03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 Ankara’daki PKK hücresinin Ulus saldırısından çok önce kente yerleştiği öne sürülüyor C haberler SÖZDEN YAZIYA GÜRAY ÖZ 21 EYLÜL 2007 CUMA PKK’nin hedefi kentler Mehmet FARAÇ Pandora’nın Suçu Yok “özgürlüğe” liberalizm dediklerinden, işten, ekmekten bağımsız bu tuhaf özgürlüğün pazarlığını kendi tanrılarıyla yaparken, ateşi, hakkı, hukuku isteyenlere, “eskimiş yıkılmış bir dünyanın heveslerinde ısrar eden Prometeus kafalı dinozorlar” demişlerdir. Şimdi sokaklar bir başka renge bürününce, kimi sosyologların aklı başlarına gelir gibi olunca, tehlike köşe başında belirince, “eyvah darbe tehlikesi” diye korkuyla kaleme sarılıyorlar. ??? Bir darbe tehlikesi var mı gerçekten? Hayır! Artık bu duruma “tehlike” diyemeyiz. Geç kaldık çünkü. Şimdi karşılaştığımız bir karşıdevrimdir. Sokak, yaşam alanları, tarzları bir bir düşmektedir. Yurdumuzun geleceği kuşatılmıştır, teslim alınmak üzeredir. Yeni bir anayasayla 12 Eylül’ü tasfiye edeceklerini zannedenler yurdumuzun asıl şimdi 12 Eylül’ün kara tuzağına düştüğünü bilmiyorlar. İşçilerin silahsızlandırıldığı, sendikalarının iğdiş edildiği, iş ekmek kavgasının lanetlendiği yılların boşluğunu neyin doldurduğunu yeni yeni fark ediyorlar, ediyorlarsa. Kitapları fırınlarda yaktıktan sonra ortalığı kaplayan kitapların cinsine bir baksaydılar, belki de daha önce uyanırlardı. Uluslararası finans kurumlarının, yarı tanrıların, zalim devletlerin, petrol peşinde, su peşinde planlar yapan Zeusların şimşeklerini zamanında sezseydiler, belki de böyle olmazdı. Gençlere köşe dönmeyi, insan olmak yerine kendinden başkasını düşünmemeyi anlatan bireyciliği öğretmeseydiler, belki sokaklar başka türlü olurdu şimdi. ??? Zavallı Pandora bütün kabahatin kendisine yükleneceğini biliyordu. Hiç suçu yoktu oysa. Artık boşaldığını düşündüğü kutuyu açtı. Dipte bir yerlerde küçücük, mini minnacık, tüy gibi bir şey kalmıştı. Umut. Eline aldı, sıcacık nefesiyle insanlara doğru üfledi umudu. [email protected] PKK’nin 23 yılı aşan eylem tarihinde ilk kez bu kadar büyük oranda patlayıcıyı bir kente sokması sadece büyük çaplı bir eylemi değil, örgütün saldırı konseptini de değiştirdiğini gösteriyor. Kandil Dağı’ndaki militanların son haftalardaki açıklamaları ve Ankara’daki bombalı minibüste kuşkuların PKK üzerinde yoğunlaşması örgütün şiddeti kentlere yayarak tırmandıracağı endişesini bir kez daha gözler önüne seriyor. PKK 28 Ağustos’tan bu yana yurttaşları sokak eylemlerine çağırıyor. “Mücadele temposu yükselecek, 2007 yılı sanıldığından daha zorlu ve çetin geçecek” şeklindeki tehditlerde ise “eylül” ayına ısrarla vurgu yapılması dikkat çekiyor. Ankara’daki bombalı minibüsü kente sokan hücrenin, Ulus’ta 22 Mayıs 2007’deki intihar saldırısı eylemini gerçekleştiren grup olduğu tahmin ediliyor. PKK’nin kentlerdeki sabotaj yapılanmasını oluşturan Kürdistan Özgürlük Şahinleri (TAK) üyesi olan Güven Akkuş’un bu hücre tarafından eyleme yönlendirildiği de vurgulanıyor. Bu bilgiler minibüsle patlayıcı sevk eden hücrenin mayıs ayından çok önce Ankara içinde yuvalandığını gösteriyor. Polisin Akkuş’un bağlantılarının üzerine o dönemde yeterince gitmediği de minibüsün ele geçirilmesiyle anlaşılıyor. Bu ihmal aynı zamanda 1.5 yıl önce PKK’nin etkin olduğu Esenler’den kaçırılan minibüsün başka lojistik amaçlarla kullanıldığı kuşkusunu da akla getiriyor. PKK’nin 23 yılı aşan eylem tarihinde ilk kez bu kadar büyük oranda patlayıcıyı bir kente sokması sadece büyük çaplı bir eylemi değil, örgütün saldırı konseptini de değiştirdiğini gösteriyor. Güneydoğu sınırında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 1 Nisan12 Eylül 2007 tarihleri arasında sürdürdüğü yığınak ve operasyonlarda 148 militanın öldürüldüğü belirtiliyor. Resmi rakamlar 109 militanın yakalandığını, 55’inin de teslim olduğunu gösteriyor. Örgüt bu kayıplarının yanı sıra mühimmat depoları, sığınaklar, en az 456 kilo TNT ve RDX tipi patlayıcı, bir tona yakın potasyum ve amonyum nitrat, 200’den fazla patlayıcı düzeneği ile son bir yılda 40 civarında bomba elemanının ele geçirilmesi yüzünden ciddi sıkıntı yaşıyor. Örgüt hem bu operas yon çemberinden kurtulmak hem tabanından aldığı desteği yoğunlaştırmak hem de terör unsurlarına moral verme uğruna kentlerde kaos yaratmayı hedefliyor. Bombacı ve patlayıcı maddelerin batıya sevkedilmesi bu değişikliği kanıtlıyor. TRATEJİNİN İPUÇLARI Aslında Diyarbakır, Mersin ve İzmir’de bisikletlere yerleştirilen bombalar ve daha sonra Ulus’ta 9 kişinin ölümüyle sonuçlanan intihar saldırısıyla büyük kentleri yeni eylem stratejisinin merkezine alacağını ilan eden örgüt, daha büyük ve ses getirici saldırılarla kırsalda azalan gücünü yeniden kazanmak istiyor. Salt bu veriler değil, Kandil Dağı’nı üs tutan militanların son 20 gündeki açıklamaları da dikkatlice analiz edildiğinde PKK’nin önümüzdeki süreçte ne yapmak istediği çarpıcı biçimde ortaya çıkıyor. PKK’nin askeri kanadına ait bir internet sitesinde “Hedef olmamak için hedeflemenin zamanı!” uyarısı dikkat çekiyor. Aynı sitede 28 Ağustos 2007’de yayımlanan “Amed Serhildan! Kürdistan Serhildan!” (Diyarbakır direniş, Kürdistan direniş) başlıklı yazı ise PKK’nin kırsaldaki kaybını yurttaşları direnişe çağırarak gidermeye çalıştığını kanıtlıyor. “Aram Masis” kod adıyla yayımlanan yazıda, PKK’lilerin öldürüldüğü operasyonlarla ilgili duygusal satırların ardından, “İsyan tarihine yakışır bir tarzda yeni bir sayfa aç. Bu senin özgürleşmende yeni bir adım olacaktır. Bunun zemininde radikal serhıldana kalk! Kendi öz savunma örgütlülüğünü köy, mahalle, semt ve şehir şehir geliştir”çağrısı yapılıyor. Ankara’daki minibüsün bulunmasından bir gün sonra “Şahin Cilo” imzasıyla yayımlanan yazıda ise özellikle “eylül” ayına dikkat çekiliyor: “Taraflar yılın sonuçlarını kendi lehine çevirmek için, çoğu zaman eylül aylarında stratejik kararlara gitmiştir. Ve sanıldığı gibi, eylül ayı salt barış ayı değildir. Bağrında savaşı ve barışı beraber taşımaktadır. Son iki yılın sonbahar dönemleri Apo tarafından barış aylarına çevrilmek istendi. Ve daha doğrusu barış umudu geliştirmek amacıyla hareketimiz pasif savunma konumunu tercih etti. Mevcut gelişmeler gösteriyor ki, önümüzdeki sonbahar farklı olacaktır. PKK de aktif savunma konumuna geçecektir. Ve yılın son günlerine kadar mücadele temposunu yükseltecektir. Dolayısıyla 2007 yılı sanıldığından daha zorlu ve çetin geçecektir!” Ankara’daki bombalı minibüsün direksiyonuna kim oturacaktı sorusuna yanıt arayanların yukarıdaki veri ve iddiaları da gözönünde bulundurması gerekiyor. S Ankara’daki bombalı minibüsü kente sokan hücrenin, Ulus’ta 22 Mayıs 2007’deki intihar saldırısı eylemini (sağda) gerçekleştiren grup olduğu tahmin ediliyor. MEB’e göre tasavvufi yorum Din kültürü ders kitaplarında AleviBektaşi kavram ve terimlerine yer verilmiyor ve bazı Alevi önderleri Sünni inançtaymış gibi gösteriliyor Zeynep ŞAHİN ANKARA Milli Eğitim Bakanlığı’nın ilköğretim 6, 7 ve 8. sınıf kitaplarında Alevilik, İslamiyet içindeki “tasavvufi bir yorum” olarak görülüyor. Alevilerin ve Hanefilik dışındaki mezheplerin inanç esaslarının göz ardı edildiği kitaplarda, 8. sınıf öğrencilerine “Hac yolculuğu bilgi ve görgüyü artırır” deniyor, hacca giden biriyle röportaj yapmaları isteniyor. MEB’in 6, 7 ve 8. sınıf din kültürü ders kitaplarını, “Eğitimİş Din Kültürü Kitapları İnceleme Komisyonu” Cumhuriyet için ele aldı. Komisyon Başkanı Eğitimİş Fatih Şube Yöneticisi Din Kültürü Öğretmeni Cemil Kılıç imzasıyla hazırlanan raporda, şu tespitler yer aldı: 6. Sınıf: Kitaptaki tüm konular Sünni İslam inancının koyu bir propagandası biçiminde yer alıyor. Sünni inançla İslam dini özdeşleştirilerek diğer İslam yorumları yok farz edilmiş. “Namaz İbadeti” konulu ünitede sadece Sünni inanç, hatta Sünniliğin sadece Hanefi kolu esas alınarak abdest, namazın kılınışı gibi tüm konularda diğer İslam yorumları dışlanmış. nıtıldığı metinde, yıllarca Alevileri Sünnileştirmek için Anadolu’da köy köy, kasaba kasaba gezen ve misyonerlik faaliyeti yürüten ve Alevi köylerine cami yaptırmakla övünen Abdulkadir Sezgin’in kitaplarından alıntılar yapılmış ve metne, onun bakışı egemen kılınmıştır. Hacı Bektaş Veli, Alevi bakış açısıyla anlatılmamış. Ayrıca kitapta Atatürk ve Atatürkçülük ile ilgili hiçbir metin yer almamış. 7. Sınıf: Kitabın tüm metni Sünni Hanefi inanca göre şekillendirilmiş. “Ramazan ve Oruç İbadeti” başlıklı ünitede Alevilerin oruç ibadetine hiç değinilmemiş. Türkiye’de milyonlarca Alevi ve Bektaşi’nin tuttuğu muharrem ve hızır oruçlarından tek cümleyle söz edilmemiş. 110 sayfadan oluşan kitapta Atatürkçülük ile ilgili toplam 2 sayfa metin bulunuyor. 8. Sınıf: Bu kitap da tümüyle SünniHanefi inanç doğrultusunda hazırlanmıştır. Kitapta kullanılan propagandist ve nesnellikten uzak dil, yetişme çağındaki öğrencileri dogmatizme yönlendirmekte, sorgulayıcı, araştırıcı özneler olmaları önünde set oluşturmaktadır. Alevilikten sadece tasavvufi bir akım şeklinde söz edilmiş; Alevilik, gerek itikadi, gerek ameli, gerekse kültürel orijinalitesi yadsınarak Sünniliğe eklemlenmeye çalışılmıştır. Alevilik sadece mistik bir akım konumuna indirgenmiş. Kitapta “Hac yolculuğu insanların bilgisini ve görgüsünü artırır” ifadesi yer alırken öğrencilerden hacca gitmiş biriyle söyleşi yapması isteniyor. Öğrencilerin söyleşide; “Hacda unutamadığınız bir anınız oldu mu? Döndüğünüzde neler hissettiniz? Döndükten sonra davranışlarınızda ne gibi değişiklikler oldu” gibi sorular sorması isteniyor. rometeus tehlikeyi sezdi. Kardeşi Epimeteus’a “o kutuya dokunma, açma o kutuyu” dedi. O yıllarda Olimpos’taki tahtında oturan Zeus, yalnızca erkeklerden oluşan insanlardan çok memnundu. Sessiz, sakin, ateşsiz, ışıksız, isyansızdılar. Sonra bir gün Prometeus ateşi buldu. İnsanlar da ateşi, onunla birlikte gerçeği gördüler. Zeus da Prometeus’u bir kayalığa çiviledi. Erkekler kendisine isyan etmekten vazgeçsinler diye de aşkı, yani insankadını yaratmaya karar verdi. Emretti, üvey oğlu topal demirci tanrı Hefaystos tanrıçalara benzeyen bir kadın yaptı. Başta Atena öteki tanrıçalar, pek beğendikleri, kıskançlıkla seyrettikleri bu güzel kadının çeyiz sandığına kendilerinde bulunan bütün iyi, kötü özellikleri bir bir koydular. Zeus, uzun uzun seyrettikten, düşündükten sonra, “bütün tanrıların ortak armağanı” anlamına gelen Pandora adını verdi insankadına. Eline de çeyiz sandığını tutuşturup dünyaya yolladı. Pandora, güzelliğine hemen vurulan Prometeus’un kardeşi Epimeteus’la evlendi. Zeus’un tuzağını sezen Prometeus, kardeşine işte o zaman, “sakın o kutuya dokunma, açma o kutuyu” dedi. Epimeteus ya meraktan ya unutkanlıktan, Pandora’nun kutusunu açtı. Prometeus’un uyarısı aklına gelince de hemen kapattı. Ama iş işten geçmişti. Bütün kötülükler dünyaya bir nefeslik bir zamanda yayılıverdi. ??? İyi yürekli Pandora “şimdi artık insanlar her türlü kötülüğü benden, benim cinsimden bilecekler” diye öyle üzüldü, öyle üzüldü ki günlerce, günlerce göz yaşı döktü. Hâlâ ağladığı söylenir Pandora’nın. İnanıyorum, inanmak ne kelime, görüyorum nereye baksam o güzel kadının, Pandora’nın gözyaşlarını... ??? Ama ben kutuyu Epimeteus’un açtığından kuşkuluyum. Başka birileri açmışlar, sonra da pişman olmuşlardır. Onlara “açmayın o kutuyu, ortalığa saçılacak kötülüklerle baş edemezsiniz, hayatınız kararır” diyenleri de eminim, darbecilikle, dine imana karşı gelmekle, tanrılara isyan etmekle suçlamışlardır. Tanrıların bahşettiği P EM İBADETİ YOK SAYILDI Alevilerin cem ibadeti yadsınmış. Abdest konusunda Şiilerin farklı yorumları görmezden gelinmiş. Kitabın hiçbir yerinde, cem, semah, muharrem matemi ve orucu, müsahiplik, kırklar cemi ve meclisi, hızır orucu, deyiş, nefes, cem evi gibi AleviBektaşi kavram ve terimlerine yer verilmemiş. Alevilik tasavvufi bir yorum olarak görülüp bazı Alevi önderleri Sünni inançtaymış gibi gösterilmiş. Hacı Bektaş Veli’nin ta C Kürtİslam sentezi ABD’nin Ortadoğu politikası etnik milliyetçiliğin önünü açtı, ümmetçi yaklaşımları öne çıkardı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Özellikle Irak’ın kuzeyinde son dönemde ortaya çıkan gelişmeler, Kürt lider Mesud Barzani, terör örgütü PKK ve Nakşibendi tarikatı ekseninde tehlikeli bir oyunun sürmekte olduğunu ortaya koydu. Bölgedeki dengeler değişirken, dinsel etki yükseliyor. ABD’nin Irak özelinde Ortadoğu’da uyguladığı politikalar, bir taraftan etnik milliyetçiliğin önünü açarken diğer yandan da siyasi anlamda ümmetçi yaklaşımları da öne çıkardı. AKP’nin 22 Temmuz seçimleri öncesinde Güneydoğu Anadolu’ya yönelik politikaları ve Kürt lider Barzani’nin yine bu bölgeye ilişkin siyasi söylemleri, TürkiyeIrak ekseninde Kürtİslam sentezine doğru ciddi adımlar atılmakta olduğunu gösterdi. Etnik Kürt milliyetçiliğini öne çıkaran terör örgütü PKK’nin de, bu yaklaşım içinde siyasi alanda atmak isteği adımlar çok fazla önemsenmedi. DTP’nin bağımsız adaylarla girdiği seçimlerden Güneydoğu Anadolu’da AKP’nin arkasında çıkması, ümmetçilik çerçevesinde Kürtİslam sentezinin bölge için “yükselen değer” olduğunu ortaya koydu. Bu yükselen değer, ABD’nin vermekte olduğu destek ile birleşince de seçim sandığına AKP oyu olarak yansıdı. Abdullah Gül de Çankaya Köşkü’ne çıkınca, hem Güneydoğu Anadolu’ya önem verdikleri imajını çizmek hem de 22 Temmuz seçimlerinde yakalanan başarı çizgisinin devamını sağlamak üzere bölgeye gitti. Gül’ün ziyareti, DTP açısından da sınav niteliği taşıyordu. Terörist Abdullah Öcalan, İmralı’dan yaptığı açıklamalarla, sıkıntısını ortaya koydu. Çünkü, Gül’e gösterilen ilgi Öcalan’ın DTP aracılığı ile yürüttüğü politikanın zemin yitirdiğini gözler önüne seriyordu. Bu da diğer taraftan, AKP’nin ümmet kavramının öne çıkması anlamına geliyordu. ARZANİ İLE DİRSEK TEMASI PKK’yi koruyup kollayıp, Türkiye’ye karşı bir koz olarak kullanma çabasında olan Barzani de, AKP içindeki Güneydoğu milletvekilleri ile dirsek temasını koruyup tercihini Kürtİslam sentezinden yana koydu. Ancak, Irak’ın kuzeyinde son dönemde giderek gücü artan Kürdistan İslami Birliği’nin etkisi dikkate alındığında Barzani, Türkiye’deki Kürtİslam sentezcilerine yakın durup, kendisi için de orta ve uzun vadede önemli bir tehdit unsuruna destek vermiş oldu. Böylece Irak’ın kuzeyinde dengeler, 2003 yılından sonra etnik Kürt milliyetçiliğinden Kürtİslam sentezine doğru hızla değiştiği de ortaya çıktı. ölük pörçük haberlerle medyanın gündeme getirmeye çalıştığı anayasa taslağı, sonunda tam metin olarak internet sitelerinde boy gösterdi. Taslağın tanımlanması için kullanılmasına özen gösterilen “sivil” sözcüğünün gerçek anlamı da anlaşılmış oldu. Görülüyor ki anayasa taslağının “sivil” yönü, doğrudan kılık kıyafetle ilgili. Yani kılık kıyafet özgürlüğü ile ilgili maddeleri yorumlayanlar, fes, potur, sıkmabaş (türban) ve çarşafın, her alanda serbest kalacağını belirterek uyarılarda bulunuyorlar. Bakalım Sapanca kampından ne sonuç çıkacak. “Sivil” sözcüğü alınan dildeki “uygar” anlamını yansıtacak mı? ??? Avrupa Birliği’nin hem Türkiye’yi hem de Adalet ve Kalkınma Partisi’ni tanımaktan çok uzak olduğu, anayasa değişikliğinin gündeme gelmesiyle bir kez daha ortaya çıktı. Hazretler, anayasa değişikliğinden önce ve bağımsız olarak ünlü 301’inci maddenin değiştirilmesini istiyorlar. B GEÇMİŞTEN GELECEĞE ORHAN ERİNÇ Tepki Anayasası... Taslağın, kısa sürede kapalı kapılar ardında hazırlandığından, Sapanca kampında, siyasetçi seçilmiş grubun da katılımıyla son şeklini alarak açıklanacağından haberleri yok. AKP’nin “iki tıktık bir şık şık” diye tanımlanabilecek ya da dinsel bir terim olmasına karşın halk arasında da kullanılan ve kısa bir surenin okunma zamanını belirten “teşehhüd miktarı” denebilecek sürelerde çok sayıda temel yasayı gerçekleştirmiş olduğunu bilseler herhalde böyle bir umuda kapılmazlardı. ??? “Yürürlükteki anayasa ile taslak arasında, Atatürk devrim ve ilkeleri, kılık kıyafet, laiklik anlayışı gibi konular dışında ne fark var” diye sorarsanız yanıtım “pek fark yok” olur. 1982 Anayasası bir tepki anayasa Anımsarsınız. Türk Ceza Yasası kabul edildiğinde basın meslek örgütleri, arasında 301’inci maddenin de yer aldığı 26 maddeye karşı çıkmıştı. AB ise yeni Türk Ceza Yasası’nı “reform” olarak nitelemiş ve neredeyse ayakta alkışlamıştı. Ayakları sonradan suya erdi ama nedense 26 maddeyi bir yana bırakıp 301’inci maddeye odaklanmayı yeğlediler. AB sözcülerinin yeni yanlışı, 301 için öncelik isterken öne sürdükleri gerekçe. “Anayasa değişikliği çok uzun zaman alırmış, o nedenle 301’inci madde daha önce değiştirilmeliymiş.” Görülüyor ki, hazretler, anayasa değişikliğinin kendi ülkelerinde olduğu gibi geniş katılımla hazırlanıp aynı genişlikte tartışılacağını sanıyorlar. sıydı. Taslak ve alacağı şekil de bir tepki anayasası olmaktan öteye gitmeyecek. Taslak da değiştirmeyi öngördüğü anayasa gibi basınyayın, ifade özgürlüğü konularına ilişkin maddelere, güvence vererek başlıyor ve sonraki fıkralarda “ancak” diye başlamıyor ama sınırlamaları sıralıyor. Taslağın “İfade Özgürlüğü” başlıklı 26’ncı maddesi de yürürlükteki madde gibi başlıyor. Aynı sözcükler kullanılmış. Teknolojik gelişmelere göre, Türk Ceza Yasası’ndan bile geride kalmış. Oradaki tanım yani “... her türlü yazılı, görsel, işitsel ve elektronik kitle iletişim aracı....” tanımı hem daha Türkçe hem daha kapsamlı. Cevap ve düzeltme hakkını düzenleyen madde de bu hakkın kötüye kullanılmasını kolaylaştıran içeriğini koruyor. Hem gazetecilerden “doğru haber” vermesini isteyeceksiniz hem de doğru haberin yalanlanmasının önünü açacaksınız. Olur şey değil ama hukuka siyaset bulaşınca oluveriyor. Konu bitmedi ama yer bitti. Kalanına devam ederiz. B oerinc?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle