimi’ modelinin yerleştirilmesini öngörmektedir. Bu modelde su mülkiyeti ve kullanım hakları, özel mülkiyet konusu olarak yeniden düzenlenmekte, tarımsal sulama ve belediye içme ve kullanma suyunda su işletmeciliği özelleştirilmektedir. Su kullanma haklarında kamu ağırlığına son vererek su kaynaklarını özel mülkiyet konusu haline getirmek, su işletmeciliğini ve altyapı sistemini ihale ederek özelleştirmek, uygulanmaya çalışılan küresel modelin özünü oluşturmaktadır. Bu modelin işleyebilmesi için şu anda hem mülkiyet hem de işletme tekelini elinde tutan kamu kurum ve işletmelerinin yeniden yapılandırılması gerekli görülmekte, bunlara biçilen rol ise özel sektörün bu işleri yapabilmesi için gerekli güvenli ortamı sağlamak olmaktadır. Çevresel muhalefet artıyor üresel yatırım ve ticaret, bir yandan su kaynaklarının kirlenmeK sini hızlandırarak, bir yandan da su kullanımını artırarak, su varlığı üzerinde olumsuz etkiler yapmaktadır. Bu durum, küreselleşmeye karşı çevresel muhalefetin en güçlü dayanak noktalarından biri haline gelmiş bulunmaktadır (BM 2000). Yatırım ve ticaretin hızla serbestleştirilmesi, kirletici sanayilerin, doğal kaynakları ve çevreyi koruyucu kuralları yeterince güçlü olmayan azgelişmiş ülkelerde yoğunlaşmasını artırmıştır. Kirletici sanayi yatırımları, bu kuralların gevşek olduğu ülkelere göç etmektedir. Bu durum, söz konusu bölgelerdeki su kaynaklarını hızla tüketmektedir. Liberalizasyonun, su kaynakları üzerindeki etkisi bu anlamda açık biçimde olumsuzdur. Özellikle Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi (NAFTA) özelinde ortaya çıkan sonuçlar, küresel su politikalarının meşruiyetini önemli ölçüde zedelemiş bulunmaktadır. Öte yandan ülkeden ülkeye değişse de bir ekonomide gayrisafi yurt içi hasıla başına düşen su miktarı olarak ölçülen ‘su kullanma yoğunluğu’, ticaret hacminin artmasına bağlı olarak artmaktadır. Böylece kıt olan kaynakların tükenme hızı da artmaktadır. 19902002 yılları arasında Dünya Bankası tarafından verilen su alanındaki özelleştirme kredileri bu dönem sonunda üç kat artmıştır. Dünya Bankası 19901995 yılları arasında 21 adet özelleştirme kredisi vermiş, bu sayı 19962002 yılları arasında yaklaşık üç kat artarak 61’e çıkmıştır. YAPISAL UYUM KREDİLERİ Dünya Bankası 1980’lerde azgelişmiş ülkelerin kamu kurumlarında reformlar için yapısal uyum kredileri oluşturduğunu açıklamıştır. 1990’larda Dünya Bankası tarafından verilen yapısal uyum kredileri hızlı bir şekilde artmıştır. 1980’li yıllar boyunca 64 ülkeye 191 adet olmak üzere toplam 27.1 milyar dolar kredi veren Dünya Bankası, 1990’lı yıllar boyunca 98 ülkeye 346 adet kredi vermiştir. Bu kredilerin toplam tutarı bu dönemde 71.7 milyar dolar olmuştur. Dünya Bankası’nın konuyla ilgili raporunda, bankanın 1980’li yıllardaki en önemli amaçlarından birinin bu alanda özel sektörün gelişmesi için teşvikler oluşturmak olduğu belirtilmiştir. Bu teşvik oluşturma çabaları daha sonra hızla artan bir şekilde özelleştirme talepleri olarak ortaya çıkmıştır. 1999’a kadar verilen yapısal uyum kredilerinin yüzde 70’i özelleştirme şartına bağlanmıştır. 19961999 yılları arasında Dünya Bankası’nca onaylanan 193 adet yapısal düzenleme kredisinin yüzde 58’ine karşılık gelen 112 adedi su alanında özelleştirme şartı ile verilmiştir. Dünya Bankası’nın yukarıda belirtilen teşvik ve özelleştirme politikaları sonunda, 1990’larda dünyada su ile ilgili özel şirketler sadece 1015 ülkede aktif iken 2002 yılında bu şirketlerin 56 ülkede iş yapar duruma gelmişlerdir. (Kaynaklar: Water Barons The Center For Public Integrity, 2003/ Center For Public Integrty Analyses) 19902002 yıları arasında Dünya Bankası tarafından su temini kredisi verilen 276 proje üzerinde yapılan incelemede, bu kredilerin en az 84 adedinin su alanında özelleştirme şartı ile verildiği belirlenmiştir. Dünya Bankası kredileri iki kategoride verilmektedir. Bunlardan birincisi belirli projeleri ekipman dahil olmak kaydı ile finanse etmek üzere 5 ve 10 yıllık uzun vadeli yatırım kredileridir. Diğeri ise 13 yıllık kısa dönem için verilen ve kurumsal reformlar için kullanılan yapısal uyum kredileridir. Kredi verilen projeler üzerinde yapılan incelemeler, su konusunda verilen Dünya Bankası kredilerin en önde gelen şartının özelleştirme olduğunu ortaya koymuştur. SÜRECEK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle