05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

31 AĞUSTOS 2007 CUMA haberler AYDINLANMA EMRE KONGAR Avrupa’ya AKP uyarısı ‘Avrupa İslamı’ görüşünün ‘fikir babası’ sayılan Tibi, son kitabında şeriat tehlikesine dikkat çekerek ‘AKP Türkiyesi’nin’ Avrupa’ya çok pahalıya mal olacağını yazdı Osman ÇUTSAY FRANKFURT Türkiye’nin İslamcı bir hükümetle Avrupa Birliği’ne giremeyeceği, bu yoldaki girişimlere engel olunması istendi. İlgiyle karşılanan yeni kitabında AKP’nin özünde şeriatçı bir parti olduğunu, ama Avrupa kamuoyundan da gerçek kimliğini gizlemeyi başardığını belirten Prof. Dr. Bassam Tibi, Avrupa medyası, siyaset sınıfının büyük çoğunluğu ve kanaat önderlerini “AKP Türkiyesi” ile ilgili gerçekleri saptırmakla suçladı ve “tehlike büyüktür” saptamasında bulundu. Bir süre önce ikinci baskısı da yapılan “Mit dem Kopftuch nach Europa?” (Türbanla Avrupa’ya mı?) kitabında sert belirlemelerde bulunan Suriye asıllı Alman bilim insanı, “Bugünkü Türkiye’yi siyasal İslam güçleri belirlemektedir. Oysa sadece laik bir Türkiye Avrupa’ya aittir, türban Türkiyesi değil” diye yazdı. Tibi, Kemalizm ile laikliğin Türkiye için taşıdığı büyük önemin Avrupa tarafından göz ardı edilmesini mahkum ederken AB’nin, izlediği politikayla siyasal İslamcılığın önünü açmasının da kabul edilemeyeceğini bildirdi. KP LAİKLİKTEN ARINDIRIYOR’ Türkiye’yi yakından izleyen Göttingen Üniversitesi öğretim üyesi, “Birçok ziyaretimde ve 2006’da gördüm ki, Avrupalı değerlere yönelmiş ve şimdiye kadar ülkenin siyasal eliti olmuş Türkler, güç yitirmektedir. Batı’ya yönelmiş Türkiye savunmaya geçmiş bir durumdadır, hatta ricat halindedir” görüşünü de dile getirdiği kitabında, Bush’un BOP politikalarını eleştirdi ve burada AKP’ye en Demokrasi, Dinci Oligarşiye Nasıl Dönüştürülüyor çarpıtılmış demokratikliği üzerinden ve dinci politikacılara açıkça destek vererek siyaset yapmaktadır. Böylece Türkiye’deki demokratik rejim, bu iç ve dış güçlü baskılar sonucunda, herkesin gözü önünde, Dinci Oligarşik yapıya doğru hızla kaymaktadır. ??? Bu gidişin en güçlü desteklerinden biri, Türkiye’nin henüz pençesinden kurtulamadığı, “erkek egemen feodal kültürdür”. Dinci siyasetin simgesi haline gelen sıkmabaş (türban), yani tesettür uygulaması, kadın özgürlüklerine inanmayan, kadınları daima ikinci sınıf vatandaş olarak kendi egemenliğinde gören erkeklerin baskısıyla ortaya çıkmış ve yaygınlaşmıştır. ??? Dinci kadroların siyasete ve bürokrasiye hâkim olmasıyla artık iyice belirginleşen erkek egemen feodal kültür, yaşamın her alanına müdahale etmeye başlamıştır. Erkek egemen kültür, çok satışlı medyanın yeni keşfettiği terimle, “mahalle baskısı” yoluyla, yani sosyal psikolojinin ünlü “grup baskısı” aracılığıyla denetimini yaygınlaştırmakta ve derinleştirmektedir. ??? Resmi toplantılarda haremlikselamlık ayrımcılığı… Tesettür otellerinin yaygınlaşması… Sıkmabaştürban uygulamalarının sadece siyasal ve sosyal değil, ticari alanda da moda haline getirilmesi… Lokantalarda içki satışının durdurulması… İçki satan bayilere baskılar… Sosyal faaliyetlerde, selamlaşmalarda, konuşmalarda dini simgelerin egemenliği… Bunların hepsi, Dinci Oligarşinin topluma dayattığı uygulamalar… Eh siyasal iktidar da zaten onların elinde olduğuna göre… Gelsin bakalım anayasa değişiklikleri… Yeni anayasamız büyük olasılıkla, Dinci Oligarşik yapının tescili olacaktır. C 5 Prof. Dr. Bassam Tibi kimdir? Dedesinin bir Osmanlı paşası olduğunu belirten Bassam Tibi, Suriye’nin başkenti Şam’da doğdu ve 18 yaşında öğrenim için Almanya’ya gitti. Yükseköğrenimini Frankfurt Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde tamamladıktan sonra lisansüstü çalışmasını uluslararası ilişkiler alanında yaptı. 28 yaşında da Göttingen Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler profesörü oldu. Aralarında Harvard ve Bilkent’in de bulunduğu birçok dünya üniversitesinde konuk öğretim üyesi olarak da dersler veren Bassam Tibi, İslamiyet, şeriat düzeni, Türkiye üzerine çalışmaları ve çeşitli dillerde yayımlanmış kitaplarıyla tanınıyor. fazla bir piyon rolü biçildiğini ileri sürdü: “Ilımlı denilen İslamcılar ABD tarafından destekleniyor. ABD, İslamcı AKP hükümetiyle AB arasındaki üyelik müzakerelerinin sürmesi için yoğun baskı uyguluyor. Oysa ülkeyi tek parti iktidarındaymış gibi belirleyen (hükümeti ve parlamentoyu) AKP, Türkiye’yi sürekli laiklikten ve Batılılaşmadan arındırıyor. AKP İslamcıları Kemalizme bağlılık sözleri ederken, buna paralel olarak tüm Kemalist kazanımların altını oyuyor. Newsweek 11 Aralık 2006 günlü sayısında kapaktan ‘Who lost Turkey?’ (Türkiye’yi kim yitiriyor) diye soruyordu. Aslında bu soru ‘Why Turkey lost?’ (Türkiye neden yitirildi?) ve yanıt da şöyle olmalıydı: İslamcılığın yükselişi ve kurumlar üzerinden başarılı yürüyüşü, bu sonucu belirlemiştir. Kemalistlaik, yani Avrupalı değerlere yönelmiş bir Türkiye bugün AKP’nin türban Türkiyesi’nin tehdidi altındadır.” AKP İslamcılığının “cihatçı” değil, barışçı olduğuna işaret eden Şam doğumlu bilim insanı, bu partinin Batı’daki Hıristiyan demokrat partiler gibi görünme çabalarının da göz boyama olduğunu vurguladı. Bu muhafazakârlık levhasında sadece bir maske gördüğünü kaydeden Tibi, “Şu gerçek gözden kaçırılıyor: Türbanda basit bir giysi değil, bir şeriat emrinin yerine getirilmesi söz konusudur. Türkiye de 2002 Kasım’ından bu yana İslamcı, türbanı simge sayan bir parti tarafından yönetilmektedir” diye yazdı. Bassam Tibi, Alman kamuoyunun, gerek politikacılar gerekse medya tarafından baskı altında kaldığını belirterek İslamcılığın pençesindeki bir Türkiye’nin AB üyeliğiyle ilgili “içeriğe yönelik bir tartışma” yürütülmemesinden yakındı. ‘A ne girmiş tüm kazanımların, bu dönemde adeta kazındığını ileri sürdü. Tibi, türban ile Batı karşıtı bir dünya görüşünün ilan edildiğini de savundu. AKP’nin temsil ettiği “Türban İslamı” ile kendi önerdiği ve Avrupa aydınlanmasının evrensel değerleri üzerinde yükselen “Avrupa İslamı”nın kesinlikle bağdaşamayacağını kaydeden Bassam Tibi, AKP’nin Kemalizmden kurtulmak için AB’ye yaklaştığını, ama aslında ABD’nin piyonu olduğunu iddia etti. Bassam Tibi, bu “tavır” kitabında şu görüşlere yer verdi: “Türban, siyasal üniforma hizmeti veren bir ‘İslamcı simgedir’. Bu çatışmanın asıl içeriği Avrupalılaşma mı, İslamlaştırma mı şeklindedir. Kaldı ki, Türk göçü ve Türkiye’nin AB’ye alınması halinde çatışma potansiyeli Avrupa’ya da taşınmış olacaktır. Avrupa’nın laisizmi de bu yolla test edilmiş oluyor. Anlaşılan ahlaken zayıflamış Avrupa, kendi laikliğinin arkasında durmuyor, aynı nedenle kendi değerlerinin arkasında da durmuyor. Oysa AB, iş söze geldiğinde hep ‘değerler topluluğu’ olarak tanımlanır, ama kendi değerlerini hiç savunmaz.” ‘İSLAMİ KÖKTENDİNCİLİK’ Prof. Dr. Bassam Tibi’nin, Batı’daki siyaset, bilim dünyası ve gerçek tartışma kültürüne yönelik eleştirileriyle de dikkat çeken bu kitabıyla, AKP iktidarı ile TürkiyeAB ilişkileri çerçevesinde yeni tartışmaları kışkırtacağına kesin gözüyle bakılıyor. Tibi’nin önümüzdeki günlerde “İslami Köktencilik” başlıklı yeni bir kitabının daha piyasaya çıkacağı bildiriliyor. ‘KAZANIMLAR KAZINDI’ AKP kurucuları Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’ün siyasi biyografi ve dönüşümlerini de çözümleyen Tibi, uygulamaya yönelik bazı eleştirileri olmasına rağmen, genelde olumlu bulduğu Kemalizm ve laiklik ile Türkiye’nin gündemi Fethullah’a 16. darbe Deniz BERKTAY KİEV Rusya Federasyonu ulusal eğitim müfettişlerinin yaptıkları incelemeler sonucunda, Gülen cemaati ile bağlantılı okullardan birinin daha yönetimine el konulması, Rusya’nın Rus olmayan etnik grupların yaşadıkları bölgelerde el koyduğu Gülen okullarından sonra ilk kez merkez bölgede bir Nurcu okulu devletleştirmiş olması açısından önem taşıyor. Rusya’nın önde gelen gazetelerinden Kommersant’ın haberine göre, ülkenin ikinci büyük kenti Petersburg’da, Gülen cemaati ile bağlantılı olarak etkinlik gösteren ve Türkiye’deki Fatih Kolejleri’ni de yöneten Gülen cemaati ile bağlantılı Çağ Öğretim işletmelerine ait 664 numaralı lise, Türk uyruklu öğretmelerinin Rusya’da turist vizesi ile bulunmaları ve doğal bilimlerle ilgili İngilizce ders kitaplarının Rus makamlarının onayına sahip olmadığı gerekçesi ile devlet yönetimine geçirildi. Bununla beraber, Kommersant gazetesinde, okulun devletleştirilmesi olayının Rusya Federasyonu Federal Güvenlik Servisi FSB’nin teşviki ile gerçekleştirildiği ve okulun Nur cemaati ile yakından bağlantısı olan Tolerans Vakfı ile ilişkisinin, okulun gerçek kapatılma nedeni olduğu belirtiliyor. Gazetenin haberinde ayrıca, müfettişlerin, Rus olmayan etnik grupların yaşadıkları bölgelerdeki Türk okullarında da incelemelerini artıracakları belirtildi. Rusya Federasyonu makamları, Gülen cemaatiyle bağlantılı olarak da, şu ana kadar Rusya çapında 16 okulu kapatmış ya da devletleştirmiş bulunuyor. Edinilen bilgilere göre Rusya Güvenlik Servisi, yabancı istihbarat örgütleri ile ilişki içinde bulunduğu ve radikal İslamı aşıladığı gerekçesiyle, 2001 yılından 2006 Mart ayına kadar olan dönemde Başkırdistan, Cuvasistan, Buryatiya, KaraçayÇerkez, Dağıstan ve Hakasya gibi, Rus olmayan etnik grupların çoğunlukta olduğu bölgelerde bulunan Gülen cemaati okullarının tamamına yakınını radikal İslamı yaymak ve devlet güvenliğini tehdit eden etkinliklerde bulunmak gerekçeleriyle cemaat vakıflarının elinden aldı. Moskova’dan Gülen’e taviz yok ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’den bu ülkedeki Fethullah Gülen cemaatine ait okullarının kapatılmaması yönünde ricacı olmasına karşın Moskova yönetimi, Gülen cemaatine taviz vermedi. Erdoğan’ın, Putin’e, “bu okullara karşı biraz daha esnek olun” ricasının üzerinden iki ay bile geçmeden Moskova yönetimi St. Petersburg kentinde Gülen’le bağlantılı bir vakıf tarafından işletilen okulun yönetimine el koydu. El koyma gerekçesi, okulun, Rusya Federasyonu milli eğitim sistemine uygun eğitimöğretim yapmaması olarak gösterilse de, asıl gerekçenin, okulun Nurcular ile olan bağlantısı olduğu belirtildi. Bu gerekçeyle okulun yönetimine el konulmasının, Saidi Nursi’nin kitaplarının Rusya’da yayımlanmasının yasaklanmasının ardından gerçekleşmesi ise dikkat çekti. Moskova’daki Koptevskaya Bölge Mahkemesi, geçen mayıs ayında Tataristan Savcılığı, Rusya Bilimler Akademisi üyelerinden oluşan bilirkişi heyetinin verdiği karar doğrultusunda Saidi Nursi’nin 14 ciltten oluşan Risalei Nur eserinin, radikal İslami akımlara hizmet ettiği gerekçesiyle yasaklanmasına karar vermişti. SINIR DIŞI EDİLDİLER Ayrıca bu okullardaki Türk ya da Orta Asya uyruklu bazı öğretmenleri ve bu okulları işleten vakıf ve şirketlerin Türk uyruklu ileri gelenlerini sınırdışı etti. Bu çerçevede, Kuzey Kafkasya’daki “Toros” ve “Eflak”, Başkırdistan’daki “Serhat”, Merkez ve Batı Rusya’da etkinlik gösteren “Tolerans” ve Sibirya’daki “Ufuk” adlı vakıf ve firmalar, Rusya Federal Güvenlik Servisi FSB’nin yıllık olarak kamuoyuna açıkladıkları raporlarda, Nur cemaati ile bağlantılı oldukları ve radikal İslamı etkinlikler ve devlet güvenliğini tehdit eden kuruluşlar arasında sayılıyor. FSB raporlarında belirtilen bu kuruluşlardan Moskova ve Petersburg’da etkinlik gösteren “Tolerans” vakfı dışındakiler kapatılmış durumda. evgili okurlarım, demokratik rejimlerin iki zayıf noktası vardır: Birincisi, demokratik hak ve özgürlüklerin, demokrasiyi yok etmek için kullanılabilmesi olasılığıdır. İkincisi de, demokrasi, çoğunluğun iradesine dayalı bir rejim olduğundan, çoğunluk, ya da onu temsil eden siyasal iktidar demokrasiyi ortadan kaldırmak isterse, rejimi korumanın zorluğudur. ??? Demokrasi Batı’da uzun yıllar süren kan ve gözyaşı dolu mücadelelerle kurulduğundan, tabii bu zayıflıklar da dikkate alınmıştır. Demokratik hak ve özgürlüklerin demokrasiyi yok etmek için kullanılmasını engellemek amacıyla totaliter, dinci, faşist partiler yasaklanmıştır. Çoğunluğun demokrasiyi tehdit etmesini önlemek amacıyla da, parlamentoların, senato gibi, anayasa mahkemesi gibi kurumlarca denetlenmesi uygulaması getirilmiştir. ??? Türkiye’de “Demokratik, laik sosyal bir hukuk devletini” bir “Ilımlı İslam devletine” , bir “Dinci Oligarşiye” dönüştürmeyi amaçlayanlar, bu iki zayıflığı birden kullanmaktadır. Bir yandan sıkmabaş veya türban denilen simgenin üzerinden, “demokratik hak ve özgürlükler” kötüye kullanılarak dinciliğin kamu alanına sokulması savunulurken, öte yandan iktidar, demokratik rejimin bir din devletine dönüştürülmesini engelleyecek olan özerk ya da bağımsız kurumları zayıflatmakta, Anayasa Mahkemesi, yargı, üniversiteler, sendikalar, meslek odaları, medya gibi denetim mekanizmalarının altını oymaktadır. ??? İçerde, demokratik rejimi, hem tarikatlardan gelen taleplerle alttan, hem de iktidarın uygulamalarıyla üstten kıskaca alan bu operasyon, dışardan da, AB’den biraz utangaç, ABD’den ise açık ve güçlü bir destek görmektedir. AB’den “Türkiye Kemalizmi reddetmedikçe AB’ye giremez” sesleri yükselirken, ABD, sıkmabaştürban taleplerinin S ekongar?cumhuriyet.com.tr; www.kongar.org Tarikatlara açık kapı Emine KAPLAN ANKARA AKP’ye sunulan yeni anayasa taslağında, üniversitelerde türban yasağının kaldırılmasına yönelik önerinin yanı sıra tarikat ve cemaatlerin faaliyetlerine serbestlik getiren düzenleme de yer alıyor. Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ergun Özbudun başkanlığındaki komisyon tarafından hazırlanan ve AKP’ye sunulan yeni anayasa taslağında, anayasanın “din ve vicdan hürriyeti” başlıklı 24. maddesinde köklü değişiklikler önerildi. Söz konusu maddede yer alan “Din ve ahlak eğitim ve öğretimi devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır” fıkrası, “Din ve ahlak eğitim ve öğretimi devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan seçmeli dersler arasında yer alır” biçiminde değiştirilecek. Hazırlanan taslakta, seçmeli ders yerine “din ve ahlak öğretiminden muaf tutulma” seçeneği de önerildi. Söz konusu maddenin “Kimse, ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz” hükmünü düzenleyen fıkrasına “Kimse, dini inancını değiştirmekten dolayı suçlanamaz ve kınanamaz” cümlesinin eklenmesi öngörüldü. Söz konusu maddenin, “14. madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dini ayin ve törenler serbesttir” hükmünü düzenleyen fıkrada ise, anayasanın 14. maddesine yapılan atıf kaldırılarak “kamu düzenine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dini ayin ve törenler serbesttir” hükmü önerildi. Anayasanın “temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılamaması” başlıklı 14. maddesi, “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz. Anayasa hükümlerinden hiçbiri, devlete veya kişilere, anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz. Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler kanunla düzenlenir” hükmünü düzenliyor. “Din ve vicdan hürriyeti” başlıklı maddede, anayasanın 14. maddesine yapılan atfın kaldırılmasıyla “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan” ibadet, dini ayin ve törenler serbest bırakılmış olacak. ül’ün seçilmesiyle Hayrünnisa Hanım da türbanlı ilk Cumhurbaşkanı eşi olarak Köşk’e çıkacak. Türban tartışmasında, bu köşede temel yaklaşım sorusu hep şu oldu: Türban, kadınların mı yoksa erkeklerin mi sorunu? Bu soruyu şimdi güncelleştirerek soralım: Türban, Hayrünnisa Hanım’ın mı sorunuydu, yoksa Abdullah Gül’ün mü? Veya: Türban, Münevver Hanım’ın mı sorunuydu, yoksa Bülent Arınç’ın mı? Türban, Emine Hanım’ın mı sorunuydu, yoksa ailesinde babasınınağabeyisinin mi? Hayrünnisa Hanım lise öğrencisiyken türbansızdı, 15 yaşında başı türbanlanarak Gül’e verildi. Üstelik eğitimi yarıda bıraktırıldı. Münevver Hanım türbansızdı, Bülent Arınç’a varınca türbanlandı. Emine Hanım, baba veya ağabeyisinin tokadı karşısında başını türbanladı! AKP’nin tepesindeki üç kişinin eşleriyle sınırlı değil bu örnekler... Hemen hemen, türban takmış her kadının arkasında bir erkek öyküsü vardır! Türbanı buradan başlayarak tartışmayan görüşlerin bir anlamı olabilir mi? ??? Din, yüzde 99 erkeklerin yorumunda, anlayışında, yönetimindedir. Kadınların günümüzde nasıl davranması ve giyinmesi; eşiyle, çevresiyle nasıl bir ilişki içinde olması gerektiğini açıklayan hep erkek ilahiyatçılar, şeyhler, tarikat liderleri, bunlarla al takke ver külah içindeki dinci er G CUMA YAZILARI ORHAN BURSALI Türban Kimin Sorunu? 100 yıldır! Ve alınan yol ne kadardır diye sorarsanız, belki de yüzde 10 bile değildir! İnsanlık, bu birikimiyle, kadın özgürlüğü konusunu çözme peşinde. Ama kapitalizmde, serbest piyasa ekonomisinde belirli bir kadın kesimi üzerinde esaretin sürdüğünü de inkâr edemeyiz. Kadın, metalaştırılıyor. İşin ilginci, günümüzde erkek ruhban sınıfı da, türbanla, bir başka, kadını metalaştırma ve erkek egemenliğini pekiştirme politikasına sarılıyor! ??? Ülkemizde türban kimin sorunu? Şüphesiz erkeklerin! Arkasında hiçbir erkeğin dinsel öyküsü olmadan, sadece kendi özgür iradesiyle, dini ilk kaynaklarından yorumlayarak başını örten kadınlar varsa, bunu tamamen insan hak ve özgürlüğü ile ilgili sorun olarak görürüm. Burada tartışılacak bir nokta yoktur; tartışma şüphesiz tamamen başka bir düzlemde sürer. Her türbanlı kadınınkızın arkasında bir erkek öyküsü olduğu sürece, türban, kadınların özgürlük sorunu olamaz. kek siyasetçilerdir! Bunların yorumlarına göre kadınlar ikinci sınıftır, erkeğine boyun eğmelidir, erkek egemenliği altında yaşamalıdır, kendi başına hareket edemez... Toplumlarda erkek egemenliği, biraz evrimsel, insanlığın hayatta kalmak mücadelesinde erkeklerin baskın rolleri nedeniyle bugüne kadar süregeldi. Din, toplumların gelişmesinde, erkeklerin bu egemenlik dönemlerinde ortaya çıktı. Yorumuyla da, erkek baskınlığını ve kadınların ikinci sınıflığını daha da perçinledi. Toplumların sekülerleşmesiyle, laiklikle; kapitalizmin, insan temel hak ve özgürlüklerinin, demokrasinin gelişmesiyle; bilim ve teknolojinin dünyayı, evreni yorumlamasıyla; insan düşüncesinin felsefi, politik, ekonomik, sanat, edebiyat ve toplumsal alanda kaydetttiği uygarlık ilerlemeleri ve kültür birikimiyle, insanlık kadının erkek egemenliğinden kurtuluşunun kapılarını araladı! Bu birikim yüzyıllardır süregeliyor, ancak toplumsal hayata kadının özgürlüğü, kadınerkek eşitliği olarak yansımaya başlamasının tarihi ise şunun şurasında Sadece, özünde, erkeklerin kadınları özgürce türbanlama sorunu olarak kalır. Ve, erkek egemenliğinin bir parçası olarak, siyasal ve kültürel açıdan türbana karşı çıkmak, kadının özgürleşme mücadelesinin bir parçası olabilir ancak... Kadınların türban takmasını, kadınların özgürlüğü olarak yorumlayan ve bunun toplumsal mücadelesini veren türbansız kadınlara ve yazarlara doğrusu diyecek hiçbir söz bulamıyorum. Onlar, buna karşı çıkmıyorlarsa, en azından susmaları gerekmez mi? ??? Türban ve kültür konusu, ülkemiz bağlamında bir başka yazıyla sürecek. Şimdilik sadece bir soru soralım: Avrupa’da, erkeklerin istemesiyle başını türbanlayacak kadınkız sayısı ne kadardır? Türkiye’de erkeklerin istemesiyle türbanlanmaya hazır kızkadın sayısı, oranı kaçtır? Günümüzde kocasının bırakın dinsel açıdan, ekonomik açıdan işlerinin iyi gitmesi ve kapıların kendisine açılması için, zenginleşmek için, başını türbanlamaya hazır kız ve kadınların sayısı, oranı nedir? Ülkemizde türbanın şimdi de ekonomisi söz konusudur! Daha sorunu çok temel bir açıdan halledememişken, bu defa daha güçlü bir açıyla karşı karşıyayız! obursali?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle