Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
21 EYLÜL 2007 CUMA kitap V A S I Z P E R T A V S I Z P E R KULE CANBAZI SUNAY AKIN C Bir Başka İstanbul! 15 Enis BATUR Etkinlik, ifrat, itlaf P rinceton, 2007 Kasımı’nda üçdört gizlisi saklısı yok bunun. Çağrının gerekçesini Türk şairini konuk etmek istiyormuş; oluşturuyor bunlar, biliyorum ; gene şu yaş önce NemetNejat'tan bir eposta, sorunu besbelli, Princeton'daki etkinliği sonra Efe Murad'dan telefon geldi; kendim açısından katılmayı gerektiren bir katılamayacağımı bildirdim. program olarak görmeme yetmiyorlar. Yaşım ilerlerken, hayatımda usul usul 'etkinlik Rotterdam ya da Parma şiir festivallerini tasfiyesi'ne girişir oldum. Ne kadarı neden önemli buluyorum öyleyse? Herşeyden yorgunluktan, doyum duygusundan, ne kadarı önce, temsil düzeyi uluslararası ve yüksek bu türden çabalara vakit ayırma olduğu için. Gençtim, şimdiki aklımla, Belles isteksizliğinden bilemiyorum, yurtiçinden ve Etrangères'e katılmazdım. On Türk şairi, yurtdışından gelen çağrıların çoğunu kibarca yazarı, kurbanlık koyun gibiydik salonlarda. savuşturuyorum son yıllarda. Kaldı ki, etkinlik O yıla dek, 1993'dü, hiçbir kitabım düzenleme salgını öylesine boyutlar aldı ki, çıkmamıştı Fransızcada. O gün bugün on çağrıları geri çevirmeyecek olsaydım, sanırım kitabım çevrildi, dostum Alfred Depeyrat kafamı kaşıyacak zamanım ve mecalim bunun Belles Etrangères'le ilgisini kurduydu kalmazdı. Pek çoğuna katılanlar nasıl Boğaziçi'ndeki bir sempozyumda, bence hiç yapıyorlar peki? Bilemiyorum. Ortada pek az mi hiç ilgisi yoktu: Kitaplarımın yolunu Bruno yakıcı ürünün dolaşıyor olmasının Roy, Levent Yılmaz, Timour Muhiddine, nedenlerinden biri, yazı ve sanat, kültür ve Nedim Gürsel, Abidin Dino açtı orada, düşünce yaşamının üyelerinin içlerinden çok unutmadım. Uçak korkumu bahane ettim, dışlarına enerjilerini sarfetmesi değil midir? yalan değil ama doğru da değil. Amerika'ya Princeton, yeryüzündeki şah üniversiteler (Boston'a ya da New York'a), üç günlüğüne arasında gösteriliyor; doğruluğunu gidilmez, üç aylığına giderdim. İşime kestiremem, ama bizden bir hebennekayı yarayacağı, keyif alacağım, anlamlı bulacağım için. Bir de, “Büyük Şaka”nın ikinci cildini konuk hoca olarak çağırdıklarına bakarak yazmak için! Princeton'da bir sömestir ders biraz şüphe besliyorum hakkında, açıkçası; vermeyi yararlı görebilirim, şiir okumak ve daha kötüsü, iş bizim gibilere geldiğinde, bon kitap imzalamak için gitmeyi hayır. Ayrıca, pour l'Orient ile bon pour l'Occident'ın biribirilerine karışması olabilir, şüphem buralara da uzanıyor. Abidin Dino Türk şiiri etrafında bir etkinlik düzenlemelerini hafife almayı en hafifinden çirkin bulurum, kesinkes küçümsenemeyecek bir girişim. Amerika'da “Seçme Şiirlerim”in yayımlanmış olması, bu yakınlarda okur önüne olan Graywolf Press'in “Modern Avrupa Seçkisi”nde yeralmak beni hem sevindirdi, hem de gururumu okşadı, benim yerime daha genç bir şairin gönderilmesi çok daha yararlı olur. Yurtiçinde de aynı sorunla karşıkarşıyayım. Aldığım sayısız çağrının ezici çoğunluğunu, etkinlik programı doldurma kaygısı biçimlendiriyor, görüyorum. Ben, sözlü etkinliği her vakit önemsemiş biriyim. Söz uçar tabiî, ama bu kadar da uçuculaştırılmaz ki. Düzenleyiciler, masa başında, işlerini şişiriyorlar genellikle. En pişkinleri, “gelin de ne isterseniz yapın” deme eşiğini geçenler. Genç bir edebiyatçı arayıp kendi “yapıt”ı üzerinde derin bir çözümlemeye girişmemi rica edebiliyor. Sonucu da görüyoruz hani, o dergilerde: “Mükremin Taşçı Şiirinde Kelebek İmgesinin Erişim Raddeleri hakkında bir Dönüşümsel Dilbilim Çözümlemesi”. Beni çoktan aştı varılan yükseklik çıtası, buradan duyururum. Gerçekten anlamlı ve yararlı olacağı düşüncesiyle katıldığım son üç etkinliği gözümün önüne getiriyorum. Ortak durum şuydu: Konuyla doğrudan ilgili neredeyse kimse yoktu salonda. Koltuklar doluydu genellikle, öyle bir tasadan kaynaklanmıyor burukluğum: Soru faslı başlayınca, tükenmez tiradlardan anlıyordum ki, adamlar sokaktan müşteri avlayan kameralara doğru üşüşmek, şecaat arzetmek istiyorlar. Masada, itlaf ediliyorum duygusuyla boğuluyor insan. Sözün özü, sıramı geniş çapta savmış biri sayıyorum kendimi, artık: Yüzlerce etkinliğe katıldım bugüne dek, yapacağımın çoğunu yaptım, azı kaldı. İşte orada da, biriki gönül borcu ödeme seansı dışında, seçicinin seçicisi olmak tek çare. Bruno Roy Nedim Gürsel Timour Muhiddine ünümüzden yaklaşık iki bin yıl önce, ünlü bilim insanı Strabon, Coğrafya adlı eserinde İstanbul’u anlatırken “denizden biraz içerlerde, içinde küçük timsahların yaşadığı bir pınar”dan söz eder. Burası, Namık Kemal’in arkadaşlarıyla toplantılar düzenlediği konağın çok yakınındadır. O yıllarda aydınların, yazarların ülke sorunlarına çözüm bulmak amacıyla bir araya geldikleri tepe, Namık Kemal’in koyduğu adla anılır hâlâ... Bu tepenin adı “Fikirtepe”dir!.. Strabon da timsahları Fikirtepe’nin yakınlarında, Kalamış Koyu’nda görmüştür. Strabo’nun gördükleri, Mısırlı denizcilerin Kalamış Koyu’na bıraktıkları timsahlar olamaz mı? Peki ya, Titanik ile Halide Edip Adıvar’ın ünlü eseri Sinekli Bakkal Sokağı arasına bir iskele uzatabilir miyiz? Titanik’e binmek üzere yola koyulan bir yolcu Fransa’nın Calais Limanı’nda kendisini İngiltere’ye taşıyacak vapurun güvertesinde palamarın çözülmesine engel olan sisin dağılmasını beklemektedir. Ne var ki, sis dağılmayacak ve vapur limandan ayrılamayacaktır. O yolcunun adı Besim Ömer Paşa’dır ve biletini de İstanbul’dan almıştır! Besim Ömer Paşa’nın bir fotoğrafı da Aksaray’daki Kızılay Sağlık Meslek Lisesi’nin odalarından birinde asılıdır. Bunun nedeni, Besim Ömer Paşa’nın o tarihi binanın okul yapılmasında olan katkısıdır. O bina ki, 1950’li yılların yanlış imar uygulamaları sırasında yıkılan sokaktan günümüze kalan tek binadır. Sokak, Sinekli Bakkal Sokağı’dır ve Halide Edip Adıvar ölümsüz eserini bu evin odalarından birinde kaleme almıştır! Dağ yollarında karşılaştığımız, üstünde bir geyik resmi olan uyarı tabelası da Resneli Niyazi’yi anımsatır bana… Devir, yasakların, jurnallerin cirit attığı II. Abdülhamit devridir. Resneli Niyazi Bey, böyle bir dönemde “Hürriyet” için iki yüz adamıyla Manastır’da dağa çıkar. Kolağası Niyazi, dağda karşılaştıkları bir geyikle dostluk kurar. Bu haberin yayılmasıyla Niyazi Bey’e “Hürriyet Kahramanı”, geyiğe de “Hürriyet Geyiği” adı verilir. Bu yürekli aydının yaktığı özgürlük meşalesi tüm ülkeyi aydınlatır ve 23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet ilan edilir. Niyazi Bey için süslenen Manastır G kentinde çekilen fotoğraflarda Hürriyet Kahramanı, adamları ve Hürriyet Geyiği birlikte poz verirlerken görülürler. Osmanlı Meclisi Mebusanı açılmış, ülkede biraz da olsa özgürlük rüzgârı esmeye başlamıştır... Ne var ki, Hürriyet Geyiği çok geçmeden Bayazıt’taki Letafet Apartmanı’nın bodrum katına hapsedilecek, kendisini merak eden İstanbullulara para karşılığında gösterilecektir. Tutsak edilen yalnızca Hürriyet Geyiği değildir; hürriyetin kendisi de dönemin iktidar partisi İttihat ve Terakki tarafından rafa kaldırılmıştır. İnsanların umutlarının boşa çıkışını eleştiren Ahmet Samim adlı gazeteci, bir akşamüstü, arkadaşıyla birlikte Cağaloğlu Yokuşu’ndan aşağıya doğru yürümektedir. 26 yaşındaki genç gazeteci kaldırımın yol tarafında, arkadaşı ise dükkân tarafında yürümektedir… Eminönü’ndeki Yeni Cami önlerine yaklaştıklarında, meydandaki güvercinler silah sesleriyle kaçışırlar… Ahmet Samim kanlar içinde yerde yatmaktadır! Katledilen gazetecinin arkadaşı ise vakit akşam olduğu için kepenklerini yarı yarıya kapatmış olan bir fırından içeri dalarak hayatını kurtarır… İki insan vardır ki, yirmi dört saat bir masa başında oturarak bu hüzünlü öyküyü konuşmaktadırlar! Onlar, Kulüp Rakısı’nın etiketindeki insanlardır. Kimdir bu iki adam? Halk arasında “Atatürk ve İnönü” olarak bilinseler de rakı şişesi etiketindeki iki insan andığımız bu iki Cumhuriyet mimarı değildir. İnönü sanılan, söz konusu etiketi de çizmiş olan İhap Hulisi Görey, Atatürk olarak bilinen de Fecri Ati topluluğunun şairlerinden Fazıl Ahmet Aykaç’tır… Ve, Hilal gazetesinin başyazarı Ahmet Samim’in son yürüyüşünde yanında olan, cinayetin tek görgü tanığı arkadaşı da etikette resmi olan şairdir! Resneli Niyazi Bey’i de son olarak Arnavutluk’un Avlonya İskelesi’nde görürüz… Hürriyet kahramanı Niyazi Bey, vapura binmek üzereyken silah sesleri duyulur… İskelede korkuyla kaçışan insanlar arasında Niyazi Bey dizleri üstüne çöker; göğsünden oluk oluk kan akmaktadır! Bir dağ yolunda, üstünde geyik uyarısı olan uyarı tabelasını görünce dikkat edin… Resneli Niyazi Bey, Hürriyet Geyiği’yle birlikte sizleri az ötede bekliyor olabilir! Neon/ Civan Canova/ MitosBoyut Yayınları/ 86 s. “Neon”, bir oyun yazarının, sahnede kendisiyle birlikte var ettiği kadınla yaşadığı sıra dışı öykü. Yazar yarattığı bu kadının sevgilisi, arkadaşı ve düşlediği kahramanı olur. Tüm hayatı boyunca yaşadığı anlam karmaşasını, yarattığı bu çok kimlikli kadınla çözmeye çalışır. “Neon”, yalnız bir aktörün özlediği ve arzu ettiği dünyayı kendine armağan ettiği iki kişilik bir düş oyunu. Taklitçiler/ V. S. Naipul/ Çeviren: Ali Cevat Akkoyunlu/ Merkez Kitaplar/ 270 s. Karayipler’deki Britanya sömürgesi Isabella adasında doğup büyüyen, Hint asıllı olmasına rağmen kendine Ralph Singh adını uygun gören anlatıcı, İngiltere’de aldığı eğitim sonrası iki kültür arasında ne denli bocaladığını, tökezlediğini ve kimlik sıkıntısı çektiğini fark eder. İngiliz eşiyle adasına döndükten sonra, siyaset alanında basamakları hızla tırmanır ve hatırı sayılır bir servet elde eder. Ancak düşüşü de aynı hızda olur. Naipaul’un kimlik sorununa sıra dışı bir pencereden baktığı; kültürlerin, insanların ve coğrafyaların arasında yapayalnız kalan bir adamın hikâyesini anlattığı “Taklitçiler”, yazarın Nobel konuşmasında özetlediği gibi, “insanlığın koşullarını taklit eden, kendileriyle ilgili hiçbir şeye güvenmemeyi öğrenmiş sömürge insanı”yla ilgili. kökenli Hrant Dink bir suikasta kurban gitti. Bu kitap, bir dönemi belgelerle gözler önüne seriyor. Gri Ruhlar/ Philippe Claudel/ Çeviren: Barış Behramoğlu/ Doğan Kitap/ 201 s. Kitap, 1917 senesinde Kuzey Fransa’nın küçük bir kasabasını anlatıyor. Kasabanın uzağındaki siperlerde savaş devam eder. Top sesleri gökyüzünde yankılanırken korkunç bir cinayet işlenir: Dondurucu kuzey rüzgârlarının estiği bir sabah, hancının on yaşındaki güzel kızı öldürülmüş olarak bulunur. Tüm şüpheler kasabanın yakınlarında yakalanan iki asker kaçağı üzerinde toplanır. Hızlı ve acımasız bir yargılama gerçekleşir. Yirmi yıl sonra kasabanın polis memuru olayları tekrar araştırmaya başlar ve küçük kızın öldürüldüğü hafta, başka cinayetlerin de işlendiği ortaya çıkar... Mısır Konseyi/ Leonardo Scıascıa/ Çev.: Kemal Atakay/ Can Yayınları/ 166 s. Yaklaşan Fransa Devrimi’nin etkileri 1783 tarihinde Sicilya’da görülür. Bu kargaşa ortamında, yozlaşmış soyluların zenginliğinden pay kapmaya kalkışan Maltalı rahip Giuseppe Vella, Mısır Konseyi adını verdiği sahte bir tarihsel belge düzenleyerek düzmece unvanlar, ayrıcalıklar, soy ağaçları uydurur ve bunları satar. Voltaire ve Rousseau okuyan, özgürlük, eşitlik, kardeşlik gibi düşünceleri dostlarıyla paylaşan avukat Fracesco Di Blasi ise düzenbaz rahibin karşısına dikilir... Tatlı Hayaller/ Barbara & Stephanie Keating/ Çeviren: Belma Dehni/ Doğan Kitap/ 590 s. “Tatlı Hayaller” tutkuyu, aşkı, acıyı ve intikamı konu alıyor. Kenya’da beyazların gittiği yatılı okulda okurken yakın arkadaş olan üç genç kız, kan kardeş olup dostluklarını ömür boyu korumaya yemin ederler. Hayat, Camilla, Sarah ve Hannah’yı farklı yerlere sürükler. Ülkenin politik atmosferi yanında ailelerinin tercihleriyle birbirlerine uzak hayatlara savrulurlar. Hannah İrlanda’da üniversite eğitimi alır, Camilla Londra’da başarılı bir modeldir, Sarah da Kenya’da kalıp aile çiftliğini ayakta tutmaya çalışır. Kitap, birbirlerinden uzakta yaşayan bu insanların dostlukları bir ömür sürebilecek mi sorusuna yanıt arıyor. Balkan Blues/ Petros Markaris/ Çeviren: İlknur Özdemir/ Merkez Kitaplar/ 130 s. “Balkan Blues” bugünün Atina’sında geçen dokuz öykü yer alıyor. Öykülerin ortak teması, Atina’ya yasal ya da yasa dışı yollardan ve özellikle Balkan ülkelerinden gelen ve büyük kentin renkli karmaşası, kalabalığı içinde kaybolan mülteciler. Keman sanatçısı bir Bulgar, Olimpiyat Stadı’nın inşaatında çalışan ve bir cinayete karışan Arnavut işçiler; yaşlı bir Yunan’ın en iyi dostu olan Afrikalı küçük bir kız; ocak başında garsonluk yapan maç hastası bir Sudanlı; Bosnalı Sırp olduğunu iddia eden ve dilencilik yapan genç bir Yunan kimyager; ailesiyle birlikte işlettiği lokantası’nda Rusya’daki yaşam felsefesini devam ettirmeye çalışan bir Rus; fahişelik yaparak hayatını kazanan Bulgarlar, Ruslar, Rumenler... Kod Adı Susurluk/ Fikri SağlarEmin Özgönül/ Arkadaş Yayınevi/ 480 s. 3 Kasım 1996 tarihinde Susurluk’ta bir kamyon ile bir Mercedes çarpıştı. Mercedes’in içinde bulunan kişilerin kimlikleri, Türkiye tarihinin en karmaşık skandalını ortaya çıkardı. Bazıları tesadüf dedi, bazıları ise cesurca skandalın üzerine gitti. Dönemin İçel Milletvekili Fikri Sağlar’a gönderilen bir ses kaydı, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını gösterdi. İhaleler iptal edildi; istifalar yaşandı; Türkiye çapında protesto eylemleri başlatıldı. Yıllar geçti. Şemdinli olayları patladı. Emniyet Müdürü Gaffar Okkan, öğretim üyesi Necip Hablemitoğlu, gazeteci yazar Ahmet Taner Kışlalı öldürüldü. 2007’nin Ocak ayında ise Ermeni Bahçetepe’den iki dünya rekoru Mehmet Emin BERBER DATÇA Dünya Beton Blok Kırış Şampiyonu Ali Bahçetepe, Datça Amfitiyatro’da gerçekleştirdiği “Dünya Beton Blok Kırış” rekoru denemesinde iki ayrı dalda dünya şampiyonluğunu kazandı. Bahçetepe, 1 dakikada 317 beton blok kırarak, Meksikalı Edvardo Estradu’ya ait dünya rekorunun yeni sahibi oldu. Bahçetepe, bir vuruşta 25 beton blok kırarak, dünya rekoru kırdı ve Guinness rekorlar kitabına girmeye de hak kazandı. Meksikalı Estradu, 15 Temmuz 2007 tarihinde 1 dakikada 127 beton kırarak, Bahçetepe’ye ait 24 saniyede 120 beton blok kırma dünya rekorunu geride bırakmıştı. Bahçetepe, yine Datça Amfitiyatro’da 16 Haziran 2007 tarihinde 24 saniyede 120 beton blok kırarak hem dünya rekorunu kırmış, hem de Guinness rekorlar kitabına girmeyi başarmıştı. Bahçetepe Güç hacmi 4.7 olan 60x20x7 boyutlarındaki platforma konan 325 beton bloktan 317 tanesine kırarak “Dünya Beton Blok Kırış” şampiyonu olurken, aynı denemede bir vuruşta 25 beton blok kırarak yeni bir dünya rekorunun da sahibi oldu. Bahçetepe’nin iki dalda kırdığı rekor Guinness Gözlemcisi Kally Garrett tarafından tescil edildi. Rekor denemesinin kurallara uygun yapıldığını söyleyen Garrett, “Bahçetepe’nin iki rekoru iki hafta sonra Guinness rekorlar kitabında yayımlanacak. Ben de rekor denemesini izlerken çok heyecanlandım. Kendisini kutluyorum ve yeni rekorlar bekliyorum” dedi.